YB | 32 | Havva'nın Can Damarı

9.9K 726 417
                                    

Hayat... İnsanı eviren, çeviren, oradan oraya savuran, yeri geldiğinde duvardan duvara atan; bazen de kucağına alıp saçlarını okşayan ve asla adil olmayan, kuralsız bir oyundu. Kendi yazardı, yine kendi oynatırdı. Kuklaydı insanlar.

Her bir insan, iplerle hayatın can damarına bağlanır, şah damarında nefes almayı ve nefessiz kalmayı öğrenirdi. Arada bir soluklanmak isterdi insanoğlu; hayatın bağrında durmak ve ciğerlerinde soluklanmak isterdi. Yapamazdık, beceremezdik... Önümüze kocaman engeller, dağ kadar duvarlar çıkardı. Kimisi o duvara toslar, kimisi engellerin üzerinden atlar, kimisi de hayatın hileli oyunda cezaya kalırdı. Belki hayatı yenmeyi başarabilen insanlar da vardı lakin o insanlar, ancak hile yaptıklarında kazananlardı.

Hayatın dilinden konuşmadıkça kaybeden olacaktım.

Fakat ömrümün, on dokuz yıllık yaşamımın bana öğrettiği büyük bir şey vardı. Hayatın, kendi kurduğu hilebaz, düzenbaz ve kaçınılmaz oyununda bana verdiği ufak bir tüyo...

Eğer kendin büyümeyi öğrendiysen; tek başına hayatta kalmayı, kimseye muhtaç olmamayı, kendi başarılarına kendin gülmeyi ve kendi başarısızlıklarına tek başına ağlamayı biliyorsan, yaşamayı da biliyorsun demekti. İşte hayat, bana bu ipucunu vermişti. Bir sıfır geride yaşamaya başlardı, benim gibi insanlar. Kendini yetiştirirken yalnız olan insanlar... Fakat yine herkesten çok şey bilirdi bu insanlar. Zira oyunun kurallarını da hilelerini de; hayatın zaaflarını da gerçeklerini de acımasızlığını da, yalnız başına öğrenirlerdi; öğrenmiştim. Her şeyi küçük bir kızken öğrenmiştim. Bu sayede hayatın ne zaman ve nereden vuracağını iyi biliyordum. Bana vuramazdı. Ben hayatın en hileli oyuncularından biriydim.

Şimdi ise yine güçlü duruyordum hayatın önünde, diz çökmek benim yapacağım bir şey değil, asla yapmayacağım bir şeydi.

Alaz Yargın yoktu. Birçok kez kendimi öldürmenin hayalini kurmuş, üstüne üstelik onlarca kez denemiştim. Fakat hiçbir intihar girişimim, Alaz'ın yokluğu kadar etkileyici ve keskin olmamıştı. Hayat bana, ''Ben kazandım,'' diyordu. Bense, ''Asla,'' diyordum. ''Daha oyun bitmedi.''

Aslım halanın evinin, en üst katındaki odasında duruyordum şimdi. Kapı çalıyordu. Eve kimin geldiğini bilmiyordum ama burada durmayacağımı çok iyi biliyordum. Eğer gelen Alaz'sa, ben de inecektim aşağıya. Pes etmek dedikleri şeyin bana göre olmadığı gibi, yarı yolda bırakmak da bana göre değildi. Eğer bugün, tam bu an her şey bitecekse, ben kendim bitirecektim. Korkmuyordum. Alaz'ı tek başına bırakmayacak kadar gözü pek ve onun arkasında duracak kadar cesurdum.

Büyümek, bu kadar korkusuz olmak mıydı?

Odanın kapısını açarak koridora çıktım. Bir an bile geri dönmeyi düşünmediğim gibi, adımlarım da hızlıydı. Bir alt kata geldiğimde kapı yeniden çalmıştı.

Tam en alt kata inen merdivenin birinci basamağına adımı atacaktım ki, aşağıdan duyduğum sesle olduğum yerde kalmıştım.

''Anne?'' dedi biri. Bu ses... Ateş'e aitti.

Durdum. Emin olmadan önce bir adım bile geri gitmeyecektim. Alaz'ın yakalanmadığına emin olmadan, asla geri adam atmazdım.

Ben yerimde beklerken, ''Neredesin sen!?'' diye sordu Ahsen Hanım.

Aslım hala, ''Durun bir konuşalım, anlayalım,'' dedi, telaşlı değildi.

''Alaz nerede?'' diye sordu Selçuk Bey.

Alaz Yargın burada değil miydi? Gelmemiş miydi? Yakalanmamış mıydı? Alaz... Kaçmayı başarabilmişti. Dudaklarımda ufak ve gururlu bir gülümseme peyda olurken birkaç adım geri gittim. Onun başaracağını biliyordum. Ateş'in kurduğu tuzaktan sıyrılacağını, bana geri döneceğini... Alaz, kazanmıştı; kazanmıştık.

Yara Bandı (Tamamlandı)Where stories live. Discover now