Yirminci Bölüm

2.7K 126 12
                                    

Sera, bizi akşam yemeğine çağırmıştı. Erkenden gidip ona yardım etmeye başlamıştım. Mert Hakan ve Ferdi içeride maç muhabbeti yaparken biz de mutfakta yemekleri hazırlıyorduk.

Tabakları taşımak için Ferdi ve Mert içeri geldiğinde gülümsedim. Masaya hep beraber taşıdıktan sonra yerlerimize yerleşmiştik.

"Güzel çiftim benim!" Sevecenlikle konuştuğumda Sera da gülümsedi.

"Eee sizin evlilik ne zaman?" Ferdi'nin sorusuyla gerilmiştim. Böyle bir şey gözükmüyordu çünkü.

"Kısmet olursa bir gün neden olmasın." Mert Hakan'ın cevabı azıcık ufacık beni üzse de bir şey dememeye çalıştım. Sera anlamıştı, en yakın arkadaşım olmuştu ve ister istemez bir şekilde konuşmadan da hissediyordu.

Maç başlamıştı. Fenerbahçe-Başakşehir maçını soluksuz izliyordum. Mert Hakan'a yapılan faul ile Mert Hakan sinirle karşı takımın oyuncusunun üzerine yürüdüğünde yediği sarı kart ile Jesus onu yedeklerdeki Emreyle değiştirmişti. Maçın son 15 dakikasında maçtan çıkan Mert oldukça gergindi.

"Sakin olur musun biraz? Haklısın ama böyle yaparak haksız durumuna düşersin." Onu düşünüyordum. Sinirle bana doğru konuştuğunda şaşkınlıkla açılmıştı gözlerim.

"Sen ne anlarsın ya? Altı üstü bir doktorsun! Bu bize ilk kez yapılmıyor yeter artık."

Maçı kazanmıştık, her şeye rağmen.

Altı üstü doktor olan ben takım otobüsü ile dönmek yerine biraz yürüyüp daha sonra belediye otobüsüne binmeyi tercih etmiştim.

Mert Hakan bu aralar çok ilgisizdi, çok gergin, çok sinirliydi. İster istemez bu durum ilişkimize de yansıyordu.

"Gel güzellik bırakalım seni gideceğin yere."

Sapıklar dadanmıştı. Türkiye şartları altında kadın olmak çok zordu. İstediğim saatte istediğim yerde bulunamıyordum, sanki buna hakkım yokmuş gibi.

"İlerle birader." dediğim şeyle iğrenç bir şekilde güldüler. Ben ilerledikçe araba da ilerliyordu.

"Kardeşim, hadi! Bas gazına sokturtma o cam sileceklerini bi yerlerine." dediğim şeye şaşkınlıkla bakıyorlardı.

Yerden aldığım büyük taşı göstererek ilerlemelerini sağladım.

Eve geçene kadar Mert Hakan beni aramamıştı. Merak etmiyor muydu? Saat kaç olmuştu. Tamam sinirli olabilirdi ancak benim suçum neydi?

Sabaha kadar uyku tutmamıştı, o da beni aramamıştı. Paylaştığı takımca çekildikleri fotoğrafa baktım. Her şeye rağmen gülüyordu ve ben yanında değildim.

Belki de bir şeyler olması gerektiği gibi değildi.

Çalan telefonuma baktım hızlıca, Mert Hakan sandığım arama abime aitti.

"N'aber güzellik?" Abimin sesiyle gülümsedim.

"İyiyim... Sen nasılsın?" Sesimin yorgun ve mutsuz çıkmamasına özen göstererek konuştuğumda abim bir şeylerden şüphelenmişti bile.

"İyi misin?" Değildim, hallederdim. Halletmiştim ki hep.

"Biraz yorgunum, maç falan vardı ya. Koşturmaca işte." Biraz sessizlik oldu.

"Eğer bir şey olursa, söylersin değil mi abim?"

"Söylerim abi."

Telefonu kapadıktan sonra biraz daha uyumaya çalışsam da başaramamıştım. Kaçmak istedim buralardan, uzaklaşmak.

Ata Abi ve Osman Abiye biraz hasta olduğumu belirten bir mesaj attığımda ikisinden de olumlu yönde mesaj aldığımda gülümsedim. En azından iyi olmam için bana zaman tanıyan insanlar da vardı çevremde.

Üzerimi giyindim, kahvaltı yapmadan çıkmıştım evden. Nereye gitseydim? Kaçmak istediğimde gittiğim yer yine beni sahiplenebilir miydi?

Moda sahiline geldiğimde her zaman oturduğum banka oturdum.

Bir şeyler neden hiçbir zaman kusursuz ilerlemezdi? Hep ucunda bir yerlerde bir pürüz neden vardı?

Neden Mert Hakan hâlâ beni aramamıştı? Bir şey mi olmuştu, ben bir şey mi yapmıştım?

Gruptaki konuşmalara göz gezdirdim.

Ozan Tufan Fan Club

Ferdi: Kutlamayı nerde yapıyoruz??

İrfan: Hadi gençler, bizim mekana.

Mert: Ulan ne maçtı, her şeye rağmen.

Arda: Abi size iyi eğlenceler

Altay: Benim de işim var gençler

İrfan: Tamam abi, gelmek isteyen mekanı biliyor

Daha yeni konuşulmuştu, demek ki başına bir şey gelmemişti. Sera arıyordu, bu durumdayken cevaplayamazdım.

Kimsenin canını, sorunlarımla sıkamazdım.

Gözyaşlarım benden bağımsız akıyordu gözlerimden. Hayatımda belki de nadiren başaramadığım şeylerden biriydi şu duygusallığımı yenmek.

Ben de sinirli bir insandım, gerildiğimde bunu yansıtmamak için elimden geleni yapardım. Tamam, herkes aynı olmayabilirdi. Ancak ben ne yaptım?

Eren: Napıyorsun?

Telefonumun ekranında okuduğum isimle gözlerim doldu.

Cevap vermek istemedim. Şu an kimseyle iletişim kurmak istemiyordum.

"Ne güzel bir abla!" Yanıma gelen küçük oğlana gülümsedim ve dediği şeyle ağlamaya başladım.

"Neden ağlıyorsun?" Küçük elleriyle elimi tuttuğunda dolu gözlerimle ona baktım. Uzaktan bakan ailesine gülümsedim.

"Çok sevdiğim biri galiba artık beni hiç sevmiyor." dediğim şeyle kafasını yana yatırdı.

"Benim de çok sevdiğim bir arkadaşım vardı, o da artık başka bir arkadaşını seviyor. Onun da senin gibi güzel sarı saçları var." Başka arkadaşı mı?

Olabilir miydi?

"Peki ya sen üzülmüyor musun? Nasıl ağlamıyorsun?" dediğim şeyle yaşına göre oldukça olgun bir tepki vermişti.

"Kimseyi en çok beni sevsin diye zorlayamam ki." Gözlerim daha da çok dolmuştu.

"Ben seni severim, ağlama." tahminen 6-7 yaşlarında bir çocuktu. Dediği şeylerde o kadar haklıydı ki.

Annesi yanına çağırdığında son bir kez konuştu.

"Kimse için ağlama, senin gibi güzel bir ablaya gülmek daha çok yakışır."

Ben bu çocuk kadar olgun düşünemiyordum. Ne kadar da çok bağlanmıştım ona, şimdi neden böyle olduğunu sorgulamadan duramıyordum.

Sera yine arıyordu. Bu sefer açtım ancak ilk kelimemde ağladığımı belli eden bir ses tonuna dönüvermişti sesim.

"İzel, sen iyi misin?" Değildim.

"Biraz karnım ağrıyor."

"Gelmemi ister misin?"

"Yok teşekkür ederim. Ben seni daha sonra arayayım mı?" dediğim şeyle sessizlik oluşmuştu.

"Tamam canım, bekliyorum."

Bir şeyler açıklanmalıydı, bir şeyler ya devam ederdi ya da biterdi. Belirsizlikle birlikte kalmamalıydı.

Komutan || Mert Hakan YandaşWhere stories live. Discover now