Anılardan Anılara İnce Çizikl...

By mermaidsareal

108K 12.4K 23.2K

seni kendimden tanıdım çocuk; yüreği sürekli çiğnenen bir yol. gövdesi acılardan acılara köprü. biraz öfke, b... More

neden kimse sana benzemiyor?
susmak ve beklemek müthiş, genciz namlu gibi.
yıllar gözlerinden hiçbir şey eksiltmedi, ben biraz daha yenildim.
dayanamam, kıskanırım seni. paylaşamam.
içim çok özledi seni.
her cevabım sensin, hem de her bilmecem.
yokluğun da varlığın da yetmiyor.
ah içimizde ne aç hevesler. arada hicaz, arada caz nefesler.
bir küçücük kumru kuşu büyüttüm, göğsümün gizlisinde.
nasıl da yılları buldu, bir mısra dolu maceram.
biz sadece aynı yere saklanan iki çocuktuk, sen benim en güzel rastlantımsın.
güleriz, unuturuz öleceğini annelerimizin. annem ölürse bana sarıl.
ismimi fısıldayan, bazen şarkı mırıldanan o ses yok, gülüş yok.
yanlış karar yok, işin özünde sen beni istemedin.
sözlerim acıtır, gözlerime bakma. tek bir söz söyleme, varsa az utanman.
ben böyle sığındım sana, böyle kuş gibi.
bir gülsen ağlayacağım, bir gülsen kendimi bulacağım.
korkular da benim, umutlar da. beni bırakma.
gitme, ölürüm. gözlerinden, gözlerinden olurum.
kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti. gelmemiş kimselerin.
değiştim, sanki içimde bi şeyler öldü. istesem de dönemem geriye.
hangi kahpenin hançeri, saklı hançeri yaranda?
döşümde yıllarla büyüttüğüm acı, ben ki yıllardır bir seni bilirim.
sana gelicem beklemelerin bu acılı durağından. bu giz, bu karanlık biticek.
sargın yaprakmışım, dallarına. yangın toprakmışım, yağmurlarına.
ayyaş ruhum sayıklıyor, her zerrem sende çarpıyor.
sanırsın ki sende kendimden bir şeyler biriktirmişim.
bir sen varsın güvenebileceğim. bilen, anlayan, bağışlayan. gökyüzü kadar engin.

biri gelişin, dünyayı isteyen sorular. öteki gidişin, kırılmış kirpik tufanı.

3.6K 451 995
By mermaidsareal


***

Eli, elimdeydi.

Sanki onca anıyı konuşup yeniden diriltmeye yorulmuş gibi, yürüdüğümüz yol boyunca başka kelime etmemişti. Nefesini duyuyordum, kalp atışlarımla birlikte, bir de kuşların sesini. Daha önce kendimi bu kadar huzurlu hissettiğimi hatırlamıyordum. Sadece, huzuru içime çekiyordum, heyecan tüm bedenimi kavururken. Bir şeyler söyleyeceğim de ortamı bozacağım diye ödüm kopuyordu, zaten söylemek istesem de yapamazdım çünkü aklımı toparlayamıyordum. Çünkü eli, elimdeydi. Ona yaslanmıştım çünkü benden bunu istemişti. Ayağımın ağrısı umurumda değildi, canı isterse kopabilirdi bile hatta.

Küçük parmakları parmaklarıma dolanmışken başka hiçbir şey önemli değildi.

Yemek molası vereceğimiz yere gidebilmek için yaklaşık yarım saattir el ele, yürüyüş yolundaki levhaları takip ederek yürüyorduk. Dediğim gibi, ikimiz de sessizdik. Bir ara tökezledim, elimi tutan eli refkleksle beni kendine çekti, sımsıkı. Gülümsedim, bir şey demedi.

Okuldakilere yaklaştığımızı belirten ufak tefek gürültüler kulağımıza çalınmaya başladığındaysa Jimin, ayakkabısını bağlama bahanesiyle elimi bıraktı. Bir daha da tutmadı. Biraz bozulmuştum ama daha bunun anlamını kendim bile çözememişken diğerlerine bu şekilde görülmemizin doğru olmadığının farkındaydım. Artık bazı şeyleri açık seçik konuşmamız gerektiğinin de...

Ama uzun süredir yaptığım gibi yaparak bu konuşma fikrini zihnimde gerilere iteledim ve kendi kendime gezinin tadını çıkaracağıma dair bir söz verdim. Artık ne kadar başarılı olursam...

Jimin'den önce ağaçlar arasındaki kafeye geldiğimde Bay Kang, nerede kaldığımızı sinirli sayılabilecek bir ifadeyle sormuştu, olanları anlattım ama ayağım yine de azar işitmemi ya da ceza için kararlaştırdığımız parayı ödememi engelleyememişti. Böylece hem Jimin'in yerine azar işitmiş hem de ikimizin geç kalma cezasını ödemiştim.

Bir an önce Taehyung'un yanına gidip karnımı doyurmak istediğimden, masaların arasında dolaşırken onu, tek başına oturmuş ve muhtemelen yemeğini bitirmiş bir halde müzik dinlerken buldum. Beni gördüğünde kulaklıklarını çıkardıktan sonra inanılmaz yılışık bir ifadeyle "Bir duvara yaslanıp delice öpülmüş gibi duruyorsun." dedi. "Kızarık ve darmadağın."

"Kes şunu." dedim, dudaklarım beynimin gönderdiği emirlere uymayarak beni daha da rezil bir duruma sokarken yukarı doğru kıvrılmışlardı bile. Yüzümü gizleyebilmek için masada duran menüyü gözlerime kadar kaldırdım. "Bir şey olmadı."

"Emin misin?" diye sordu, kusursuz kaşlarını havalandırmıştı. Hmmladım, bu defa yandan bir gülüş sundu. "Yazık, ben de uygunsuz içerikle karşılaşırım diye sizi aramaya gelmemiştim."

"Ha ha!" dedim gözlerimi devirerek. Menüyü kafamdan çekip yarım yamalak İngilizcemle siparişimi verdikten sonra da etrafta Jimin'i aramaya başladım. Taehyung "Huysuzsun sen," diye karşılık vermeden hemen önce onu, Nora'nın da içinde bulunduğu bir masada yemek yerken bulmuştum. "Uygunsuz içerik yaşanmamış gerçekten, belli."

"Karnım aç," dedim. Katlanmak zorunda olduğum görüntü moralimi bozmuştu. Elimde değildi, ufacık şeyde ne yaşandıysa unutuyordum. Ufacık şeyde Jimin'i kaybetme korkusu yaşıyordum ve bu hiçbir şeyden zevk alamamama neden oluyordu. "Yorgunum, terledim, ayağım acıyor."

"Ne söyledi de canını sıktı yine bu gereksiz?"

"Ne bileyim?" dedim, sinirle. Çantamdaki suyu vermesini istemiştim. "Ne bileyim bir sürü şey söylüyor."

"Bu gezide de birbirinize açılmazsanız artık..."

"Elimi tuttu." dedim, Taehyung'un önüme itelediği suyu nefessiz bir biçimde bitirdikten sonra. Bundan bahsetmek bile tenini tenimde hissetmeme yetiyordu. Bundan bahsetmek bile karnımı ağrıtıyordu ve gerçekten elimi tutmuştu. Kaçıp dursa da sürekli, bundan da kaçacağına emin olsam da yaşanmıştı işte.

"Elimi tuttu bayağı. Parmaklarını parmaklarıma falan doladı."

Taehyung kaşlarını, bunu hiç beklemiyormuş gibi havalandırdı ve "Eee?" diye sordu sinirle karışık bir şaşkınlıkla. "Niye suratsızsın o zaman?"

"Suratsız değilim," dedim. Gerçekten değildim. "Karnım ağrıyor. Hem ağır ağır laflar etti. Ya altında kalırsak?"

"Sürekli soru soruyorsun." dedi ama biliyordum onun da aklında böyle soru işaretleri olduğunun. Birbirimize açılmaktan bahsediyordu, biz daha aramızda geçen ufacık teması bile masaya yatırıp konuşamıyorduk. Birbirimizden kaçıyorduk aksine. Çok bilmiş tavırlarıyla her şeyi gözlemlediği gibi bundan da haberi vardı. Taehyung'dan kaçmayı en çok bu yüzden bırakmıştım, Jimin'den her şeyi bilmesine rağmen kaçmayı bırakabileceğimiyse hiç sanmıyordum.

"Bir kere de sadece tadını çıkar."

Omuzlarımı düşürüp yorgun bir sesle, "Deniyorum." dedim. Gerçekten deniyordum, daha on dakika önce kendime, bu gezinin keyfini çıkaracağım sözünü vermiştim. Çıkarıyordum da. Jimin'in benim yanıma değil de Nora'nın yanına oturmasını bile okuldaki kadar dert etmemiştim mesela.

"Neyse," dedi suratımın da omuzlarım gibi düştüğünü görünce Taehyung. Üstelemediğine sevinmiştim. "Gündemi değiştiriyorum, senden hoşlanan biri var."

Garson, yemeğimi getirdiğinde iştahım hiç yokmuş gibi hissetsem de aslında acıktığımı anlamıştım ve tüm yolun yorgunluğu o anda mideme çökmüştü. Ben afiyetle yemeğimi yemeye başlayınca Taehyung, "Sen gelmeden beş dakika önce seni sordu." diyerek konuşmaya devam etti. Kafamı ekmeğimden kaldırıp sorar gibi yüzüne baktım.

"İnstagram hesabın olup olmadığını merak etmiş."

Başıma ilk defa böyle bir şey geldiğinden zorla yutkundum ama çocuğu sormak yerine "Var da kullanmıyorum," dedim salak gibi. Jimin'in orada burada gezdiğini bağıran hikayeleri yüzünden uygulamayı silmiştim çoktan.

Benim salaklığıma aldırmadan Taehyung "İnanılmaz bir cesaret," dedi. Açıklayana kadar ne dediğini anlamamıştım.

"Lisedeyiz, hayatımızı berbat edecek hatalar yapmaya en çok meyilli olduğumuz zaman diliminde ve çağımızın, ülkemizin homofobisine maruz kalıyoruz her geçen gün. Ve çocuk gelip bana senin instagram adresini soruyor. Hayatını mahvedebilirdim."

Muhtemelen otelin lobisinde, homoseksüel insanlarla alakalı konuşması yüzünden çocuk bu soruyla Taehyung'a gelmekte zorluk çekmemişti. Böyle şeyler yapmayacağını o söylediklerini duyan herkes bilebilirdi. Gerçi sorduğu soruda da bir şey yoktu ki. Bu yüzden "Belki başka bir şey içindir," dedim, sırf bir soruyla bu sonuca varılmazdı. "Ne biliyorsun benden hoşlandığını?"

"Yüzünde o salak ifade vardı," diye cevap verdi bana. Ben kahkaha atmadan beş saniye önceydi. "Jimin etraftayken senin suratında oluşan ifade."

"Sen ne dedin peki?"

Kahkaha atmayı kesip vereceği cevabı inanılmaz merak ederek sorduğumda omuzlarını kaldırıp indirdi ve son derece sakin sesiyle "Ona yirmi birinci yüzyılda yaşadığımızı, çok istiyorsa seninle konuşması gerektiğini, oradan bakınca çöpçatan gibi durduğumun hiç farkında olmadığımı ve senin insan yemediğini söyledim." dedi.

Karnım ağrıyana kadar gülmeye devam ederken Taehyung'u ne kadar çok sevdiğimi düşünüyordum. Kendimi ona, özellikle de okul bahçesinde söylediklerinden sonra inanılmaz yakın hissetmeye başlamıştım. Birkaç haftadır tanışıyor olmamız önemli değildi, ilk zamanlar tek kelime konuşmamış olmamız da. Şimdi dünya kadar laf ediyordu ve onunla, başka kimseyle paylaşmadığım sırrımı paylaşıyordum. Bana böyle yakın davranması, onu daha çok benimsememe neden olurken o an onu gerçekten sevdiğimi anlamıştım.

"Ne gülüyorsun?" diye sordu, dedikleri, anlattıkları beni tabii ki heyecanlandırmıştı. Birileriyle flört etmek bir yana arkadaş olmayı bile pek beceremiyordum ve böyle şeyler başıma her gün gelmiyordu sonuçta. Ama anlattıklarından çok onun sıcaklığı dikkatimi çekmişti. Sonunda en yakın arkadaşım diyebileceğim bir arkadaşa sahiptim. Diğer çocukların arasından kendime en yakın arkadaş seçememiştim hiç. Sanki hepsini eşit derecede seviyormuşum gibiydi. Bu yüzden ilk arkadaşım, kuzenim Kiara'dan sonra gerçek bir en yakın arkadaşa sahip olmak beni güvenli hissettirmişti.

"Gülüyor muyum?" diye sordum, dudaklarımı aşağı indirmek için ufacık bir çaba bile sarfetmemiştim.

"Evet," dedi, Jimin'in olduğu tarafa dönüp hızla baktıktan sonra. "Evet, gülüyorsun. Bela etme yine şu gereksizi başıma, uğraşmak istemiyorum. Gelip bin tane soru soracak 'Ne konuşuyorsun, uzun herif?' 'Sen neye sırıtıyorsun, Jungkook?' 'Komik bir şey varsa anlatın biz de gülelim.' 'Hayır, baya eğlenir gördüm de sizi.''"

O, Jimin'i taklit ederken söylediğinin aksine kahkaha atarak gülmeye devam etmiştim ve yemek molamız bittiğinde beni soran çocuğun kim olduğunu sormayı bile unutmuştum. Sonrasında gündemimiz hızla değişmişti çünkü. Bay Kang kaldığımız otele de yürümemiz gerektiğini söylediğinde ayağım sızlamaya başlarken tüm kahkahalarım boğazımda kalmıştı, yemeğimle birlikte.

Nora Hanım öyle istediği için Jimin'le birlikte bizim yanımızda yürümüşler, ben ayağımla cebelleşirken de Taehyung'la sohbet etmişlerdi. Daha doğrusu, Nora sorduğu sorularla Taehyung'u tanımaya çalışıyordu. Jimin arada sırada Taehyung'a sataşıyor, Taehyung yorgunca ona karşılık veriyor, Nora ikisine gülüyor ben de ayağıma ağlıyordum. Konuşmalarına neredeyse hiç katılmamıştım.

Nihayet otelin bahçesine gelebildiğimizde, yarı ölü sayılırdım. Bu yüzden büyük bir yorgunlukla bulduğum ilk ağacın gölgesine çöktüm ve Taehyung'dan su istedim. Onun yerine çantamı sırtında taşıyan Jimin istediğimi verdiğinde Taehyung duş alıp akşam yemeğine kadar uyumak istediğini söyledi ve otele çıktı. Nora da çoktan gitmişti. Jimin'se bir süre benimle birlikte ağaca yaslanırken sustu ve sonunda "Çok sıcak," dedi, sessizce. Hala elimde tuttuğum su şişesini işaret ettikten sonra da "O uzun heriften aldım neyseki çantanı, şimdi ikimiz de su içebiliyoruz sayemde." dedi.

"Otele geldik zaten, çok istiyorsan su dışında da soğuk şeyler içebilirsin."

Biraz terslenerek söylediğimde güldü, terden ıslanmış saçlarını alnından geriye tarayıp kafasını arkasında duran ağaca yasladı ve gözlerini yumdu. Kapalı gözleriyle elini önce kucağımda, sonra ellerimde gezdirdi. Ne yapmaya çalıştığını bilsem de heyecanlanmıştım.

Nihayet suyu alıp içmeden hemen önce açığa çıkan boğazında, ter damlaları göğsüne doğru akarken yutkundu. Adem elmasının yukarı aşağı hareketini izlerken ben de refleksle yutkundum ve bakışlarımı kaçırıp "Oturacak mıyız burada böyle?" diye sordum. Suyu içti. Dönüp bir daha sorduğumda kafasını aşağı yukarı sallayarak "Çok yürüdük," dedi, "Soluklanalım biraz."

"Odada da soluklanabiliriz," dedim. Gözlerini araladı, kafasını çevirmeden bakışlarını bakışlarıma çıkarırken "Odada yalnız olmayacağız ama." dedi. Aptalca bir refleksle yeniden yutkundum ve bakışlarımı ondan kaçırıp otele diktim. Başarmıştı yine. Vücudumdaki tüm sinirlerin geçiş noktası orasıymış gibi, başka hiçbir şey hissetmememi sağlarken karnımı ağrıtmayı başarmıştı.

"Yalnız kalıp ne yapacağız ki?" diye sordum çekinerek. Gülümsedi, cevap vermek yerine omuzlarını kaldırıp indirirken bir süre bekledi ve sonunda "Biraz da benim yanımda gülersin öyle belki." dedi. Gözlerimi; yeniden gözlerine taşımak istedim ama bakışlarımız kesiştiği an içimi öyle bir ağrı yardı ki... O, gözlerini yumdu ben de bakışlarımı yeniden otele diktim.

"Çok şey söyledin bugün. Farkında mısın?"

İçimi ağrıtan, söyledikleri değildi ama salak gibi, kendim de dahil herkesten akışına bırakmam gerektiğini duyduğum halde önünü sonunu düşünmeden edemiyordum. Bu da beni korkutuyordu. Kelimeler bizi birbirimize yaklaştırmak yerine aramızdaki uçurumu eşelerse diye korkuyordum. Bir adım atıp on adım kaçması da korkumu doğruluyordu aslında.

Yine, cevap vermek yerine suyumdan biraz daha içmeye çalıştı. Beni sürekli görmezden gelmesi ve kaçması deli ediyordu bu yüzden sinirle şişeyi elinden alırken "Benim suyum," diye mızmızlandım. "İçtin sömürdün hepsini. Bırak." Gözleri hala kapalıydı, dudağının kıvrımları titredi hafifçe ama gülmedi de. "Resmen susuz kaldım."

"Otele geldik zaten," diyerek beni taklit etmişti bir saniye sonra. Gözlerini açıp bana bakarken az önce titreyen dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı bu defa. "Çok istiyorsan su dışında da soğuk şeyler içebilirsin."

Hem gülüşü hem benimle yalnız kalmak isteyişi hem de tatlı taklidi beni heyecanlandırmıştı. Elimde değildi. Sanki içimde bir çocuk, bir şey yapsa da heyecanlansam diye kapısında bekliyordu. O, kapıyı her aralayışında aklım uçuyordu içeri doğru. Kendimi, "Yaslan bana, dedin." derken bulduğumda anlamıştım bunu. Aklım uçuyordu sahiden.

Söylediğime güldü. Hala terliydi saçları, hala yorgun görünüyordu ve bana çok güzel güldü. Yukarı doğru kıvrılmış dudaklarını birbirine bastırmaya çalışırken hmmladı bir saniye sonra, onaylar gibi. Titreyen nefesimi içime çektim.

"Böyle sözler verip duruyorsun. Tutacak mısın çok merak ediyorum." dedim üsteleyerek. Taehyung'un da dediği gibiydi, bu gezide aramızdakileri konuşmazsak bunu bir daha yapabileceğimizi sanmıyordum. Bu yüzden konuşmak istiyordum. Konuşmanın sonu beni uçurumun kenarına taşıyacaksa da...

"Yaslanmaya ihtiyacım olduğu her an orada olacak mısın, gerçekten? Köklerin bu ağacınki kadar kuvvetli mi? Niye bana böyle şeyler söyleyip duruyorsun?"

Sanki olumsuz bir şeyler söyleyecekmiş gibi ifadesi sertleştiğinde gerçekte, içimde konuşup duran sesler kadar cesur olmadığımı fark edip ağzını açmasına fırsat vermeyerek "Saçmalıyorum ben." dedim. Beni kendi elleriyle alıp o uçurumun kenarına bırakırsa dönüp gelemeyeceğim kadar vazgeçerdim her şeyden. İfadesini gördüğüm an bunu anlamıştım. Hem sorularımla peşini kovalıyordum hem de vereceği cevaptan ödüm kopuyordu. Bununla yıllardır yaşıyordum zaten ama son zamanlarda her şey çok farklıydı. Korkum büyümüştü, yaptıkları oranında. "Saçmalıyorum. Her şeye anlam yüklemeyi bırakmam gerekiyor acilen."

"Odaya çıkalım mı?" dedi başta, kalbimi parçalara ayırıp avucumun içine koyduğunu bildiği bir ifade vardı suratında. Seni üzdüm diyen bir ifade. Cevabımı beklemeden ayaklandı, beni de kaldırmak için elini uzattı ama onu görmezden gelip kendi kendime kalktım. Acı da belli ki zaman gibi göreliydi. Bir saniye önce hiç duymuyordun, bir saniye sonra her yerindeydi. Yine ayağım acımaya başlamıştı işte. Çok fena acıyordu hem de.

Bana bakıp utanmadan güldü, ben elini itemeden yanağımdan makas aldığında gülmeye devam ederek "Hemen düşüyor suratın." dedi. "Duymak istediğin şeyi o an duymak istiyorsun, şımarık çocuklar gibi."

"Ne duymak istiyormuşum ki ben?" diye sordum ters ters. Gülüşü genişledi, elini boynuma çıkardı ve baş parmağıyla boynumdaki beni okşarken "Bilmem?" dedi. Tüm benliğimi parmağının altına toplamıştı, boynumdaki o noktadan başka hiçbir yerimi hissetmiyordum. Sanki uzuvlarım koparılıp alınmış gibi. Sanki sadece o lekeden ibaretmişim gibi. "Duymak istediğini duyamadın ama, belli suratından."

"Oyun oynuyorsun benimle." dedim, uyuşuk bir biçimde. Gözlerimi kapamak, kendimi dokunuşuna bırakmak istesem de elini sertçe boynumdan ittim. Bir kere daha güldü. Neredeyse kollarımı göğsümde bağlayacaktım, öyle sıkmıştı canımı. Bunun yerine kaşlarımı çatıp yürümeye başladım önden önden.

"Yanlış yöne gidiyorsun, otelin girişi orada değil." dediğinde, dediğine inanıp döndüm ve onu tam burnumun dibinde buldum. Güldü. Yine.

"Canımı sıkıyorsun." diye terslendim. Bitmiş su şişesini sırtına taktığı çantama tıkıştırırken öylece "Karnını da ağrıtıyordum." diye cevap verdi. Eline böyle bir koz verdiğime, ona bunu itiraf ettiğime, onun da bunu utanmazca kullanıyor olmasına her seferinde daha çok şaşırıyordum.

"Görünen o ki beni çok yoruyorsun."

"Sen huysuzlanmaya yer arıyorsun asıl." dedi. Hala gülüyordu, deli herif! Umursamadım. Cevap vermek yerine, sendeleye sendeleye geri döndüm, yanımda hiç zorlanmadan yürürken "Huysuz Kara'm." dedi, biliyordu buna yelkenleri indireceğimi. Nerede neyi nasıl kullanacağını, söylediği sözcüğün her bir harfinin üzerimde nasıl bir etki bırakacağını, zaaflarımı çok iyi biliyordu. Böyle zamanlarda hem ona hem kendime çok kırılıyordum.

Böyle ortalığa dökülmeme, beni toplayacağı yerde daha da dağıtmasına...

Ama bir şekilde, bundan bile hoşlanıyordum.

Birlikte otele çıktık. Ayağım öyle bir kanamış, çorabım yarama öyle bir yapışmıştı ki çıkarırken neredeyse ağlayacaktım. Jimin her şeyi içine soktuğu çantamdan yara bandıyla tentürdiyot da çıkardı. Taehyung'un duş almasını bekledikten sonra benim de duş almamı bekledi ve eğilip ayağımdaki yaraları üfleyerek tentürdiyot sürdü. Neden üflediğini sordum.

"Küçükken bir yerini yaralayınca böyle üflerdin," diye cevap verdi. Hatırlamasına heyecanlanarak "Çünkü sen üfleyince geçeceğini söylemiştin," dedim. Yüzü karardı. Derin bir nefes alıp verdikten sonra da "Annem söylemişti," dedi. Dünyanın en kötü günleriydi. "Kendimi işe yaramaz hissediyordum. O da yalan söyledi. Yaralarına hep üflersem geçermiş, öyle demişti. Ben de geçer sanıyordum işte. Üfleyince geçer sanıyordum küçükken."

Konuyu "Benim yaralarım geçiyordu gerçekten," diyerek değiştirmeye çalıştım. Gözlerini gözlerime çıkardıktan sonra gülümsedi, yara bandını da takınca eğildiği yerden doğruldu ve "Bundan sonra da geçer umarım," dedi. "Üfleyince."

Sen üflersen geçer, dedim içimden. İçimdeki sesi duymuş gibi gülümsedi usulca. Sonra da Bay Kang bizi akşam yemeğine çağırmadan duşa girmesi gerektiğini söyleyip banyoya gitti.

***

Garip bir geceydi. Üçümüz birlikte akşam yemeği yedikten sonra odamıza çıkmış, rahat yataklarımızda yayıla yayıla yatarken biraz sohbet etmiş, günün getirdiği yorgunlukla da erkenden uyumuştuk.

İyi ki uyumuştuk çünkü ertesi sabah Bay Kang odalarımıza gelip bizi kamp hazırlığı yapmamız gerekçesiyle uyandırdığında saat yedi bile değildi. Genelde uyandıktan en erken yarım saat sonra yemek yiyebildiğim için Jimin'in söylenmelerinin aksine kahvaltıda bir lokma bile yiyememiştim. O da kamp eşyalarımızla dolu çantaya koyabilmek için birkaç poğaça aşırmıştı.

Bu defa kamp yapacağımız yere, sahile, otelin ayarladığı ringlerle gitmiştik. Ben yine de her ihtimale karşı çantaya pamuk koymuştum ama gerek olmamıştı. Ayak bileğimin sırtına bir şey değmediği sürece yaram acımıyordu, ben de zaten sahilde terlik giyiyordum.

Her geçen saniye, buraya yerleşme, burada yaşama isteğim artarken adaya bir defa daha aşık olmuştum. Yeşilin maviyle birleştiği, cennet gibi bir yerdi burası, uçsuz bucaksız okyanus ve arkamızdaki ağaçlar... Öyle güzeldi ki! Fotoğrafını çekip anneme yolladım.

Birazdan Bay Kang, "Çadırlar üç kişilik," deyip hepimize birer çadır verdiğinde onları nasıl kuracağımızı da en ince ayrıntısına kadar anlatmıştı. Anlattığı her şeyi teoride anlamıştık ama pratiğe dökmek o kadar da kolay değildi.

Neredeyse yarım saatin sonunda, elime geçen bir parçayı "Bunu nereye sokacağım?" diye sorarak kaldırdım, Jimin çoktan pes etmiş, sağda solda aylaklık ediyordu. Hala çadırı kurmaya çalışan Taehyung da benim gibi inatçı olduğunu kanıtlamıştı ama inatçı olmamız bir işe yaramıyordu. Sinirden ağlamak üzereydim ama bırakasım da gelmiyordu.

"Şuradaki parçaya," diye cevap verdi bir saniye sonra yabancı bir ses. Taehyung'la aynı anda başımı kaldırıp sesin geldiği yöne baktım. Uzun, mullet saçları ve yarım kollu tişörtünün altından kendini sergileyen boy boy dövmeleriyle oldukça yakışıklı bir çocuk, gülümseyerek bana bakıyordu. "Nereye?" diye sordum yeniden.

Elimdeki parçayı aldıktan sonra çoktan işaret ettiği yere götürüp monteledi. Sanki dünya üzerinde çözülmesi en zor matematik problemini çözmüş gibi hayranlıkla ona baksam da "Ben tahmin etmiştim zaten oraya sokacağımı," diye yalan söyledim. Güldü.

"Yardıma ihtiyacınız varmış gibi görünüyordu uzaktan."

İtiraz etmek için ağzımı araladığımda Taehyung, "Evet." diyerek beni susturdu. "Yardımcı olursan çok sevineceğiz."

Çocuk, saçlarını geriye tarayıp onu daha da güzelleştiren bir gülümsemeyle "Pekala," dedikten sonra "Tanışma fırsatımız olmadı daha önce," diye devam etti. "Ben Jung Jaewon."

Uzattığı eli, yeni biriyle tanışıyor olmanın verdiği gerginlikle sıktığımda "Ben de Jeon Jungkook." dedim. Taehyung kalkıp yanımıza gelmek, çocuğun elini sıkmak yerine olduğu yerde "Kim Taehyung." dedi. "Lütfen şu çadırı kuralım artık."

Jaewon, "Aslında çok basit," diyerek eğildi ve birbirine tıpatıp benzeyen parçalarla, daha sadece temelini atmayı becerebildiğimiz çadırı nasıl kuracağımızı, Bay Kang'dan daha açıklayıcı ifadeler kullanarak anlattı.

"Bay Kang sözle anlatacağına örnek olarak bir çadır kursaydı böyle olmazdı," diyerek de kibarca bizi rahatlattı. Bu sırada ben de sorular sorarak onu tanımaya çalışmıştım. Son sınıfmış, sınava hazırlandığı için okula pek uğramıyormuş ama kafasını dağıtmak için bu geziye katılmış, daha önce birkaç defa kamp yapma fırsatı bulduğundan çadır kurma konusunda ustaymış, bu arada benim gibi yeni insanlar tanıdığı için de memnunmuş. Ona saçlarını çok beğendiğini söyledim, utangaç bir biçimde teşekkür etti ve çadırı kurduktan sonra arkadaş grubunun yanına gitti.

O gidince Taehyung yanıma geldi ve "Seni soran çocuk buydu," dedi gülerek. Gözlerimi ayırıp Jaewon'a yeniden baktığımda göz göze gelmiştik. Heyecanla bakışlarımı kaçırırken "Bu kadar yakışıklı olduğunu söylememiştin." dedim. "Ve güvenilmez." diye ekledi. Taehyung değil, Jimin'di.

Ellerini cebine sokmuş ters bir ifadeyle Jaewon'a gözünü bile kırpmadan bakıyordu. Taehyung onu kızdırmak için "Ve uzun," dedi. "Neredeyse aynı boydalar."

Jimin onu umursamayarak bakışlarını bana kaydırdığında "Arkadaş mı oldunuz?" diye sordu. Suratını ifadesiz tutmaya çalıştıkça kaşları çatılıyordu. Omuzlarımı silkeledim. Beni taklit ettikten sonra "Bu ne demek?" diye sorusunu yineledi. "Ne bileyim Jimin?" diye terslendim. Sabahtan beri orada burada aylaklık eden kendisiydi. Çocuk gelip yardım etmişti, ona bile söyleniyordu.

"Jaewon pek sağlam bir eleman değil," diye baba nasihatleri vermeye başladığında "Sana göre herkes güvenilmez." dedim sinirle. "Herkesin bir kusuru var."

"Aynı sınıftayız, iyi bildiğim birisi." dedi benimkine eş bir sinirle. "Şimdi yaptığı çadırı bozacağım, üzerimize falan yıkılır, o kadar güvenmiyorum bu herife."

Dediğini yapmasından korkarak çadıra girdim hemen. İçinde ben varken bir şeyi yıkamazdı. Yıksa yeniden kuramazdık. İmkansızdı. Ölmüştüm yarım saatte. Beynim bir tek şeye bile yetmiyordu artık.

Jimin'in tersi geldiğinde yapacakları pek belli olmazdı bu yüzden belki çadırı yıkabilir diye korkarak bekliyordum ama birkaç saniye sonra o da içeri girdi ve konuşmama izin vermeden "Bir kere de beni dinle," dedi. Kaşları inanılmaz çatık, sesi buz gibiydi. "Sana kalsa Taehyung da güvenilmezdi." dedim, emrettiğinin aksine kısık sesle konuşarak. "Şimdi iyi anlaşıyor bile sayılırsınız. Isındın ona biliyorum."

"Jaewon öyle değil." dedi, söylediklerimi inkar etmek, Taehyung hakkında atıp tutmak yerine. Dibime sokulduktan sonra saçlarımı alnımdan geriye taradı. "Jaewon homoseksüel."

Ağzımı açıp bir şeyler söyleyecekken "Kimliğine laf etmiyorum." diyerek beni susturdu. "Ama kimliğini, haklı olarak lise gibi bir yerde açık etmek istemeyen bazı çocukların ifşalanmasına sebep olmuştu."

Bir saniye sonra kalbimi ellerine almış da odacıklarına bakınıyormuş gibi, kendimi çırıl çıplak hissetmeme neden olan sesi, "Dikkatli ol." diye uyardı beni.

Her şeyimi ezbereydi. Her şeyimi biliyordu, adı gibi hem de. Hangi cinse ilgi duyduğumu açıklamam gerekmemişti. Beni herkesten iyi bildiğini biliyordum. Ama bilsem de bunu böyle açıkça önüme sunmasını beklemiyordum. Üstelik ortada hiçbir şey yokken Jaewon'la ilişki yaşama ihtimalimden sanki hiç rahatsız değilmiş gibi bahsediyordu. Beni kıskanmak yerine, öğüt veriyordu. Belki Taehyung'u bile kıskanmamıştı bunca zaman o anlamda. Belki hareketlerinin temelinde bambaşka bir şey yatıyordu.

Avucunun içinde incelediği kalbimi var gücüyle sıkıyormuş gibi sızlanmıştım. Gözlerim dolmuştu yine. Ağzımı açıp ona ne saçmaladığını bile soramamıştım. Homoseksüelse bana ne, diyememiştim. İnkar etmek boşunaydı çünkü. İnkar etmek bir tek beni yoruyordu.

Nasıl bir surat ifadesi vardı bilmiyordum çünkü ağlamayayım diye gözlerimi yummuştum. Bir saniye sonra o kadar da dar olmayan çadırda burnumun dibine sokulduğunda uzaklaşmaya çalıştım, bana engel oldu. Bileklerimden yakaladığı bedenimi nefesini dudaklarımda hissedeceğim kadar yakınına çektiğinde ona ne yaptığını sordum. Gözlerimi aralamıştım. O da, baygın bakışlarını gözlerimde dinlendirirken kollarımı beline sardı.

"Sana sarılıyorum."

"Neden?" diye sordum bir kez daha, kollarım istediği gibi beline sarılmamasına rağmen o benim boynuma sıkı, sımsıkı sarılmıştı. Bir eli ensemdeyken ötekiyle saçlarımı okşuyordu. Ağlamak istedim. İçimdeki dürtüyü engelleyemezken yine, boynuna sokuldum.

"İncinmene dayanamam," dedi. Aradan belki sessiz, bir dakika geçmişti. Hareketleri bütün dengemi alt üst ederken "Birileriyle bir şeyler yaşayacaksın mutlaka. Olmaz da," diye devam etti. "Belki bir gün olursa, incinirsen sen bana dayan ama."

Beni incitenin kendisi olduğunu söylemek istedim. Hareketleri, üstü kapalı konuşmaları, bir an önce elimi tutmaya cesaret eden bir adamken bir an sonra hiçbir şey yaşanmamış gibi davranması, aşk hayatımla ilgili böyle konuşması, hareketlerinin, üzerimdeki etkisini bile bike sorumluluğunu almaması... Sanki herkesle yaşayabileceğim şeylermiş gibi, sanki her gün böyleymişiz, bu normaliymiş gibi. Beni inciten kendisiydi.

Ama yine de gözlerime biriken yaşların daha da artmasına sebep olan merhametli sesine ve söylediğine direnemedim. Ellerimi sıkı sıkı, beline sararken ağlıyordum bile. Oysa benim aksime, iri gövdem küçük gövdesini kapladığında kıkırdamıştı.

"Dün sorduğun soruyu düşündüm tüm gece," dedi. Beni kendinden uzaklaştırıp yaşlı gözlerime gülüyerek. "Ağaç kesilir, kurur, yok olur zamanla doğada. Ben senin yaslandığın dağ olmak istiyorum."

"Jimin." diyerek uyardım onu. Beni en çok böyle sözler vermesi incitiyordu ama sesimdeki uyarıya aldırmadı.

"Ne olursa olsun, yaslan bana."

Omuzlarımı silkeledim. "Ben sana yaslanmak istemiyorum ki," dedim. "Mecazi bir şey istemiyorum ben. Dün olduğu gibi hep elini tutmak istiyorum."

"Jungkook." diyerek uyardı o da beni. Pişman olacağım şeyler söylediğimi biliyordum ama o da hiç düşünmüyordu. Hiç hesap etmiyordu hareketlerinin nereye çıkacağını. Yaptıklarının üzerimde nasıl bir etki bıraktığını adı gibi bilse de benimle oynar gibi, istediğini yapıyordu. Bıkmıştım bundan. Zaten ben ne söylesem, seneler öncesinden bilmiyor muydu ağzımdan çıkacak kelimeleri?

Düşündüklerim, ağlamamı hiddetlendirmekten başka bir işe yaramamıştı. Bir saniye sonra boğuluyormuşum gibi "Biliyorsun." dedim, ağzımdan sadece bu çıkabilmişti. Sana nasıl yandığımı biliyorsun. Bendeki seni biliyorsun. Senden başka kimseyi öpmek istemediğimi. Senden başka kimseyi istemediğimi biliyorsun. Biliyorsun, Jimin.

"Ağlama." dedi sadece, eli yüzüme yaklaştı, ittirdim. "Sen ne yapmaya çalışıyorsun? Ne istiyorsun? Bir bakıyorum seni ağrıttığımı söylüyorsun, bir bakıyorum elimi tutuyorsun sonra bir bakıyorum yoksun, Jimin. Ne istiyorsun sen?" Yutkundu, gözlerini gözlerimden kaçırdı. Verecek bir cevabı yoktu, biliyordum. Biraz bile şaşırmamıştım bu yüzden.

Sustuğunu görünce daha da hiddetlenerek "İnsan insana, onu öperken de yaslanır." dedim deli bir cesaretle. Kalbim boynumda öyle bir atıyordu ki, kulağımı uğuldatmıştı. Neredeyse gözümün önü kararacaktı. "Bir şeyi konuşurken ucunu bucağını düşün. Ben belki öpmek istiyorum seni. Ne olursa olsunmuş! Öperken yaslanmama da izin verecek misin yani?"

Cevabını beklediğim bir soru değildi. Kıvranarak, can çekişerek, yıllardır içimde biriktirdiklerimle sorduğum sorunun cevabının, burnuma bırakılan minicik bir öpücük olması, beklediğim bir şey değildi. Çadırdan çıkmasını bekliyordum. Gezi sonuna kadar benimle konuşmamasını, eve döndüğümüzde birkaç hafta ortadan kaybolmasını, sonra hiçbir şey yaşanmamış gibi çıkıp gelmesini, eskisi gibi davranmaya çalışmasını bekliyordum aksine. Oysa beni, usulca kendine çekmiş, alev almış dudaklarıyla burnuma küçük, hayal sandığım bir öpücük kondurmuştu. Sonra yüzümü ellerinin arasına aldı. Çoktan kapattığım ıslak gözlerime de birer öpücük bıraktığında "Ağlama." dedi bir kez daha.

Ve sonra bana az öncekinden de sıkı sarılırken "Ben de içimde bir şeylerin savaşını veriyorum." dedi. "Gezi bittiğinde eve döndüğümüzde ne istiyorsan onu konuşalım."

***

bi şeyler yazdım ama ne yazdım bilmiyorum, bıktım kendimden birazcık bu aralar... önceki bölüm çok fazla okunma ve yorum aldığı halde düşük oylanmış, bölüm yazmak için okumaya girince moralim bozuldu GÜYA takmıyordum oy şeyini... normalde olsa yine takmam da önceki bölüme pek ısınamamıştım, ondan oldu. bu azıcık daha içime sindi. ne diyim bilemedim. umarım beğenmişsinizdir siz... öpüyorum ♥️

jung jaewon'u tanıyor musunuz peki... one... ygden kaçtı kurtardı kendi... rapper birisi... jungkook'la alakası yok ama yazmak istedim KSLDMFŞCMFŞF neyse hadi kaçtık bıdı bıdı yapmaya gerek yok 🥺💜

Continue Reading

You'll Also Like

265K 25.1K 26
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
22.1K 1.4K 35
Jungkook; Dolabımın şifresini değiştirip üstüne bir de içini prezervatiflerle dolduran orospu çocuğu sendin değil mi? Jungkook hoşlandığı kıza çok ya...
53.7K 2.5K 15
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...
501K 57.5K 34
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.