Anılardan Anılara İnce Çizikl...

By mermaidsareal

109K 12.4K 23.2K

seni kendimden tanıdım çocuk; yüreği sürekli çiğnenen bir yol. gövdesi acılardan acılara köprü. biraz öfke, b... More

neden kimse sana benzemiyor?
susmak ve beklemek müthiş, genciz namlu gibi.
yıllar gözlerinden hiçbir şey eksiltmedi, ben biraz daha yenildim.
içim çok özledi seni.
her cevabım sensin, hem de her bilmecem.
yokluğun da varlığın da yetmiyor.
ah içimizde ne aç hevesler. arada hicaz, arada caz nefesler.
bir küçücük kumru kuşu büyüttüm, göğsümün gizlisinde.
nasıl da yılları buldu, bir mısra dolu maceram.
biri gelişin, dünyayı isteyen sorular. öteki gidişin, kırılmış kirpik tufanı.
biz sadece aynı yere saklanan iki çocuktuk, sen benim en güzel rastlantımsın.
güleriz, unuturuz öleceğini annelerimizin. annem ölürse bana sarıl.
ismimi fısıldayan, bazen şarkı mırıldanan o ses yok, gülüş yok.
yanlış karar yok, işin özünde sen beni istemedin.
sözlerim acıtır, gözlerime bakma. tek bir söz söyleme, varsa az utanman.
ben böyle sığındım sana, böyle kuş gibi.
bir gülsen ağlayacağım, bir gülsen kendimi bulacağım.
korkular da benim, umutlar da. beni bırakma.
gitme, ölürüm. gözlerinden, gözlerinden olurum.
kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti. gelmemiş kimselerin.
değiştim, sanki içimde bi şeyler öldü. istesem de dönemem geriye.
hangi kahpenin hançeri, saklı hançeri yaranda?
döşümde yıllarla büyüttüğüm acı, ben ki yıllardır bir seni bilirim.
sana gelicem beklemelerin bu acılı durağından. bu giz, bu karanlık biticek.
sargın yaprakmışım, dallarına. yangın toprakmışım, yağmurlarına.
ayyaş ruhum sayıklıyor, her zerrem sende çarpıyor.
sanırsın ki sende kendimden bir şeyler biriktirmişim.
bir sen varsın güvenebileceğim. bilen, anlayan, bağışlayan. gökyüzü kadar engin.

dayanamam, kıskanırım seni. paylaşamam.

3.8K 512 601
By mermaidsareal


***

Gergindim.

Sarıya çalan açık kahve saçlarından ve çenesinin keskin kıvrımından başka bir şeyini görmüyordum. Aklımda bir sürü soru vardı; "Adın ne, nerede yaşıyorsun, ailen ne iş yapıyor, kardeşin var mı, neden önceki okulundan nakil oldun ya da neden bu kadar sessizsin?" Ama bunları kelimelere dökmek yerine, karşılaşmamızdan bu yana neredeyse bir hafta geçmesine rağmen kendisine dair ufacık bir şey bile öğrenemediğim sıra arkadaşımla sessizce oturuyor, o soruları bağıran yanımı duymazdan gelmeye çalışırken grup ödevine odaklanmayı deniyordum.

Evet, grup ödevi. Gerginliğimin sebebi buydu. On dakika kadar önce Bayan Jung tüm sınıfı, sıra arkadaşıyla oluşturduğu grupla yapacağı ödev hakkında konuşması için serbest bırakmıştı ve biz o andan beri tek kelime bile etmemiştik. Her zaman böyleydi, yokmuşum gibi davranıyordu. Bana bu kadar zamandır günaydın bile dememişti.

Tırnaklarımı dişlerken derin bir nefesi dışıma üfledim, sınıf gürültülü olduğundan kimse dönüp bakmadı, önümdeki kitabın sayfasını çevirdim. Basit konular bakınıyordum, ikimizi de yormayacak, bir güne sığdırılabilecek bir şeyler... İçime az önce üflediğim kadar derin bir nefes çektim. Cidden gereğinden fazla gergindim.

Zaten hiçbir zaman hızlı arkadaşlıklar kurabilen bir çocuk olamamıştım. İnsanlar bana adım atmadığı sürece benim insanlara adım atmam oldukça zordu. Genelde karşımdakinin ilk adımı atmasını beklediğimden çevrem o kadar geniş sayılmazdı. İçine kapanık, ucube, sessiz bir tip gibi görünüyordum muhtemelen dışarıdan. Kuzenim Kiara, çocukluktan beri tanıdığım mahalleden arkadaşlarım ve Park Jimin dışında kendime yakın bulduğum, birlikte takıldığım kimsem yoktu. Belki de sıra arkadaşımı korkutmuştum. Benimle sonsuza dek konuşmayacaktı.

Oradan oraya koşturan düşüncelerime daldığım sıra, sıra arkadaşım yerinde kıpırdandı. Çok garip biriydi, gerçekten ürpertici bir ifadesizliği vardı. Asıl ben ondan korkuyordum. Geldiğinden beri iletişim kurmak için ufacık bir çabaya bile girmemişti.

Her zaman dimdik duran sırtını öne doğru biraz eğerken belki de ilk defa duyduğum sesiyle "Ödevi ben yaparım." dedi birden. Sesinin garip, derin tınısı karnımı ağrıtmıştı, birden konuşmasıyla irkildim. Beni görmek istemiyor, diye geçirdim içimden. Bana katlanamıyor, gıcık herif.

"Bunu kabul edemem."

Ona doğru dönüp itiraz ettiğimde ifadesiz suratı kitabından ayrılmadı, ferini yitirmiş gibi duran soğuk gözleri o kitabın satırlarında dolaşırken az öncekinden de garip tınısıyla "Asit baz tepkimeleri mi, atomun kuantum modeli mi?" diye sordu. Beni görmezden gelmesi sinirlerimi bozmuştu.

"Evim buraya yarım saat uzaklıkta." dedim, ben de onu taklit edip dediğini önemsemezken. Sesimin biraz yüksek çıkmasını engelleyememiştim, duymazdan gelinmek bir tek Park Jimin yaptığında katlanabileceğim bir şeydi. "Kütüphaneler beni geriyor, bu yüzden çıkışta evime gidelim."

Etrafımızdaki birkaç kişi bile dönüp bana bakmıştı ama o, sinir bozucu sakinliğini korurken önündeki kitaptan bakışlarını ayırmadı. Yeniden derin bir nefesi dışıma üfledim. İnatçı biriydi ama ben de pes etmemiştim. Sonunda konuşmuş olmasının getirdiği cesaretle "İyi," dedim, kollarımı göğsümde bağlayıp. Ne zaman bunu yapsam Park Jimin'i alt ederdim. "İyi, kuantum modeli olsun o zaman."

"Ben de öyle düşünmüştüm." derken kitabını kapattı, çantasına tıktı. Taktiğim pek işe yaramış görünmüyordu, anlaşılan küsmüş Jeon Jungkook bir tek Park Jimin'i alt edebiliyordu. Bıkmışlıkla nefes aldım yeniden. Oysa keskin çene hattını yeterince izlediğime kanaat getirmiş gibi yüzünü döndü bana, gözlerime baktı. "Önümüzdeki hafta sonu okul gezisi var," dedim göz göze geldiğimizde. "Bu hafta halletmemiz gerekiyor."

"Ben yaparım." dedi yeniden. gözlerinin içine bakarken göz devirdim. Tüm korkaklığım yok olmuştu. İnsandı işte, konuşmayı biliyordu. Üstüne bir de gıcıktı, damarıma basıyordu. "Kimyada oldukça iyiyimdir, güvenmiyorsan diye söylüyorum." dedim, tavrı beni istemsizce savunma yapmaya sürüklemişti üstelik dediğim gibi; kimyada iyiydim.

Dediğimle birlikte kafasını birkaç santim yana eğdi, ifadesinin hiç değişmediği yüzünü ilk defa bu kadar uzun süre, tamamıyla görüyordum. "Ve bu bir grup ödevi, birlikte sunmamız gerekiyor."

"Adımı bile bilmiyorsun."

"Birlikte- ne?"

Şaşkınlıkla karşılık verdiğimde kollarını göğsüne bağlayan o olmuştu bu defa. Gözlerini biraz kısıp yüzümde gezdirdi. Bu, suratında mimiğini oynattığına şahit olduğum ilk andı, korkunç biriydi o. Korkunç.

"Neden bu okula geldim bilmiyorsun, muhtemelen belalı bir tip olduğumu düşünüyorsun, gözlerime bakarken göz bebeklerin titriyor, seni geriyorum, belli ki benden korkuyorsun. Ve yeniden; adımı bile bilmiyorsun."

Gözlerimin şaşkınlıkla büyüdüğüne, ağzımın açıldığına emindim. Tüm haftadır sustuğu kadar birden konuşması ve söyledikleriyle beni inanılmaz şaşırtmıştı. Gözlerini üzerimde bugüne kadar bir defa bile hissetmemiştim ama söyledikleri, beni gözlemlediğini bağırıyordu. Gerçekten korkunç biriydi ve söylediklerinde haklıydı.

Ondan korkuyordum, yani konuşmaya başladığı ana kadar.

"Ne yapacaksın, annemin mutfak bıçaklarıyla beni mi doğrayacaksın?"

Kendimi toparlayıp kaşlarımı havalandırarak sorduğumda kafasını biraz daha yana eğdi, içine derin sayılabilecek bir nefes çekti ve alayla gözlerimin içine bakarken "Bunu hayal ettiğine yemin edebilirim." dedi. Sesli bir biçimde dile getirirken korkmuştum ama onunla inatlaşarak tısladım. "Konuşmaya başladığın an tüm ürkütücülüğün gitti." dedim. Omuzlarını silkedi, çantasını omzuna takıp ayağa kalktığında "Ama yine de korkuyorsun." diye karşılık verdi. "Kim bilir, belki de korkman gerekiyordur."

"Hangi mangadan alıntı bu?" diye sordum, alay etmeye devam ederek. Omuzlarını silkeledi. Bir an için kendi kendime, söylediğinde ciddi olup olmadığını sorguladım ama az önceki uzun cümlelerini anımsayınca düşünmeyi erteledim. Gıcık birine benziyordu, korkunçtan ziyade gıcık.

Zil çoktan çalmış, sınıf boşalmıştı. Gözümü ondan kaçırıp içeride gezdirdiğim zaman fark etmiştim bunu. Duvar tarafında oturduğu için sıradan, önce benim kalkmam gerekiyordu. Sinirlerimi bozduğundan ayakta dikilmesine aldırmayıp özellikle yavaş hareket ederek kitaplarımı topladım, ayaklandığımda onun gibi çantamı koluma takmıştım. Bu süre boyunca her zaman yaptığını yapıp sustu, az önce o kadar cümleyi sıralayan kendisi değilmiş gibi. Harika, diye düşündüm. Başa sardık.

"Evim okula yarım saatlik yürüme mesafesinde." diye tekrarladım yanımdan geçip gitmek üzereyken onu kolundan yakalamıştım. "Ve annem her zaman bir orduya yetecek kadar yemek yapar."

Ne koluna tutunan elime ne de gözlerime bakmıştı. Pes ettiğini belirten derin bir nefesi içine çekip geri bıraktığında "Kim Taehyung," dedi beni şaşırtarak. Sonra da bakışlarını yüzüme kaydırdı. "Adını bilmediğin adamları evine davet etmemelisin. Adım Kim Taehyung."

"Jeon Jungkook." dedim ben de. Gerginliğim biraz olsun geçmişti ve elimi de kolundan çekmiştim. Gözlerinin içine bakarak gülümsediğimde bana geri gülümsemedi ama gözlerindeki o soğuk ifadenin bir anlığına dağıldığını gördüm. "Nihayet tanışabildik."

"Evet, Jeon Jungkook," diye karşılık verdi bana, kafasını biraz yana eğmişti. "Nihayet tanışabildik."

***

"İyice yedin mi bakalım?"

Annemi hiç bu kadar ısrarcı ve heyecanlı görmemiştim.

Eve geldiğimiz andan beri durmak bilmeyen ısrarıyla Taehyung'un çok zayıf göründüğünü söylemiş, ağzına bir şeyler sokmaya çalışmıştı. Arkadaşlarımın arasında canlı biriydim belki ama söylediğim gibi yeni arkadaş edinme konusunda berbattım. Bu, mahalleden arkadaşlarım dışında eve birini getirdiğim nadir anlardandı, o yüzden annemin yaptıklarına müdahele etmek yerine onları izlemiştim.

Nedenini kolayca öğrenemeyeceğimi hissettiğim için üstelemediğim ciddiyetinin yanında Kim Taehyung, yeni arkadaşım, aslında sevimli birine benziyordu. Zor, gıcık ama zaman içinde onu ciddiyetinden soyundurabileceğime inandığım sevimli birine. Tüm bu yemek yeme süresinde annemin tek bir cümlesini bile ikiletmemişti ve çekingen ifadesiyle teşekkür edip durmuştu ona. Gerçekten ifadesini bile kontrol edememişti ve bu gözüme oldukça sevimli geliyordu o anlarda.

"Yedi Soo Min teyze," diye araya girdi, Park Jimin. Eh, tabi bir de o vardı.

Normalde tüm gün hatta gece boyu gezer, akşam yemeklerine babam gibi yapıp sık katılmaz, kahvaltı masasına bile oturmazdı. Belki de bu; okuldan uzaklaştırıldığı günden sonra onu masada gördüğüm ilk andı.

Eve geldiğimizden beri belli ki ona saygısızca gelmeyen bir ilgiyle Taehyung'u süzüyordu. Gözleri çocuğun üzerinden bir saniye bile ayrılmamış, sorduğu garip sorulara, araya annemin ısrarlı cümleleri karıştığından cevap alamasa bile hiç susmamıştı. Onu en son böyle gördüğümde onuncu doğum günümdeydim. Annem çikolatalı pasta yapmış, mahalledeki tüm arkadaşlarım da aynı bijuteriden aldıkları farklı hediyelerle bizim eve gelmişlerdi. Biraz müzik çalıp sanki o havalı barların birindeymişiz gibi dans etmiş, pastayı yemiş, Nintendo'mla oynamıştık ve tüm bu süre içinde Park Jimin yanımdan bir saniye ayrılmazken arkadaşlarımı tuhaf sorularıyla sıkıştırmıştı.

Şimdi onlarla benden daha çok vakit geçiriyordu ama en başta onlara karşı da tam bir domuzdu.

"Bir lokma daha yese patlayacak." deyip söylediğine sadece kendisi gülerken annem Jimin'in koluna masanın altından bir çimdik attı. Jimin inlemesini biraz abartarak dikkatleri üzerine çektiğinde Taehyung da geldiğinden beri ilk defa gözlerini ondan tarafa kaydırdı. Göz göze geldiklerindeyse bana sabahki kadar gergin hissettiren soğuk sesi "Evet." diye fısıldadı, suratında adını tam olarak koyamadığım, garip bir ifade vardı. "Patlamak üzereyim."

Sesindeki imayı bir tek ben anlamazdan gelemedim ve Taehyung'u kolundan tutup odama doğru çekiştirmeye çalışırken "Biz artık şu ödevi yapmaya başlasak iyi olur." dedim, Taehyung çabama ayak uydurup masadan kalktı. "Anne, birkaç saat atıştırmalık bile getirme bize. Cidden patlayacağız ahahahaha."

Ben salak gibi gülmeye çalışarak önden yürürken "Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu Jimin, gözlerimi devirip ona döndüm.

"Atomu parçalayacağız izin verirsen."

"Salonda da parçalayabilirsiniz?" dedi sanki çok önemli ve doğru bir öneride bulunmuş gibi abartılı bir ciddiyetle, kaşlarını havalandırmıştı. Derin bir iç çektim ve onu duymazdan geldikten sonra odama yürümeye devam ettim. Bu kadar abartmasa beni önemsediğini düşündüğümden heyecanlanacaktım ama işte onun da problemi buydu. Bazı şeylerin ucunu bırakamazdı bir türlü.

Bundan sonra da bizi rahat bırakmadı. Tam üç defa; içecek, istemediğimizi söylediğim halde atıştırmalık ve meyve getirme bahanesiyle odama girdi. Sonuncusunda da kimyasının çok iyi olduğunu ileri sürerek bize yardım edebileceğini söyledi ve Taehyung sanki bunun hiç bitmeyeceğini anlamış gibi bıkmışlıkla onun teklifini kabul ettiği için odadan çıkmadı. Birkaç saat projenin üzerinde çalıştık, itiraf etmekten nefret ediyorum ama Jimin söylediği kadar iyiydi kimyada. Bense kendimi Taehyung'a ispatlayamamıştım.

Sonunda aralarındaki garip iletişim bir tık da olsa azaldığında ödevi bitirmiştik neredeyse. Taehyung gitti, Park Jimin'le ben de odama geri döndük. Ağzından çıkan ilk cümle "Gördün mü, göz kapağı estetikliydi." olmuştu. Gözlerimi devirerek yüzüne baktım.

"Estetik yaptırsa neden tek göz kapağına yaptırsın?" diye sordum ters bir ifadeyle. Yatağıma uzanmıştım. O da ayakucuma gelip bana üstten bakışlar attıktan sonra "Herifin her yerini incelemişsin bakıyorum da," demişti aynı terslikle. "Ben fark etmemiştim bile bunu."

"Niye böyle davranıyorsun?" dedim bıkmış bir nefesi dışıma üfleyip gözlerine bakarken. Yatakta biraz doğrulmuştum. "Dayak arsızı mı oldun sen? Sokakta da böyle, insanların çıldırtıp kendini dövdürüyorsun değil mi? Herkes benim kadar sabırlı değil tabi. Yüzün gözün hep bu yüzden şişiyor. Bensizlikten."

Söylediklerime çarpık bir gülümsemeyle karşılık verdikten sonra toparlanıp kaşlarını çattı. Dediklerimi tam algılayamamış gibi bir an boş boş suratıma baktıktan sonra sinirli bir ifadeyle "O ne demek oluyor?" diye sordu.

"Şu demek oluyor Park Jimin, birkaç saat önce o masada, yaraları yeni gitmiş suratına büyük bir yumruk yemek üzereydin. İnsanları çıldırtıyorsun ve diyorum ki herkes benim kadar sabırlı olmayabilir sana katlanmak konusunda."

İçten bir kahkaha atıp tıslar gibi "Kim kime katlanıyor acaba?" diye sordu. "Daha yeni tanıdığın birini tutup eve getirmek ne demek? Çocuğu tanımaya çalışıyordum sadece. Poz kesip duruyor, Batman gibi. Kasıntı."

"Kıskanıyorsun."

Dediğimle bir kahkaha daha atıp yatağıma oturduğunda birkaç saniye sahte gülüşüne devam etti. Sahte de olsa kısılan gözlerini izlerken dudaklarım ben onlara engel olamadan havalanmıştı. O da dudaklarıma bakıp iç çekti ve bir an sonra gülmeyi kesti. "Neyini kıskanacakmışım?"

"Senden daha yakışıklı," dedim anında. Onu kızdırma fırsatı elime geçti diye çok mutluydum. Kaşları çatıldı, gülümsemeye devam ettim. "Çenesi seninkinden keskin, parmakları daha ince ve bunu söylediğim için içimden biri benimle bir daha hiç konuşmayacağını söylüyor ama... Şey, senden daha uzun o, Jimin."

"Abartma." dedi, kaşları ben cümlelerimi kurarken birbirine çok yaklaşmıştı. Yatakta bana doğru biraz kaydı ve "Abarttın cidden." diye tekrarladı. Bir kahkaha attım ama kahkaham, suratımda parmağını hissettiğim an donup kaldı. Gözümün altındaki ince deriyi canımı yakmayacak şekilde çekiştirip parmağını üflediğinde ona anlamayarak baktım.

"Kirpiğin," diye açıkladı. "Kirpiğin düşmüş."

Basit bir dokunuşuyla beni aptala çevirmeyi başarması, ona bomboş bakmaya devam etmemden başka bir işe yaramamıştı. Güldü. Teni yeniden tenimle buluşurken bu defa yanağımdan makas aldı ve "Kıskanmadım." dedi. Üzerinde böyle bir etkim varken karşıma kim çıkabilir ki diyormuş gibi, tokatladı beni özgüveni.

"Kirpiğin bile bana düşüyor."

Onun için öylesine kurulmuş, basit bir cümleyken kelimeleri içimde cereyan etti. Kalbimin tüm pencereleri, hala sahip olduğumu sandığım maskemle birlikte tuzla buz olduğunda titredim. Beni böyle, kılını kımıldatmadan alt etmesi sinirimi bozuyordu. Böyle, birkaç kelimeye yenilmem, bu kadar aciz hissetmem... Kendimi çırıl çıplak karşısına serilmiş gibi hissediyordum bu anlarda. Sanki elinde, hücrelerime kadar beni teşhir eden bir güç varmış gibi.

Dediğinde çok haklıydı. Ama ben aptal gibi titremeyi bırakıp ona zoraki güldüm ve yastığımı kafasına sertçe geçirdim. Tatlı bir afallamayla gülüşüme karşılık verdi. Sanki yapmak istediği başka bir şey vardı ama o yüzüme bakıp bir saniyeliğine bekledikten sonra bunu istediğimi bilmiş gibi odamdan çıktı, beni yalnız bıraktı.

Başka tek kelime etmemişti.

***

Continue Reading

You'll Also Like

32K 1.3K 46
Bu kitap Yabani dizisinin 28. bölümünden sonra ASLAZ cephesinde yaşanan olayları konu aldığım bir kitaptır. Görmek istediğimiz fakat tüm beklentileri...
178K 7K 50
.
406K 37.2K 33
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
459K 26.4K 43
Sex bağımlısı Taehyung ve sex'in ne demek olduğunu bilmeyen sevgilisi Jungkook. Absürtlük içerir!