PANDORA ║ Stark

Da Adresteria

251K 15.3K 15.1K

O sadece zırh giymiş dahi megalomandı, çoğu kişiye göre. O tüm gezegenin kahramanıydı, çoğu kişiye göre. O sa... Altro

PANDORA ❂ Daughter of Stark
- Pandora Ailesi & İthaflar -
❂ Cast I - Leading Roles
❂ Cast II - The Avengers
❂ Cast III - Other Roles
Prolog | Ben Iron Man'im!
❂ 1 | Dahi, İnatçı ve Stark
❂ 2 | Soluk Mavi Nokta
❂ 3 | Sen Askersin, Yüzbaşı
❂ 4 | Dünya'da Barış
❂ 5 | Söyle, Kimsin Sen?
❂ 6 | Doğuştan Yenilmez
❂ 7 | Düş Değil, Kâbus Değil
❂ 8 | Hayatın Bir Parçası
❂ 9 | Yükselen Şehir
❂ 10 | Doğru Sorular
❂ 11 | Zırh, Benim Mirasım!
❂ 12 | HYDRA'nın Kıvılcımı
❂ 13 | Biyolojik Bir Unsur
❂ 14 | İçsel Mücadele
❂ 15 | Çok Yaşa HYDRA!
❂ 16 | Ben Buna Değmem
❂ 17 | Nokta Atışı
❂ 18 | Kalp Atışını Dizginle
❂ 19 | Sahne Sırası
❂ 20 | Unutulmuş Düşmanlar
❂ 21 | Koşulsuz Tepki
❂ 22 | Kalbin Bu Tarafta
❂ 23 | Rüyalar ve Kâbuslar
❂ 24 | Bakış Açısı
❂ 25 | Beyaz Kurt ve Ay Tanrıçası
Görev Raporu | 16 Aralık 1991
❂ 26 | Kusursuz Huzur
❂ 27 | Dikenli Teller
❂ 28 | Zayıf Halka
❂ 29 | Tanrı Kompleksi
❂ 30 | Moleküler Bütünlük
Çavuş Barnes | Defter
❂ 31 | Kırmızı Seviye
❂ 32 | Domino Etkisi
❂ 33 | Kör Netlik
❂ 34 | Çok Geç Olmadan
Geriye Dönüş | 3000 Kez
❂ 36 | Tek Saç Teli
❂ 37 | Her Şeye Rağmen
❂ 38 | HYDRA Gibi Düşün
❂ 39 | Başka Bir Savaş
❂ 40 | Kayıp Yapboz Parçası
❂ 41 | Ama Bugün Değil
❂ 42 | Ne Hissediyor?
❂ 43 | Sadece Bir Baba
❂ 44 | Kahraman Bir Asker
❂ 45 | Yüksek Etkilenebilirlik
❂ 46 | Melekler ve Şeytanlar
❂ 47 | Hazır Olmalıyız
❂ 48 | Benim Yüzümden
❂ 49 | Olması Gerektiği Gibi
❂ 50 | Artık Kamuflaj Yok
❂ 51 | Hayaller ve Gerçekler
❂ 52 | Mutlu Yıllar
❂ 53 | Sokovya Antlaşması
❂ 54 | Yaşam Belirtisi
❂ 55 | Ayın Karanlık Yüzü
Wattys2019 ✮ Hayran Kurgu

❂ 35 | İnsanın İntikamı

2.4K 191 305
Da Adresteria



***

35

İnsanın İntikamı

_ _ _ _ _ _ _ _ _ _

İntikam almak bireyseldir. Cezalandırmak Tanrı'nın işi.

Kasım 2015
SHIELD New York Üssü Yakınları

_ _ _

Şüphe, Pietro Maximoff için çok güçlü ve dayanılmaz bir duyguydu.

Pietro, ikizinin aksine dünyayı siyah ve beyaz olarak görürdü, onun renk kartelasında griler yoktu. Bir şeyin ortası olmazdı, belki dediği yoktu, her zaman netlik vardı. İki şeyin arasında kalamazdı, üzerine çok düşünmeden biraz risk alarak hareket ettiği çok olurdu bu yüzden. Bu şekilde düşündüğü için de karakteristik tanımlarında fevri ve acelesi kelimeleri sıklıkla yer alırdı. Dışarıdan bakan insanlar için bu huyları olumsuz gözükse de Pietro öyle olduğunu düşünmüyordu, bu tavırlarını seviyordu; ne de olsa o hızlı çocuktu.

Yanlarından geçip gittiği insanlar ne olduğunu anlamadığı için afallayıp kalınca Pietro bundan zevk alırdı, ama bugün o günlerden biri değildi. SHIELD binasının yakınlarında nefes nefese durur durmaz delicesine susadığını fark etti. Uzun koşuların sonucu her zaman buydu. Kolundaki saate hızlı bir bakış atarken bir eliyle göğsünü tutuyordu. Steve'in aramasının üzerinden on iki dakika geçmişti, Wanda uyuşukluk etmediyse şu an buluşma noktalarına yaklaşmış olmalıydı.

Gözleri kadının bordo arabasını görmek umuduyla etrafta gezinirken sabırsızdı, su ihtiyacını liste dışına atmış olsa da yaşadığı boğaz kuruluğu onu huzursuz ediyordu. Onun için çok uzun süren bir dakikanın sonunda bordo arabayı gördü. İkizinin kendisini görmesi için el sallarken kafasındaki düşünceleri yavaşlattı. Bordo araba yanında durur durmaz arabanın kapısını açtı ve yolcu koltuğuna yerleşti, bir saniye bile sürmemişti.

"Yavaş ol Pietro, kapıyı kıracaksın. Eşyalar senin hızına yetişemiyor anla bunu."

Pietro kardeşinin uyarısını görmezden gelip ona baktı. "Bir sorun var."

"Çok sorun var." Wanda dikiz aynasına baktı, yolun ortasında durduğu için bir araba ona hafifçe korna çalmıştı bu yüzden arabayı hareket ettirdi. "HYDRA, Kış Askeri, listeyi uzatmamı ister misin?"

"Ben bir tane daha ekleyeyim." Pietro aracın konsolunu açıp oradaki iki su şişesinden birini eline aldı. "Selene ortalıkta yok."

Wanda'nın gözleri irileşti, ilk başta kardeşinin söylediğini anlamadı ama anladığında gözleri kardeşine kilitlenirken ani frene basıp durdu. "Nasıl, ortalıkta yok?"

"Küfür yemek istemiyorsan düzgün bir yerde kenara çek." Pietro suyun yarısını hızlıca içerken Wanda ani fren yaptığı için korna çalan arabaya başını çevirip baktı. "Selene'in bir saat önce eve gelmesi gerekiyordu. Burada biraz daha oyalandığını düşünmüştüm ama öyle değilmiş. Meğer HYDRA'dan biri binaya girmiş ve Kış Askeri'ni uyandırmış. Bil bakalım Artemis kimin yoldan geri dönüp binaya girdiğini söyledi?"

Wanda dörtlüleri yakarak arabayı kenara çekti. "Selene kayıp mı şimdi?"

"Kaçırıldı mı, diye sormak daha mantıklı." Pietro suyun kalanını içti, yarım kiloluk şişeyi iki turda bitirmişti. "Artemis Selene'in saatinden sinyal alamadığını söyledi."

"Niye kimse bize bir şey söylemedi?" dedi Wanda ona bakarak, kaşları kafa karışıklığıyla çatılmıştı.

"Bence herkes yeni fark ediyor, Yüzbaşı beni aradığında Selene'in eve geldiğini sanıyordu." Pietro ona baktı. "Fark etmeleri uzun sürmez ama..."

Wanda gözlerini kısıp kardeşine baktı. "Ama?"

Pietro parmak ucuyla SHIELD binasını gösterdi. "Selene'i bulabilecek tek adamı orada hapsediyorlar."

Wanda gözlerini büyük SHIELD binasına çevirdi. Cam kaplı cephesiyle dışarıdan sıradan bir iş kulesi gibi gözükse de öyle değildi. Nehrin kıyısındaki büyük bina yüzlerce sırrı ve teçhizatı içerisinde barındırıyordu. Pietro'nun ne demek istediğini anlamıştı, onu neden çağırdığını da.

"Barnes'ı oradan çıkaracağız, değil mi?"

"Sonuçları olmayacak değil, büyük ihtimal biraz azar işiteceğiz." Pietro konsolda gördüğü kraker paketini eline aldı. "Ama mantıklı düşünelim. Tony'den sonra bulma motivasyonu en yüksek kişi, üstelik Tony'den önce bulacak en hızlı bulacak kişi. Zihni yıkanmış olsa da HYDRA için çalıştı."

Wanda gözlerini tekrar binaya dikti. HYDRA'nın içinde olduğu o birkaç senede dış dünyayla sıfır, HYDRA ile de kısıtlı iletişim kurmuş olsalar da biliyordu. Gereğinden fazla gözlem yapmıştı, bun rağmen onların HYDRA ile ilgili gördükleri buz dağının sadece küçücük bir kısmıydı ve bir şeyi çok iyi biliyordu; HYDRA'nın içinde olmayan hiç kimse HYDRA'yı bulamazdı.

Bulana kadar da her şey için çok geç olurdu.

Wanda kardeşine gurur dolu gözlerle baktı. "Bu strateji derslerin işe yarıyor."

"Göğsüm kabardı," derken Pietro genişçe gülümsedi. "Hazır mısın, ikizim?"

Kasım 2015
Atlas Okyanusu Üzeri, Illusion Jet

_ _ _

Algı Operasyonu* boyunca Kış Askeri'nin yanında pek çok kez bulunmuş olmasına rağmen adamın ağzından elle tutulur en fazla on cümle duymuştu Rumlow, bunların çoğu da maksimum üç kelimelik cümlelerdi. O cümlelerin hepsi operasyonlar için söylenmiş, şu tarafa yönel ya da şunu hedef al tarzında cümlelerdi. Bunun dışında suikastçı ile normal tek sohbeti bile olmamıştı. Açıkçası, adamın beyni yıkanmışken normal sohbet yeteneğinin olup olmadığını bile bilmiyordu.

"Keşke Barnes burada olsaydı," dedi Rumlow kendi kendine, ayaklarını çaprazındaki boş yere uzattı. "En azından erkek muhabbeti yapacak bir mevzumuz var artık."

Yeşile çalan el gözlerini sıkılmış bir halde etrafta dolaştırdı, sonrasında ise baygın yatan kadına çevirdi. Bir Stark olmasının ve yaşayanlar – hatta ölenler – arasında bile dünyanın en zeki insanı olmasının yanı sıra Selene Stark, ciddi anlamda güzeldi. Her erkeğin ilgisini kolaylıkla üzerine çekerdi. Buna sadece babasının genlerinin neden olduğunu düşünmüyordu, netice de işin içinde bir kadının geni de olmalıydı ki Tony Stark'ın çirkin bir kadınla birlikte olacağını, hatta ondan çocuk yapacağını sanmıyordu. Yirmilerinin ortasında ya da otuzlarının başında olsaydı ve başka şartlar altında, örneğin bir barda denk gelselerdi usulca yanına yaklaşacağı kadar alımlıydı.

Rumlow bu düşünceyle kendi kendine güldü. Kış Askeri'nin yüz yaşında olduğunu düşününce yaşı belki de düşünmesi gereken en son şeydi ama dezavantajı görünüşünün yaşını belli ediyor olmasaydı. Gönül ilişkileri hiçbir zaman ona göre olmamıştı – bu tarz gönül ilişkileri. Elde edene kadar kovalamayı severdi ve elde ettikten sonra oradan hızla uzaklaşırdı. Yaşadığı hayat zaten bir aile kurmasına imkân vermemişken bu saatten sonra buna ihtiyaçta duymuyordu. Kendini bildi bileli HYDRA'nın bir parçasıydı. Tüm bağlılığı HYDRA'ydı, bunu bir kadınla paylaşamazdı.

Sıkılmış bir halde etrafına tekrar bakındı. Kadının başında nöbet tutarken iyice sıkılmıştı ama Grant ile kadınla sadece kendilerinin muhatap olacağı, diğer askerlerin onlar talimat vermeden iletişime geçmeyecekleri konusunda anlaşmışlardı. Rumlow başını iki yana esnetti, Grant kadına ne kadar sürelik bir ilaç verdiğini söylemişti? İki miydi bir mi? Bir saat diye hatırlıyordu ama çok emin değildi, yine de kadının nefes almak dışında yaşam belirtisi vermesi gerekiyordu.

"Seni uyandıralım," dedi Rumlow gülerek.

Kadının yattığı yerden düşmüş saçlarından bir tutamı parmaklarının arasına aldı. Yumuşak tutamı burnuna doğru götürdü. Bunu yaparken yüzüne yaramaz bir çocuğun sırıtışını yaydı. Birkaç kez kadının yüzünü gıdıklamasından sonra Selene'in kaşları çatılınca yüksek sesle güldü. Kadının saçını bırakarak geri çekildi.

"Uyanmak için öpücük bekliyorsan Barnes oldukça uzakta kaldı, prenses."

Selene duyduğu kalın sesle kaşlarını çatarak gözlerini açtı. Başındaki ağrıyla olanlar zihnine üşüştü. En son gördüğü şey Grant'ın kendisine gülerek bakan gözleriydi. Gözleri Rumlow'a dönerken derin bir nefes aldı. Yerinden doğrulmak için atak yapsa da bağlı uzuvları ona engel oldu. Ellerini iplerin arasından çekmese çalışsa da başarısız olmuştu. İpleri her kim bağladıysa en doğru seviyede ayarlamıştı; kurtulamayacağı kadar sıkı ve kangren etmeyecek kadar gevşek.

Selene parlayan gözlerini Rumlow'a çevirdi. "Yaşına göre çocuk gibi davranmıyor musun sence Rumlow? Bir kadın gözüyle söylemeliyim ki senin yaşında bir adamda bu davranış itici duruyor."

"Hassas bir kalbim var prenses, lütfen yaşımla ilgili yorum yapma," derken Rumlow gülerek ayağa kalktı ve Selene'in bacaklarını aşağı çekti. "Doğrulmana yardım edecek kadar beyefendiyim ayrıca."

Selene, bacağından yayılan sızıyla dişlerini sıktı. Gözlerini bacağına indirdiğinde bandajla sarılı olduğunu fark etti. Bunun ne ara olduğunu bir an için hatırlayamasa da sızı tekrar beynine ulaşınca hatırladığı, merdivenlerden inerken Grant ona ateş etmiş, kurşun bacağını sıyırmıştı.

"Centilmenliğin gözlerimi yaşartacak."

Rumlow, Selene'in sözlerine gülerken onu omuzlarından tutup kaldırdı. Her hareket kadının vücudunun ayrı bir yerini sızlatıyordu ama bu umurunda olan son şeydi. Selene başını savurarak önüne düşen saçları geriye attı, saçları Barnes'ın üzerine sıktığı yangın söndürme köpüğü yüzünden birbirine yapışmış ve karışmıştı. Gözlerini etrafta dolaştırsa da normal bir jetti. Olduğu bölümde oturma yerlerinden, teçhizat sandıklarından başka bir şey yoktu. Büyük ihtimal bir şeyler karıştırma ihtimaline karşın burası ona özel olarak boşaltılmıştı.

Etrafta dolaştırdığı gözlerini Rumlow'a çevirirken dudaklarını büzdü. "Nereye gittiğimizi söyleyecek misin yoksa sürpriz mi olacak?"

"İsviçre'ye gidiyoruz, şu anda Atlas Okyanusu'nun üzerindeyiz. Seni cama yaklaştırmamı ister misin? Manzara cidden insanın ufkunu açıyor."

Selene yarım ağız güldü. "Zorla alıkoyduğun birine sence de fazla iyi davranmıyor musun?"

"Seninle bir derdim yok, Stark," dedi Rumlow gülüp geri yaslanarak. "Benim tek derdim Yüzbaşı, biraz da Romanoff. Seni öldürürsem ya da sana zarar verirsem elime hiçbir şey geçmez. Onlar en fazla birkaç hafta yasını tutarlar ve hayatlarına devam ederler. Tony Stark'ın yerine Rogers'ın kızı olsaydın işler değişirdi elbette. Şimdilik sadece Ward'a istediğini alması için yardım ediyorum. Bilirsin, herkese bir amaç lazım."

Selene yapmacık bir gülümsemeyle Rumlow'a baktı. "Sırf çok yardımsever olduğundan yani?"

"Öyle tabii," derken Rumlow otuz iki diş gülümsedi.

"İnandım." Selene'in sesinden ve yüz ifadesinden durumun söylediğinin tam tersi olduğu gayet belliydi. "Peki, bu yardımı verirken kendine hiç ben bunu yapacak kadar salak mıyım diye sormadın mı? Cidden merak ediyorum. Baya vasatsınız da."

"Her ihtimal için önlemimizi aldık, prenses," dedi Rumlow gülerek, geriye uzanarak eline küçük bir televizyon kumandası aldı. "Haberleri izleyelim hadi, senden bahsediyorlardı. Ne olup bittiğini eminim merak ediyorsundur."

Selene gözlerini kısarak yapmacık bir tavırla güldü. "Meraktan çatlıyorum."

Panele sabitlenmiş televizyon açılınca Rumlow hızlı hızlı birkaç kanal değiştirdi. Büyük haberi veren kanala gelince durdu. Selene gözlerini haberi sunan spiker adama dikti. Ekranın sol tarafına babasıyla çekilmiş bir fotoğrafı yerleştirilmişti. Bu fotoğraf üç ay önce babasıyla katıldığı bir galada çekilmişti, Selene sosyal statü zorunluluğu nedeniyle katılmak zorunda olduğu bir gala olduğunu için detayları hatırlamıyordu. Üzerindeki siyah elbiseye ilk görüşte âşık olmuştu bu yüzden üç ay önce olduğunu hatırlıyordu.

"Sesini aç istersen," dedi Selene göz ucuyla Rumlow'a bakıp. "Ağız okuyamıyorum ben."

Rumlow televizyonun sesini açınca sunucu adamın söylediklerine kulak kesildi.

"Stark Endüstrileri'nin varisi ve CEO'su, Tony Stark'ın kızı Selene Maria Stark'ın kaçırılmasının sorumlusu Senatör Ward'ın kardeşi, HYDRA ajanı Grant Ward olarak bildirildi. Grant Ward, daha önce bir market saldırısı düzenleyerek Selene Stark'ı kaçırmaya kalkışmış ama başarısız olmuştu. Şu anda neden kaçırıldığı bilinmiyor olsa da iki ihtimal üzerinde duruluyor. Silah tasarlatmak ya da Tony Stark'tan fidye istenmesi bekleniyor."

"Fidye mi?" dedi Selene gözlerini yuvarlayarak. "Çok yaratıcı."

"İşe komplo teorisi üretebilen eleman almaları gerek, cidden sıkıcılar." Rumlow dudaklarını büzerek televizyonun sesini kıstı. "Neyse ki haberdeki sen olduğun için reyting sıkıntısı çekmeyecekler."

Selene ona kısa bir bakış attıktan sonra gözlerini tekrar ekrana çevirdi. Grant'ın fotoğrafının yanına daha küçük halde Rumlow ve Zemo'nun fotoğrafını eklenince Selene gözlerini kıstı. "Psikiyatrist sizin adamınızdı demek, bu sizin için oldukça zekice bir plan olmuş."

"B planı tamamen Zemo'nun kendisine aitti, övgülerini iletecek fırsatın mutlaka olacaktır," dedi Rumlow gülerek. "Tüm enerjisini sizi araştırmak için harcadı."

"Daha faydalı bir şeye harcamalıydı," dedi Selene, bilmiş bir tavırla güldü.

"Tercih meselesi prenses," dedi Rumlow, yerinden kalkarak tutulmuş bacaklarını esnetti. "Bu arada gerçekten fotojeniksin, bu kadar zeki olmasaydın çok rahat modellik yapabilirmişsin. Seni takip ettiğimiz süre boyunca çektiğimiz fotoğrafların birinde bile çirkin çıkmadığını bilmek kadınlık gururunu okşayacaktır."

"Bana bildiğim şeyleri söylüyorsun."

"Duymak hoşuna gider dedim," derken Rumlow genişçe gülümsedi

"Ben sana bilmediğin bir şey söyleyeyim mi?"

"Kulaklarım sende," dedi Rumlow sırıtarak.

"Çuvallayacaksınız." Selene dudaklarına şeytani bir gülümseme iliştirse de gözlerini kıstı. "Kendinize çok fazla güveniyorsunuz ve bu yüzden bir noktada yanlış yapıp kendi kendinizi batıracaksınız."

Rumlow yüzündeki gülümsemeyi silmedi. "Senin kendine güvendiğin gibi mi?"

"Seninle benim aramdaki fark Rumlow," derken Selene kocaman sırıttı. "Ben bir Stark'ım, kendine güven bizim genlerimizde var."

"Bence bu özgüveni harika taşıyorsun."

Rumlow kadının önünde durdu, kadına bir süre tepeden bakarken Alexander Pierce'in ona günler önce söylediklerini hatırladı. Grant'ın aksine Rumlow, fiziksel gücün tek başına yeterli olmadığının farkına varacak kadar olay yaşamıştı – belki de bu yüzden süper asker serumu hiç umurunda olmamıştı. Fiziksel güç keskin bir zekayla birleşmedikçe yenik düşmeye mahkumdu. Kaba kuvvetin her işi hallettiği zamanlarda insanlar mamut avlayarak hayatta kalıyordu, şimdi çok daha fazlasının gerektiği zamanlardaydılar.

Rumlow eğilip yüzünü kadınla aynı hizaya getirdi. "Sen gerçek bir Stark'sın. Bunu gözlerinde görebiliyorum prenses; sen bir dâhisin ve bir delisin. Afganistan'da bir mağarada ölmek üzereyken kendine zırh yapan bir adamın kızı isterse Dünya'yı yerinden oynatabilir ama o tüm enerjisini geleceği inşa etmek için harcıyor."

Selene, on santim ötesindeki yüze bakarken gözlerini kıstı. "İstersem neler yapabileceğim konusuna sıkı çalışmışsın."

"Ama bir noktayı atlıyorsun." Rumlow iyice eğilerek Selene ile arasındaki mesafeyi azalttı, yüzüne kendini beğenmiş bir gülümseme yaydı. "Biz HYDRA'yız, prenses. Bir savaş kahramanını alıp aileni katleden bir suikastçıya dönüştüren kişileriz."

Selene'in gözleri yavaş yavaş daha irileşirken Rumlow'un da sırıtışı eş zamanlı genişledi. Selene göğsünü şişiren hiddetli bir nefes aldı. Adam ne olduğunu anlamadan hızla hareket etti, darbesinin indirmesinin bir sebebi de Rumlow'un hamle beklememesiydi. Başını geriye attığı gibi hızla ileri fırlattı, başının en sert kısmını doğruca Rumlow'un burnuna vurdu. Rumlow, aldığı darbeyle inledi, refleksle geriye çekilirken burnunu tuttu.

Selene öfkeyle parlayan gözlerini adama dikti. "Hepsini ödeteceğim, bunu sakın unutma."

Rumlow içinde yükselen öfkeyi bastırmak için derin derin nefesler aldı. Darbe bir tık daha sert olsaydı burnunu kesinlikle ikinci kez kırardı. Akan kanı elinin tersiyle silerken dudaklarına öfkesini dışa yansıtan sinirli bir gülüş yerleşti.

"Barnes'ın sana bu kadar düşkün olmasının sebebini anladım sanırım, içindeki vahşete karşılık verebiliyorsun."

Selene dişlerini göstererek gülse de Rumlow gibi gözleri öfkeyle parlıyordu. "Ellerimi çöz de vahşet nasıl olurmuş sana tam gösterebileyim."

"Sen vahşet hakkında hiçbir şey bilmiyorsun," dedi Rumlow bir adım geri çıkarak. "Barnes'a kavuşunca ona yaptığı katliamları sor; kadın, yaşlı, sakat ve çocuk ayırt etmeden öldürdüğü insanları. Onun sadece bir suikastçı olduğunu mu sanıyorsun? O katliamın kaynağı, vahşetin kendisi." Selene gözlerini kısarken Rumlow derin bir nefes alarak burnunu ovuşturdu ve konuşmaya devam etti. "Raporları öyle gösterişli ki HYDRA'ya onun gibisi bir daha gelmez. Red Skull görseydi onunla gurur duyardı."

Selene gözlerini kısarak gülümsedi. "O gösterişten payını alacaksın Rumlow."

Rumlow gülerken Grant, ağır adımlarla yanlarına yaklaştı. "Sanmıyorum Juliet. Barnes'ı kafesine kapattılar, en son duyduğum kadarıyla derin bir uykuya dalmış. Uyanınca da eli kolu bağlı, çaresiz bir şekilde sana ne olduğunu düşünecek."

Selene gözlerini ona çevirdi. "Barnes ile ilgili teorin doğru olsa bile Iron Man'in eli kolu bağlı değil, hatırlarsan kendisi babamdı ve sen onun kızını kaçırdın."

"Biliyorum, çoktan peşime düşmüştür bile," dedi Grant gülerek, Rumlow'un az önce oturduğu yere oturdu. "Sana söylemiştim, senden sadece defteri çözmeni istiyorum. Ondan sonra babana kavuşacaksın. Sen ne kadar az direnirsen bu süre o kadar kısa olur ve daha az kişi zarar görür."

Rumlow, Grant'ın konuşmasını dinlese de gözlerinde en ufak bir değişim olmadı. Grant kadını tamamen yok etmek istemiyordu, sadece işine yaradığı kadarını almak istiyordu ama onun tarafında, gerçek HYDRA'nın içerisinde işler çok farklıydı. Alexander Pierce'in emirleri Rumlow için her zaman öncelikliydi. Grant istediği serumu almayı başarırsa Başkan Pierce'in sınavını geçmiş olacak ve kendisiyle gelecekti, yıllarca John Garrett'ın onu yetiştirdiği şeyi başarmak için tekrar savaşmaya hak kazanacaktı – gelmek istemiyorsa orası başkaydı tabii, Rumlow'un ona karşı en ufak bir acıma duygusu da yoktu. Alamazsa da beceriksiz demekti ve yine ölüme terk edilecekti.

Selene Stark ise... HYDRA'nın liderini biraz olsun tanıyorsa kadın sağ kalırsa kendisiyle aynı tarafta olması için her şeyi yapacaktı, beynini yıkamakta buna dahil.

Selene hafifçe gülümsedi. "Ah, beni özgür bırakacaksın yani? Çok cömertsin ama ben direneceğim, bunu gayet iyi biliyorsun. Kolay şeyler sıkıcı olur zaten."

"Kolay şeylerden bende hiç hoşlanmam," derken Grant çapkın bir tavırla gülümsedi. "Ama bunu kolay yapalım istiyorum"

Selene kaşlarını çattı, Bucky'nin ona Rumlow hakkında söyledikleri aniden aklına düştü. Ne demişti? 'Küçük oyunların adamı değil o.' Bucky haklı olabilir miydi? Selene çok sorgulamamıştı ama yüksek ihtimal öyleydi. Rumlow sadece Grant'a yardım etmiyordu, başka bir şeyin peşindeydi ve bu büyük ihtimal kendisiydi.

"İstiyorsun tabi... Bu arada..." derken Selene kaşlarını bir şey hatırlamaya çalışıyormuş gibi çattı. "Sence herkes senin istediğini mi istiyor? Bence sen küçük hayaller kurup ve küçük amaçlar peşinde koşarken yanındakiler seninle aynı şeyi yapmıyordur." Selene, gözlerini Rumlow'a çevirdi. "Herkes aynı amaca sahip olamaz, değil mi Rumlow?"

Grant gözlerini kısa bir an için Rumlow'a çevirdi, anlaşılan içlerindeki küçük(!) farklı amaçlara sahip olma durumu sadece kendi içlerinde belli değildi, dışarıdan da belli oluyordu.

Grant gözlerini adamdan ayırmadı, dikkatle onun tepkisini izliyordu. "Öyle mi, Rumlow? Juliet'in bu tespitine ne diyorsun?"

Rumlow yarım ağız güldü, ilk önce hiçbir şey söylememeyi düşündü ama sonrasında vazgeçti ve gülüşünü silmeden konuştu. "Herkes kendi hayallerinin peşinden koşuyor. Zemo gibi, değil mi?"

Grant anlamlı bir şekilde adama gülümsedi, Rumlow ise o gülümsemenin altındaki anlamı okuyabiliyordu. Bir ipte üç cambaz gibiydiler şu an, gösterilerini birbirlerine uydurmaya çalışıyorlar ama herkes en çok izlenenin kendisi olmasını istediği için koreografiden ayrılmanın peşindeydi.

Grant dikkatini tekrar Selene'e çevirdi. "Defteri şimdi çözmeye başlarsan seni geri götüreceğim, söz veriyorum."

"Senin için o formülü çözeceğimi düşünüyor musun? Bu dünyaya bir Kış Askeri yetiyor."

"Bir mi? Barnes'ın tek olduğunu mu sanıyorsun?" Selene gözlerini kısarken yüzündeki şaşkınlığı maskeledi. "HYDRA ondan daha güçlü askerler de üretti, Juliet. Bu arada eğer direnirsen onlarla karşılaşabilirsin, bunu da kesinlikle istemem çünkü anlarsın ya..." Grant elini havaya kaldırıp deli işareti yaptı. "Biraz kafadan sıkıntıları var."

Selene gözlerini kıstı, şaşkınlığını dışarı vurmamak için uğraşırken nefesini verdi. Bucky'nin bahsettiği Ölüm Mangasını serbest mi bırakmışlardı? Bucky onların kontrol edilemediğini söylemişti ama... Anlaşılan onları kontrol etmenin bir yolunu bulmuşlardı.

Grant gözlerini kadının yüzünde dolaştırdı. "Ne yapacağını mı düşünüyorsun, Juliet?"

"Ah, Romeo, Romeo," dedi Selene etrafına bakarak. "Söylesene neden Romeo'sun sen?"

"Güzel Juliet," dedi Grant, bir adım geri çıktı. "Elbet pes edeceksin."

"Gerçekten beni bulamayacaklarını mı düşünüyorsun?" Selene dudaklarını büzerek gözlerini jetin içinde dolaştırdı. "Görünmez olabilen bir jet çaldınız diye saklanabileceğini mi sanıyorsun?"

Ward dudaklarına bir gülümseme yaydı. "Nereye gittiğimizi inan bulamazlar, Juliet. Akıllarına gelecek en son yere gidiyoruz ki, onlar için böyle bir yer artık yok."

Selene, gözlerini kısarak ona bakarken yüzüne yayılmak üzere olan gülümsemeyi bastırdı. Fiziksel olarak onları alt edemeyeceğinin farkındaydı ancak karşısındaki adamlar, hatta diğerleri de gözünde aptaldan farksızdı. Bir noktada açıklarını yakalayacağını biliyordu, bu yüzden kendini hiçbir şekilde zorlamayacaktı. Bu uydurma takım zaten çatlamak üzereydi, büyük ihtimal de bu çok yakın zamanda gerçekleşecekti ama asıl soru... Kendisine ne olacağıydı.

Askerlerden birinin varış noktasına yaklaştıklarını söylemesiyle Grant ve Rumlow önce birbirlerine baktı, sonra ikisi de gözlerini Selene'in üzerine çevirdi. İnişi kontrol etmek için Rumlow oradan ayrılırken gözlerini ikisinin üzerinde uzun uzun dolaştırdı. Grant kadından uzaklaşmak için üç adım attığında kadının sesi onu durdurdu.

"Romeo," diye seslendi Selene. "Özel sağlık ve hayat sigortan var mı?"

Grant, durarak bedenini ona döndürdü. Koyu renkli gözleri kadının yüzündeki korkusuz ifadede dolaşırken Selene'in bakışlarının değiştiğini fark etti. Yüzüne bir gülümseme yayarken kollarını göğsünde kavuşturdu ve kadının bunu nereye bağlayacağını merak etti.

"Yok," dedi Grant gülerek.

Selene, yüzüne şeytani bir gülümseme yaydı. "Cenaze masraflarını üsteleneceğime söz veriyorum."

Kasım 2015
SHIELD New York Üssü

_ _ _

Bucky, sırtını tamamen duvara dayamış, başı geride ve bacaklarını kendine çekmiş bir şekilde duruyordu. Parmaklarının arasındaki kırık saati çevirip duruyordu. İçindeki kısıtlı eşyayı da paramparça ettiği hücrede çaresizce onu buradan çıkaracak birinin gelmesini bekliyordu. Artemis ile konuşmayı denemişti ama Selene'in saati paramparçaydı, kendi saatinin ise şarjı Selene'in sıfırlama hamlesi yüzünden tamamen bitmişti.

Buradan çıkmak için tek umudu vardı ve o da Tony Stark'ın kendisiydi. Adamın onu buradan çıkarması kulağına çok adice geliyordu ama başka seçeneği yoktu. Selene'i geri getirdikten sonra isterse onu buradan daha beter bir yere kapatabilir, istediği cezayı kesebilirdi. Ama önce Selene'i geri getirmeliydi.

Ne kadar zaman geçtiğini takip etmeye çalışırken buradan çıkınca yapacaklarını da planlıyordu Bucky. Zihninde kendine haritalar çıkartıyor ve neler yapabileceğini, Selene'e en hızlı nasıl ulaşabileceğini hesaplamaya çalışıyordu. En doğru rotayı bulmuş sayılırdı, ufak birkaç pürüzü vardı ki bunlar olasılıklar ve imkanla ilgili şeylerdi; ancak buradan çıktığı zaman net rotası belli olacaktı. Ama Bucky, çıplak ellerle bile olsa Selene'i bulacaktı.

"Onları sinirlendirme," diye mırıldandı Bucky elindeki kırık saate bakarak, sesini kadına ulaştırabilecekmiş gibi devam etti. "Onları sinirlendirme."

Gözlerini kapattı, metal elini yavaşça boynundaki madalyon kolyesine götürdü. Selene'in onları sinirlendireceğini biliyordu, HYDRA'nın da ona o öfkenin karşılığını vereceğini... Umudunu kaybetmemek için kendini zorluyordu ama geçen her dakikanın aleyhine olduğunun da bilincindeydi. Çok fazla beklemesi gerekmeyeceğini biliyordu ama dakikalar ona saatler gibi geliyordu. Tony kızının kaybolduğunu anladığı an ilk önce kendisine gelecekti, Selene'i en çabuk bulacak kişi kendisiydi ve Tony Stark bunu fark edecek kadar zeki bir adamdı.

Çıtırtılar duyduğunda Bucky gözlerini açtı, bakışları sesin geldiği yöne doğru döndüğünde dudakları ne olduğunu anlamaya çalışırken aralandı. Üç metre tepesindeki beyaz panellerden birinin etrafında kırmızı dumanlı bir ışık belirmişti. Kırmızı duman kare panelin etrafını sarmış ve onu yerinden söküyordu. Panel gürültü çıkarmamak için yavaşça yere indi. Bucky ayağa kalkarken gözleri kocaman açılmıştı.

"Wanda," diye mırıldandı Bucky alçak sesle.

Bucky kaşlarını çatarak panelin altına gitti. Kırmızı duman şimdi tüm kabloları sarmıştı, onları ikiye bölüp elektriği kesiyordu. Elektriğin çatırdama sesi iki saniye için duyulduktan sonra demir parmaklıklar yerine yerleştirilmiş balistik camdan mavi bir ışık gelip geçti. Bucky cama doğru yürürken gözlerini kıstı, hafifçe dokunduğunda onu çarpan elektriğe dair bir şey yoktu. Geriye sadece kalın cam kalmıştı ve Bucky bu camı birkaç saat önce parçalamıştı, aynısını tekrar yapabilirdi.

Saati cebine attı ve metal parmaklarını kıvırdı. Tüm gücüyle camın tam ortasına bir yumruk indirdi, bir tane daha ve bir tane daha. Dördüncü yumruğunda camda küçük bir çatlama oluştu. Kırmızı duman aynı anda ona yardım ediyor, bir küre şeklinde cama vuruyordu. Sekizinci yumruğunda camın büyük kısmı çatırdadı, Bucky bir adım geri çekildi ve cama sert bir son yumruk indirdi. Cam parçalara ayrılıp yere düşerken Bucky yumruğuyla geçebileceği kadar genişletti.

Hücrenin içinden çıkar çıkmaz koridorun bir ucuna baktığında demir kapıyı görse de önünden geçip giden kırmızı dumana çevirdi başını. Kırmızı duman koridorun diğer ucundaki havalandırmaya yönelince Bucky hızla oraya gitti. Paneli önce tek yumrukla büktü, sonrasında da metal parmaklarıyla tutup çektiği. Havalandırma paneli çok direnç göstermeden vidalarıyla beraber yerinden çıktı.

Bucky havalandırma boşluğuna girerken çok fazla düşünmedi. Anlık şekilde hareket ediyordu ki hücreden çıktıktan sonrası onun için çocuk oyuncağıydı. Bu binadan çıkabileceği onlarca yol bulabilirdi. Havalandırma boşluğu aşırı klostrofobik olsa da onun için çok bir önemi yoktu. Kırmızı dumanı görünce bir an duraksadı. Dumanı gördüğü yere geldiğinde bir metre altındaki paneli gördü. Bedenini sarkıtıp ayağının altına gelen panele sert bir tekmeyle ağırlığını bindirdi. Panel şıngırdayarak yere düşerken havalandırmadan aşağı atladı, ayakları betona değer değmez doğruldu.

"Çok yavaşsın."

Pietro'nun sesinin geldiği yöne döndüğünde nefesini verdi. Pietro bordo bir arabanın bagajına yaslanmış bir kraker paketi yiyordu. Birbirine hiç benzemeyen ikizlerin üzerinde gözlerini dolaştırdıktan sonra etrafa baksa da onlardan başka kimseyi görmedi.

"Nasıl anladınız?" dedi Bucky onlara doğru giderek.

Pietro, biten kraker poşetini buruşturdu, bir saniye içerisinde çöpe atıp geldi. Hareket ettiğine dair tek belirti anlık oluşan rüzgardı.

"Artemis Selene'in nerede olduğunu bilmiyorsa hiç kimse bilmiyordur."

Bucky nefesini verdi, yavaşça cebindeki saati çıkartırken dişlerini sıktı. Selene'in insan zekasına en yakın yazılımı bile bazen insanlardan daha mantıklıydı. Bucky gözlerini saatten alıp Wanda'ya çevirdi. Kadına minnettar bir şekilde bakarken nefesini verdi. Onu çıkartarak çok büyük risk almışlardı.

"Sağ ol, Wanda."

"Teşekkür etme." Wanda'nın gözlerinde küçük bir endişe vardı. "Ama buradan sonrasında yalnızsın, biz bir şey yapamayız."

"Evet, ona teşekkür etme. Bana edebilirsin, fikir sahibi benim." dedi Pietro yarım bir gülümsemeyle. "Birinin Kraken'i salması gerekiyordu." Bucky Pietro'nun benzetmesine yüzünü buruşturdu, Wanda'da aynı tepkiyi vermişti. "Ne? Komikti. Selene burada olsaydı şu an kahkahayı basmıştı."

"Eminim öyle olurdu," dedi Wanda ikizine gözlerini devirip. "Rogers'tan bize kahve getirmesini de isteyelim mi yoksa gidecek misiniz?"

Kırık saati Wanda'ya uzatırken "Bunu Tony'e ver," dedi alçak sesle Bucky. "Selene'in saati. Onu götürürlerken çıkardılar."

Wanda saate küçük bir bakış attıktan sonra ona baktı. "Tamamdır."

"Vakit nakittir, acele edin." Pietro Wanda'nın arabasının bagajını açıp Bucky'e girmesi için işaret etti. "Biz sana burasıyla haber uçururuz."

"Barnes," dedi Wanda gözlerini adama dikip. "Selene'i geri getir."

"Getireceğim." Bucky'nin çelik bakışlarındaki umutsuzluk artık yok olmuştu, yerinde kararlı ve acımasız bir bakış vardı. "Ne olursa olsun."

Kasım 2015
HYDRA Alp Dağları Üssü, İsviçre

_ _ _

Karanlık bir köşeye sinmişti Helmut Zemo. Tony Stark'ın biricik kızı askerler eşliğinde hücreye götürülürken bakışları kadına kilitlenmişti. Kadın gençti, hele de ölmek için... ama oğlu Carl öldüğünde kadından çok daha gençti, henüz küçük bir çocuktu.

Bu kadın tam altı ay önce diğer tüm Yenilmezler ile evine dönmüştü.

Nefes almaya devam etmişti, belki güzel bir yemek yemişti, belki yeni bir şehir görmüştü. Sokovya'dan beri babasına defalarca 'baba' demişti. Helmut Zemo oğlunun sesini duyabilmek video kayıtlarına sığınıyordu, Tony Stark'ın aksine.

Babasının, karısının ve daha okumayı yeni öğrenmiş oğlunun aksine.

Zemo yavaşça cüzdanını açtı ve eski fotoğrafa baktı. Son Noel'de çekilmiş bir aile fotoğrafıydı bu, sadece on bir ay öncesine aitti. Şimdi o fotoğraftaki insanlardan nefes alan tek kişi kalmıştı ki Zemo yakında kimsenin kalmayacağını biliyordu. Bir söz vermişti.

Daha iyisini başarmayı umuyordu ama daha iyisi olmazsa da ne yapacağını biliyordu.

Ne diyordu Victor Hugo Bir İdam Mahkumunun Son Günü'nde? "İntikam almak bireyseldir, cezalandırmak Tanrı'nın işidir." Zemo'nun Tanrı'nın işine karışmak gibi bir niyeti yoktu ama karışması gerekiyorsa karışırdı da. Onun için artık intikamda cezada aynı şeydi. Oğlunun hayranlıkla izlediği Iron Man, şimdi kendisi ne hissediyorsa ona da aynı şeyi hissettirecekti.

Buna ister insanın intikamı desinler, isterlerse Tanrı'nın cezası.

Baron Zemo kaybetmişti.

Tony Stark'ta kaybedecekti.

Diğer tüm Yenilmezler gibi.

Zamanla İlgili Küçük Bir Not# Wanda, Pietro ve Bucky'nin olduğu kısımların zaman akışı ile Rumlow, Grant ve Selene'in olduğu kısımlarda zaman akışı farklı, anlamışsınızdır zaten. Daha akıcı olması için bu şekilde düzenledim.

Illusion Jet# Bir önceki bölümde Selene'in bahsettiği görünmezlik donanımlı Çin Jeti, uydurmadır.

Algı Operasyonu* İngilizce Project Insight – Kaptan Amerika Kış Askeri filmindeki Fury'nin hayata geçirmeye çalıştığı, üç helitaşırın gökyüzünde sürekli dolaşarak işlenen suçlara anında müdahale etmesini sağlayacak olan projesi, Türkçe altyazı/dublaja algı operasyonu olarak çevrildi. (Ki bence düzgün bir çeviri olmuş her şeyi direkt çevirmemek gerekiyor, direkt çevirince İçyüzü/İçgörü Projesi gibi bir anlam çıkıyor.)

Carl Zemo# Helmut Zemo'nun oğlu, filmlerde ve dizilerde hiç adı geçmedi ancak silinmiş sahnelerde adı geçti.

Gerçek şu ki... I'm Adrestería! ₰

___

Song
Song

Continua a leggere

Ti piacerà anche

2.5M 214K 33
okumayın for vanilla baby
101K 6.4K 36
Malfoy ve Black iki ezeli rakip ve birbirlerinden nefret eden iki küçük çocuktur. Black'in 4. Sınıfta Harry'nin yerine arayıcı olmasından sonra Malfo...
61.6K 3.1K 42
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
21K 1.2K 35
Jungkook; Dolabımın şifresini değiştirip üstüne bir de içini prezervatiflerle dolduran orospu çocuğu sendin değil mi? Jungkook hoşlandığı kıza çok ya...