FRIENDS🦋🍀🌈

By tjsunnyday

159K 10K 6.6K

Onlar kimsenin birbirine yakın olmadığı kadar yakın olan arkadaşlardı. Ya da öyle sanıyorlardı. Birbirlerine... More

TANITIM
BAŞLANGIÇ
1.bölüm
2.bölüm
3.bölüm
4.bölüm
5.bölüm
6.bölüm
7.bölüm
8.bölüm
9.bölüm
10.bölüm
11.bölüm
12.bölüm
13.bölüm
14.bölüm
15.bölüm
16.bölüm
17.bölüm
18.bölüm
19.bölüm
20.bölüm
21.bölüm
22.bölüm
23.bölüm
24.bölüm
25. bölüm
26. bölüm
27.bölüm
28. bölüm
29.bölüm
30.bölüm
31.bölüm
32.bölüm
33.bölüm
34.bölüm
35.bölüm
36.bölüm
37. bölüm
38.bölüm
39.bölüm
40.bölüm
41.bölüm
42.bölüm
43.bölüm
44.bölüm
45.bölüm
46.bölüm
47.bölüm
48.bölüm
49. bölüm
50.bölüm
51.bölüm
52.bölüm
53.bölüm
54.bölüm
Bölüm Değil..
55.bölüm
56.bölüm
57.bölüm
59.bölüm
60.bölüm
61.bölüm
62.bölüm
63.bölüm
64.bölüm
65.bölüm
66.bölüm
67.bölüm
68.bölüm
69.bölüm
70.bölüm
71.bölüm
Bölüm Değil
72.Final

58.bölüm

1.9K 81 95
By tjsunnyday

Yağmurlu bir gün karşılamıştı onları. Nisan yağmurları kendini hissettirmeye başlamıştı. Bir yağıyor bir duruyordu. Hava bazen açık bazen bulutlar ile kaplı olmayı tercih ediyordu. Havada enfes bir toprak kokusu vardı. Bu koku şehrin üzerindeki kış kokusunu alıp götürmek ile görevlendirilmiş gibiydi. Ağaçların yavaş yavaş yaprak ile dolması insanlara umut oluyordu. Bazı sokaklar ağaçların çiçekleri ile bezenmişti. Bu çicekler görüntünün yanında güzel bir koku da yaymaktaydı.

Böyle bir sabaha uyandı Jin. Gözlerini birkaç kere kapatıp açtı. Kendine gelmek için birkaç dakika tavan ile bakıştı. Kollarını kaldırıp kendini esnetmek istedi ama üzerinde yatan sevgilisinden dolayı bu pek mümkün gibi görünmüyordu. Jin kafasını yanına çevirdi ve suratı yastık ile bir olan sevgilisine baktı. Tae göz kapakları hafif açık bir şekilde uyuyordu. Bu onun ne kadar derin bir uykuda olduğunu işaret etmişti Jin'e. Jin onun gözlerine baktıktan sonra uyanmayacağından emin oldu. Kolunu sevgilisinin boynu altından kurtarırken hafif bir şekilde yüzünü ekşitmişti. O kadar zamandır beraber uyuyorlardı ama bir türlü iki kişi uyumayı öğrenememişlerdi. Her sabah biri mutlaka yataktan sakatlanmış bir şekilde uyanıyordu.

Jin kolunu kurtardıktan sonra sevgilisine doğru yan döndü. Onun her bir zerresini izlemeye başladı. Uzun zamandır sevgilisine bu kadar yakından bakmıyordu. Haliyle özlemişti onu seyretmeyi. Dudakları da açık olarak uyuyan Tae, Jin'in karşısında gülümsetecek kadar bir şirinlik abidesi olmuştu. Ama bu şirin yüzünün altında ne kadar şeytansı bir ifade yattığını biliyordu Jin. Onun bu masum görünüşü altında aslında hiç de masum olmayan birilerinin yattığını biliyordu Jin.

Jin dün gece kendisini o şekilde bıraktıktan sonra sevgilisine gerekli cezayı verecekti. Onu uyandırıp, uyanık bir şekilde kalmasına neden olmuştu Tae. Jin'i kışkırtmış, sözleri ve öpücükleri ile onu hazır hale getirmiş; sonrasında ise o şekilde bırakmıştı. Üzerinden inip, arkasını dönüp uyumuştu. Hem de saniyeler içinde. En azından Jin böyle olduğunu düşünmüştü. Ama duymuyordu ki Tae'nin içinde çağlayan şimdi uyu uyuyabilirsen nidalarını. Bir şekilde bunun öcünü alacaktı Jin.

Ama sevimli surat karşısında kayıtsız da kalamazdı. Eğildi sevgilisine doğru. Onun yanağına günaydın öpücüğü bıraktı. Ona ne kadar kızgın olursa olsun, sevgilisine günaydın demeden günü aydın geçmezdi Jin'in.

Yataktan uzun uğraşlar sonrasında kalkan Jin, kahvaltı hazırlamak için mutfağa indi. Bugün sıra ondaydı. Sıra için değil, arkadaşlarına güzel bir kahvaltı hazırlamak için erken kalkmıştı. Jimin ve Jungkook gitmeden önce onlarla, her sofraya beraber oturmak istiyordu. Bu sofrada kalabalık günler elbet özlenecekti. Şimdi fırsatı varken bunu kaçırmaya niyetli değildi Jin.

Çorbayı ocağa koyarak başladı işe. Mevsimi geçtiği için artık sulu özelliğini kaybetmiş portakalları çıkardı masaya. Kabuklarını özenle soyup, meyve sıkma makinasının içine koydu. Her bir bardağı özenle doldurdu. Masanın etrafına dizdi. Bugün herkes kendi yerinde oturacaktı. Çünkü Jin herkesin kendi özel bardağına koymuştu portakal sularını.

Merdivenlerden gelen ayak sesi ile başını oraya çevirdi Jin. Jungkook merdivenlerden hızla iniyordu. Erken uyanmanın gururunu yüzünde taşıyor gibiydi. Amacı son kalan günlerini uyuyarak geçirmemekti. Olabildiğince evdekiler ile vakit geçirmek istiyordu. Özellikle bugün erken kalkmaya başlamıştı, çünkü biricik hyungunun sırasıydı. Ona yardım etmek istemişti. En son bir daha ne zaman yapacaklarını bilmiyordu. Eline geçen fırsatı kullanacaktı.

''Günaydın.'' Dedi neşeli tutmaya özen gösterdiği sesi ile.

''Günaydın Kookie. İyi uyudun mu?'' diye sordu Jin. Kardeşine doğru gülümsemişti. Onu özleyecekti. Sabah uyandığında şişen gözlerini, mahmur çıkan sesini, özleyecekti.

''Uyudum. Sana yardım etmek için geldim. Hadi bana ne yapmam gerektiğini söyle.'' Dediğinde mutfak önlüklerinin bulunduğu çekmeceyi açmaya başlamıştı Jungkook. Çekmecenin içinden yeşil ve beyaz dairelerin ev sahipliği yaptığı önlüğü çıkarmıştı.

Jin kardeşine döndü. Ona derin derin bakmaya başladı. İlk kez beraber hazırladıkları kahvaltı geldi aklına. Tanışmalarının üzerinden sadece 3 hafta geçmişti. Jungkook yağmurlu bir günde, yine ayaklarında ayakkabı, üzerinde bir şey olmadan evinden kaçıp gelmişti. Henüz on üç yaşında olabilirlerdi ama onları hayat çoktan olgun hale getirmişti. Ellerinde olmadan büyümüşlerdi bile. Gecenin bir yarısında çalan kapıya koşan Jin, kapıyı açtığında korkmuştu. Daha yeni tanıştığı bu küçük çocuk, karşısında dudağı patlak ve yüzündeki kocaman çizikle karşısında duruyordu. Oysa Jin onu ilk gördüğünde de dudağının kenarında yara vardı. Şaşkındı Jin, nasıl daha o yarası bile kapanmadan yenisi eklenmişti küçük yüze. Jin onu kabataslak süzdüğünde ayaklarındaki yaraları görebiliyordu. Jin zaten ağlamaya müsait biriydi. Annesini henüz kaybedeli çok olmamıştı. Onun haline başladı ağlamaya. Kolundan tutup içeriye soktu. Yanında kaldığı kadın her ne kadar bağırıp çağırsa da 'Ne olduğu belli olmayan insanları evime alma.' dese de dinlememişti Jin onu. Zaten kim olduğunu da bilmiyordu. Sana bakmakla görevlendirildim demişti. O zaman sorgulamamıştı Jin bunu. Zaten liseye başladığında da hayatından da kendi evinden de def olup gitmişti. Seokjin içeriye geçen arkadaşının yaralarına bakmış, onun ağlamasını dindirmek için uzun uzun sarılmıştı. Kadın insafa gelip bir ağrı kesici verdiğinde Jungkook koltukta uyuyakalmıştı. Sabah olup Jin uyandığında hemen mutfağa koşmuş, annesinden tek öğrenebildiği krep için yumurtaları çıkarmaya başlamıştı. Yumurtanın birinin elinden düşüp kırılması ile Jungkook uyanmış ve mutfağa gitmişti. Ona yardım etmek istediğini söylemişti. En azından onu evine alan biri için bunu yapabilirdi. Jin kırdığı yumurtaların bulunduğu tabağı ona uzatmış ve çatal ile karıştırmasını söylemişti. O onların birlikte hazırladıkları ilk kahvaltı olmuştu. Son olmayacaktı.

Jin aklındakiler ile gülümsedi. Jungkook'un yanağında kalan ize baktı. Derin bir nefes verdi. O adamın izi Jungkook'un kalbinde de yer edinmişti. Kırdığı yumurtalar ile birlikte çatalı ona uzattı. Yüzünde gülümseme vardı.

Jungkook uzatılan tabağı alıp tezgahın bir köşesine geçti. Yüzündeki silik gülümseme ile konuştu. ''Krep ha?''

Jin kafasını olumlu anlamda sallarken konuştu. Pirinçleri yıkamak için derin bir kap arıyordu. ''Evet, krep.''

''Biliyor musun? O günden sonra sayısız krep yedim. Ama hiçbiri o sabahki kadar leziz değildi.'' dedi Jungkook iç çekerek. Gidiyor olmak ona zor geliyordu.

Jin de iç çekti. Musluğun akan soğuk suyuna koydu ellerini. Soğuk elleri soğuk su ile buluştuğunda küçük bir irkilme yaşadı. ''Hatırlıyor musun ki tadını?'' diye sordu.

''Nasıl unutabilirim ki? Galiba karnımın ilk kez tam doyduğu bir öğün olmuştu.'' Dedi Jungkook. Elindeki çatalın cam kaba vurma sesi yankılanıyordu sessiz mutfakta.

''Oraya gittiğinde öğünlerini atlama. Karnını iyice doyurduğundan emin ol. Jimin'in de öyle.'' Dedi Jin. Su dolu kaptaki pirinçleri karıştırıyordu.

''Atlamam.'' Dedi Jungkook gülümserken. Masadan ayağa kalkmış ocağa doğru yürümüştü. Elindeki cam kaseyi tezgahın üzerine koyduktan sonra yıkanan bulaşıklardan tavayı almıştı.

''Jungkook,'' dedi Jin. Gözlerini kapatmış ve derin bir nefes vermişti. Devam etti. ''Yarın bir yürüyüşe çıkalım mı seninle?'' diye sordu.

Jungkook ona doğru döndü ve kafasını olumlu anlamda salladı. Gitmeden önce beraber yapabilecekleri bir şeyi düşünmüştü zaten. Jin ondan önce davranmış ve söylemişti. Jungkook bunun için kendini oldukça mutlu hissediyordu.

--

Yürüdükleri uzun yol nihayet bitmişti. Ne kadar yürümüş olduklarından dolayı şikayet etseler de, etraftaki bir sürü güzelliğin farkına varmışlardı. Parkeler ile bezenmiş yolun iki tarafında da ağaçlar vardı. Ağaçlar çiçek açmak için zaman kolluyor gibi görünüyordu. Küçük tomurcuklar dalların her yerindeydi.

İn ve cinin top oynadığı bu yoldan kimse geçmiyordu. Sanki geçse tüm güzelliği bozulacakmış gibi bir hava vardı üzerinde. İçindeki tüm güzellikleri saklamış ve bu sayede özelliğini koruyabilmiş gibi bir görüntü vardı.

Kız bu yol karşısında büyülendiğini hissetmişti. Yalnız yaptığı yolculukları her zaman sevmişti. Kimsenin olmaması ona huzur veren şeylerden biriydi. Bu zamanlarda yollara çıkar, doğanın uyanmasını koklardı burnuna. İçinde olduğu durum her sene yaşadığı bir klasiğin olmasına imkan vermemişti. Ama şimdi Jimin sayesinde bu ritüelini gerçekleştirebiliyordu. Tek farkla yanında yürüyen Namjoon vardı mesela. İki dakikada bir yüzünü sola çevirmesine sebep olan isim.

Namjoon yanında yürüyen kızdan gözlerini alamıyor gibiydi. Belki de gibisi fazlaydı. Gözlerini ondan gerçek anlamda alamıyordu. Yeşil ve kahverenginin hakim olduğu bu yol kız ile bütünleşmiş gibi gelmişti gözüne. Kız sanki girdiği tüm ortamı aydınlatan bir güneş gibi parlıyordu. Namjoon bu güzelliği izlemekten kendini nasıl alıkoyabilirdi ki zaten. Kızın kıvır kıvır saçları esen ılık rüzgar ile bir olmuştu. Saç telleri hafif hafif sallanırken Namjoon o saçlarda asılmayı diledi. Ömrünü verebileceğini hissetti. Belki de alışık olmadığındandı hisleri. Etrafında onun gibi bir kız görmemişti. Kız onun gözlerinin önünde ilklerini oluşturuyordu.

Kız ela gözlerini çevirdi Namjoon'a. Namjoon bir çift ela gözle duraksadı. Kalbi tekledi. Neden teklediğine anlam veremedi ilk başta. Bunun sebebinin kızın gözleri ile uyumlu olan küçük yapraklar olduğunu düşünmemişti. Güneş üzerlerinde parlarken sabahın getirdiği kasvetli bulutların etkisini unutturmuş gibiydi. Tıpkı kızın gözlerinin Namjoon'un içindeki acıyı unutturduğu gibi.

''Neden öyle bakıyorsun?'' diye sordu kız. Omzundan düşen kot ceketini toplamak için eli sağ omzuna gitmişti. Bahar ayları kendini güneşle hissettirse de esen hafif rüzgar hala biraz üşütüyordu onu.

''Nasıl bakıyorum?'' diye sordu Namjoon. Kendini şu an aynada görebiliyor olsaydı, kesinlikle kendini tanıyamaz hale gelirdi. Daha önce gözlerinin hiç saçmadığı ışıkları saçıyordu. Gözleri umut ile parlarken bu kaynağın kızdan geldiğinin farkında değildi.

''Bilmem, sanırım garip.'' Dedi kız utanarak gülümsemişti. Daha önce bakan olmamıştı ona böyle. Garip hissetmişti kendini. Değerli gibi. Özel biriymiş gibi.

''Garip mi?'' dediğinde kafasını yerdeki parkelere çevirmişti. Utanmıştı. Kalbi hiç tatmadığı duygular eşliğinde teklemişti. Bu duygular ona o kadar yabancı geliyordu ki, Namjoon kız ile tanışmasından bu zamana kadar alışamamıştı buna. Oysa sayısız kez bakmıştı. Sayısız kez denk gelmişti ela gözlere. Sayısız kez izlemişti rüzgarda ahenk ile dans eden saç telleri. Neden alışamamıştı anlamıyordu.

''Evet garip.'' Kız dudaklarını yaladı. Namjoon'un yere bakarken yanağında oluşan küçük gamzede dolaştı gözleri. Kalbinin heyecanlanan tarafını görmezden gelemezdi. ''Sanki ilk kez görüyormuşsun gibi, sanki bana bakıyorsun ama başka şeyler görüyorsun gibi.'' Dedi kız cesareti ile.

''Bu doğru bir tabir olabilir. Sana bakıyorum ama sadece seni görmüyorum.'' Dedi Namjoon. Önünden yürüyen çifte baktı. Jungkook sıkıca tutmuştu sevgilisinin ellerini. Namjoon kenetli olan parmaklara çevirdi gözlerini. O, yanındaki, adını bile koyamadığı duyguların sahibi olan insanla, kenetleyebilecek miydi parmaklarını merak ediyordu. Nasıl hissettirdiğini merak ediyordu. Jimin'in yüzüne baktığında aslında hasıl bir his olduğunu tahmin edebiliyordu ama yaşamadan asla bilemezdi.

Kız kaşlarını kaldırdı. Gözlerinin önüne gelen saçı çekti küçük parmakları ile gözlerinden. Koca gözleri şaşkınlık ile açıldı. Afilli laflar bilemezdi. Ona bunları söyleyen veya söylettiren biri olmamıştı. Her zaman olduğu gibi düz olacaktı. ''Ne görüyorsun ki?''

Namjoon gülümsedi tekrardan. Yüzünü kıza çevirdi. Bu sayede küçük gamze daha da büyümüştü. Kızın şaşkın yüzü onda ısırma isteği yaratmıştı. Bu isteği geri göndermek için boğazını temizledi. ''Jisoo, sana bakıyorum ama sadece seni görmüyorum. Çünkü çok farklı geliyorsun gözüme. Yanımda yürüyorsun ama uçuyor gibisin. Kanatların var. Kanatlarını çırptıkça kalbim atağa geçiyor gibi. Bana bakıyorsun. Sadece ela gözlerini görmüyor ama. Gözlerinden gözlerime uzanan ışıkları görüyorum. Gözlerinden çıkan ışıltılar sanki kalbime dokunuyor. Etrafını bir sarmaşık gibi sarıyor. Ve ben, nefessiz kalıyorum. Ve ben o sarmaşıklara sarılıyorum. Sana sarılır gibi.'' Güldü Namjoon. Sanki kıza sarılmanın ne demek olduğunu biliyor gibi konuşmuştu. Belki hayalinde sarılmıştı birkaç kez. ''Kusura bakma, kelimeler ile pek aram iyi değil benim. Ama dilim döndüğünce konuşacağım.'' Dedi.

Durdu bir anda. Kızın önüne geçti. Omzu arkasından hala önlerinde yürümeye devam eden Jimin ve Jungkook çiftine baktı. İçi rahattı. Çünkü zaten onların kendilerinden başka kimseyi görecek halleri yokmuş gibiydi. Namjoon dudaklarını öne uzatarak derin bir nefes verdi, önüne dönerken. Üst dudağının ortasına koydu dilini. Hazırdı. Kalbi böylesine delice atarken hazırdı. Beklemeyecekti. Zaten bir anlamı da yoktu. Birbirlerine geç kalmanın anlamı yoktu. ''Şey,'' göğsü hızla inip kalkıyordu. Gözlerini aralarından yeşilliklerin fışkırdığı parkelere getirdi. Sonra yavaşça hayat bulduğu ela gözlere çıkardı. O an, o an ayaklarının bağının çözüldüğünü hissetti. O kadar yoğundu ki bakışları, Namjoon neden onun önüne geçtiğini unutmuştu. Zamanı unuttuğu gibi, mekanı unuttuğu gibi. Kim olduğunu unutmuş gibi. Kalbinin hızlanan hareketlerine eşlik ediyordu nefesleri. Ardı ardına eklenen uzun soluklar son bulacak gibi değildi.

Kız gözlerini kırpmadan karşısındaki gence bakıyordu. Uzun kirpikleri yeniden göz kapaklarına değiyordu. Dudakları oksijene hasretmiş gibi hafif aralıktı. Pembe dudakların arasından inci dişleri görünüyordu. Namjoon dudaklarını birbirine bastırdı. Daha fazla izleyebilirdi bu suratı. Tüm kusurlarına rağmen, kusursuzluk içindeki suratı. Kızın kırmızı benleri kadar güzeldi burnu üzerindeki çilleri. Saçlarının açık renklerine eşitti çillerinin rengi. Belki on belki on beş tane vardı kızın burnu üzerindeki çiller. Namjoon saymaya başladığında sonunu getiremeyeceğini biliyordu. İğne deliği kadar küçük çiller arasında kaybolmayı düşlemişti Namjoon.

Onu düşünceleri arasından çekip çıkaran Jisoo olmuştu. Hala merakla bekliyordu. Hala heyecanla bekliyordu. Jisoo, Namjoon'u bekliyordu. ''Dilinin dönmediğini düşünmeye başlayacağım şimdi.'' Dedi hafif gülümserken. Namjoon o zaman fark etti, aslında kızın hep bahsettiği ama bir türlü göremediği gamzeyi. Dudaklarının iki yanında da vardı bu gamzeler. Namjoon her gün aynaya bakıyordu. Her gün kendi gamzelerini görüyordu ama o gamzeleri gördüğünde ilk kez böyle bir şey görmüş gibi hissetmişti. Gamzelere takılı kaldığını kızın iyice büyüyen gülümsemesinden anlamıştı. Kendine gelmek için kafasını iki yana salladı. Bir an önce uyanması gerekiyordu. Kızın dudaklarına bakarken oldukça utangaç hissediyordu kendini. Kızın yanlış anlamasından endişelenmiş olacak ki, gözlerini yeniden ela gözler ile buluşturdu. Dudaklarını yaladı.

''Jisoo, sen benim bu hayatta tanıdığım en tuhaf insansın. Daha önce senin gibi biri ile karşılaşmadım. Bir sürü insan geldi geçti bu kısa ömrümden ama senin gibi birini daha önce hiç görmemiştim. Sakın yanlış anlama. Hiç kız arkadaşım olmadı. Çok insan geldi geçti dedim çünkü yetimhaneye her gün başka bir çocuk gelirdi. Her gün başka bir insan ile tanışırdım. Ama sen, seni daha önce hiç görmedim birinde. O kadar farklısın ki gözümde, bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Nasıl ifade ederim bilmiyorum. Sen çok farklısın ve,'' durdu Namjoon. Derin bir nefese ihtiyacı vardı.

''Ve, çok farklı hissettiriyorsun. Kalbim yanında çok hızlı. Seninle konuşurken de öyle. Dinlerken de. Sana bakarken, seni izlerken çok farklı. Senin gözlerini göremediğimde de hızlanıyor, aynı şekilde sesini duymadığımda da. Senden bir haber alamadığımda da. Kalbim bana bir şeyler söylüyor Jisoo. Ben kalbimin dediklerine kulak vermeye başladım. Kalbim bana hadi artık diyor. Hadi artık söyle konuş, ben onun sesini bastıramıyorum. Jisoo, sen karşımda böyle güzel gülerken bastırmak istemiyorum. Bana böyle güzel bakarken. Ben, tabi sen de istersen, seninle olmak istiyorum. Elini tutmak, sana sarılmak istiyorum. Ben birlikte olmak istiyorum.'' Dediğinde derin bir nefes daha koyvermişti. Ama asıl sancının bundan sonra başladığından habersizdi. Kızın cevap vermesini beklemek onun için asırlar sürecek gibiydi.

Kız duydukları ile olduğu yerde kilitlenmiş bir şekildeydi. İlk defa duyuyordu bu kadar güzel cümleleri. İlk defa hissediyordu bu kadar sıcak duyguları. Jisoo, ağaçlı yolda bu hislere ne kadar uzak olduğunu anlamıştı. Bu hislere ne kadar yabancı olduğunu. Kendi kalbinin ona anlatmaya çalıştığı şeyleri sanki Namjoon suratına pat pat vurmuştu. Kendine itiraf edemediği şeyleri sanki Namjoon dile dökmüştü. Bundandı belki de kalbinin bu delice heyecanı. Kalbinin söylediklerine tercüman olmasındandı belki de elinin ayağının birbirine dolanması.

Kız gözlerini yere çevirdi. Birkaç kez kırptı göz kapaklarını. Küçük eli sol göğsüne gitti. Bu kadar hızlanması normal miydi? Zaten Namjoon'un yanında hızlanıyordu. Ama, ama sanki ilk defa bu hıza ulaşmıştı. Kız kalbi duracak diye korkmaya başladığında, ona endişeli gözlerle bakıyordu Namjoon. Kız gözlerini ağaçların uzun dalları arasından kendini gösteren mavi gökyüzüne çevirdi. Ela gözlerinde ağaçların yansıması vardı. Gözleri ilk defa bu kadar parlıyor gibiydi. İlk defa bu kadar net görüyordu sanki.

''Namjoon, bu, bu söylediklerin çok güzel.'' Kız alt dudağını ısırdı. Elini sol göğsü üzerinden çekti. ''Ben bunlara layık mıyım bilmiyorum. Senden bunları duymayı nasıl hak ediyorum bilmiyorum. Yaptığım onca şey, Tanrım, yine de senin tarafından bu güzel hisler ile karşılanıyorum.'' Kız gözlerinin dolduğunu hissetti. Tekrar çevirdi gökyüzüne bakışlarını. ''Özür dilerim, zırt pırt ağlayan insanlardan değilim ama bu sözlerin istemeden de olsa gözlerimi doldurdu. Tanrım!'' kız gözlerini kapatırken yere çevirdi bakışlarını. Namjoon kapanan gözlerden akan bir damla yaşı gördü. Umut ile parlayan yüzüne gölge düştü bir an. ''Size çok fazla kötülük yaptım. Size ihanet ettim. Yalanlar söyledim. Oyunlar oynadım. Hani demiştin ya şeytanın kendisi sensin diye, size karşı şeytanlıklar ile doldum. Ama sen, sen tüm bunlara rağmen benimle mi olmak istiyorsun? Onca yaptığım şeye rağmen,'' kız durdu ve dudaklarını yaladı. Ardından diğer gözü de eksik kalmadı akan yaşatan. ''Beni sevmek mi istiyorsun?''

Namjoon eğildi hafifçe kendinden kısa olan kıza. Bakışlarını aynı seviyeye getirmek için uğraştı. Bu sanki küçük bir çocukla konuşuyormuş havası vermişti ona. Namjoon ellerini kızın omzuna çıkardı. Sıkıca kavradı küçük omuzları. ''Seni seviyorum zaten.'' Dedi. Sesi kendinden öyle emin, öyle keskin çıkıyordu ki, kız bunu daha önce hiç duymamıştı. Gözlerindeki kararlılığı daha önce görmemişti.

Kız burnunu çekti. Karşısındaki genç ne kadar güçlü duruyorsa karşısında o da öyle yapacaktı. Keskin çıkan sesi ile konuştu. ''Kim Nam Joon. Yaptığım her şeye rağmen beni sevecek misin?''

Namjoon kızın duruşu ile endişeyi kovdu üzerinden. Tanıdığı Jisoo tam karşısında duruyordu. Gururla kızın gözlerine baktı. Kafasını olumlu anlamda salladı. Bundan o kadar emindi ki, kararlılığına kimsenin gölge düşürmeye gücü yetmezdi.

''Tamam, ben de her şeye rağmen, seni seveceğim.'' Dedi kız. Onun da sesi kararlı çıkıyordu. En az Namjoon kadar keskindi bakışları. Gözlerindeki kararlılık Namjoon'un gurur duymasına sebep olmuştu. Tanıdığı kişi tekrar yanındayken, onu kendine çekti Namjoon. Kollarını özenle kızın boynuna doladı. Kafasını kaldırdı ve çenesini kızın kıvırcık saçlarına koydu. Kıvırcık saçların boynunu kaşındırma hissini şimdiden çok sevmişti. Kız kollarını ne kadar çekinse de doladı Namjoon'un beline. Yüzü onun göğsüne gelirken, daha önce fark edemediği, içine çekmeye fırsat bulamadığı erkeksi koku doluyordu burnuna. Kız gözlerini kapatırken yüzünü daha çok gömmüştü güvenli göğse. Sığınmaktan vazgeçmeyeceği limana kendini biraz daha bırakmıştı.

Bu yol olmuştu onların miladı. Baharın gelmesi ile yeniden canlanmıştı doğa. Tıpkı canlanan Jisoo ve Namjoon'un kalbi gibi. Tıpkı onları uzaktan izleyen Jimin ve Jungkook'un gururlu kalbi gibi.

--

Doktor gözetimi altında izlediler yaşlı kadını. Bakımsız saçları biraz daha uzamıştı. Jimin onu son gördüğünden beri daha fazla beyazlaşan saçlara bakmıştı. Kadının saçlarına düşen beyazlık daha fazla hissettirme başlamıştı kendini. Jimin gözlerini kapattı camın ardından.

Yaşlı kadın küçük kızının ölümünden beri elinden bırakmadığı bez bebeği yatağının üzerine koydu. Yatağın yanında yer alan iki çekmeceli komidinin üzerindeki mavi tüylü tarağı aldı eline. Bez bebeğin saçlarını taramaya başladı kadın. Bazen yanında boş bir noktaya bakıyor ve gülümsüyordu. Jungkook, Jimin ile annesinin ne kadar benzer olduklarını fark etmişti. Kadına baktığında Jimin'in kısılan gözlerini görebiliyordu. Kadın gülümsemesini soldurmuş ve elindeki tarakla ayağa kalkmıştı. Bir noktaya doğru işaret parmağını sallamış ve birkaç dakika öyle durmuştu. Daha sonra yeniden gülümsemiş ve yatağına oturmak için geri dönmüştü.

Jisoo yanında ayakta duran Jimin'e baktı. Onun omzuna elini koydu ve destek olmak istercesine sıcaklığını hissettirmeye çalıştı. Jimin yanındaki kıza döndü ve gülümsedi. Bu gülüşün acı içinde olduğu o kadar belliydi ki kız kendini oldukça üzgün hissetmişti. Elinden bir şey gelmemesi onu üzmüştü. Fakat camekana yüzünü yeniden çevirdiğinde içinde geçmeye yüz tutmuş korkunun yeniden ortaya çıktığını fark etmişti. Kadın boş bir noktaya bakarken iç çekiyordu yavaş yavaş. O kadar normal görünmüştü kızın gözüne, kız bir an onun hasta olmadığını sanmaya başlamıştı. Ama saniyeler içinde gülmesi bu düşüncesini hemen uzaklaştırmaya yetmişti beyninden.

Doktor boğazını temizleyerek konuştu. ''Gördüğünüz gibi, günlerimiz her gün aynı geçiyor. Davranışları artık monotonlaştı. Eskiye nazaran daha az ruh değişiklikleri yaşıyor.''

''Yani iyiye mi gidiyor?'' diye heyecanla sordu Jimin. Gözündeki heyecan o kadar gözle görünüyordu ki doktor ona gerçeği söyleyebilecek kadar güçlü hissetmemişti kendini.

''Kötüye gidiyor diyemem. Zaten sizinle konuştuğumda durumun tamamen ortadan kalkması gibi bir şeyin mümkün olmayacağını anlatmıştım. Fakat bu aşamada iyiye gidiyor da diyemem. İlaçlar ile ruh halini bir nebze kontrol altına almayı başarıyoruz. Ama günden güne ilaçların dozu yetersiz kalıyor. Bay Jimin, annenize her gün daha fazla ilaç vermek zorunda kalıyoruz. Ağır ilaçlar. Bazen bütün gün uyuyor bazen uyumuyor. Tabi bu durumdan vücut sağlığı da kötü etkileniyor.'' Dedi doktor elini önünde birleştirmiş bir şekilde gençlerin önünde duruyordu.

Jimin arkasına döndü ve yeniden annesine baktı. Annesi yatağa uzanmış ve bacaklarını kendine doğru çekmişti. Yavaşça sallanıyordu olduğu yerde. Jimin yeniden önüne döndü. Umutsuz çıkan sesi ile sordu. ''Hiç mi bir şey gelmiyor elinizden? Günden güne böyle eriyip gidecek mi? Bir terapi ne bileyim hipnoz falan bunlar iyi gelmiyor mu?''

''İşte bu noktada sizinle tanışmamız çok iyi oldu.'' Dedi kıza dönerken. Doktor ardından devam etti. ''Sizinle oturup konuşmayı kabul ederse, bu attığımız büyük adımlardan biri olur. Gerçek yaşamdan kendini izole etmiş biri. Sizinle tanışması ona iyi gelecek. Bir kere kızı ile aynı isme sahipsiniz. Bay Jimin ile bir bağınız bulunmakta. Bu bağı iyi kullanırsak, ilaçların dozunu düşürebileceğimize bile inanıyorum.'' Dedi yüzüne hafif bir gülümseme koyarken.

Namjoon merakla öne atıldı. Kendine göre kısa olan doktor ilgi ile onun yüzüne bakıyordu. ''Jisoo'yu tanıdığında ters bir tepki verme olasılığı var mı?''

Doktor gülümsedi. Gözleri ilk Jisoo'nun gözleri ile kesişti. Boşuna doktor olmamıştı. Okumuştu ondaki endişeleri. Ardından Namjoon'un gözlerinde de okumuştu endişeyi. Nazik sesi ile cevapladı. ''Evet, bu mümkün. Ters bir tepki verebilir hatta hırçınlaşabilir. Ama endişelenmenizi gerektirecek bir durum yok.'' Kıza çevirdi gözlerini. Jimin ile kız arasında gelip gidiyordu bakışları. ''Yanınızda olacağım.'' Dedi gülümserken.

Odadan çıkan hemşire artık vaktin geldiğini gösterir gibi olmuştu. Doktor önde, Jimin onun arkasında ve Jisoo onu takip ediyorken girdiler içeri. Camın arka tarafında kalan Namjoon ve Jungkook dikkatli gözler ile odayı izlemeye başlamışlardı.

''Merhaba, bugün nasıl hissediyorsun?'' diye sordu Doktor. Yatağın ayak ucundaki çizelgeye bakmaya başlamıştı. Bunu laf olsun diye yaptığı çok belliydi. Bu tavrına Jungkook göz devirmişti camın arkasından. Konuşulanları duyamıyor olmak canını sıkmıştı.

Yataktan doğrulan kadın, dışarıya açılan cama bakıyordu. Gözleri dışarıyı izliyordu ama odanın içindeki garip havayı sezmiş gibi davranışları yavaş ve çıldırtıcı bir şekilde sakindi. ''Gün günden kötü geçiyor doktor.'' Dedi kadın derin bir nefes verirken. Gözlerinin altındaki mor halkalar gözle görünür haldeydi. İlaçlar yüzünden oldukça dengesizdi kadının uykusu.

''Benim nasıl olduğumu sormayacak mısın?'' diye sordu doktor. Sesinin naif çıkması Jimin ve gergin Jisoo'yu biraz olsun rahatlatmıştı.

''İyisin ki yanında misafirlerin var. Sormama ne gerek var doktor.'' Dedi kadın. Sesi de hareketleri kadar yavaş çıkıyordu. Kelimeler dudaklarından çıkmak için can veriyordu adeta.

''Bu misafirler bana değil ama. Seni görmek için gelmişler.'' Dedi Doktor. Dışarıya bakan pencereye doğru yürümüş, kadın ile göz kontağı kurmaya çalışmıştı. Belini pencerenin pervazına dayarken kollarını göğsünde birleştirmişti.

''Benim görmek istediklerim gelmedikten sonra beni görmek isteyenlerin gelmesi ne fayda?'' dedi kadın derin bir nefes verirken. Ellerini kucağında tutmuştu. Gözleri ile tırnaklarının kenarlarını incelemeye başlamıştı. Sanki tırnak kenarındaki etler fazla mı büyümüştü? Onları küçültmek için tırnaklarını ağzına götürdü.

Doktor başı ile Jimin'e onay verdiğinde, Jimin sanki bunu bekliyormuşçasına attı adımını. Kapının yanında durmaktan artık gına gelmişti çünkü. Annesi ile aynı havayı solurken, ona yaklaşamıyor olmak acı veriyordu. İliklerini sömürüyor gibi hissediyordu. Ona dokunmak, onun gözlerine bakmak istiyordu. Yeniden kollarına oğlum diyerek alsın istiyordu. Belki de istekleri çok fazlaydı bu durum için ama o sadece annesi ona baksın istiyordu.

''Anne?'' dedi kısık ve çekingen bir ses tonu ile. Sesi titriyordu. Kendi titriyordu. Bacakları öteye taşıyamıyordu onu. Ölecekmiş gibi hissediyordu. Nefesleri boğazında tıkanırken Jimin, elinden gelen bir şey olmadığına yanıyordu. Annesine haykırmak isterken sesinin çıkmaması zorluyordu onun. Daha annesinden bir cevap, en ufak bir tepki göremeden bile dolmuştu gözleri. Akmak için yer arıyor gibiydi.

''Sana beni arama dediğim halde buraya kadar mı geldin? Hiç söz dinlemiyorsun Jimin. Sana gelme demedim mi?'' dediğinde hışımla arkasına dönmüştü yaşlı kadın. Gözleri Jimin'e bakıyordu. Ama onu görmüyordu. Sanki başka bir şey ile iletişim kuruyor gibiydi. Jimin'in gözlerine bakmıyordu. Yüzüne bakıyor ama Jimin onu görmediğine yemin edebilirdi. Jimin içinde kopan fırtınalara rağmen sustu. Kendisinden gözlerine bakmayacak kadar mı nefret ediyordu, sorguluyordu. Bu kadar mı yok sayıyordu onu, bilmiyordu. Jimin içinden kopan şeylerin artık bağlanamayacağını zaten çoktan fark etmişti. Ama içinde büyüyen lanet umuda bir türlü ket vuramıyordu işte. Bir türlü durduramıyordu kendini. Kendine dur diyememek üzüyordu onu.

''Anne, ben, ben seni çok özledim.'' Dedi Jimin sesi çıktığı kadarı ile. Bağırmak isterken bu kadar kısık çıkması normal miydi?

Kadın gülümsedi. Gülümseyiş boştu. İçinde bir duygu barındırmıyordu. Ne bir nefret, ne bir hüzün ne de bir özlem. Hiçbir şey yoktu. Boşluk Jimin'in kalbini yaktıkça, onu söndürmek için gayret etmiyordu artık. ''Ben seni görmek bile istemiyorum.'' Dedi kulağına doğru. Parmakları üzerinde durmuştu kadın onun boyuna ulaşmak için. Elini dudaklarının yanına koymuş, kimse duymasın diye fısıltıyla söylemişti sözlerini. Jimin'in kalbini taşa çevirmekten beter eden sözlerini.

Jimin'in gözünden düşen inci tanesini takip etti Jungkook. İlgi ile içeriyi izleyen Namjoon elini arkadaşının omzuna koydu. Sevdiğinin gözünden düşen incilerin ne kadar can yaktığına daha birkaç saat önce şahit olmuştu. Daha birkaç saat önce deneyimlemişti bunu.

''Al bunu, getirdiğin yere geri bırak doktor. Ben kovmaktan bıktım, o gelmekten bıkmadı. Bu çocuk saf mı salak mı? Muayene et onu." Dedi kadın. Doktora dönmüştü şimdi.

Dağınık saçlarını eli ile daha fazla dağıtmıştı. Sarmaş dolaş olan saçlar kızın gözüne hiç açılmayacak gibi bir hava vermişti. Bir saatini taramak için harcadığı saçlar, kadının saçlarının yanında gözüne cennet gibi görünmüştü. Kız kadının ellerini saçlarından çekmesi ile kanayan parmaklarını görmüştü. Kadının canı çok yanıyor olmalıydı. Ama ilaçlar kadını öyle bir uyuşturmuştu ki kadının acıyı hissedecek bir hali kalmamış gibiydi.

Jimin kulaklarına dolan sözler ile gözlerini kapattı. Elini ağzına götürdü. Hıçkırıkları duyulsun istemiyordu. Kendini izleyen gözlerinin önünde böyle küçülmek istemiyordu. Ama bunu yapmakta öyle zorlanıyordu ki, içinde çağlayan nehirlerden haberi yoktu kimsenin. Gözlerinden akan yaşlar içinde çağlayan nehirlere karışıyordu. Küçük gözlerinden düşen her bir damla nehrin daha da hırçınlaşmasına sebep oluyordu. Kadının her bir sözü, kalbinin duvarlarına çarpıyordu. Kapanması mümkün olmayan yaralar açıyordu belki de. Jimin bu yaraları nasıl kapatacağından habersiz duruyordu boğucu odanın ortasında.

"Yanında gelen kim merak etmiyor musun?" Diye sordu doktor kadına. Kollarını çözmüştü şimdi. Siyah kumaş pantalonun cebine sokmuştu ellerini. Tavırları o kadar rahattı ki kız ürkmüştü bundan.

Kadın kafasını olumsuz anlamda salladı. Geri geri yürürken yatağına ulaşmayı hedeflemişti. Ayaklarının dermanı yok gibi görünüyordu. Ayakları fayans zemin üzerinde sürünürken etrafa rahatsız edici sesler veriyordu.

"Anne?" Diye sordu Jimin. Ona ulaşmak için bir adım daha atmıştı. Doktorun onu durdurması ile adımları sadece bir defa ile sınırlandırılmıştı. Gözleri ile uyaran doktora çevirdi yaşlı gözlerini. Daha sonra gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Konuşmak için dudaklarını araladı. "Anne, ben gidiyorum. Sana veda etmek istedim." Dedi Jimin.

Kadın bakışlarını arkasına çevirdi. Boş bakışlar yine Jimin'in yüzünün herhangi bir yerine bakıyordu. "Banane bundan. Sen zaten o gün gittin benden. Hiç var olmadın ki?" Dedi. Gözlerinde en ufak bir duygu kırıntısı bile yoktu. Jimin ürkmüştü. Jisoo da öyle.

"Anne, be-" diyerek başladığı sözü annesi kesti.

"Sus!!" Yüzünde şaşkın bir ifade vardı kadının. Bir şeyi çözmeye çalışır gibi beyaz ışıkların bulunduğu tavana çevirmişti bakışlarını. Kız kadın ile birlikte yukarıya çevirdi bakışlarını. Onun yerine kendini koymaya çalıştı. Ne görüyorda görmeyi denedi. Ne duyduysa duymaya çalıştı. "Sus ve dinle." Kadın işaret parmağını da yukarıya kaldırdı. Kız kaşlarını çattı. Anlamaya çalışıyordu. "Duyuyor musun, Jimin?"

Jimin adını duyması ile bakışlarını yeniden annesi ile buluşturdu. Kadının suratına bakıyordu. Gözlerini elleri ile sildi. Buğudan başka bir şey yoktu gözlerinin önünde. Annesine gitmeden önce doya doya bakmak istedi.

"Sesi duyuyor musun? Sana sesleniyor. Ama neden burada değil ki?" Dedi kadın. Jimin'e bakıyordu ama yine görmüyordu.

"An-" yine susturdu kadın onu.

"AH! Buradaymış." Kadın oturduğu yatağın üzerinden kalktı. Ayakta bile zor duruyor hali bir anda kaybolup gitmişti. Dimdik duruyordu şimdi. Jisoo, kadının bu ani ruh hali değişikliklerine bir türlü anlam veremiyordu. Gözlerini kadına kilitlemiş, onu takip ediyordu. Kadın gözlerini odanın köşesine dikti. Gülümsüyordu şimdi. O kadar güzel gülümsüyordu ki Jisoo bu gülüşe tapmaya başladığı hissetti. Kadının gülüşünde kaybolmayı diledi. En başından beri kadını izliyordu ama onun bu kadar güzel olduğunu fark etmemişti. Yüzünün bu kadar güzel göründüğünü fark edememişti. "Neden oradasın? Buraya gel, yanıma." Dediğinde kadın yatağın ucuna oturmuştu tekrardan. Gözleri bir köşeye bakarken mutluluk ile parlıyordu. Oturduğu yerin yanına gel diye vururken, mavi tüylü tarağı diğer eline almıştı.

Kız kadının baktığı noktaya baktı. Boşluktan başka bir şey yoktu. Kız ürperdiğini hissetmişti. Tüyleri diken diken olurken kız kollarını kendine sardı. Bir adım gerilemişti. Gözleri tekrardan kadına döndü.

Kadın yavaş hareketleri ile başını çevirmeye başlamıştı. Hareketleri o kadar yavaştı ki, kız ilk başından beri sanki o şekilde durduğunu hissetmişti. Kadın durmadı. Bakışları Jisoo'nun önüne geldi. Kızın ayakkabısından başlayarak incelemeye başladı. Gözleri vücudunda dolanıyordu. Jisoo ilk başından beri bu odadaydı ama görmemişti kadın onu. Sanki biri ona işaret etmiş de kadın işaret edilen yere bakmaya başlamış gibiydi. Kadının gözleri saçlarına takıldı. Yüzünün her noktasına bakıyordu. Jisoo iyice yerine sinerken bir şey yapamıyordu. Zaten ne yapabilirdi ki?

Kadın siyah gözlerini, kızın ela gözleri ile birleştirdi. Kız ürktü yeniden. Arkasına doğru bir adım attı. Kadın kafasını sağa doğru yatırdı. Yüzündeki ifadeyi çözmek zor olacağa benziyordu. Çözemiyordu kadını, göremiyordu ne düşündüğünü. Yaşlı kadın oturduğu yerden hafifçe kalktı.

Pencereye yaslanmış doktor yerinde doğruldu. O da kaslarını çatmıştı. Ne olacağını izlemek için bir saniye bile gözlerini ayırmıyordu. Namjoon cam ekrana biraz daha eğildi. Merakla bakıyordu o da. Endişe ile içeriyi süzüyordu.

Yaşlı kadın, Jimin'in arkasına doğru saklanmış kıza yürüdü. Yürüyüşü oldukça yavaştı. Gözlerini kırpmadan kıza bakıyorken, kız olduğu yerde çivilenmişti sanki. Hareket edemiyor, düşünemiyordu. Sadece ensesinden aşağıya kayan teri fark edebiliyor gibiydi. Hızla inip kalkan göğsü saymazsak tabi.

Kadın oğlunun ince bileğinden kavradı. Yıllar sonra ilk dokunuştu bu. Tenin tene değdiği ilk andı. Jimin içinde yetişen umutların sadece saniyeler içinde kaybolacağından habersiz özlemle bakıyordu annesine. Jimin bileğindeki ellere bakarken bir anda geriye doğru itildiğini fark etti. Kadın kızın önündeki Jimin'i çekmeye çalışmıştı. Jimin fazla direnmedi annesine. Onun çektiği yönde hareket etti.

Kadın yatık olan kafasını kaldırdı. Gözlerini kızın gözlerinden bir an olsun ayırmamıştı. Sadece ona kilitlenmiş bir şekilde bakıyordu. Kadının gözlerinden bir damla süzüldü. Kuru cildini ıslatan damlayı takip edebiliyordu Jisoo. Kadın dudaklarını araladı. ''Gözlerin ne kadar güzel.'' Elini kızın yüzüne çıkardı kadın. Baktığı köşeyi işaret edip yeniden konuştu. ''Bak benim kızım orada. Gözlerini çok beğendiğini söyledi. Saçlarında çok güzel. Sen beğenmedin mi tatlım?'' diye sordu yaşlı kadın. Köşeye çevirmişti bakışlarını yeniden.

Kız gözlerini kırptı heyecan ile. Kadına bakmak sanki artık ürkütmüyordu onu. Sanki korkmuyordu artık. Kadının işaret ettiği yere baktı kız da.

Kadın tekrar gözlerini buluşturdu ela gözler ile. ''Senin kim olduğunu soruyor. Beni görmek istemişsin. Doğru mu?'' gözleri merakla açılmıştı kadının.

Jisoo kadının arkasındaki doktora kısa bir bakış attı. Doktordan onayı aldıktan sonra konuşmaya karar vermişti. Yanlış bir şey söylemekten ya da yapmaktan korkmuştu. Yaşlı kadın kırışıklıklarına rağmen, gözlerinin altındaki morluklara rağmen o kadar güzeldi ki, Jisoo bu güzelliğin üzerine gölge düşürmekten korkmuştu.

Dudaklarını yaladı. Endişeden ve korkudan o kadar fazla kurumuştu ki, en ufak bir hareket ile yırtılacakmış gibi gelmişti Jisoo'ya. ''Benim adım Jisoo.'' Dedi kız topladığı tüm cesareti ile.

Ne geleceğini bilmiyordu kimse. Kadının nasıl bir tepki vereceğini kestiremiyorlardı. Bu belirsizlik, korkutuyordu onları. Camın arkasındaki iki bedeni de odanın içindeki bedenleri de. Ortamda derin bir sessizlik vardı. Sanki damarlardaki kan akmayı bırakmış gibiydi. Soğuk olan oda daha bir soğumuş gibiydi. Soğuk hava deposundaymış gibi üşüyordu Jimin.

Yaşlı kadın duyduğu isim ile kızın yüzündeki elini indirmişti. Geriye doğru bir adım atmıştı. Elini tutunacak bir dal arar gibi hafifçe havaya kaldırmıştı. Gözleri kızın ela gözlerinden ayrılmıyordu. Kız da gözlerini kadından ayıramamıştı. Birbirlerine bakıyorlar, bu da aralarında görünmeyen elektrik dalgalarının oluşmasına neden oluyordu. Kadın konuşmak için araladı kuru dudaklarını. ''Jisoo mu?'' diye sordu. Sesi fısıltıdan farksız çıkmıştı.

Kız kafasını olumlu anlamda salladı. Gözlerini beyaz fayanslara indirdi. Düşünüyor gibi bir hali vardı. Birkaç dakika öylece bekledi. Ortamdaki sessizlik insanı kahreden seviyeye ulaşmıştı ki, kadın gözlerini yeniden kıza çıkardı. ''Benim kızımın adı da Jisoo.'' Parmaklarını kaldırarak köşeyi gösterdi kıza. Ardından devam etti. ''Bak orada oturuyor. Sen görüyor musun onu? Bu odadaki herkes onu görmediğini söylüyor. Benim küçük kızım buna çok üzülüyor. Lütfen ona seni görüyorum de.'' Kadın gülümsedi. Gözlerinin kenarı yeniden kırışıklıklar ile dolmuştu. Gözlerinde umut adı verilen pırıltılar görülüyordu. ''Belki de arkadaş olursunuz ha? Burada tek başına olmaktan çok sıkılıyor.'' Dedi kadın.

Kız gözlerini kadından ayırıp doktor ile birleştirdi. Doktordan bir işaret bekliyor gibiydi. Doktor kafasını olumsuz anlamda sallayınca kız konuşması gerektiğini anlamıştı. ''Özür dilerim, onu görmüyorum.'' Dedi kız.

Kadının kaşları çatıldı. Gözlerini kızın üzerinden ayırdı. ''Sesini duyuyor musun peki?'' diye sordu sorusunu. O kadar sakindi ki sesi, doktor şaşkınlık ile açmıştı gözlerini.

Kız yeniden kafasını olumsuz anlamda salladı. Kalbi çok hızlı atıyordu. Kötü bir tepki gelmemesi için dua ediyordu. Kadının kafasını olumlu anlamda salladığını gördü kız. Derin bir nefes verdiğini duydu. Göğsü heyecanlı bir şekilde dik duruyorken şimdi çökmüştü. Kadının gözleri yerdeyken konuştu. ''Özür dileme. Onu görmüyorsan sadece bana özel olduğu için görmüyorsun. Kızımı kendime saklıyorum ben.''

Kadın geriye attığı adımı yeniden kıza doğru yöneltti. Lekeli olan ellerini kıza doğru uzattı. Kanayan tırnak diplerine umursamadan saçlarına dokundu kızın. ''Ne kadar yumuşak. Kızımın saçları da böyle biliyor musun?'' diye sordu kadın.

Kız gözlerini yere çevirdi. Saçlarına dokunulmasından nefret ederdi. Saçları doğuştan böyle olduğu için küçüklüğünden beri herkes dokunmuştu saçlarına. Bunun yüzünden defalarca bitlenmiş ve annesinden hep azar yemişti. Ama kadının dokunuşları onu rahatsız etmek yerine gülümsetmişti. Kadının naif dokunuşları kızın istemeden olsa da hoşuna gitmişti. Bilmiyordu, belki de anne şefkatine duyduğu özlemden kaynaklıydı bu. Kız gülümseyerek konuştu. ''Onu görebilmeyi isterdim. Ama görmüş kadar oldum. Jimin bana hep kardeşini anlatır. Saçlarından bahseder.'' Dedi kız. Kadın gözlerini oğluna çevirdi. Jimin bunun şoku ile gözlerini kocaman açtı. Annesi onca yıldan sonra ilk kez bakıyordu gözlerine. Gözleri hasretlikten sonra ilk kez buluşuyordu.

''Öyle mi Jimin? Kardeşini mi anlatıyorsun?'' diye sordu naif sesiyle.

Jimin girdiği şoktan uyanmamıştı henüz. Annesinin gözlerine bakabiliyor olmak ona çok iyi gelmişti. Bu kontak bozulmasın da doya doya bakayım istiyordu kalbi. Küçük bir çocuğun annesine açtığı kollar gibi açılmıştı gözleri. Onun cevap vermesi gerektiğini hatırlatan kız olmuştu. Jimin'i omzundan dürttü.

Jimin gülümseyerek konuştu. ''Evet anne, anlatıyorum.''

Kadın oğluna gülümsedi. Yüzünde dolaştırdı gözlerini. Fakat çok sürmedi bu. Kadın yeniden ellerine bakmaya başladı. Mavi tüylü tarağı hava doğru kaldırdı. ''İstersen sana verebilirim. İster misin?'' diye sordu kadın kıza. Beklenti içinde olduğu aşikardı.

''Çok isterim.'' Dedi Jisoo. Korkusu nihayet peşini bırakmış gibi gülümsüyordu kadına.

Kadın kızın eline uzandı. Tarağı kızın eline tutuşturduktan sonra yeniden konuştu. ''Buraya yeniden gelir misin?'' diye sordu.

Kız Jimin'e baktı. Ne cevap vereceğini bilmiyordu haliyle. Doktora bakıyordu Jimin ise. Ondan bir tepki almayı bekliyordu. Doktor gözleri ile onayladı onu. Kadın, kızın Jimin'e bakması ile birlikte yeniden gözlerini Jimin'e çevirmişti. Oğluna seslendi bu sefer. ''Jimin, onu buraya yeniden getir olur mu?''

--

Güneş pencereye vuruyordu. Güneş ışınlarını odanın içine istikrarlı bir şekilde gönderiyordu. Dersi olmayan Tae, bu boş günü bir haftanın eksikliğini kapatmak ile dolduruyordu. Jin onu kendi odasına yollamış ve işini bitirinceye kadar odasından çıkmamasını söylemişti. Taehyung sevgilisinin söylediklerini koşulsuz kabul ederken bu kadar zorlanacağını bilmiyordu. Ne kadar çok şey işlemişlerdi şu bir hafta içinde. Jungkook'un verdiği notları toplamak ile uğraşmaktan gına gelmişti artık. Kafasını koyduğu kağıttan yanağına bulaşan mavi mürekkepten habersiz Taehyung kafasını kaldırmıştı koydu yerden.

Elinde çevirip durduğu pilot kalemi dişleri arasına almıştı Tae. Son bir kez daha eksik bir yerlerin kalıp kalmadığını kontrol etmek için defterleri karıştırıyordu. Son birkaç sayfayı görmezden gelebilirdi. Ne anlama bile geldiğini anlamadığı çizimi çizmeyecekti defterine. Buna gerek yoktu. Sabahtan beri zaten çözmüş oldukları soruları geçiriyordu. Bir de bu çizim için zamanını harcamayacaktı Tae.

Defterleri kapatıp, üst üste koydu. Ağzındaki kalemi de Jin'in kalemliğine koyduktan sonra gözündeki çerçevesiz gözlükleri çıkarmıştı. Dağınık masanın herhangi bir yerine atarken ellerini başının üzerinde birleştirmiş yukarıya doğru esnemişti. Jin sevgilisini ne kadar da çok seviyordu böyle. Tae'nin odasındaki sandalyenin rahatsız olduğunu bildiği için onu kendi odasına yollamıştı. Tae kim bilir o sandalyenin üzerinde oturmaya devam etseydi ne kadar daha ağrı çekecekti. Kollarını indirdi başının üzerinden. Jin'in yatağı üzerine gelişi güzel attığı telefonu almıştı eline arkasına dönüp.

Telefonun ekranındaki bildirim çubuğunda iki mesaj olduğunu gördüğünde, ne zaman sessize aldığını merak ediyordu. Ama bunu bulması çok olmadı. Yüzüne oturan gülümsemeyle diyebilirdi ki; Jin onun rahatsız olmaması veya dikkati dağılmaması için sessize almıştı telefonu. Tae yüzünde ki gülümsemeyle evi dinlemeye başlamıştı. Oturduğu sandalyede geriye doğru yaslanırken mesajların kimden geldiğini merak etmemişti. Merak ettiği tek şey şimdi sevgilisinin ne yaptığıydı.

Ses çıkmayan odaları dinledi güzelce. Jimin, Jungkook ve Namjoon rehabilitasyon merkezine gitmişlerdi. Hobi derse gitmek için evden çıkmış, Yoongi ise annesine bakmak için gitmişti evden. Evde kimsenin olmayacağını duyduğunda yüzünde hemen sinsi bir gülüş oluşmuştu Tae'nin. Ama Jin'in onu odaya göndermesi ile birlikte bu gülüş silinmişti. Ama neyse ki hala eve dönen birileri yoktu. Dün ki yaptığından sonra zor durumdaydı Tae. Sevgilisine karşı hala hasretle kıvranıyordu. Ama evden ses gelmemesi onu kuşkuya düşürmüştü. Jin evde değil miydi?

Kaşları çatık bir şekilde ekranın kilidini açtı. Mesajların ikisi de sevgilisine aitti. Jin ilk mesajda odamı dağıtma, ikincisinde ise yardımına ihtiyacım var demişti. Taehyung çatılan kaşları ile kalktı sandalyeden. Odanın kapısını açıp dışarıya adımladı. Hemen mutfağa gitmek için harekete geçti. Sevgilisinin bugün temizlik yapacağını biliyordu. Bu yüzden gözleri ile aşağıdaki odalarda dolanıyordu. Ama ses yoktu. Jin ortalarda görünmüyordu. Ama temizlik yapılmış, etraf yeni aldıkları dağ esintisi kokulu çamaşır suyundan kokuyordu. Tae aşağıdaki banyoya yürüdü. Orada da kimse yoktu. Daha sonra gözlerini bahçeye çevirdi. Bahçede olabilir umudu ile bakması ellerini boşa çıkarmıştı. Bahçede de kimse yoktu. Tae sevgilisini aramak için elindeki telefonun kilidini açtı yeniden. Onu arayıp neden habersiz çıkıp gittiğinin hesabını soracaktı.

İsmin üzerinde kaydırdı ve telefonu kulağına tuttu. Yardımına ihtiyacım mesajı onu daha fazla endişelendirmişti. Alt dudağını ısırırken ayağının biriyle ritim tutmaya başlamıştı. Uzun çalan telefon açıldığında sevgilisinin sesini duymak için bekledi Tae. ''Efendim.'' Dedi yankılı gelen ses.

''Neredesin sen? Haber vermeden nereye gittiğini sorabilir miyim?'' dedi kükreyen sesi ile Tae. Kızgındı. Jin hakkında endişelenmekten korkuyordu.

''Bir yere gitmedim. Evdeyim.'' Dedi şaşkın gibi çıkan ses. Jin'in sesi hala yankılı gelmeye devam ediyordu.

''Evde neredesin?'' dediğinde arka bahçeye doğru bakmak için mutfak bölümüne yönelmişti Tarhyung.

''Yukarıda.'' Dedi Jin son heceyi uzatarak. Şu an yaptığı şeyden o kadar fazla keyif alıyordu ki, dudaklarını ısırmaya başlamıştı.

''Jin, dalga mı geçiyorsun? Neredesin?'' dediğinde gözlerini devirmişti Taehyung. Merdivenlere yöneltmişti bu sefer adımlarını. Yanına gidecek ve güzelce neden böyle yaptığını soracaktı.

''Hayır sevgilim, dalga geçmeyi bilmem ben.'' Dedi Jin. Suyun altındaki elini çıkarmış ve incelemeye başlamıştı.

Kendi odasına adımlayan Taehyung, sonunda onun banyoda olduğunu anlayabilmişti. Kendi banyosunda ne yaptığını bilmiyordu ama ona soracaktı burada ne iş yaptığını. Odasının kapısını hiddetle açınca Jin telefonu kapattı. Taehyung telefonu yatağına attı sinirle. Kendisini böyle endişelendirmekten keyif mi alıyordu bilmiyordu Tae.

''Sen,'' dediğinde banyonun kapısını açmış ve şaşkınlık ile kalakalmıştı. ''Oww!! Sen,'' dediğinde yüzündeki sinirli ifade geçmişti artık. Aksine sinsi bir gülüş oturmuştu.

Köpüklerin arasındaki Jin, sevgilisine gülümseyerek bakıyordu. Uzandığı küvette daha dik bir konuma gelmek için harekete geçmişti. Onun hareketi ile hafif taşan köpüklü sular, bej fayansları ıslatmıştı. ''Ben ne?'' diye sordu Jin.

Ağzı açık kalan Tae, banyonun kapısını arkasından kapattı. İki sefer kilitledikten sonra yeniden önüne döndü. Yüzündeki ifade o kadar değişik bir hal almıştı ki Jin, onu anlamak için gözlerini kısmıştı. Taehyung dudaklarını yaladı ve konuştu. ''Sen, çok güzel görünüyorsun.'' Dedi Tae. Jin'in ıslak omuzlarına bakıyordu. Köpükler parça parça omuzlarından kayarken Tae o yolu takip ediyordu. Sert bir şekilde yutkundu. Daha fazla hareketsiz kalıp bu görüntüyü izlerse kalbinden olabilirdi. Üzerindeki tişörtten acele ile kurtulduktan sonra sevgilisine doğru yürüdü.

Jin gülümsedi onun bu haline. Sabırsız hali o kadar mest etmişti ki onu aklındakileri hiçe sayabilirdi. Ama dün akşam nasıl o halde kaldı ise kendi, sevgilisi de kalsın istiyordu. ''Hey, ne yapıyorsun?'' diye sordu.

''Sana geliyorum bebeğim.'' Dediğinde küvetin kenarına oturmuştu Tae. Islanan kırmızı eşofmanı umurunda bile değildi. Umurunda olan tek şey sevgilisinin vücudundan yayılan inanılmaz çekici kokuydu. Onun ıslak bedeniydi.

''Kim sana gel dedi?'' diye sordu Jin kaşlarını kaldırarak. Küvetin kenarındaki banyo lifini almış ve Tae'nin jelini koymak için kapağını açmıştı.

Duyduğu soru ile yerinde kalan Tae ne bir adım ileri ne bir adım geri atabilmişti. Gözleri ile inanamayarak sevgilisine bakıyordu. Ama bu sadece daha bir başlangıçtı. ''Yardımına ihtiyacım var yazmışsın.'' Dedi Tae. Şaşkınlığı küçük bir çocuğu anımsatıyordu.

''Bahsettiğim yardım,'' elindeki lifi sevgilisine uzattı Jin. ''uzanamadığım yerler var. Beni keseler misin?'' diye sordu. Arkasına doğru dönerken planından sapmamak için çok fazla gayret gösteriyordu. Gözlerini kapatmış Tae'nin sadece kabul etmesini beklemişti.

Şaşkın bir şekilde uzatılan lifi alan Tae, bir şey söyleyememişti. Onu keselemek istemiyordu. Onu dudakları ile öpmek istiyordu. Onun kokusunu burnuna çekmek istiyordu. Ona sarılmak istiyordu. Onu kendi etrafında hissetmek istiyordu. Tamam dün yaptığı çok zalimce bir şey olabilirdi ama bu cezayı hak etmediğini düşünüyordu. Jin karşısında bu kadar çekici bir haldeyken Tae, ona dokunmak için yanıp tutuşuyordu.

Şaşkın bir şekilde lifi omuzlarına değdiren Tae, hala ağzı açık bir şekilde Jin'in ensesinden aşağıya süzülen damlalara bakıyordu. Beyaz ten hafif sarımsı olan ışığın altında parlıyorken Taehyung bu görüntüyü daha önce göremediği için hayıflanıyordu. O defterler arasında boğuşurken kim bilir Jin ne zamandır buradaydı.

''Biraz daha sert olur musun, bebeğim?'' diye sordu Jin. Alt dudağını ısırmıştı. Lifin omzunda bıraktığı histen çok, diğer omzuna değen sıcak elleri hissetmişti. Dokunduğu yeri yangına çeviren elleri.

Taehyung duyduğu şey ile transtan çıkmış gibi irkildi. Biraz daha sert bastırdı lifi. Sevgilisini keselemek için lifi hareket ettiriyordu. Gözleri ile başka yerlere baksa da önündeki muhteşem görüntüden kendini alamıyordu. Ona yapılan haksızlıktı. Tae kendini çok büyük bir haksızlığa uğramış gibi hissediyordu. Dün sadece biraz eğlenmek istemişti. Şimdi böyle olacağını bilse yapar mıydı aynı şeyi? ''Biraz fazla olmuyor mu bu?'' diye sordu Tae. Bunu aslında içinden söylemek istemiş fakat dışına çıkmıştı sesi.

''Pardon duyamadım?'' dedi Jin. Kafasını omzu üzerinden geriye doğru çevirmişti hafif bir şekilde.

Tae kulaklara dolan ses ile alayla güldü. ''Hadi ama, bu senin her zaman kullandığın ses tonun bile değil.'' Dedi Tae. Jin bilerek yapıyordu. Bunu sonunda anladığı için kendi ile gurur duysa da böyle zor bir durumun içine düştüğü için pişmanlık duyuyordu.

''Şimdiki ses tonum nasıl ki?' diye sordu Jin keyifle. Şu an ki halinden acayip memnundu.

''Sen beni delirtmek mi istiyorsun? Kendi kulakların duymuyor mu sesini? Sence aynı mı?'' diye çıkıştı Tae. Jin böyle bir çıkışı beklemediği için hafif bir geri vites yapmıştı.

''Diğer tarafıma geç.'' Sesi biraz daha normale dönen Jin, bunu bir emir verir gibi söylemişti. Onun sözleri ile yönünü değiştiren Tae, alt dudağını ısırmış sinirle burnundan bir nefes vermişti.

''Bunun haksızlık olduğunu düşünmüyor musun? Ben sana böyle mi yaptım?'' diye sordu Tae. Hafif bir şekilde öne doğru eğilmiş, sevgilisinin yüzüne bakmayı hedeflemişti. Tabi bunu yaparken lif tutan eli artık hareketlerini yavaşlatmıştı.

''Sen bana ne yaptın ki?'' diye sordu Jin. En güzeli bilmezlikten gelip, asıl şeyi itiraf ettirmekti. Kafasını sevgilisine doğru çevirdi Jin. Tae'nin nefesini ensesinde hissetmek sadece ortamı biraz daha sıcak bir hale getirmişti.

Yine alayla gülen Tae, gözlerini kapattı. Sevgilisinin kulağına doğru yaklaştı. ''İstersen hatırlatabilirim ne yaptığımı.'' Dediğinde ses tonu koyu ve derinden gelmişti. Sevgilisinin kulağına fısıldamak her zaman hoşuna giden şeylerden biri olmuştu.

Kulağında hissettiği sıcak nefes ile dişleri arasına aldığı dolgun dudaklarını serbest bıraktı Jin. İstemeden içine dolan sinir ile kışkırtıcı ses tonunu bir kenara bıraktı Jin. ''Sen sadece biraz daha sert yap şunu.'' Dediğinde omzunu işaret etmişti eliyle.

Tae kafasını yaklaştırdığı yerden geriye doğru çekerken yüzünde zafer kazanmış bir ifade vardı. Kafasını olumlu anlamda aşağı yukarı sallarken konuşmuştu. ''Sen biraz sabret, ben sana daha fazla sert olacağım.'' Dedi.

Jin gözlerini devirdi duyduğu şey ile. Konuşmayı bıraktı. Eğer devam etseydi Tae de devamını getirirdi. O zaman zararlı çıkan kendi olurdu. Zararlı çıkmamak için susmuştu, yine zararlı çıkacağını bilmeden.

Taehyung elindeki lifi sevgilisinin sırtında dolaştırdı. Diğer eli dokunduğu yeri hala yakıyordu. Bir eli ile onu keselerken, diğeri ile okşuyordu. Keselenen yerler beyaz tende kırmızılıklar bırakıyordu. Taehyung sevgilisinin boynunda kendi kızıllarını görmeyi o kadar çok özlemişti ki elindeki lifin suya geri düştüğünden habersizdi. İki eli ile sevgilisinin sırtını okşamaya başlamıştı şimdi. Elleri omuzlarına gidiyor, sonra yeniden sırtına dolanıyordu.

Tae yeniden ellerini sevgilisinin omuzlarına doğru çıkardı. Eşofmanı zerre kadar umurunda değildi. Ayaklarını küvetin içine yolladığında artık tam anlamı ile küvetin kenarına oturuyordu. Jin ise onun açılan bacaklarının arasında kalmıştı. Taehyung ellerini durdurmadı. Sevgilisinin göğsüne doğru indirdi. Kafası da sevgilisinin başına doğru eğilmişti. Tae çekici kokuların yayıldığı saçlara küçük bir öpücük koymuştu.

Jin bu dokunuşlar ile kendinden geçmeye başlamıştı. Onu özlemişti. Kendisine dokunmasını, öpmesini, sıcaklığını özlemişti. Şimdi boş yere bu anlamsız çekişmeyi devam ettirmenin faydası yoktu. O yüzden gözlerini kapatarak kendini teslim etmişti Taehyung'a.

Taehyung bulduğu fırsatı göğüsleyip, küvetin içine doğru kaymıştı. Tam anlamı ile küvetin içine oturduğunda kendine sevgilisini çekmişti. Çıplak göğüs çıplak sırt ile birleştiğinde, suyun sıcaklık derecesi aniden artmış gibiydi. Bu sıcaklık ikisini de uyuşturuyor, ikisini de tutkunun kollarına hapsediyordu. Bu hapisten kurtulmak ikisi içinde artık imkansız gibi bir şeydi. Gerçi bundan kurtulmak isteyen de yoktu. Hele ki birbirlerini özlemişler ise, kesinlikle imkansız denen bir şey vardı.

Tae sevgilisinin omzundaki ellerini çekti. Jin'in kolları arasından ellerini geçirdi. Ona belinden sarılırken kafasını sevgilisinin omzu üzerine koymuştu. Gözlerini kapatmış onun kokusunu dinlerken kendini dinlenmiş gibi hissediyordu Tae. Huzuruna kavuşmuş gibi hissediyordu. Hayatındaki sorunlar tek tek silinmiş, geriye sadece Jin ve kendisi kalmış gibiydi. Hiçbir sorun olmadan sadece huzuru hissediyordu. Kalbi dinginlikle atıyordu.

Tae çenesini sevgilisinin omzuna koyduktan sonra, Jin ise boynunu geriye doğru atmış ve sevgilisinin omzuna koymuştu başını. Gözlerini kapatmış, dünyanın en rahat yeri orasıymış gibi hafif bir gülümseme oturtmuştu yüzüne. Sanki dünyanın en güvenli yeri sevgilisinin omuzlarıymış gibi bütün gardını indirmişti.

Kaç dakika orada kaldıklarını bilmeden konuştu Tae. Sesi fısıltı gibi çıksa da ulaşıyordu sevgilisinin kulaklarına. ''Senin yanında olmak, sana böyle dokunmak, böyle sarılmak, kokunu içime çekmek; her şeyi unutturuyor bana. Teninde hayat bulmak, teninde yaşamak istiyorum. Bu mümkün mü?''

Jin yüzündeki gülümsemeyi büyüttü. Sevgilisinin derinden gelen sesi kalbinin hızlanmasına sebep olmuştu. Jin kalbi böyle hızla atarken daha başka seviyordu. ''Bana yapışık olarak gezmek istiyorsan, evet mümkün.'' Dedi Jin.

Tae sevgilisinin boynuna öpücük kondurdu. Kuş kadar narin bir öpücük. Bir kuş kadar naif. Bir kuşun kanat çırpması kadar hevesli. Bir kuşun uçması kadar özgür. Dudaklarını ayırmadı boynundan. Sıcak nefesini üflerken konuştu. ''Aksini düşünemiyorum bile. Bundan çok memnun olurdum. Emin ol.'' Dedi Tae.

Jin yine gülümsedi. Çıplak karnı üzerindeki ellerin üzerine koydu ellerini. Narin bir şekilde okşamaya başladı. ''Senden önce nasıl yaşamışım, bilmiyorum. Sanırım huzurun tanımını seninle öğrendim.'' Dedi Jin.

''Sadece huzurun mu?'' diye sordu Tae bir öpücük daha kondururken. Jin içini okşayan bu öpücük ile gülümsemesini büyüttü.

''Aşkı seninle öğrendim. Karşılıksız sevgiyi. Bu kadar çok sevmeyi. Her şeye rağmen kabul etmeyi, nefes almayı, nefes vermeyi, özlemeyi, hasretlik çekmeyi, nefes alırken yaşamayı öğrendim seninle. Kanatlarım yokken kanatlarımı çırpmayı, özgürce uçmayı öğrendim. '' dedi gülümserken. Kafasını hafifçe sevgilisine doğru çevirdi Jin. Sevgilisinin yanağına güzel bir öpücük verdi.

''Sana daha birçok şey öğretebilirim aslında.'' Dedi Taehyung. Sevgilisinin boynundaki öpücüklerini derinleştirmişti. Daha sık ve ıslak öpüyordu onu. Jin bu değişimin yanında, sesindeki değişikliği de kavramıştı. Sesi koyulaşırken, en sevdiği tonu bir kez daha duyduğu için minnettardı Jin.

''Ne gibi mesela?'' dediğinde Jin'in karnı üzerindeki ellerini de hareket ettirmeye başlamıştı Tae. Karnını hafifçe okşuyordu. Suyun ve köpüğün altındaki hareketler belli olmayacak kadar narindi. Su bile kıpırdamıyordu. Jin sorusunu sorarken boynunu biraz daha açmıştı sevgilisine. Tae ona sunulan bu beyaz boynu keyifle kabul etmişti. Dudaklarının yerini dili alırken, Jin oldukça memnun görünüyordu halinden.

''Mesela,'' dediğinde dişleri arasına almıştı dudakları arasındaki nazik teni. Dişleri arasında sıkışan ten giderek kızarıyordu. Tae dişlerinin izi kalsın istiyordu. Kendi izi Jin'de kalsın istiyordu. Sanki aksine imkan varmış gibi büyük bir özenle yapıyordu bunu.

''Hmm'' dedi Jin ısırığı hissettiğinde. Canı acımıyor aksine hoşuna gidiyordu. Heyecanlanmıştı bile. Nefesleri hızlanmıştı belki de. Alt dudağını o da kendi dişleri arasına almıştı. Halinden oldukça memnundu. Daha fazlasını istiyordu. ''Başka?'' diye sordu. Tae'yi kahreden sesindeki tınıyı geri kazanmıştı Jin.

''Mesela'' dediğinde sevgilisinin karnı üzerinde birleşen parmaklarını ayırmıştı Taehyung. Ellerini sevgilisinin kasıklarının üzerine doğru hareket ettirmişti. Giderek canlanmaya başlayan Jin, bu hareket ile daha fazla canlanmıştı. Gözlerini kapatırken dudağını serbest bırakmıştı dişleri arasından. Eline aldığı Jin'in şişkinliği Tae'yi kendini iyi hissettirmişti. Ona dokunmak bu hayatta sevdiği şeylerden biriydi. Ona dokunmak keyif veriyordu Tae'ye. Kendinden etkilendiğini görmek daha fazla heyecanlandırıyordu kalbini. Jin gibi Tae de halinden memnundu.

Jin küçük bir inilti çıkardı dudakları arasından. Tae'nin kendini çekiştirmesi, onun için uç nokta gibi bir şey olmuştu. O kadar fazla haz alıyordu ki bu iniltinin kaçmasına engel olamamıştı. Tae bu inilti ile başla komutunu almış gibi kendine çekmişti Jin'i bir kez daha. Su hareketlenmiş ve dışarıya biraz daha süzülmüştü.

Jin'in aleti üzerindeki işine devam ederken dudaklarını ayırmıyordu Tae. Jin'in nefes alıp verişleri hızlandıkça o da hızlandırıyordu hareketlerini. Daha fazla çekiştiriyordu onu. Elleri arasındaki Jin'i kendine hapsetmiş gibiydi. Jin kendi karnı üzerinde olan ellerini Tae'nin elleri üzerine getirmişti. Tırnakları Tae'nin parmaklarına batıyordu. Tae dudaklarını ayırdı beyaz boyundan. Oraya kendi izlerini bıraktığından emin oldu.

Beyaz köpüklerin arasından belli olmayan kırmızı renk, kısa bir süre sonra banyonun bej fayansları ile buluşacaktı. Taehyung kendi eşofmanını çıkarmak için gayrete girmiş ve bu da Jin'in gülmesine sebep olmuştu. O kadar komik görünmüştü ki gözüne dudakları arasından kaçan kahkahasına engel olamamıştı. Tae sayesinde inilti dökülen dudaklardan şimdi yine onun yüzünden kahkahalar dökülüyordu. Tae yerine geri otururken sevgilisine ters bir bakış atmış ve sert bir şekilde ''Gülme.'' Demişti. Eliyle dudaklarını kapatan Jin'i bu daha fazla gülmeye itmişti.

Eski konumunu alan Tae, ona gülen sevgilisini kendine çekti bir kez daha. Bu çekiş biraz sert olmuş ve Jin'in gözlerinin şaşkınlık ile açılmasına sebep olmuştu. Beli üzerinde hissettiği büyüklük ile arkasına bakmış ve korkuyla gözlerini açmıştı. ''Şimdiden mi?'' diye sormuştu.

''Bu benim suçum değil. Dün geceden sonra zor durumda olan sadece sen değilsin, bebeğim. Bu uslu çocuğu ne hale getirdiğine bak.'' Dedi Tae çarpık bir gülüş sergilerken.

''Bunun sorumlusu ben değilim tatlım. Dün gece kıçını dönüp yatan sensin.'' Dedi Jin nereden geldiği belli olmayan cesaret ile. Bunu söylemeye niyetli değildi. Kendisinin zor durumda olduğunu fark etsin istemiyordu sevgilisi. Bundan deli gibi utanıyordu. Ama şimdi yine sevgilisi ile bunu kendi açığa çıkarmıştı.

Jin'in sırtına öpücükler koyan Taehyung alay ile güldü. ''Ve sen de bu durumdan rahatsız olup beni cezalandırmak istedin, öyle mi?'' diye sordu Tae. Kollarını sevgilisinin beline yeniden dolamıştı.

Jin utanç ile başını salladı. Dudaklarını büzdü. Kafasını öne doğru eğmişti. Bu hali sevgilisini daha fazla gülümsetti. Taehyung tekrardan konuştu. ''Ama hesaba katmadığın bir şey oldu. Bu benim için bir ceza olmaktan çıktı güzelim. Hatta ve hatta bugüne kadar aldığım en büyük ödüllerden biri olmalı.'' Dedi. Sevgilisini kendisine yaslamak için çekti biraz daha. Jin'in sırtı yeniden sevgilisinin göğsü ile buluştu.

''Sus istersen.'' Dedi Jin kafasını sevgilisine doğru hafif bir şekilde çevirmişti.

Yüzündeki gülümsemesi büyüyen Taehyung, sevgilisinin boynuna büyük bir öpücük koydu. Daha fazla beklemek istemiyordu. Zaten alev alev yanıyordu. Bekleme süresini uzatmak sadece daha fazla alev almasına sebep olacaktı. Bu da Jin için pek iyi bir durum olmayacaktı. Taehyung, sevgilisinin bu ani fantezisinden sonra yürüyebilsin istiyordu.

Öpücüklerine yeniden başladığında, elleri Jin'in girişini bulmak için harekete geçmişti. Neyse ki küvetin içinde oldukları için ve küvet köpüklü su ile dolu olduğu için bu süreç içinde çok zorluk yaşanmayacaktı. Bunun için ikisi de keyifli görünüyordu. Taehyung sevgilisinin girişini bulduğunda üzerinde biraz gezindi. Gözlerini kapatan Jin, kafasını yeniden sevgilisine yaslamıştı. Dudaklarını ısırıp kapatmadan önce arasından kaçan bir iniltiye daha mani olamamıştı. Taehyung parmaklarını üzerinde gezdirdikten sonra ilk parmağını yolladı Jin'in içine. Biraz bekledi. Neyse ki duymayı umduğu acı dolu sesi duymadığı için rahattı. Sevgilisinin duruşu rahattı. Taehyung bunun için oldukça memnun görünüyordu. Ikinci parmağını da yollamak için geç kalmadı. Bu sefer biraz aceleci davranmıştı ki Jin acı dolu bir inilti bıraktı banyoya. Tae artık parmakları içinde olduğu için geri çıkartamıyordu. Bu yüzden bekledi. Onun hazır olması için bekledi. Jin'in artık rahatladığını nefesinden anlamıştı. Sevgilisi derin bir nefes bırakırken parmaklarını geri çekmiş ve yeniden içeri yollamıştı. Bu sefer Jin'in dudağından zevk dolu bir inilti çıkmıştı. Taehyung halinden memnun bir şekilde sevgilisinin açık boynuna bir öpücük bıraktı.

Bir süre devam eden hareketlerin ardından, Tae sevgilisine yetişmek için onu biraz hareket ettirdi. Jin anlamış olacak ki biraz hareket etti. Kollarından destek alarak poposunu hafif bir şekilde kaldırmıştı. Tae sevgilisinin yardımına içinden teşekkür ederek yerleşmişti Jin'in altına. Şimdi kasıklarının üzerinde oturuyordu Jin ve halinden oldukça memnundu. Taehyung sevgilisine birleşebilmek için ellerini kendine götürdü. Bir iki kere çekti kendini. Su kaygan olduğu için bir kez daha şükretti. Başını sevgilisinin girişine doğru konumlandırdı. Jin kaşlarını çatmıştı. İfadesi biraz olsun değişmişti. İlk sefer olmasa bile her seferinde endişe duyuyordu. Her seferinde acıyı yaşıyor olmak korkutuyordu onu. Tae sevgilisini kendine doğru konumlandırdıktan sonra ellerini kendinden çekti. Sevgisinin belinin iki yanına koyduğu elleri ile onu kendine doğru bastırdı.

Hafif bir zorlanma ile başı alan Jin acı dolu bir inleme daha bıraktı. Neyseki işin zor olan kısmı tamamlanmıştı. Şimdi Jin'in alışması için biraz zaman ve emek gerekiyordu. Taehyung sevgilisinin belindeki ellerini çekti ve ona sıkıca sarıldı. Dudaklarını sırtına koydu. Küçük küçük öpücükler bıraktı sırtına. Hızla nefes alıp veren Jin, nihayet rahatladığında kendini ona doğru itmeye başlamıştı.

Jin'den duyulan acı dolu inlemeler, zevke doğru kaymaya başlayınca artık hareket etmeye başlamıştı Tae. Bu hareketlerin ardı arkası geliyor ve devam ediyordu. Artık nefesleri birbirine karışıyor, tenleri birbirine değiyordu. Tae için Jin'in içinde olmak tarif edilemez bir duygu olmuştu her zaman. Ona dokunmak, onun tarafından sarmalanmak tarif edilemez bir histi. Jin için ise durum biraz daha farklıydı. İçine giren biri vardı ve bu onun acı çekmesine neden oluyordu. Ama Jin sevdiğinden gelen her acıyı kabul edeceğinden bunu çok fazla önemsemiyordu. Onu o kadar fazla seviyordu ki bu birleşmeler onların sevgisini süslüyor gibiydi. Kendini çok iyi hissediyor ve daha önce tatmadığı duyguları tatmak için her seferinde yanıp tutuşuyor gibi hissediyordu.

Hareketleri hızlanan Taehyung, kollarını sevgilisinden ayırmadı. Sonuna kadar sıkı sıkı sarıldı. Jin ise kendine dolanan kollara bıraktı kendini. Güvenli kolların içinde o kadar rahat hissediyordu ki, daha önce böyle bir rahatlık yaşamamış gibiydi. Birleşmeleri her seferinden tamamlanıyordu. Her seferinde bir parça daha ekleniyordu bu yapboza. Yapboz hiçbir zaman tam anlamı ile tamamlanamayacaktı. Bunu ikisi de gayet iyi biliyordu.

Evet arkadaşlar bir bölümün daha sonuna geldik. Geç attım üzgünüm, size sürekli bahane üretiyorum gibi oluyor ama tamamen dürüstüm. Henüz tam anlamı ile iyileşemedim. En kısa zamanda iyi olacağım için endişelenmeyin. 😊😇😍🌹🌼

Bir de uzun bir bölüm oldu. Umarım okurken sıkılmazsınız.🙈😘

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olur. 🌹😇🌹

Sürç-ü lisan ettiysem affola. 😇🙈😇🙈

Hepinize keyifli okumalar, keyifli dakikalar diliyorum. Sizi seven yazarınız.😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜

Continue Reading

You'll Also Like

14.5K 1.3K 10
Texting + düz yazı Hayatında ilk defa maç kaybettiği için ateş topu gibi gezen yeraltının ünlü boksör isimlerinden Jeon Jungkook içmek için bir gece...
53K 6K 65
Evlenmek isteyen Xiao Zhan Gaysen olur programına katılır.
92.9K 3.8K 31
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...
8.9K 783 25
Baekhyun'a dokunan Chanyeol ve onun dokunuşlarına hemen tav olan Baekhyun.