FRIENDS🦋🍀🌈

By tjsunnyday

159K 10K 6.6K

Onlar kimsenin birbirine yakın olmadığı kadar yakın olan arkadaşlardı. Ya da öyle sanıyorlardı. Birbirlerine... More

TANITIM
BAŞLANGIÇ
1.bölüm
2.bölüm
3.bölüm
4.bölüm
5.bölüm
6.bölüm
7.bölüm
8.bölüm
9.bölüm
10.bölüm
11.bölüm
12.bölüm
13.bölüm
14.bölüm
15.bölüm
16.bölüm
17.bölüm
18.bölüm
19.bölüm
20.bölüm
21.bölüm
22.bölüm
23.bölüm
24.bölüm
25. bölüm
26. bölüm
27.bölüm
28. bölüm
29.bölüm
30.bölüm
31.bölüm
32.bölüm
33.bölüm
34.bölüm
35.bölüm
36.bölüm
37. bölüm
38.bölüm
39.bölüm
40.bölüm
41.bölüm
42.bölüm
43.bölüm
44.bölüm
45.bölüm
46.bölüm
47.bölüm
48.bölüm
49. bölüm
50.bölüm
51.bölüm
52.bölüm
53.bölüm
54.bölüm
Bölüm Değil..
55.bölüm
57.bölüm
58.bölüm
59.bölüm
60.bölüm
61.bölüm
62.bölüm
63.bölüm
64.bölüm
65.bölüm
66.bölüm
67.bölüm
68.bölüm
69.bölüm
70.bölüm
71.bölüm
Bölüm Değil
72.Final

56.bölüm

1.5K 92 61
By tjsunnyday

Gün ılık rüzgarını bırakıyordu. Imzasını atar gibi özenle sallıyordu ağacın dallarını. Ağaçların dallarında filizlenmeye yüz tutmuş tomurcuklar vardı. Kahverengi yerini yeşile bırakırken sitem eder gibi salınıyordu fazla aydınlık olmayan günde. Yeşil yapraklar, yuvalarından çıkmak için zaman kolluyor gibiydi. Bir aralık bulsa yeniden hayata gözlerini açmak için hazırda bekliyordu. En ufak bir güneş ışığını kaybetmeye niyeti yok gibi görünüyordu.

Tören yeri bahçesinde oturan Jin derin bir nefes verdi. Gözlerini kahverengi ama yeşil dallardan çekti. Hayat da böyle değil miydi? Birileri yeni yaşama geliyor birleri ise yaşamdan ayrılıyordu. Jin ölümün soğukluğunu annesinde hissetmişti ilk defa. O güne kadar şaka gibi gelmişti ona. Ama o gün ilk defa üşüdüğünü hissetmişti. Yine karanlık bir kış gecesinde annesinin kaybı ile kendini de kaybetmişti. Içinde yaşadığı boşluk o kadar fazlaydı ki Jin bu boşluğu nasıl dolduracağını bilememişti. Bunun üstesinden nasıl gelinir kimse öğretmemişti ona. Hoş şimdi de öğrenmiş değildi. Şimdi de içindeki boşluk dolacak gibi değildi ama bir nebze olsun iyi hissediyordu kendini.

Ölümün soğukluğu elbet vardı havada. Jin ciğerlerine nefesini doldurdukça bunu daha bir fazla hissediyordu. Ölüm, yokluğu bir kez daha dile getirmişti. Dile gelmiş, anlatmıştı. Sesini bir kez daha duyurmuştu kulaklarına. Jin ölümün sesini duyuyordu. Sessizlik kadar hafife alınacak bir kelime değildi bu. Bu kadar ucuz bir şekilde anlatılamazdı. Ölüm bağırıyordu kulaklarında. Ölümün sesi çok keskin çıkıyordu. Ara sıra cırtlıyordu belki ama sesini çok net anlıyordu kulaklarında.

Pişmanlık fısıldıyordu ölüm. Pişmanlığı haykırıyordu. Üzüntüyü söylüyordu. Bunu öyle bir ezgi ile yapıyordu ki Jin geçmişten gelen anıları göz ardı edemiyordu. Kadının yüzünü gözlerinin önüne geliyor, her kelimesi kulaklarında çınlıyordu. Kendi kelimelerini bağırıyordu ölüm. Geçmişini yüzüne vururken, kendi kelimelerinin ağırlığında parçalanıyordu Jin. Kendi kelimelerinin ateşinde yanıyordu. Kelimeleri üşütüyordu onu. Zemheri soğuğunda kalmış gibi kanı donuyordu. Kan damarlarında ilerleme işini bırakmış gibiydi. Vicdanı işinden istifa ederken yanına kalbini almış gibiydi.

Ölüm yeniden pişmanlık haykırıyordu Jin'in kulaklarına. Bir kez bile büyükanne diyememenin pişmanlığını yaşıyordu en iç dünyasında. Bir kez bile gülümsememenin lekesini taşıyor gibiydi. Bu leke öyle kocaman bir hale gelmişti ki artık Jin bunu fark edememişti. Fark edememiş de bu kadar büyümüştü bu leke. Bu kadar büyüdüğünden önünü göremez hale gelmişti.

Ölüm sessizliği söylüyordu Jin'e. Bahçede bir bankta yalnız başına oturuyorken, sessizlik kavuruyordu her yeri. Yeşermeye yüz tutmuş dalların rüzgarla dans ederken birbirinden çıkardığı ses ahenk ile geliyordu kulağına. Jin derin bir nefes verirken ılık rüzgar yüzünü okşuyordu. Ve ölüm yeniden sessizlik haykırıyordu avazı çıktığı kadar.

Onu düşünceleri arasında uyandıran ona doğru gelen Namjoon olmuştu. Gelen adamı salonda bırakmış ve bahçeye Jin'i aramak için çıkmıştı. Arkadaşını kahverengi bankta oturuyorken görmüş ve içinde parçalara ayrılan küçük umudunu toplarken yeniden darmadağın olmasına neden olmuştu bu. Namjoon'un siyah gömleğinin kolları dirseklerine kadar sıvalıydı. Boğazına bağlamış olduğu siyah ince kravat gevşemiş halde duruyordu. Saçlarını elleri ile dağıttığı o kadar belliydi ki, dolayısıyla gelenlere karşı nezaketen bile iyiymiş gibi yapmayacaktı. O da kötüydü. Belki de hiç olmadığı kadar.

Yanında ayakta durması ile gözlerini devirdi Jin. Namjoon Elini arkadaşının omzuna koydu. "Daha iyi misin?"

Jin gözlerini kapattı ve küçük bir şekilde gülümsedi. Ölümden sonra gelen dinginlik kadar rahat görünüyordu. "Içerideki havadan sonra burası iyi geldi."

Namjoon konuşmadan önce dudaklarını birbirine bastırdı. Burnundan nefes alırken konuştu. "Ne çok tanıdığı varmış. Hâlâ gelmeye devam ediyorlar."

"Çocuklar ne yapıyor? Hala yiyecek mi dağıtıyorlar?" Diye sordu gözlerini ayakta dikilen arkadaşına döndürmüştü.

"Seni görmek isteyen biri var dostum. Bunu bugün yapmasının doğru olmadığını söyledim ama beni dinlemedi. Seni bekliyor yukarıda." Dedi Namjoon gözleri ile büyük binaya bakmıştı. 4.katın 431 numaralı salonunu kullanıyorlardı. Belki de bu binadaki en büyük salonlardan biriydi. Yaşlı kadın meğer o kadar sevilen biriydi ki geleni gideni eksik olmuyordu. Demek Bu yüzden defin işlemleri için kenara bu kadar para ayırdı diye düşünmekten alamamıştı kendini Namjoon.

Jin kaşlarını çattı. Kim onu görmek isteyebilirdi ki? Gelenlerden birini dahi tanımıyordu. Şaşkınlık ile sordu. "Kimdi ki?"

"Avukat olduğunu söylüyor. Sanırım miras meselesi." Dedi ayağa kalkmak için yardım ettiği arkadaşına bakıyordu Namjoon. Eli ile kolundan kavramış ve onu kendine yakın tutmuştu. Jin uzun süredir orada oturuyordu ve bacakları olduğundan fazla uyuşmuştu.

--

Taehyung bir kenara geçmiş bacaklarını kendine çekmiş oturuyordu. Düşünceler içinde olduğu o kadar belliydi ki yüzüne bakan herkes onun mermerden oyma bir heykel olduğunu düşünebilirdi. Düşünceleri arasında kaybolmuş, gözleri boşluğa kilitlenmiş haldeydi. Siyah gömleğinin bir kolu sıvalı diğeri ise zarif bileğinde düğmeli bir şekilde duruyordu.

Gelenlere o kadar fazla tabildot taşımıştı ki artık kollarını hissetmemesi gayet normal gelmeye başlamıştı. Insanlar artık tek tük geliyorlarken bir boşluk bulmuş ve çareyi duvar kenarına çökmekte görmüştü. Bacaklarını kendine doğru çekmiş ve başına eliyle destek verir gibi sıkı sıkıya kavramıştı.

Aklında gelen rapor vardı. Rapordan çıkacak isim vardı gözlerinin önünde. Belki kendisiydi bu kadınla bağı olan. Bilmiyordu. Bu bilinmezlik de canını sıkıyordu haliyle. Gözleri karşısında siyah takım altına beyaz gömlek giyen orta yaşlı adamın önünde oturan ve kafasını sallayarak adama eşlik eden sevgilisine kilitlenmişti aslında. Sevgilisin kolundaki beyaz şerite bakıyordu. Belki de onun kolunda da olması gereken bir şeritti. Tae bilmiyordu. Bilmiyor olmasına üzülüyordu.

Diğer yandan sevgilisi yakıyordu canını. Ona baktıkça içini okuyordu. Ona baktıkça Jin'in feryatlarını duyuyordu. Ama yine sessiz kalması yakıyordu canını. Yine her şeye göğüs germesi yakıyordu canını. Onun bu kadar güçlü durmasını aklı almıyordu. Oysa içinde yaşadığı pişmanlıklardan haberi vardı. Üzüntüden haberi vardı. Içinde çağlayan duygulardan haberi vardı.

Sevgilisine destek olmak istiyor ama bunu nasıl yapacağını bilmiyordu. Bu bilinmezlik üzüyordu ona. Sevgilisinin yardım çığlıklarını duyuyor ama ona yardım edememekten korkuyordu. Onun sesine tercüman olamamaktan çekiniyordu. Taehyung ölümü biliyordu. Ölümle tanıştığında henüz çok küçüktü. Ama anlamıştı ne kadar soğuk olduğunu. Anlamıştı düşen yere ne kadar acı verdiğini. Biliyordu yakan ateşi. Taehyung bu ateşe derman olmak istiyordu. Usulca kalktı yerinden. Karşında yoğun bir şekilde konuşmaya devam eden üçlüye yürüdü.

Jin kafasını olumsuz anlamda sallıyordu. Önündeki dosyalar, eline tutuşturulan bu vasiyet mektubu zerre kadar umurunda değildi. Umurunda olan tek şey tüm bunların bir an önce sona ermesi gerektiğiydi. Tüm bu saçmalıkların sonunda son yazısı görmek için çabalıyordu gözleri.

"Bakın, sizin için ne kadar zor bir durum olduğunun farkındayım ama bunu bir düşünün. Elinizin tersi ile ittiğiniz koca bir servet. Insanlar bu servete, bu maddi güce erişebilmek için hayatlarını hiçe sayarak gece gündüz çalışıyorlar. Bunu bir kez daha düşünmenizi rica ediyorum." Dedi adam. Boğazındaki lacivert kravatı gevşetmek için parmakları gömleğinin yakasına ulaşmıştı.

"Anlamıyorsunuz sanırım. Ama ben tüm bu saydıklarınızı kabul edemem. En başta böyle bir lükse sahip değilim. Bizim aramızda sandığınız gibi bir aile bağı yok. Bizim kan bağından başka bir bağımız yok." Israrla tekrarladığı cümlelerden gına gelmişti artık Jin'e. Istemiyordu daha ötesi yoktu. Layık olmadığı bu servete bir gecede sahip olmak istemiyordu. Dahası buna ortak olabilecek başka biri daha vardı. Onun hakkını da kendi üstüne almak istemiyordu.

Adam derin bir nefes aldı. Yanlarına gelen Taehyung'a garip bir bakış attıktan sonra yeniden başladı sözlerine. "Kim Sunkyu Hanım, sizin bu şekilde düşünüp, tüm bütün bunları istemeyeceğinizden emindi. Bakın bana bıraktığı mektuba," eliyle başka bir kağıdı uzattı Jin'e. Devam etti. "Burada siz kabul etmeseniz bile, benim bu mal varlığını sizin üzerinize yapmam gerektiği yazıyor. Sizinle burada bunları konuşuyorsam nezaketen olan bir durum. Bakın yeniden, anlatamıyorum galiba ama bunları sizin üzerinize yapmak zaten benim görevim."

Jin gözlerini kapattı. Yanına oturan sevgilisinin farkındaydı. Onun nefes sesinden, hareketlerinden tanıyordu. "Bir vakfa falan bağışlasanız?" Diye sordu. Sesi umutları tükenmiş bir şekilde çıkıyordu. Biliyordu tüm bu prosedürleri. Dersini almıştı. Avukat istemese bile bunları üzerine yapacaktı. Boşuna isyan ediyordu.

"Pekala," dedi adam derin bir nefes verirken. Ortaya dizilmiş tüm evrakların kapağını kapatıyordu. "Bunu yeniden düşünün. Bugün gelmem benim hatam. Özür dilerim ama okuduğunuz gibi defin işlemleri sırasında bunu yapmam gerektiği yazıyor." Jin'in elindeki mektubu da alıp, mavi kapaklı bir dosyanın içine koydu. "Sizinle daha sonra yeniden iletişime geçeceğim. O zamana kadar lütfen düşünün." Dedi ayağa kalkarken.

Jin olumlu anlamda kafasını sallasa bile içinden bunun olmaması gerektiğini tekrarlayıp duruyordu. Bu konuda kendine komutlar veriyor, bir anlık gaflete düşmemek için sağlıklı düşünmek istiyordu. Adamın arkasından kalkmış ve uzatılan eli sıkarken saygıyla eğilmişti ama bacakları bir yere oturmamak için kendini zor tutuyordu.

--

Eve akşama doğru gelen gençler, günün yorgunluğunu üzerlerinden atmak için odalarına dağılmıştı. Üzerlerine yapışan bu ölüm kokusundan kurtulmak için bazıları duşa girmişti. Namjoon Jisoo ile birlikte onun evine gitmiş, hem kızı bırakmak hem de biraz destek olmak için dışarıda kalmayı tercih etmişti. Yoongi akşamdan kalan beyaz masanın üzerindeki zarfta gözlerini gezdiriyor, açmak için uygun zaman arıyordu beyninde.

Jin odasından temiz kıyafetlerini alarak duş için çıkmış, Tae ise odasında duş alması için onu bileğinden tutup kendi odasına sokmuştu. Jimin Jin'den önce davranıp duşu alınca başka çaresi kalmamıştı Tae'nin.

Tae üzerini değiştirmiş yatağında uzanıyorken, sevgilisi için neler yapabilecegini düşünüyordu. Onu ne yaparsa iyi edebilir kafa yormaya başlamıştı. Ona ciddi anlamda iyi gelmek istiyor, bunun için çeşitli yollar arıyordu. Ama Jin'in banyodan çıkması ile tüm düşünceleri bir anda silinmiş ve donmuş kalmıştı. Bu ana kadar düşündüklerini, yapmak istediklerini unutmuş halde sevgilisine bakıyordu. Jin ona doğru yürümüş ve saçlarını havlu ile kurularken gülümseyerek ona bakmaya başlamıştı.

Tae sevgilisini yanına çağırmak için girdiği girişimden eli boş çıkmış, çünkü Jin zaten ona doğru yürümüş ve o daha söylemeden yatağa çıkmıştı. Elindeki havluyu halı ile bulusturduktan sonra kafasını çok sevdiği Tae'nin göğsü üzerine koymuştu. Tae ile kollarını sevgilisine dolarken Jin'den gelen kokuyla çoktan gözlerini kapatmıştı bile.

"Yoruldun mu?" Diye soran Jin konuşmayı başlatan ilk isim olmuştu. Bugün o kadar fazla susmuştu ki artık konuşmak istiyordu. Ölümü sesi ile bastırmak istiyor gibi bir hal vardı üzerinde.

Tae kapalı olan gözlerini açtı ve sevgilisinin nemli saçları üzerine dudaklarını koydu. "Hayır, çok yorulmadım." Dedi en yumuşak çıkan ses tonu ile.

Jin açık olan gözlerini kapattı. Dün geceden beri diğerleri gibi oda gözünü kırpmamıştı. Hastaneye gitmişler cenazeyi oradan almışlardı. Ilk defa bu sırada muhattab oldukları başka bir avukat ile tanışmışlar ve vasiyet edildiği gibi yakma işini uygulamaya başlamışlardı. Cenaze yakılmış küllerinin bir kısmı nehre bırakılmış, diğer kısmı ise sergilenmek için yaşlı kadının hatıraları ile birlikte bir merkeze bırakılmıştı. Ardından salon kiralanmış, catring şirketi ile anlaşılmış ve cenaze törenine başlamışlardı. Yorgunluk tüm bu yaptıklarının yanında sönük bir kelime olarak kalacak gibi görünüyordu.

Tae devam etti. "Biraz uyumak ister misin?"

"Bilmem. Sanırım şimdilik hayır." Dedi Jin işaret parmağını sağ göz pınarına getirmiş ve ovalamaya başlamıştı. Uykusu olduğu her halinden belli olan Jin bu hareketi ile Tae'yi de gülümsetmeyi başarabilmişti.

Tae kollarını sıktı biraz daha. Sevgilisini kendine yapıştırmak ister gibi bir hali vardı. Bacağının birini sevgilisinin üzerine attı. Dudakları dayalı saçlara küçük bir öpücük kondurdu. Onun sıcaklığını dudakları üzerinde hissederken gözlerini kapatmıştı. Jin çıkması için uğraştığı sesi ile yeniden konuştu.

"Bugün birçok şey fark ettim. Hayata bazen o kadar geç kalıyoruz ki; sonradan istersek koşalım yetişemiyoruz. Kendimizi parçalasak bile bir faydası olmuyor. Hayat bazen o kadar yavaş ilerliyor ki şikayet ediyoruz sıkıldığımızda. Ama böyle değilmiş. Zaman çok hızlı geçip gidiyormuş. Biz bu akışın içinde birçok şeye geç kalıyormuşuz." Jin derin bir nefes verdi. Gözünden akan bir damla yaşı sevgilisinin göğsündeki eliyle sildi. Ardından devam etti. "Tae, ben çok fazla şeye geç kalmışım. Yeniden gülümsemeye, gülümsetmeye. Yeniden yaşamaya, yaşatmaya. Tae ben büyükanneme geç kaldım. Onu yaşatabilirdim. Gerçek anlamda değil belki ama onun kalbinin huzur bulması için bir şeyler yapabilirdim. Çok geç kaldım."

Tae sevgilisinin saçlarında olan öpücüğünü derinleştirdi. Sonunda ona kalbini açmış olması Tae'nin tarifi olmayan duygular içine girmesini sağlamıştı. Sevgilisinin kalbini elbet görüyordu ama bunu ondan dinlemek ayrı bir hava vermişti ona.

Sevgilisi adına üzgün hissediyordu. Onun adına bir şey yapamamış olmak yakıyordu canını. Belki onunla bu konu hakkında daha önce konuşmuş olsaydı, Jin'in bi derece pişmanlık çekmesine engel olabilirdi. Bu pişmanlık ciğerlerini yakıyordu. Onun için elinden bir şey gelmese bile kelimeleri ile rahatlatmaya çalışacaktı onu.

Gerçi ne söyleyeceğini de bilmiyordu. Bu durumlarda ne denirdi bilmiyordu. Ona daha önce bu tarz rahatlatma konuşması yapan biri olmamıştı. Belki olsaydı bunu daha önceden öğrenebilir, sevgilisine yardımcı olabilirdi. Içinde yaşadığı bu eksikliği nasıl gidereceğini bilmiyordu. Söze sevgilisinin saçlarından derin bir nefes çekerek başladı.

"Anlıyorum, belki tam anlamı ile değil ama inan seni anlamaya çalışıyorum. Içinde yaşadığın pişmanlık fazla bunu görebiliyorum. Ama sevgilim, daha önce neler hissettiğini de biliyorum. Bunu öğrendiğin an içinde yanan ateşi gördüm. Gözlerindeki alevi hissettim. Belki bu sözlerim seni rahatlatmaya yetmeyecek ama sen elinden gelen her seyi yaptın. Her zaman olduğu gibi ona karşı en iyi şekilde davranmaya çalıştın. Onunla konuştun, onun yüzüne baktın, evine gittin, onunla aynı ortamlarda bulundun. Ben olsaydım senin yerinde inan bunları yapabileceğimi düşünmüyorum. Bırak onunla konuşmayı yüzüne bile bakmazdım sanırım. Bana yapılanlar karşısında senin kadar sessiz kalamazdım. Jin, içine su serpmeyecek biliyorum ama elinden gelenin en iyisini yaptın." Dedi Tae. Sesinden akan şefkat görülmeye değerdi. Sesini dinleyen herkes onun sesindeki şefkate kendini kaptırabilirdi.

Jin derin bir nefes verdi. Sevgilisinin göğsünde bulunan elini beline doladı. Ona sıkıca sarılırken gözlerini bir kez daha kapatmıştı. Zaten açık tutmaya pek gücü yok gibi görünüyordu. "Içimde hep bir acaba sorusu var. Keşkelerim dolu. Bunu düzeltmek için bir fırsatım yok. Buna yanıyor canım. Buna yanıyor aklım. Keşke, keşke onun gözünden bakmayı deneseydim. Bir kez. Sadece bir kez olsun denemeliydim bunu. Belki o zaman çok daha farklı olabilirdi her şey. Belki o zaman çok daha farklı işlerdi günler. Bilmiyorum. Içimdeki bu bilinmezlik ne zaman geçer, ne zaman son bulur bilmiyorum. Belki de benim cezamdır bu. Belki de bana biçilen kaftan bu."

Tae sevgilisinin belindeki elini sevgilisinin saçlarına çıkardı. Bir baba edası ile usul usul okşamaya başladı. Küçük bir çocuğun feryadını dindirmek için uzandı eli. Dokunuşlarında aşk vardı. Şefkat vardı. Kalp kırıklığı vardı. Pişmanlık vardı. Belki de büyük bir kalbin huzuru vardı. Koca bir kuşun güvenli kanatlarının vereceği güven vardı. Ne olursa olsun, ne yapılırsa yapılsın ben burdayım demek vardı.

--

Aksam yemeği için mutfakta buluşan ikilinin arasından herhangi bir ses çıkmıyordu. Ses çıksın diye de bir gayret yok gibi görünüyordu. Derin düşünceleri arasında pirinçleri yıkayan bir Jimin, ocağın başında alalade tencerenin içindeki çorbayı karıştıran Jungkook vardı. Ikisinin arasında yaşanan bu ölüm sessizliğini; musluktan akan su, tencerenin kaynayan çorbası dışında bozan yoktu.

Zorlu geçen bir günün ardından, yoğunluğun verdiği bir ağırlık ile derin bir uyku çekmişti ikili. Evdeki diğerleri gibi. Ilk uyanan Jimin olmuş ve mutfağa inmişti. Ayılmak için yaptığı kahveden yudumlarken merdivenlerin başında sevgilisini görmüş ona bakması için deli bir mücadeleye girmişti. Jungkook'un araya koyduğu bu anlamsız uzaklık Jimin'i derinden yaralıyordu. Jungkook'un ağzından çıkanlar ile tavırları o kadar tutarsızlık içindeydi ki Jimin hangisine kulak vereceğini şaşırmış kalmıştı. Jungkook dilde onun gitmesini istiyor ama gelgelelim bunu faaliyete dökemiyordu. Jimin sevgilisinin içinde bulunduğu derin düşünme sürecinden bir haber olduğu için onu kolay bir şekilde yargılayabiliyordu.

Jimin kafasını lavabodan kaldırdı ve salonda yatan Yoongi'nin varlığını da dikkate alarak kısık sesi ile sordu. "Sorun ne Jungkook?"

Jungkook şaşkınlık içinde kafasını tencereden kaldırdı. Şaşkındı çünkü Jimin'in burada olduğunu bile fark edemeyecek kadar derin düşüncelere dalmıştı. "Hmm?" Diye sordu.

Jimin elindeki işi lavaboya geri bıraktığında bıkkınlık ile nefesini verdi. Dudaklarını yalarken, gözü mutfak dolaplarında geziyordu. "Sorunun ne olduğunu sordum." Diye tekrarladı sorusunu.

Jungkook elindeki kaşığı tezgaha bıraktı. Mutfak masasına doğru yürüdü ve diğer malzemeleri de eklemek için eline tabağı aldı. "Ne sorunu? Bir sorun mu var?"

Jimin bir kez daha verdi nefesini bıkkınlık ile. Jungkook ya cidden sorunu anlamamıştı ya da salak ayağına yatıyordu. Jimin her ikisi için de sinir olmuştu. "Jungkook, ben sana soruyorum. Sorun ne?!" Sesi biraz yüksek çıktığı için salonda uyuyan Yoongi'nin mırıltı sesleri kulağına ulaşmıştı Jimin'in.

"Bir sorun yok. Ne sorunu olabilir ki?" Dediğinde gülümsemeye çalışıyordu Jungkook. Yalan söyleyemiyor olmak kesinlikle başa bela olan bir durum olmuştu. Şimdi bu yalanı ayağına dolanacaktı.

"Çocuk mu kandırıyorsun? Bir şeyler olduğu belli. Ağzını bıçak açmıyor. Benimle konuşmuyorsun bile. Bırak konuşmayı yüzüne bile bakmıyorsun. Tüm bunlar başvurum yüzünden dimi? Onun yüzünden bu kadar soğuksun bana? Jungkook sana defalarca söyledim. Gitme dersen gitmem." Dedi Jimin gözleri dolu dolu bakarken soğuk su yüzünden buz tutmuş ellerini Jungkook'un sıcak elleri ile birleştirmişti. Küçük ve tombul eller, büyük ellerin üzerinde oldukça şirin bir görüntü oluşmasına neden olmuştu.

"Ne?! Ben, ben sana gitme demedim ki hiçbir zaman. Gitmelisin. Gitmeli ve en iyi şekilde eğitimini almalısın." Dedi Jungkook gülümsemeye çalışırken. Oysa ne kadar zordu içi kan ağlarken gülümsemek. Ne kadar zordu içi yangın yeriyken, karşındakini iyi etmek. Ne kadar zordu kal demek için yanıp tutuşurken git demek.

Jimin sıkıntılı bir nefes daha aldı. Sevgilisinin kollarından tutup masaya doğru çekti. Onu bir sandalyeye oturturken önünde diz çökmüştü Jimin. Ellerini yeniden birleştirmiş sevgilisine bakarken gözleri bir kez daha dolu doluydu. Bir kez daha kendini tutamamaktan korkuyordu. "Içindekini görmüyorum mu sanıyorsun? Seni tanımıyor muyum? Jungkook sen bana böyle bakarken senin içini okuyorum ben. Neden böyle yapıyorsun? Neden kal demek varken git demeyi tercih ediyorsun? Ben seni bu şekilde bırakıp zaten hiçbir yere gidemem ki. Seni arkamda bırakıp yüzümü başka bir yöne çeviremem ki. Tüm bunları bildiğin halde neden bana soğuk davranıyorsun?"

Jungkook gözlerini kapattı. Derin bir nefes çekti içine. "Jimin, sana kal diyemem. Senin geleceğini kendi ellerim iteme-"

Jimin, sevgilisinin sözlerini kesti. "Tatlım, benim geleceğim zaten sensin."

"Jimin, oraya gideceksin. Gidecek ve hayalini gerçeğe çevireceksin. Sen bunu yapmalısın ki biz de senden güç alalım. Sana bakıp yolumuzu bulalım. Beni biraz olsun seviyorsan, oraya gidersin. Ve sana soğuk olduğum falan, bunları çıkar aklından. Sana soğuk değilim. Aksine alev alev yanıyorum. Sana bunu söylemek için henüz erken ama senden ayrılmayacağım. Buna emin ol, seni bırakmayacağım."

--

Akşam yemeği yenilmişti. Mutfak masası etrafında toplanmak yerine bu sefer salonda oturmuştu ev ahalisi. Herkesin üzerinde belli bir dinginlik vardı. Bu da dün gecenin ve günün getirdiği yorgunluk idi. Bu yorgunluğu atmak kolay olmayacaktı. Zaten birbiri arkasını kovalayan yorgunluklar dizisi çocukları olduğundan daha fazla yıpratmaya yetmişti.

Koltuğun dayanılacak yerine dürülmüş ve konulmuş yeşil pikeyi bacakları üzerine örtmüştü Hobi. Hava bugün olduğundan daha soğuktu. Kimsenin aklına da gidip kombinin derecesini arttırmak gibi bir olasılık da gelmiyordu. Ona dayalı olarak uzanan Yoongi, ayaklarını birbiri üzerine uzatmış elindeki kumanda ile televizyondaki kanallar arasında amaçsızca dolanıyordu. Yüzü uykudan dolayı şişmiş, neredeyse gözleri görünmeyecek hale gelmişti.

Jimin tekli koltukta oturuyor dizlerini kendine çekmiş bir şekilde derin düşünceler içine dalmış olarak görünüyordu. Onun ne düşündüğü gayet açık bir şekilde belli oluyordu. Elini kafasının altına destek olarak dayamış dudaklarını kemiriyordu. Gözleri sabit bir noktaya bakarken düşündüğü tek şey ne yapması gerektiği olmuştu. Gitmek istiyor ama bir yandan da kalmak için kendine mantıklı sebepler arıyordu. Jungkook, diğer ikili koltukta Jin ile oturmuş karşılıklı konuşuyor gibi görünüyordu. Daha doğru bir analiz ise; Jin konuşuyor, Jungkook onu kafasını sallayarak onaylıyordu. Jungkook'un içinde bulunduğu durum da pek yadsınacak gibi görünmüyordu. Sevgilisini bırakmak onun için ne kadar zor olsa da bırakması gerektiğini fark etmişti. Ancak onu bırakırsa Jimin özgürce kanatlarını çırpabilirdi.

Namjoon elindeki telefonu kulağından çekmiş ve odasından çıkıp salona doğru yürümüştü. Gözleri ile oturacak bir yer ararken televizyondan gelen sesle birlikte kafasını televizyona çevirmişti. Elinde kumandayı tutan Yoongi tam kanalı değiştirmişti ki Namjoon'un uyarısı ile yeniden eski kanala geri dönmüştü. ''Bir geri gelsene.''

Namjoon bahçeye açılan kapının önündeki tekli koltuğa otururken yüzünü ekşitmiş ve tüm dikkatini habere vermişti.

''Ülkenin önde gelen iş adamları haftaya yapılacak olan toplantıda bir araya gelecek. Her sene yapılmakta olan bu toplantıya, ülkenin başkenti Seul ev sahipliği yapacak. Oldukça önemli olan bu iş adamlarının güvenliği için başkentte hummalı bir çalışma olduğu görülmekte. Toplantıda ülkenin iş durumu, yeni alanlar, genç neslin önünü açma gibi konular ele alınacak. Basının yakından takip ettiği bu toplantı, tüm ülke genelinde merakla bekleniyor.'' Diyordu haber programında konuşan tiz sesli kadın. Makyajını oldukça sade yapmış, kahverengi saçlarını uzun bir at kuyruğu ile tepeden tutturmuştu.

Bu haberin ardından başka bir habere geçilmiş ve bu anda Yoongi televizyonun sesini kısmıştı. Diğerlerinin de dikkatini çeken haber ile ilk konuşan Taehyung olmuştu. ''Zamanımız daralıyor. Bir şeyler düşünmeliyiz.'' Dedi. Hazırlamış olduğu bardakları masanın üzerinden alıp diğerlerine dağıtmak için işe girişmişti.

''Ne yapabiliriz ki? Daha gelen raporu bile okuyamadık.'' Dedi Hobi ellerini birbirine kavuşturmuş, başının üzerinde yukarıya doğru uzatarak gerinmişti.

''Okumamamız için herhangi bir sebep yok şimdi. Bunu neden erteliyoruz ki? Açıp okuyalım.'' Dedi Namjoon. Her ne kadar içi farklı şeyler anlatsa da dili farklı konuşuyordu. Şimdi kendisini düşünmenin zamanı değildi.

''Evet bir sebebimiz yok. Getirip açalım. Ve sonuç neymiş görelim.'' Dedi Jin oturduğu yerden kalktığında. Açılan belini düzeltmek için eli eşofmanının arkasına gitmişti.

Jimin derin bir nefes verdikten sonra konuştu. ''Ondan önce sizinle konuşmak istediğim şeyler var. İlk önce beni dinlesiniz olur mu?'' diye sordu. Düşünceli halinden nihayet uyanabilmiş gibi görünüyordu. Onun sesi ile sevgilisine dönen Jungkook korktuğu anın geldiğini iliklerine kadar hissetmişti.

Yoongi oturuşunu dikleştirdi. Jin kalktı yere geri oturdu. Taehyung ise elindeki bardakları sahiplerine ulaştırdıktan sonra ikili koltukta Jin ve Jungkook'un arasına girip oturdu. Bir elini Jungkook'un dize koyup ona güven verircesine sıktı.

''Seni dinliyoruz.'' Dedi Yoongi.

Jimin konuşmaya başlamak için olduğundan daha dik bir konuma geldi. Dizlerini yere indirdi ve gözlerini ilk önce sevgilisine dikti. Jungkook ile göz göze geldiklerinde Jungkook ona onaylarcasına kafasını salladı. Onayı alan Jimin konuşmaya başladı. ''Ben bir karar aldım. Bu kararı alırken her şeyi etraflıca düşünmeye çalıştım. Eğer düşünemediğim, anlayamadığım bir nokta olursa beni aydınlatın.'' Dedi.

Namjoon onu kafasıyla onayladı. Ardından Jimin yeniden konuşmaya başladı. ''Bu kararı alırken her şekilde yanımda olduğunuzu bilerek aldım. Ne olursa olsun biz biriz ve birbirimizi asla yalnız bırakmayacağız, bunu biliyorum. Kalsam da gitsem de siz hep benimle olacaksınız. Belki bir adım uzağımda değil ama bir telefon kadar uzakta olacaksınız. Bundan adım kadar eminim. Ben, ben sanırım gitmek istiyorum ve gideceğim.'' Bakışlarını Jin ile buluşturdu. ''Bunu belki bugün konuşmak için doğru bir zaman değil ama hafta başında onlara gerekli kararı söylemem gerekiyordu. Ve aldığım kararı sizler ile paylaşmadan önce onlara bildirmek istemedim.'' Dedi.

Yoongi derin bir nefes verdi. ''Bunu yapmayı gerçekten istiyor musun?''

Jimin kafasını olumlu anlamda sallarken konuştu. ''Evet istiyorum. Biliyorum. Çok zor olacak. Belki de günlerce yalnızlık çekeceğim. Belki gecelerce uyuyamayacağım. Sizi olduğundan, düşündüğümden daha çok özleyeceğim ama, ama bunu yapmak istiyorum. Bu zorluğa göğüs gerip kendi ayaklarım üzerinde durmak istiyorum.''

''Bunu yapabileceğini biliyoruz Jimin. Belki öyle görünmüyor olabilirsin ama sen en az bizim kadar güçlüsün. Bunu yapabileceğinden oldukça eminim.'' Dedi Hobi. Dolan gözlerine, isyan eden kalbine engel olamıyordu.

''Evet kesinlikle. Git ve onlara ne olduğunu göster.'' Dedi gülümsemeye çalışan Taehyung. Arkadaşının uzağa gideceği fikri onu gerçekten endişelendiriyor olabilirdi ama onu destekleyen isimlerden biri olacaktı.

''Teşekkür ederim. Yanımda olup bana destek verdiğiniz için. Bunu siz olmasaydınız yapamazdım. Zaten temelli gitmiyorum ki. Geri geleceğim ve başınıza bela olmaya devam edeceğim.'' Dedi Jimin. O da gülümsemeye çalışıyordu. Ama sadece çalışıyordu bunu yapabildiği söylenemezdi.

''Tamam gitmek istiyorsun. Bunu iyice düşündüğün çok açık zaten ama orada üniversitenin sana sağladığı imkanlardan haberin var değil mi?'' diye sordu Jin. Kardeşi için endişeli hissediyordu. Ona bakmaya korkuyor, derdine çare olamamaktan çekiniyordu.

''Bunu daha sonra üniversite ile konuşacağım. Ama ön bilgi verildi. Orada kalmam, yemem, içmem gibi tüm temel ihtiyaçlarım üniversite eli ile gerçekleşecek. Zaten adıma yatırılacak olan belli bir miktarda ücret var. Bu ücret ile pek zorlanacağımı düşünmüyorum. Beni asıl endişelendiren konu sizden ayrı kalmak.'' Dedi Jimin.

''Bizden ayrı kalmak mı? Beni özleyeceğinden emin değilim Jimin.'' Dedi Yoongi, yüzünde buruk bir gülümseme ile oturuyordu.

''Seni bile özleyeceğim Yoon.'' Dedi Jimin. Ona göz devirmişti.

Jungkook ellerini birbirine vurdu. Gözleri halının desenlerinden ayrıldı. Jimin ile buluştu. ''Ben de bir şeyler söylemek istiyorum. Daha doğrusu aldığım kararı sizler ile paylaşmak istiyorum. Bu tartışmaya açık bir karar degil.'' Dedi Jungkook. Sesi oldukça kararlı ve net çıkıyordu. Bu ses tonu diğerlerini olduğu gibi Jin'i de ürkütmüştü. Jin onun gözlerindeki karalığı görmüştü. Gelen şey her ne ise pek mantıklı gibi görünmemişti gözüne.

''Bugün de herkes bir şeyler söylüyor.'' Dedi Yoongi. O da fark etmişti gelen şeyin pek hayra alamet olmadığını.

''Jimin ile gideceğim.'' Dedi Jungkook.

Jimin şok olmuş bir şekilde ona bakarken, salondaki en yüksek ses Hobi'ye ait olmuştu. ''Ne!?''

''Tanrım, bir gün sadece bir gün huzurlu olalım.'' Dedi gözlerini tavana doğru kaldıran Yoongi.

''Jungkook, sen ne dediğinin farkında mısın? Ne demek Jimin ile birlikte gideceksin?'' diye sordu Namjoon.

''Evet doğru duydunuz. Jimin ile gideceğim. Bunun tartışmaya açık bir karar olmadığını söylemek istiyorum. Bu benim verdiğim bir karar ve uygulayacağım.'' Dedi Jungkook. Tabi ki de sevgilisini oraya yalnız başına yollamayacaktı. Tabi ki de onunla beraber gidecekti. İki gündür aklını kurcalayan şey neyse ki bugün gün yüzüne çıkmıştı. Onun kadar mutlusu yoktu şuan.

''Jungkook, ben-'' sözünü kesti Jimin'in Jungkook.

''Jimin, seni oraya tek başına yollayamam. Senin kadar kendimi de düşünüyorum. Sen gittiğinde burada olmak istemiyorum. Seninle olmak tek istediğim şey.'' Dedi sakince.

''Aklını mı kaçırdın? Okulun ne olacak?'' diye sordu Taehyung. Arkadaşına dönmüş ona meraklı gözler ile bakıyordu. Tamam kendisi de aynı durumda olsa bir an bile düşünmez kendi geleceğini yok sayardı. Zaten yok saymıştı da. Belki de bu yüzden bunun hesabını soracak en son kişiydi.

''Hayır aklımı falan kaçırmadım. Bunu sen de yaptın. Benim geleceğim de hayalim de Jimin. Okulun bir önemi yok.'' Dedi Jungkook. Sesindeki rahatlık insanı katil edecek türden bir rahatlıktı.

''Şuan cidden saçmalıyorsun. Kendi alanında ne kadar gelecek vadettiğini bilmiyor musun? Hem okulu bırakmak ne anlama geliyor? Ayrıca Jungkook sana izin vereceğimizi düşündürten şey ne oldu merak etmiyor da değilim hani.'' Dedi Hobi. Bir arkadaşı yerine ikisini kaybetme düşüncesi onu olduğundan daha çok yaralamıştı. Birinin bile ayrılığını kaldıramayacak haldeyken ikisi ile nasıl başa çıkacaktı bilmiyordu.

''Sizden izin isteyen olmadı zaten. Konuşmaya başlarken dedim ki bu söylediğim tartışmaya açık bir şey değil. Gideceğim.'' Sesindeki sakinlik hala yerini koruyordu Jungkook'da.

''Tamam okulu falan geçtim. Orada kalmak için neyine güveniyorsun? Nasıl yaşayacaksın orada? Sağlanan imkanlar sadece Jimin için. Senin için değil.'' Dedi Namjoon. Dizlerinin üzerine dirseklerini koymuş ellerini birbirine kenetlemişti.

''Çalışırım. Daha önce çok yaptım, bunu yapabilirim. Kendime bakabilirim orada.'' Dedi Jungkook gözleri Namjoon ile kesişmişti.

''Bu kadar basit değil Jungkook. Çalışırım demekle iş sahibi olunmuyor. Bunu kendi ülkende yapmak bile çok zor. Artı sen yabancısı olduğun yerde olacaksın. Dil bilmeden nasıl bir şeyler yapmayı düşünürsün? Çocuk musun sen böyle saçma sapan hayallere dalıyorsun?'' diye sordu Yoongi. Sesi olduğundan yüksek çıkmıştı.

''Hayır aksine çocuk falan değilim. Ya sevgilimin peşinden gitmek ne zamandan beri saçma sapan bir hayal oldu? Ne zamandan beri yanlış bir şey oldu? Ben yanlış bir şey yaptığımı düşünmüyorum. Aksine bugüne kadar verdiğim en doğru düzgün kararlardan biri olabilir hatta. Kusura bakmayın ama size buna karışmak düşmez. Herkesin kendi hayatı var. Herkes kendi seçtiği yolda yürümekte özgür. Buna kimse karışamaz.'' Dedi Jungkook. Artık üzerindeki sakinlik gitmişti. Stresle ayağa kalkmış ve konuşmaya başlamıştı.

''Jungkook, bunu yapmana izin veremem. Tamam ben gitmiyorum. Burada kalacağım.'' Dedi Jimin. O da ayağa kalkmış ve sevgilisinin kolundan tutmuştu. Göz göre göre kendi için sevgilisinin kendi geleceğini hiçe saymasını kabul edemezdi.

''Hayır, gideceksin. Ben de senin ile birlikte geleceğim. Bu itiraza açık bir karar değil." Yüzünü diğerlerine çevirdi Jungkook. Tek tek gözlerini buluşturdu salondakiler ile. En sona bırakmıştı bakmaya korktuğu gözleri. En sona bırakmıştı onun için en zor olan gözlere bakmayı.

Gözleri buluştu Jin ile. Jin Bunu ilk kez duyuyordu. Ilk kez haberi olmuştu bu karardan. Daha önce duymuş olsaydı belki kendini hazırlayabilirdi. Belki kalbini hazırlar, bu kadar üzülmesine engel olurdu. Hiç ayrılmamış olmak birbirlerinden önlerinde koca bir engel oluşturuyordu. Jin korkarak bakıyordu Jungkook'un gözlerine. Jungkook ilk defa görmüştü bu gözlerdeki korkuyu. Ilk kez Bu kadar yoğun hissetmişti bunu. Bu kararı verdiğinden bu yana ilk kez bu kadar yanmıştı canı. Tamam diğerlerinden ayrılmak da zor olacaktı. Ama Jungkook buna bir nebze olsa göğüs gerebilirdi. Ama söz konusu Jin olunca aynı şeyi düşünemiyordu. Sevgilisi için canından çok sevdiği abisinden ayrılmayı göze almıştı. Bugüne kadar bir an bile ayrı kalmayan ikili birbirlerine korkarak bakıyordu.

"Jungkook, bunu sağlıklı bir kafa ile düşündüğünü sanmıyorum." Dedi Namjoon da ayağa kalkarken. Arkadaşına doğru yürümüş ona doğru uzatmıştı elini.

Jungkook bir kez daha yükseltti sesini. "Düşündüm. Bunu o kadar çok düşündüm ki asla verdiğim karardan pişman olmayacağım. Bu kadar eminim kendimden. Beni bir çocuk gibi görmeyi bırakın. Kendi ayaklarım üzerinde durmayı çok önce öğrendim ben. Merak etmeyin yeniden aynı şeyi yapabilirim. Bana lütfen karşı çıkmayın." Dedi Jungkook. Dolu gözlerle bakıyordu. Gözleri Namjoon'da olsa bile sizleri Jin'ydi. Çünkü biliyordu o söylerse boynu kıldan inceydi.

"Okulu bırakmış olacaksın. Eğitimine devam etmeyeceksin. Bunu mu istiyorsun? Jungkook, senin bu bölüme girmek için ne kadar çalıştığını biliyorum ben. Kendi gözlerim ile gördüm. Geceleri uyumadan ders çalıştın. Gündüzleri uykusuz işe gittin. Bunun için miydi? Okulunu bırakmak için miydi?" Diye sordu Jimin. Bir yanı sevinç naraları atarken bir yanı onun bu karardan pişman olmamasını diliyordu. Bir yanı ise bunun doğru olmadığını hakkında haykırıyordu. Kendi geleceği için sevgilisinin geleceğini tehlikeye atamazdı.

Jungkook, Jimin'e çevirdi bakışlarını. Elleri arasına aldı Jimin'in küçük ellerini. Ona sevgi dolu bakarken konuştu. "Hiçbiri senin yanında bir toz zerresi kadar değerli değil. Ben kararımı verdim. Seninle geliyorum."

Jin dudaklarını yaladı. Zor olacaktı ayrılık. Kalbine taş basacaktı ama yine de destekleyecekti kardeşini. Biliyordu Jin, bir abi kardeşine gerekli olan desteği hep verirdi. Belki yanında değil ama bir adım arkasında bile olsa onu korur kollardı. Jin onunla ilk tanıştığı gün abisi olmuştu. Şimdi bir abinin yapması gerekeni yapacaktı. "Bunu gerçekten istiyor musun?" Diye sordu. Gerçi soruya hacet yoktu. Gözler konuşmadan anlatmıştı ona ne istendiğini.

Jungkook dolu gözlerini çevirdi abisine. Küçük bir çocuğun vitrinde gördüğü oyuncağı ister gibi bir hal vardı yüzünde. Elini tuttuğu abisine doli gözlerle bakarken küçük parmağını oyuncağa uzatmış, tüm hayatı bir anda o olmuş gibi oyuncağa bakmıştı. Jin, kardeşinin gözlerindeki o bakışı görmüştü. O oyuncak küçük çocuğun yanında yatacak kadar değerliyse Jimin onun için ondan bin kat daha değerliydi. Dil söylemese bile gözler anlatmıştı. Jungkook küçük bir çocuğun masumluğunda salladı kafasını.

Jin akmasın diye direndiği gözlerini kapattı. Yüzüne Jungkook'un en sevdiği gülümsemeyi oturttu. Ona güven vermek istiyordu. "Gittiğin yerde mutlu olacağını biliyorum. Gittiğin yeri güzel yapacağını da biliyorum."

Taehyung sevgilisine çevirdi bakışlarını. Bir günde bu kadar ayrılığı kaldırabilir miydi merak ediyordu. Ailesinden iki kişiyi kaybetmiş gibiydi ruh hali. Ona endişeli gözler ile bakarken sevgilisini destekleyici sözleri söyledi. "Hem ikiniz birlikte olursanız daha az merak ederiz. Birbirinize göz kulak olacağınızı biliyorum. Gözümüz daha az arkamızda kalacak."

"Tanrım, kafayı yemişsiniz siz. Nasıl, nasıl bu iki yetme akıllıyı başka bir yere gönderirsiniz? Italya'yı birbirine katacaklarına eminim. Buna nasıl evet dersiniz?" Diye sordu isyanla Yoongi.

"Onlar çocuk değiller Yoon. Elbet başlarının çaresine bakacaklardır. Tae'ye katılıyorum. Tek kalmalarındansa ikisini birlikte gönderiyi olmak daha rahatlatıcı." Dedi Namjoon. Biraz önceki katı ruh halinden pek bir eser kalmış gibi görünmüyordu. Jungkook onu ikna etmiş gibiydi.

"Pekala, daha Jimin'in gitmesine zaman var. O zamana kadar bunu daha ayrıntılı bir şekilde konuşacağız. Ben daha ikna olmadım Kook." Dedi Hobi ona doğru çevirmişti bakışlarını. Biraz önceden beri kemirdiği tırnağı ağzından çekmişti.

"Peki." Dedi Jungkook kafasını sallarken. Yoongi gözlerini arkasına doğru çevirmiş ve göz devirmişti. O da ikna olmamıştı ve ikna olacak gibi görünmüyordu.

--

"Saat çok geç oldu artık. Biliyorum hepiniz için de durum kolay değil. Ama, ama daha ne kadar zarfla bakışacaksınız? Açalım, kurtulalım." Dedi kız duvardaki saate çevirmişti bakışlarını. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Şimdi yatağında derin bir uyku çekmek varken burada oturduğuna inanamıyordu. Burada oturmasi değildi asıl şaşılacak olan şey. Bir buçuk saattir kimsenin ağzını bıçak açmıyordu ve kız bundan ölesiye sıkılmıştı. Ve merak en lanet duyguydu.

Zarfı Yoongi'ye doğru uzattı Hobi. Sevgilisinin karşında oturup, Jimin'e yakın durmayı hedeflemişti. "Gelen ilk paketi sen açtın. Sonuncusunda da imzan olsun." Dedi.

Yoongi gözlerini kapattı ve titrek ellerini zarfa uzattı. Zarf aniden alev almış gibi elini bir anda çekmişti Yoongi. Yanmaktan ve yakmaktan korkmuştu. "Niye ben? Bence bunu açması gereken ya Taehyung ya da Namjoon."

Yanında oturan arkadaşına çevirdi bakışlarını bir anda Namjoon. Bu ani hareket ile Yoongi yerinde irkilmişti. "Ne demek ben? Benim olamayacağım çok açık." Içinde yaşadığı büyük heyecanın adı belki de o zarftan kendisi çıkması gerektiğiydi.

"Kimin açtığının ne önemi var? Sonuçta alt tarafı bir kağıt parçası." Jimin zarfa uzattı ellerini. Zarfa tutundu ve Taehyung'a doğru uzattı. "Al, açsana."

Tae ona bakıp göz kapaklarını birkaç kere kırptı. Şaşkındı. Nasıl böyle dili farklı hali farklı davranırdı. "Ben açmam." Dedi uzatılan zarfı geri doğru iterken.

Yoongi gözlerini kapattı ve derin bir nefes verdi burnundan. "Tanrım, ver şunu ver." Uzatılan zarfı tuttu. Yapışkan olan yeri bir çırpıda yırttı. Ne yaşanacaksa bir an önce olsun bitsin istiyordu. Beklemenin, bekletmenin bir anlamı yoktu. Kazandıracağı herhangi bir şey yoktu.

Sarı zarf bir müsvedde gibi mutfağın bir kenarına atılırken, ortaya beyaz kağıt çıkmıştı. Tüm gözler beyaz kağıdın ne söyleyeceğine kilitlenmiş bir şekilde kâğıda bakıyorlardı. Kâğıt büyük bir buz dağı olmuş gibi önlerinde duruyordu. Arkası buz dağının görünen kısmı, önünde yazan şeyler ise görünmeyen kısmını oluşturuyordu. Yoongi kaşlarını çatmış bir şekilde kâğıda bakarken yazan şeyleri anlamaya çalışır gibi bir hale bürünmüştü. Dudakları garip bir şekilde hareket ediyor, içinden okuduğu anlaşılıyordu. Yoongi kafasını sağa doğru yatırdı ve net çıkmasına gayret ettiği sesi ile konuştu.

"Burada ikiniz olduğunuz için birinize A denilmiş birinize B. Taehyung sen B, Namjoon sen de A numaralı deneksin. Yukarıda yazan şeyleri pek anlamadım ama genel açıklamayı okuyacağım. 'Iddia edilen baba, test edilen B numaralı çocuğun biyolojik babası olarak görülemez. Genlerden elde edilen test sonuçlarına dayanarak, listelenen DNA lokuslarının analizleri, babalık olasılığı %0.002. Diğer yandan; iddia edilen baba, test edilen A numaralı çocuğun biyolojik babası ilolarak dışlanamaz. Genlerden elde edilen test sonuçlarına dayanarak, listelenen DNA lokuslarının analizleri yapılmış ve babalık olasılığı %99.9999 olarak belirlenmiştir.'"

Gözlerini Namjoon ile birleştirmek istemedi Yoongi. Yanındakine bakmak çok zor gelmişti ona. Bu haberi vermek boğazına bir şeylerin düğümlenmesine sebep olmuştu. Ne diyeceği bilemez halde elindeki kağıt masaya düşmüştü. Kız masaya düşen kâğıda uzanmış ve kendi okumaya başlamıştı. Tabi onun gördüğü bu hareket sonrasında herkes kâğıdı en az bir kere eline almıştı, Tae bile. Ama Namjoon'un ona bakacak hali yok gibi görünüyordu.

Namjoon'un içinde yaşanan zelzeleden haberi yoktu belki ama onun yüzüne bakan herkes ne kadar yıkıldığını görebilirdi. Bunu beklemiyordu. Bunu hicbir zaman beklemiyordu. Bu şeyi duymak için kendini hazırlamamıştı. O her zaman ben değilim diye bakmıştı olaya. Kendi olduğunu hiçbir zaman düşünmemişti. Belki içinde bir yerlerde bu umut hep vardı ama gerçek olacağını düşünmemişti Namjoon.

Canı yanıyordu. Bir aileye sahip olmak istememişti hiçbir zaman. Yurda çocukları evlatlık almaya gelen ailelere özenmemişti. Bir ailesi olsun diye hayal kurmamıştı. Bir babaya ihtiyaç duymamıştı. Bir annenin sıcaklığını özlememişti. Şimdi bir anda bir kağıt parçası sırf öyle diyor diye kendini umutsuz hissetmeyecekti. Şimdiye kadar nasıl geldi ise bundan sonra da aynı şekilde davranacaktı. Onun ailesi hicbir zaman olmamıştı. Ailesi varmış gibi de davranmamıştı. Bir kağıdın ona babasını vermesi çok da anlam ifade etmiyordu onun için. Çok da bir önemi yoktu. Zaten bir aileye sahipti, başka birine daha ihtiyacı yoktu.

Ama merak etmiyor da değildi. Bir babaya sahip olmanın sıcaklığını. Onun vereceği sonsuz güveni. Güvenli kollar ile sarmalanmayı. Acaba nasıl olurdu, okulda kavga ettiği çocukları babasına şikayet etmek? Nasıl olurdu, top oynarken dizini kanattığında yanına koşmak? Nasıl olurdu, ilkokulda aşık olduğu kızı anlatmak? Nasıl olurdu, çürük karnesini babasına sunduğunda akla sıra ermeyen bahaneleri sıralamak?

Bugüne kadar eksik hissetmemişti kendini. Varlığını hic bilmeyen biri yokluğu nasıl bilebilirdi ki? Yokluğu hiç olmamış biri için nasıl koyabilirdi? Bugün, bugün belki eksik hissediyordu kendini. Belki de bugün ilk defa eksik hissetmişti kendini. Varlığı ile kalbini doldurması gereken insan, bir kağıt parçası ile bir anda yok olmuş gibiydi. Oysa mutlu hissetmesi gerekmez miydi kendini? Hep eksik kalan bir tarafını tamamlamış gibi hissetmez miydi kendini? O zaman neydi bu içine düştüğü boşluk? Neydi bu içinde büyüyen, adını bile koyamadığı düğüm? Neydi bu kalbini yangın yerine çeviren, aynı zamanda buz kütlesi haline getiren?

Yaptıklarını biliyordu. Tüm kötülüklerini kendi eliyle çözmüştü. Annesinin günlüğünü okumuştu. Büyükannesinden hesap sormuştu. Tüm bunları bilse yapar mıydı, emin değildi. Bunu yapmak için hisseder miydi kendini güçlü biri gibi bilmiyordu.

Yaptığı tüm kötülükler gözünde dağ olup büyümüştü. Kendi eliyle kazmış da bir hazine çıkarmıştı Namjoon. Bu lânetli gömünün kötülüğü içine çekileceğini bilmeden. Kendinin de lanetleneceğini bilmeden. Yorulmuştu. Şimdi yorgun hissediyordu kendini. Bu yorgunluk öyle büyüyor, öyle korkunç bir hale geliyordu ki, Namjoon bu düğümün içine çekilmekten korkuyordu. Tüm bunları taşıyabilecek kadar güçlü değildi omuzları. Kalbi bunları kaldırabilecek kadar iyi değildi.

Babası olan adam, kendi hayatı için başkalarını yok sayan biriydi. Diğerlerinin hayatını hiçe sayıyordu. Arkadaşız ailem dediği insan bu adam yüzünden yaralanmıştı. Canına kast edilmişti. Babası olan adam, daha çocuk olan annesini hamile bırakacak kadar insan değildi. Çocuğu olanı önemsemeyecek kadar kalpsizin biriydi. Babası olacak adam, sevdiği kadına yan gözle bakmayı kendine iyi edinmiş bir sapıktan başka bir şey değildi. Aklına geldikçe kusacak gibi hissediyordu kendini. Delirecek gibi hissediyordu. Oysa bu ana kadar her şey çok normaldi. Kendi olmadığından o kadar emindi ki bu sonuç onu darmadağın etmişti. Işte başa gelmeden anlaşılmaz dedikleri bu olsa gerekti.

Kız elini yanında oturan Namjoon'un eli üzerine koydu. Ona endişeli gözler ile bakarken sordu sorusunu. "Iyi misin?" Alacağı cevabı sanki bilmiyormuş, görmüyormuş gibi sormuştu sorusunu.

Namjoon dudaklarını yaladı. Cevap vermedi. Kıza cevap oldu sessizlik. Iyi değildi. Tüm bunlar in hesabını soracağı zamana kadar iyi olmayacaktı. Yanlız geçen yurt gecelerinin hesabını sormadan iyi olmayacaktı. Intihar eden annesinin sebebini sormadan iyi olmayacaktı. Kavuşamadığı, bir kez bile sarılamadığı büyükannesinin sebebini sormadan iyi olmayacaktı. Iyi olmak o kadar basit değildi. Bu güne kadar nerede olduğunu sormadan iyi olmayacaktı. Çektiklerinin hesabını istemeden iyi olmayacaktı. O adam kötü olmadan iyi olmayacaktı Namjoon.

Kıza çevirdi bakışlarını. Elinin üzerindeki küçük ele baktı. Kızın eli oldukça küçüktü. Uzun parmakları arasında kaybolurdu elleri tutsa idi. Elin üzerindeki kırmızı ben tıpkı yüzündekiler gibi kıza çok yakışmıştı. Namjoon benin üzerine baş parmağını koydu. O küçük noktayı güzelce okşadıktan sonra eli altında kaybolacak elin üzerine koydu elini. "Iyi olacağım." Dedi. Sesi kendinden emin, kararlı ve güven dolu çıkmıştı. Bu kızın ve masadaki diğerlerinin içine biraz olsun su serpmeye yardımcı olmuştu.

"Dostum, ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Bu durumda ne söylenir bilmiyorum. Ama güçlü ol." Dedi Hobi. Karşında oturan arkadaşına dolu gözlerle bakıyordu. Bu hafta içinde ne kadar da çok dolmuştu gözleri.

Taehyung derin bir nefes aldı. Kendi olmadığı için o kadar rahattı ki bunu kelimeler ile nasıl ifade edebileceğini bilmiyordu. Ama bir o kadar da rahatsız hissetmişti kendini. Namjoon'un gözleri önündeki hali ona iyi gelmemişti. Ona bakarken o ismin kendi olmasını dilemişti. Gözlerini arkadaşına çevirdi. Kısık ama güven dolu kalın sesi ile konuştu. "O adamın ne olduğu önemli değil. O adamın yaptıkları seni ilgilendirmez. Sen Namjoon'sun." Dedi.

Jin sevgilisi ile gurur duydu. Nasıl da görmüştü arkadaşının içini. Nasıl da okumuştu ne hissettiğini. Jin gururluydu. Aynı şeyleri düşünmekten. Aynı şeyleri söylemekten. Masanın başında oturuyorken sevgilisinden ayırdığı gözlerini arkadaşına çevirdi. "Sen, sen Kim Hyunsoo'un oğlu değilsin. Insan ait olduğu yerde kendidir. Sen kış çocuğu Kim Namjoon'sun. O kağıttan ne çıkarsa çıksın senin kalbini etkilemeyecek. Geçmişini etkilemeyecek. Sen olduğun kişisin Namjoon." Dedi Jin.

Namjoon kaşları altından Jin'e baktı. Bu bakışların altında birçok anlam yatıyordu. Daha değildi. Jin yatan anlamı anlamış olacak ki ilgi ile izledi onu. Ikı dudağı arasından çıkacak olan kelimelere verdi dikkatini. "Hayır. Ben Kim Hyunsoo'nun oğlu Kim Namjoon. Bu, şuan" parmağı ile masada duran kağıdı gösterdi. "bu kağıttan çıktığı andan itibaren, o adam cezasını çekeceği güne kadar değişmeyecek. O adam yaptıklarının hesabını verinceye kadar ben Kim Hyunsoo'nun oğlu olacağım."

Evet arkadaşlar bir bölümün daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. Umarım beklentilerinizi karşılayacak bir bölüm olur.🌼🌹😊😇

Sürç-ü lisan ettiysem affola.🙈😇

Hepinize keyifli dakikalar diliyorum. Sizi seven yazarınız.😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜

Continue Reading

You'll Also Like

177K 16.2K 40
"Ölümümden sonra Park Sürüsü'nün baş alfası olabilmen için sana tek bir şart sunuyorum, Chanyeol. Byun Baekhyun'u bul ve onu sürümüze kat." #1 in Exo...
13.7K 1.2K 20
[Mini Fic] "Böyle bir şey yapma Jimin. Bir şeytan için meleğini bırakma." Top, JJK Bottom, PJM
890K 71.2K 14
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
512K 58.7K 34
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.