FRIENDS🦋🍀🌈

By tjsunnyday

159K 10K 6.6K

Onlar kimsenin birbirine yakın olmadığı kadar yakın olan arkadaşlardı. Ya da öyle sanıyorlardı. Birbirlerine... More

TANITIM
BAŞLANGIÇ
1.bölüm
2.bölüm
3.bölüm
4.bölüm
5.bölüm
6.bölüm
7.bölüm
8.bölüm
9.bölüm
10.bölüm
11.bölüm
12.bölüm
13.bölüm
14.bölüm
15.bölüm
16.bölüm
17.bölüm
18.bölüm
19.bölüm
20.bölüm
21.bölüm
22.bölüm
23.bölüm
24.bölüm
25. bölüm
26. bölüm
27.bölüm
28. bölüm
29.bölüm
30.bölüm
31.bölüm
32.bölüm
33.bölüm
34.bölüm
35.bölüm
36.bölüm
37. bölüm
38.bölüm
39.bölüm
40.bölüm
41.bölüm
42.bölüm
43.bölüm
44.bölüm
45.bölüm
46.bölüm
47.bölüm
48.bölüm
49. bölüm
50.bölüm
51.bölüm
52.bölüm
53.bölüm
Bölüm Değil..
55.bölüm
56.bölüm
57.bölüm
58.bölüm
59.bölüm
60.bölüm
61.bölüm
62.bölüm
63.bölüm
64.bölüm
65.bölüm
66.bölüm
67.bölüm
68.bölüm
69.bölüm
70.bölüm
71.bölüm
Bölüm Değil
72.Final

54.bölüm

1.5K 96 139
By tjsunnyday

Güneşli bir gün vardı şehrin üzerinde. Kampüs baharın gelmesi ile birlikte canlanmış gibiydi. Mart ayının ilk günlerini yaşayan şehrin insanları kendini dışarı atmış gibiydi. Jungkook kampüsün bu kadar kalabalık olduğu bir günü daha önce görmediğine yemin edebilirdi.

Dersten çıkmış, sevgilisini beklemek için onun fakültesi önüne gelmişti. Yolda birçok insanla karşılaşmıştı. Kimi ağaçların gövdelerine yaslamışlar sırtını, kimi ise çimlerin üzerinde uzanmıştı. Jungkook fakültesinden aşağıya doğru yürürken hayat bunlara güzel diye düşünmeden edememişti. Insanların yüzündeki mutluluğu kıskanmıştı. En son ne zaman gerçek anlamda mutlu olduklarını hatırlamıyordu. Ne zaman dertsiz bir güne uyandıklarını hatırlamıyordu.

Elleri üzerindeki ince ceketin cebinde girdi fakültenin bahçesine. Fakültenin bahçesi tıpkı kampüsün diğer bölümlerinde olduğu gibi insan kaynıyordu. Jungkook oturup sevgilisini beklemek için boş bir bank arıyordu gözleri ile. Ama ne yazıkki bulamamıştı. Çaresiz bir şekilde geniş gövdeli ağacın yanına giderken, aynı zamanda güneş gören bir yer arıyordu. Gölgeler hala soğuk soğuk eserken Jungkook hasta olmak istememişti.

Çok beklemedi Kook. Yaklaşık 20 dakika sonra dersi biten Jimin, yüzündeki gülümseme ile Jungkook'un beklediği yere gelmişti. Sevgilisi bir kez daha onu almaya geldiğini için kendini oldukça mutlu hissetmişti. Hatta buna o kadar fazla alışmıştı ki Jungkook'un dersi olmadığı anlarda bile gözleri ile fakülteyi tarıyordu. Ondan bir iz bulma umudu ile etrafına bakınıyordu.

Sevgilisinin geldiğini gören Jungkook, oturduğu yerden ayağa kalktı. Sevgilisinin gülümsemesi onu her zaman gülümsetmişti. Yine ayni gülümseme ile birbirlerine bakarken Jungkook tanrıya şükretmek için geç kalmadı. Çok doğru bir karar verdiğine bir kez daha kanaat getirdi.

"Ne zaman geldin?" Diye sordu Jimin. Sevgilisinin omzuna yapışan kuru bir otu temizlemek için uzatmıştı küçük elini.

"Çok olmadı ama hoca dersi mi uzattı? Normalde daha erken çıkman gerekmiyor mu?" Diye sordu bileğindeki siyah kordonlu saate bakarken.

"Evet yaa, neymiş haftaya ders seminer yüzünden iptal olacakmış. Bu dersi vermek zorundaymış. Bla bla bla." Dedi göz deviren Jimin. Aynı zamanda sevgilisinin boynuna kolunu atmaya çalışmış ama yetişemediği için komik bir görüntünün ortaya çıkmasına sebep olmuştu.

"Yoruldun mu?" Diye sordu Jungkook. Onun kolunun altından çıkmış, kendi kolunu sevgilisinin omzuna atmıştı.

"Hayır." Dedi gülümserken Jimin. Ardından ekledi. "Uyudum."

"Bu derste ben de uyudum." Dedi Jungkook ona katılırken. Aynı şeyleri yapmış olmak bir anlamda ona mutluluk vermişti.

Jimin ona bakıp gülümserken, karnından gelen gurultuyu fark etmemişti. Sabahtan beri derste olan Jimin, kahvaltı yapmadan evden çıkmıştı. Öğrenci kartını alan Joon yüzünden öğle yemeği yiyememişti. Üniversitenin bu sistemi onu illet ediyor ama sisteme başkaldırmak da istemiyordu. Sonuçta bunlar öğrencilerin güvenliği için alınan tedbirlerden biriydi.

"Yemek yiyelim mi?" Diye sordu Jungkook. Elini sevgilisinin guruldayan karnı üzerine koymuş ama Jimin anı bir utanmadan dolayı sevgilisinin elini itmişti.

"Ne yiyelim?" Dediğinde düşünmeye başlamıştı Jimin. Aç olduğu için bu işe fazladan kafa yormaya başlamıştı.

"Hamburger yiyelim mi?" Diye sordu Jungkook. En son ne zaman fastfood yediklerini hatırlamıyordu. Aklına gelen düşünce ile bile patates kızartmasının kokusu burnuna dolmuştu. Gözlerini kapatmış burnundan derin bir nefes çekmişti.

"Sorman hata bebeğim." Dediğinde Jimin sevgilisini çekiştirmek için çoktan harekete geçmişti bile.

Elindeki koladan yudumunu alan Jimin konuştu ilk önce. Nihayet karnını doyurduğu için konuşmaya güç bulabilmişti. "Tae'ye içim acıyor. Onu böyle sessiz sedasız görmek, pek alışık olmadığım bir durum."

Dişleri arasında pipeti dişleyen Jungkook ona şaşkınlık ile bakmıştı. "Kim? Taehyung mu sessiz sedasız?"

"Evet, normalde etrafına gülücükler saçardı. Şimdi bu durum onu baya yıprattı. Konuşmaya bile mecali yok. Ağzından cımbızla zor alıyorum kelimeleri." Dedi Jimin yüzü hala düşüktü.

"Onun ağzından çıkanları duymuyorsun heralde. Bize karşı bu kadar sessiz. Jin hyungu görünce kaplan kesiliyor. O kadar ağır konuşuyor ki benim bile içim acıyor." Tepsisindeki patates diliminden bir tane atmıştı ağzına.

"Sen şimdi Jin'i koruyacaksın ama hak ediyor bence. Düşünsene; onun için kavga ediyor, geleceği tehlike altına giriyor. Ama Jin onun yanında olmuyor. Bir teşekkür bile etmiyor." Dedi. Elindeki koladan bir yudum almıştı. Jimin'in sesi ile birlikte gelmişti kağıt bardaktaki kalıp buzların sesi Jungkook'a.

Jungkook dişlediği pipeti nihayet serbest bıraktığında konuştu. "Olaya Tae gözünden bakıyorsun o yüzden. Tarafsız olarak bak bence. O da kolay şeyler duymadı yani." Dedi Jungkook. Dilinin ucuna kadar gelen şeyleri geri tepmekten gerçekten yorulmuştu.

"Taraflı bakan sensin tatlım. Tae hiç değilse bir özrü hak ediyor. Onun yaşadıkları kolay değil. Tamam bazen çok ağır konuşuyor ama bunu sinirinden yaptığı çok açık. Bu kadar sinirli olmasının sebebi Jin. Ama o yine bir şey yapmıyor Taehyung iyice sinir oluyor. Kısır döngüye giriyor her şey. Birinden birinin geri adım atması şart. Bu durumda bunu yapması gereken kişi bence Jin." Dirseklerini masaya dayayan Jimin, Jungkook'un tepsisine uzanmış ve bir patates atmıştı ağzına.

Jungkook gözlerini yukarıya çevirmişti. Daha fazla içinde tutamayacağını biliyor gibiydi. Sevgilisinden de bir şeyleri saklamak zerre hoşuna gitmemişti. Ama sevgilisinden de söz alırsa bunu ona söylememek için bir sebep görmüyordu.

"Sana bir şey söyleyeceğim. Ama bunu kimse bilmeyecek tamam mı? Özellikle Taehyung." Keskin sesi ile uyardı sevgilisini Jungkook.

Jimin onun bu tavrı ile kaşlarını çattı. Neyin geleceğini bilmiyordu ama sevgilisinin bu hali pek hayırlı bir şeyler olduğunu göstermiyordu. Masada öne doğru eğilen Jimin olumlu anlamda kafasını sallamıştı.

Jungkook işaret parmağını sevgilisine doğru salladı. "Bak söz verdin." Dedi.

"Tamam ya söylemeyeceğim. Söyle hadi ne oldu?" Diye sordu sabırsızca.

Jungkook derin bir nefes verdi ilk önce. Ardından dudaklarını birbirine bastırdı. "Jin hyung olay olduktan sonra, Tae öğrenci işlerinde beklerken şikâyet etmesin diye Dongmin ile konuşmaya gitmiş."

Şaşkınca gözleri açılan Jimin yüksek sesi ile sordu. Bu yandaki masaların onlara bakmasına neden olmuştu. "Ne!?"

Jungkook kafasını olumlu anlamda aşağı yukarı sallarken yeniden konuştu. "Dongmin hastanede yatarken, polisler gelmeden önce onunla konuşmuş. Şikâyet etmemesi istemiş. Zaten o ambulans ile kaldırılırken hastaneye Jin hyung da kaybolmuştu. Onun yanına gitmiş. Onunla konuşmuş."

"Sen nereden biliyorsun bunu?" Diye sordu Jimin. Şaşkınlıkla açılan gözleri eski haline gelememişti henüz.

"Sen gelmeden önce eve, ben yukarıya çıktım ona bakmak için. Baya kötü durumdaydı. Benimki tahmindi sadece. Onunla konuşup konuşmadığını sordum. O da bana kimse bilmeyecek dedi. Söyletmedi kimseye. Özellikle Taehyung'un kulağına gitmesin diye uğraşıyor." Kolayı yeniden götürmüştü ağzına. Içi sevgilisine söylemenin rahatlığı ile ferahlarken, bir yandan hyungu için endişelenmeden edemiyordu.

"Tanrım, inanmıyorum." Ellerini başının iki yanına koydu Jimin. "Dongmin bunu kolay kolay kabul etmemiştir. Düşünsene Jin'in onun önünde eğilip bunu ondan istediğini. Tanrım çok zor bir durum. Tüm bunları duyduktan sonra bir de. Inanmıyorum." Sesinden akan hüzün Jungkook'un kaşlarının düşmesine de sebep olmuştu.

Derin bir iç çeken Jungkook devam etti. "Boşuna demiyorum işte çok ağır konuşuyor diye. Jin hyung o içeri girmesin diye kendini ayaklar altına alan birinden özür dileyip gururunu hiçe saydı. Bu onun için çok önemli bir durum. Tae için bile bundan vazgeçti. Bir insanı ayakta tutandır haysiyeti. Şimdi Tae bunu ayaklar altına almaya başladı kelimeleri ile." Avuç içini yanağına dayamıştı. Abisi için cidden çok üzgün hissediyordu. Ama çözüm için elinden bir şey gelmemesine de kızıyordu. Onu bu kadar hırpalanmış görmeyi kendine yediremiyordu Jungkook.

"Bu böyle olmaz. Tae soğuyacak gibi değil. Bu böyle devam etmez yani. Buna bir el atmamız lazım bizim." Dedi Jimin sevgilisine biraz daha yaklaşmıştı masanın üzerinden. O da üzgün hissetmeye başlamıştı kendini Jin'e karşı. Olanları bilmeden Tae'yi savunduğu için kendini suçlu hissediyordu. Bu suçunun özrü için bir şeyler yapmak istiyordu.

"Sakın, bir şey söylemek yok. Tae bunu bilmeyecek diye katı katı tembih edildim ben. Jin hyung bunu Tae'nin öğrenmemesini istiyor. Öğrenince daha fazla kırılmasından korkuyor. O yüzden bu kadar lafı sözü yutuyor. Sırf Taehyung daha fazla kendini suçlu hissetmesin diye." Ellerini iki yana sallayarak sevgilisini durdurmayı hedeflemişti Jungkook.

"Hayır, bunları biliyorken susmak da iyi bir şey değil Kookie. Sen resmen göz göre göre Jin'in daha fazla kırılmasına sebep oluyorsun bunu saklayarak. Ben zaten gidelim bunu Tae'ye anlatalım demiyorum ki. Benim aklıma daha başka bir şeyler geliyor." Derken bir yandan gülümsüyor bir yandan sevgilisine göz kırpıyordu Jimin.

--

Güneş batıyordu şehrin üzerinde. Kızıllık bulutların arkasına saklanıyor gibiydi. Bulutlar yeniden gökyüzündeki yerini alırken hava da aynı zamanda kararmaya devam ediyordu. Yan yana yürüyen ikili arasında pek bir muhabbet dönmüyordu. Yoongi annesinin şaibeli durumu hakkında kafa yorarken, Jin konuşacak kadar canlı hissedemiyordu kendini.

Gece çöktüğünde Hobi ile konuşma fırsatını yakalayabilen Jin, son olay hakkında gerçekleri öğrenmişti. Arkadaşına destek olmak istiyordu fakat onunla konuşsa bile onun içini soğutabileceğini düşünmüyordu. Yanında yürüyen arkadaşına çevirdi bakışlarını. Yoongi yere bakıyor ağır aksak yürüyordu. Gözlerinin hali ona kendini anımsatmıştı.

Jin tereddütte kalsa bile kısık sesi ile konuştu. ''İyi misin?''

Yoongi gelen ses ile sol tarafına döndü. Kendinden daha uzun arkadaşına bakarken gülümsedi. ''İyiyim.'' Dedi.

''Hastaneden haber var mı?'' diye sordu Jin aynı çekingenlik ile.

''Hayır yok. Ama büyükannemi ikna için çalışıyorlar.'' Dedi Yoongi derin bir nefes verirken.

''İkna olacak gibi mi?'' diye sordu Jin.

''Bilmiyorum. Doktorlar huzurevi ile iletişime geçtiler. İlk başta konuşmak dahi istemediğini söylemiş ama birkaç kere daha ısrar ettiklerinde konuşmayı kabul etmiş. Son durum ne ben de bilmiyorum.'' dedi Yoongi. Sesi güçsüz çıkıyordu. Ne kadar ailesinden haz etmese de onlardan birinin gözünün önünde eriyip gitmesi canını yakıyordu. Buzdan kalbi biraz olsun erimiş gibi görünüyordu.

''Umarım ikna olur. Yani bir anne evladı için bunu yapmayacak değildir.'' Elini arkadaşının omzuna koydu Jin. ''Metin ol.'' Dedi gülümserken.

Yoongi de gülümsedi ona. Ellerini cebine koydu ardından. Onunla konuşmayalı uzun zaman olmuştu. Sorsa mı sormasa mı emin değildi. ''Sen nasılsın?''

Jin de gülümsedi arkadaşına. ''İyiyim.'' Dedi. Ama Yoongi onun iyi olmadığını biliyordu. Üzerine gitmek istemese de onun bu ruh halinden kurtulmasını istiyordu.

''İyi olmadığın halde neden iyiymiş gibi rol yapıyorsun? Bunu herkes görebiliyor Jin. Bu kadar içine atmak zorunda değilsin. Söyle kurtul.'' Dedi derin bir nefes verirken. Bu zamana kadar bildiğini söylememişti ama salak da değildi bunu fark edemeyecek kadar.

Jin şaşkın bir şekilde arkadaşına baktı. Onun nereden öğrendiğini çözmeye çalışır gibi bir hali vardı. Bunu fark eden Yoongi konuştu. ''Aptal değilim Jin. Neler olduğunu görebiliyorum. Sen de aptal gibi davranmaktan vazgeç. Bunu ona söylemen gerekiyor. Bu şekilde sonuna kadar dayanamazsın. Taehyung gerçekten o kadar saf ki, bazı şeyleri görmüyor gözü. Bunu ona gösteren sen olmalısın.'' Dedi Yoongi. Arkadaşına yanında olduğunu göstermek için omzuna vurmuştu.

''Bilmiyorum Yoon, bunu ona söylersem kendini daha kötü hissedecek. Beni aşağılayan birini benim için dövdü. Bu yüzden karakolluk oluyordu. Şimdi beni aşağılayan insana gidip yalvardığımı, onun önünde daha küçük bir duruma düştüğümü öğrenirse; beni bu durumun içine soktuğu için kendini oldukça kötü hissedecek. Bunu ona yapmak istemiyorum.'' Dedi Jin. Gözlerini kısmış karşısına bakmaya başlamıştı.

Yoongi derin bir iç çekti. ''Vıcık vıcık aşk kokuyorsun dostum. Midem bulanıyor desem yalan olmaz.'' Gözlerini kısarak güldü. Bu sözleri Jin'in de gülmesine sebep olmuştu. Ardından devam etti. ''Şaka bir yana ona gidip bunu ondan istemen küçüldüğün anlamına gelmiyor. Aksine ne kadar yüce biri olduğunu gösteriyor. Kolay değil. Ben yapamazdım doğrusu. Kalbin her zaman bu kadar büyük olmak zorunda mı?'' diye sordu.

Jin gülümserken iç çekmişti. ''Keşke daha fazla büyük olsaydı kalbim. O zaman tüm bunların olmasını engelleyebilirdim. Duyduğum pişmanlık sadece bu. Taehyung'un bunu yapmasına engel olamamak kötü hissettiriyor beni.''

Yoongi arkadaşına baktı şaşkın bir şekilde. Nasıl hala bu şekilde konuştuğunu anlamıyordu. ''Şuan cidden saçmalıyorsun. Tae'nin bütün söylediklerine nasıl göğüs gerebildiğini sanıyorsun. Bunu ben yapamazdım. O kadar ağır şeyi duyduktan sonra nasıl sessiz kalabiliyorsun şaşırıyorum. Taş olsan çatlarsın. Sen, ben-'' onun sözünü kesen Jin'in çalan telefonu olmuştu. Bir kez daha aynı sahne gelmişti Yoongi'nin gözleri önüne.

Jin cebindeki çalan telefonu çıkardığında yazan isim ile yürümeyi bıraktı. Kaşlarını çatmış telefondaki isme bakıyordu. Açmak istemiyordu. Konuşmak istemiyordu. Sadece telefonun kendiliğinden kapanması için bekliyordu.

''Kim?'' diye sordu Yoongi merakına yenilerek.

Jin kaşları çatılı halde arkadaşına baktı. ''Büyükannem.'' Bu kelimeyi ilk kez kullanmıştı Jin.

--

''Neden beni görmek istediniz?'' diye sordu Jin. Yaşlı kadın onu acilen görmek istediğini belirtince onun evine gelmişti. Ne olduğunu bilmiyordu ama bir yandan da merak etmeden duramamıştı. Yine neyin açığa çıkacağını merak ediyordu.

''Nasılsın oğlum?'' diye sordu yaşlı kadın. Ondan uzağa oturmasını göz ardı etmişti. Jin'in tüm soğuk sesine karşılık gülümseyerek oturuyordu.

''Kötüyüm desem ne yapacaksınız?'' diye sordu Jin. Kadına karşı saygısını korumak için uğraşıyordu fakat bunda pek başarılı olduğu söylenemezdi.

''Ne oldu? Bana anlatabilirsin. Konuşabiliriz istersen.'' Dedi kadın yüzünde endişe barındırarak. Torununu en son gördüğünden bu yana üzerinden oldukça fazla gün geçmişti. Torunu en son gördüğünden oldukça zayıf görünüyordu. Köprücük kemikleri bile o kadar belli etmişti ki kendini, kadın beyaz tişörtün üzerinden bunu gayet net görebiliyordu. Kadın bu yüzden ballı çörekleri hazırladığı için kendi ile gurur duyuyordu.

''Hayır istemiyorum.'' Derin bir nefes verdi Jin gözlerini kapatarak. ''Sadece ne söyleyecekseniz duymak ve buradan gitmek istiyorum.'' Dedi.

Kadın ortada duran sehpanın üzerindeki tabağa uzandı ve ellerinde tutarak Jin'e doğru uzattı. Yüzündeki gülümseme ile konuştu. ''Senin en çok bunlardan sevdiğini biliyorum. Senin için hazırladım tadına bakmak istemez misin?'' diye sordu.

Jin gözlerini devirirken alayla gülümsüyordu. Bugüne kadar neredeydin diye sormak istiyordu. Aklına şimdi mi geldi bunları hazırlamak diye sormaktan kendini alamayacak gibi görünüyordu. ''İstemiyorum. Bunun ne anlama geldiğini biliyor olmalısınız. Yemeyeceğim. Bir an önce konuşalım ve gideyim.'' Dedi Jin. Aceleci tavrını koruyordu. Bu evde olmak ona cidden rahatsızlık veriyordu.

Kadın düşen yüzünün ardından saniyeler içinde yeniden gülümsemeye başlamıştı. Jin'in onu bu kadar reddetmesini anlıyordu ama bunu kalbi kaldırmıyordu. Onun hasreti ile günden güne daha çok yanarken, torunun ona bu denli uzak olması onu yaralıyordu. ''Pekala, madem böyle konuşalım.'' Ellerini birbirine kenetledi. ''Dün akşam Jisoo geldi buraya. Elinde bir fotoğraf vardı, annesinin ve babasının fotoğrafı. Biyolojik babası. Ama bunu o bilmiyordu. Haberde gördüğü bir adam yüzünden bana sormak istemiş. Ben, ben diğer tarafa geçmeden önce üzerimde hiçbir sır kalmasın istiyorum artık. Bunu ona söylemek istiyorum ama nasıl yapacağımı bilmiyorum.''

Jin kaşlarını çattı. ''Haberde gördüğü mü? Hangi haber?'' diye sordu.

Kadın yanına koyduğu telefondan internete girdi. Zaten Naver'da adamın adını arattığı an karşısında haber çıkmıştı bile. Telefonun ekranını eli titreyerek Jin'e gösterdi. ''Bu.'' Dedi.

Seokjin onda oluşan şaşkınlığı engelleyememişti. Şu an yaşadığı büyük şok öyle fazlaydı ki bu yüzüne yansıyordu. Yaşlı kadın ne olduğunu anlamak için kafasını eğmişti Jin'e doğru. Ama o tepkisiz bir şekilde habere bakıyordu.

Anladığı şey eğer ki doğru ise Tae bir kardeşe sahipti. Bu imkansız bir şekilde Jisoo'ydu. Jin onların arasındaki bu çekişmeyi bu anlamda yorumlamamıştı hiçbir zaman. Kıskançlıktan ileri geldiğini düşünmüştü. Bu ihtimal aklının ucundan dahi geçmezdi. Bu o kadar büyük bir şeydi ki Jin şaşırma kelimesinin bile ifadesiz olduğunu düşünüyordu. Şaşırmak bu durum için yeterli bir kelime değildi onun için.

Nefesini düzene koyduktan sonra kadına döndürdü gözlerini. Saygıyı falan bir kenara bırakmıştı. ''Benimle dalga mı geçiyorsun?''

Kadın değişen tavır ile ne yapacağını bilemez bir hale dönmüştü. Ne diyeceğini bilmiyordu. Daha önce Jin'i hiç bu şekilde görmediği için oldukça büyük bir şoka uğramıştı. Kadın tam bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki Jin'in sesi kesti onun kelimelerini. ''Bu adam, tanrım.'' Alayla güldü. ''Bu adam Tae'nin babası.'' Dedi.

Kadın soran gözlerle açtı ağzını. ''Tae?''

Jin alt dudağını ısırdı. ''Kim Taehyung. Kiracın Kim Taehyung. Bu adam Tae'nin babası. Tanrım bu mantıklı mı? Jisoo ile Taehyung kardeş mi?'' diye sordu. Bunu kadında bilmiyordu ki. Adamı Jisoo'nun annesinden ayrıldıktan sonra bir daha hiç görmemişti. Adamın bile bu çocuktan haberi yoktu. Jisoo'nun annesi hamile olduğunu öğrendiğinde adam çoktan Tae'nin annesi ile evlenmişti bile.

Kadın da Jin ile aynı duyguları paylaşır hale gelmişti. Bunu beklemiyordu. İçine düştüğü daha büyük olan bu sorunu nasıl çözeceği hakkında bir fikri yoktu.

Jin derin derin nefesler alıyordu. Bunu ondan gizleyemezdi. Bunu kimseden gizleyemezdi. Bunu öğrenmek omuzundaki yüklerin daha fazla artmasına neden olsa da bunu bir şekilde söyleyecekti. Onun omzuna ne de fazla söylenecek şeyler eklenmişti. Güçlü omuzları tüm bunların hepsini kaldırabilir miydi emin değildi Jin.

Taehyung'un bunu öğrenmeye hakkı olduğu gibi Jisoo'nun da buna aynı şekilde o kadar hakkı vardı. İkisi arasındaki sorun daha yeni yeni çözülmeye başlarken başka bir sorunun daha ortaya çıkacak olması Jin'i oldukça rahatsız etmişti. Bunu tek başına mı yapsa yoksa yanına birini daha mı alsa emin değilken, hala nasıl söyleyeceği hakkında bir fikri yoktu. Buna rağmen konuştu. ''Ben bir şekilde halletmeye çalışacağım. Bunu sakın benden gizlememi bekleme. İkisinin de bunu bilmeye hakkı var. Ve sen bunu bugüne kadar gizli tuttuğun için yine ve yine suçlusun. Bu kadar büyük şeyleri nasıl bu kadar kolay bir şekilde gizleyebiliyorsunuz? Aklım almıyor ya. Ortalık savaş alanı ama bir şekilde kendinizi yara almadan kurtarmayı başarıyorsunuz.'' Ayağa kalktı Jin oturduğu yerden. Ani hareketi yine başının dönmesine sebep olsa da durmadı. Kapıya doğru yönelirken arkasından seslenen büyükannesi zerre umurunda değildi.

--

''Gelmeyecek mi?'' diye sordu Jimin Jungkook'a doğru. Yemek masasına oturmuşlar başlamak için Jin'i bekliyorlardı. Yoongi onun büyükannesine gittiğini diğerlerine söylemiş olsa da onun hakkında endişelenmeden edemiyorlardı.

''Bir yerlerden bulunup gelir.'' Dedi Taehyung önündeki tabaktan bir şeyler atarken ağzına. Jimin ve diğerlerinin garip bakışlarını umursuyor gibi değildi. içinden deli gibi merak etse de bunu dışarıya karşı güzel bir şekilde gizliyordu. Kendince Jin'e kestiği ceza buydu. Umursamamaya çalışıyordu kendisini nasıl umursamadı ise. Ama bunu becerebildiği tartışılırdı.

Önündeki tabağı alan Jimin ters ters arkadaşına bakmış sinirli ses tonu ile konuşmuştu. ''Bekleyeceksin.''

''Nasıl bu kadar umursamaz oluyorsun ya? Sen Jin'i hala sevdiğine emin misin?'' diye sordu Hobi. Belki de bu soruydu onu kendine getirecek olan. Tae'nin içine düşen sızı büyürken kaşları altından Hobi'ye bakıyordu. Ağzındaki lokmayı bile çiğnemeyi unutmuş gibiydi.

''Bırak şunu tanrı aşkına ya, ne hali varsa görsün.'' Demişti Yoongi. Jimin'in aldığı tabağı Tae'nin önüne geri koymuş, kollarını göğsünde birleştirirken sandalyesinde geriye doğru yaslanmıştı.

''Tamam.'' Dedi Jungkook sessiz bir şekilde. Yüzü düşmüş ve kulağındaki telefonu alıp tezgahın bir yerine koymuştu.

''Ne oldu? Gelmiyor mu?'' diye sordu Joon. Masanın başında oturmuş ayakta dikilen Jungkook'a bakmaya başlamıştı.

Jungkook kafasını olumsuz anlamda sallarken konuştu. ''Siz yiyin, beni beklemeyin dedi.''

Ortadaki tencerenin kapağını açan Hobi mutfağa buharın dağılmasını sağlarken konuşmuştu düşünceli bir şekilde. ''Jin'in yemek yediğini gören oldu mu bu evde?''

Jungkook yüzü düşük bir halde kafasını yine olumsuz anlamda sallarken, Jimin sevgilisinin dizine koymuştu elini. Ona güç vermek için gözlerinin içine bakmak istiyordu.

Yoongi önündeki tabaktan pilav alırken konuştu. ''Sabah derse giderken kahvaltı yapmadık. Öğle yemeği arasında da kütüphaneye gideceğini söyledi. Ben bugün yediğini görmedim.''

Tae önündeki tabağa bakarken konuşulanları dinliyordu. Kendi bugün neler yemişti düşünmeye başlamıştı. Sabah uyandığında evde kimse olmadığı için kahvaltı hazırlamaya da üşendiği için dışarı çıkmış, gözüne kestirdiği ne varsa almıştı. Evde onları güzelce midesine indirirken bir film açmış canı çıkana kadar ağlamıştı. Biraz telefonda gezinmiş sonra gelirken aldığı abur cuburları indirmişti midesine. En çok yoğurtlu naneli cipsi sevdiği için evin bir yerlerine stok yapmayı da aklının bir köşesine not etmişti. Akşam yemeği hazırlarken Yoongi'nin hazırladıklarını arada midesine yürütmüş bir de bunun yüzünden azar yemişti. Şimdi ise yeniden yemek yemeye hazırlanıyordu. Sevgilisinin sadece bir kahve ile durduğu aklına geldikçe kendini çok suçlu hissetmişti.

''Size afiyet olsun.'' Dedi masadan kalkarken Taehyung. Masadan arta kalan soru dolu gözleri umursamayıp merdivenlere yönelmişti.

''Tanrım bir de trip yiyoruz.'' Dedi arkasından göz deviren Jimin. Tae'nin bunu duyduğuna adı gibi emindi. Zaten duysun diye söylemişti.

''Tribinden olduğunu düşünmüyorum.'' Dedi Namjoon gülümserken. Tae'nin aklını okumuş gibi izlemişti onu sofrada. Düşündüklerini bir bir geçirmişti zihninden. Nihayet sağlıklı düşünmeye başladığı için minnettar olmuştu arkadaşına Namjoon.

Yukarıya çıkan Taehyung, odasının önünde durdu. Kapısının kapalı olması onu düşüncelere itmişti. Kafasını usulca Jin'in odasına doğru çevirdi. Bu odaya gelmeyeli çok olmamıştı belki ama Tae odanın havasını özlediğini hissetmişti. İçeriye girmek ve içinde Jin'e ait bir şeyler bulmayı hedeflemişti. Usulca adımlarını çaprazında bulunan odaya yöneltti.

Kapının kolunu usulca aşağıya indirdi. İçeride biri varmış da rahatsız olacakmış gibi sessiz davranmıştı. Hareketlerini yavaş tutarken kalbi aynı oranla hızla atıyordu. Odanın kapısı açıldığı an burnuna dolan koku yüreğinin bir kez daha sızlamasına neden olmuştu. Bu kokuyu duymayı bile o kadar özlemişti ki. Jin gibi kokan oda ne kadar ona sarıldığı an verdiği hissi vermemiş olsa da iyi gelmişti Tae'ye. Özlediği kokuyu bir kez daha içine çekerken içeri attı adımını.

Kapıyı arkasından kapatırken aynı sessizlikle davranıyordu. İçeride olan anıların rahatsız olmasını engellemek ister gibi. Gözlerinde canlanan anıların daha fazlasını ister gibi. Bozulmamış yatağa çevirdi gözlerini. Oysa Jin'in alışkanlığı değildi yatağını düzeltmek. Hiç bu uğraşlara girmezdi. Bir daha bozulacak nasıl olsa edası ile düzeltmeye üşenirdi yatağını. Tae düzenli yatağa baktığında hiç bozulmadığını anlaması uzun sürmemişti. Jin'in uyuyamadığını zaten yüzüne bakan herkes net bir şekilde söyleyebilirdi. Gözlerinin altında oluşan mor halkalar zaten bunu ele veriyordu. Bunu görememek için kör olmak lazımdı zaten.

Taehyung yatağa doğru ilerledi. Sanki sevgilisi yatakta uyuyor gibiydi. Melek yüzünü görebiliyordu Tae gözlerinin önünde. Sevgilisinin ısırmak için ideal yanaklarını görebiliyordu. Öpmeye doyamadığı dudaklarını. En son ne zaman içmişti o dudaklardan hatırlamıyordu Tae. Kalbi bir kez daha hüzün ile karışık hasretle atarken gözlerinden bir damla düşmesine izin verdi Taehyung.

Jin'in yatağına oturdu. Elini onun yastığı üzerinde dolandırdı. Sevgilisinin içi de bu nevresimler gibi siyah mıydı merak ediyordu Taehyung. O da özlüyor muydu sevgilisini merak ediyordu. Bu ayrılık onun kadar zorluyor muydu acaba Jin'i? Yastığı eline aldı usulca. Kucağına koyduğu yastığın nevresimi üzerinde gezdirdi zarif parmaklarını. Parmaklarına ne kadar güzel yakışıyordu sevgilisinin şekilsiz parmakları. Detaylar önemliydi. Taehyung detayları hatırladıkça gözlerinden intihar eden damlaların ölümüne engel olamıyordu. Engel olmak istemiyordu. Gözlerinden kusan özlem odanın her noktasına dolsun istiyordu. Dolsun da Jin hissetsin istiyordu özlemini. Kalbinin en derinliklerinde yaşasın istiyordu özlemini. Bilmiyordu ki sevgilisi aynı özlemden kavrulmaya zaten çoktan başlamıştı. Bilmiyordu sevgilisinin içinde büyüyen ateşin varlığını.

Tae yüzüne götürdü yastığı. Burnunu dayadı siyah nevresimin üzerine. Kokladı. Hapsetmek ister gibi çekti içine. Damarlarında hissetmek ister gibi ciğerlerinde hapsetti Jin'in kokusunu. Saçları geldi aklına. Uyurken yüzünde dolanan ipeksi telleri. Kırmaktan korkarak okşadığı her tel geldi aklına. Parmaklarının dokunduğu her teli özlüyordu Tae. Her teli hissediyordu. Yüzünde dolanan saçların varlığı gülümsetmişti onu çoğu kez. Şimdi hayali ile gülümserken içine düştükleri durumdan çıkmayı istiyordu Taehyung. Yine saçları dolaşsın istiyordu yüzünde. Kokusunu hissetmek istiyordu burnunda.

Gülümserken ağlar mıydı bir insan? Bu kadar hasretken bekler miydi bir insan? Bu kadar hasret varken neden bekliyordu? Neyi bekliyordu? Aklına dolan cevapsız soruların haddi hesabı yoktu. Cevaplamak gibi bir derdi de yoktu. İstediği tek şey sevgilisiydi Tae'nin. Jin'in varlığı bile yeterdi ona. Şimdi yüzünü zor görürken bu hasrete daha ne adar dayanacağını merak ediyordu Taehyung. Dayanmak istiyor muydu, emin değildi.

Burnundan uzaklaştırdı yastığı. Yerine bırakırken sevgilisine söylediği her kelime hücum etti kulağına. Her kelime isyanla bağırdı ona. Söylediklerinden duyduğu pişmanlık kalbine yol alıyordu. Yol aldıkça büyük bir balona dönüşüyordu. Her kelime bu balonun büyümesine sebep oluyordu. Kısa zaman sonra patlayan pişmanlık her zerresini ele geçirmiş gibiydi. Gözlerine akın gelen pişmanlık damla olup yağıyordu. Sağanak olup dökülüyordu gözlerinden. Dökülüyordu da azaldığını düşünmüyordu Tae. Aksine çığ olup büyürken ellerinin uyuştuğunu hissediyordu. Ayaklarının tutmadığını. Kalbinin artık atmadığını düşünüyordu. Tüm bedeni buz tutarken pişmanlığın altında eziliyordu Tae.

Sözlerin ağırlığı kalbini taşa çevirmişti Jin'in. Tae bunu fark edemedi. Edememişti. Kendi eliyle yarattığı bu özlemden sağ çıkabilir miydi bilmiyordu. Jin'i bu hale getirdiğine inanmıyordu. Gülünce güller açan sevgilisinin suratında en son ne zaman bir gül görmüştü hatırlamıyordu. Gerçi sevgilisinin yüzünü ne zaman gördüğünü bile unutmuştu. Zaman kavramı yerini öyle bir terk etmişti ki geri geleceğine inanmıyordu Tae. Zamanı kaybederken, onu geri almak için çok geç kaldığını fark etti Tae. Zamanı geri alsa kelimeleri intihar ederdi de kalbinde, dökülmezdi dudaklarından. Kendini yaralar yine de sevgilisine zarar vermezdi. Onu bu denli kırmazdı. Kalbinin kırık her parçasını parmakları arasına sıkıştırırdı da sevgilisine batmasına izin vermezdi. Ama öyle bir kör olmuştu gözleri, öyle bir sağır olmuştu ki kulakları her bir parçayı özenle yerleştirmişti sevgilisinin kalbine. Özenle sokuşturmuştu sevgilisinin her kırık cam parçası ile solduğunu bile bile. Her parçada öldüğünü bile bile.

İçine sokmak istediği aşkı, şimdi gözler önündeydi. Savunmasız halde korunmayı bekliyordu. Bu ana kadar fark etmedi Jin'in ne denli yalnız kaldığını. Ne denli savunmasız kaldığını. Oysa herkesin onu koruduğunu düşünmüştü. Diğerlerinin korumasına ihtiyacı olan kendisiymiş gibi davranmıştı. Kalpten atılan kendisiymiş gibi düşünmüş, düşündükçe delirmişti. Fark edememişti kalpten atanın kendisi olduğunu. Sevgilisini kalbinden iten kendi değilmiş gibi kan kusmuştu. İten taraf olduğu aklına bile gelmezken, bile bile almıştı ayakları altına sevgisini. Bile bile ezmişti kalbinden attığı kalbi. Ayaklarının altında söndürmüştü kendi için yanan yüreği. Oysa ne çok uğraşmıştı. Onu sevsin, onun için atsın, onun için yansın diye. Ne çok uğraşmıştı kalbine girmek için. Girdiği kalbin sönmesine neden olurken yüreğinin bu kadar acıyacağını bilmezdi, aklına gelmezdi.

Tüm bunlara neden olmak içini yakarken bunun soğuması için ne yapacağını bilmiyordu Tae. Nefes almayı unutmuş gibiydi. Nasıl nefes alınacağını öğretmesini isteyeceğini bilmiyordu. Jin'i kendinden bu kadar uzaklaştırdıktan sonra nasıl yanına gideceğini bilmiyordu. Nasıl yeniden elini tutacağını, yeniden nasıl yüzüne bakacağını bilmiyordu. Kendi aşkına ihanet ederken, bu aşkı yeniden nasıl toplayacağını bilmiyordu. Koşmak istiyordu sevgilisine ama ayakları takılıp düşerse nasıl kalkacağını bilmiyordu. Onu tutmak için yanında olur muydu sevgilisi? Elinden tutar mıydı kaldırmak için? Unutmuş olduğu aşkı yeniden anlatır mıydı ona? Yeniden öğretir miydi sevgiyi?

Onu düşüncelerinden uyandıran açılan kapı olmuştu. Kimin geldiğine bakmadan ellerinin tersi ile yüzünü silmeye başlamıştı. Göz yaşlarını saklayabilirdi belki ama kızaran gözlerini, şişen burnunu nasıl saklayacağını bilmiyordu Taehyung. ''Ne işin var burada?'' diye sordu.

Tanıdık ses ile yüzünü kapıya çeviren Tae, karşısında sevgilisini görmeyi beklemiyordu. Odaya girdiğinden bu yana çok zaman geçmemiş gibi gelmişti ama iki saattir aynı yerde oturtuyordu. Şaşkındı bu yüzden. Titrek çıkan sesi ile konuştu ne diyeceğini bilemeden. "Şey, oturuyordum."

"Neden odamda oturduğunu sorabilir miyim?" Diye sordu Jin. Kollarını göğsünde birleştirmiş sevgilisine dikmişti bakışlarını.

"Yani seni bekliyordum. Konuşalım mı biraz?" Diye sordu Tae. Sevgilisi gibi ayağa kalkmıştı. Ona bakmaya korkuyordu. Kendi yarattığı yüzü görmekten deli gibi korkuyordu.

"Benimle konuşmak istemediğini düşünüyordum." Dedi Jin. Kollarını serbest bırakmış, ellerini siyah pantalonunun cebine atmıştı.

Tae gülümsedi. Söylediklerini bu kadar çabuk yüzüne vurmasını beklemiyordu. "Şey, şimdi konuşmak istiyorum." Dedi.

Jin derin bir nefes verdi. Şimdi konuşmaları gereken daha önemli bir mesele vardı. Bunu sonraya bırakmak her ikisi için de iyi olacaktı. "Benim de sizinle konuşmak istediklerim vardı. Aşağıya gelir misin?" Dediğinde kapının önünden çekilmiş, banyoya doğru yürümüştü.

Tae onun gidişinin arkasından bakarken huzursuz hissetmişti kendini. Diğerlerini de ilgilendiren ne olabilir diye düşünürken aklına gelen kötü düşünceleri uzaklaştırmak için uğraşıyordu. Bunun için cidden büyük bir çaba gösteriyordu. Ondan bu kadar uzak kalmak ne söyleyeceğini tahmin edememesine sebep olmuştu.

Korkak adımlarla aşağıya inen Tae, diğerlerinin de kendini beklediğini gördü. Herkes salonda dağınık bir şekilde otururken gözler Tae'ye dönmüştü. Tae bir çift ela gözü gördüğünde şaşkındı. Kızın neden burada olduğunu anlamamıştı. Kaşlarını yukarı kaldırdı ve kafasını sola doğru yatırdı. Burnuna gelen kokular güzel şeyler değildi.

Onun arkasından inen Jin'in gelmesi ile tüm gözler yeniden merdivene dönmüştü. Herkes şaşkın bir şekilde onu beklerken Jin sessiz kalmayı tercih etmişti. Şimdilik ağzını bıçak açmıyordu. Yerine oturduktan sonra konuşmaya başlayacaktı.

Kendini Tae'nin karşısındaki tekli koltuğa bıraktı. Dizindeki açık yara henüz mühür bağlamadığı için hala pantalonun kumaşına yapışıyordu. Yüzünün ifade değiştirmesine imkan vermemeye çalışsa da bunda başarılı olamamıştı. Derin bir nefes verdikten sonra konuşmaya başladı. "Sizi buraya topladım, çünkü anlatmak istediklerim var. Bilmeniz gerekenler var. Bunu size söylemek için çok düşündüm. Ve her şeyin iyi olması için dürüst olmaya karar verdim." Dedi.

Yoongi konuştu ondan sonra. Büyükannesini gittikten sonra bir şeylerin olduğunu çözmüştü. Onları neyin beklediğinden emin olmadan sordu. "Neler oluyor?"

Jin gözlerini kapattı ve birleşik olan ellerini ayırdı. Dudaklarını yaladıktan sonra konuştu. "Jisoo, biliyorum seni aradığımda büyük bir şaşkınlık yaşadın. Bunu neden senden istediğime emin olamadın. Ama getirdiğin fotoğrafı alabilir miyim?" Diye sordu.

Kız ona şaşkın bir şekilde bakıyordu. Neyin ne olduğunu çözememişti. Işin içinde bir şeyler olduğuna emindi. Ama buna bir isim koyamamıştı. Dün yaşlı kadın bir şekilde onu evden göndermiş cevap vermeyi reddetmişti. "Sorun değil." Dediğinde yanında getirdiği annesinin fotoğrafını Jin'e doğru uzatmıştı.

Jin uzatılan fotoğrafı aldı ve dikkatlice baktı. Şüphesiz bu adam Tae'nin haberde gösterdiği adama ait bir görüntüydü. Adamın değişmiş olması muhtemeldi ama bunu onaylayacak olan Taehyung'dan başkası değildi. Jin gözlerini sevgilisinin gözlerine çıkardı. Onun kızarmış gözlerine baktı. Yüzündeki kırmızı benekler onun ağladığını ele veriyor gibiydi. Jin onu ağlattığı için kendine küfretti. Derin bir nefes verdikten sonra fotoğrafı Tae'ye uzattı.

Tae soran gözler ile uzatılan fotoğrafı aldı. Diğerleri bunu dikkatli gözler ile izliyordu. Neyin çıkacağından bir haber, olacaklar hakkında tahmin yürütüyorlardı sadece.

Taehyung gözlerini bir süre fotoğraftan ayırmadı. Uzun süre baktı. Yüzü şekilden şekile giriyordu. Içindeki duygu karmaşasının adını koyamıyordu. "Sende ne işi var bunun?" Diye sordu Jin'e.

Jin cevaplamak yerine kızı işaret etti. Şimdi konuşmasına gerek yoktu. Zaten olan ortadaydı. Daha fazla konuşmaya gerek var mıydı? Jin sadece sona kalan eksik noktaları tamamlayacaktı.

Kıza çevirdi bakışlarını Tae. "Nereden buldun bunu?" Diye sordu.

Kız şaşkındı en az diğerleri kadar. "Ne demek nereden buldun?" Çaprazında oturan Tae'nin elindeki fotoğrafı aldı. Parmağını kadının üzerine koyduktan sonra konuştu. "Annem. Benim annem. Annemin fotoğrafı bu. Bende olması normal değil mi?"

Kızın elindeki fotoğrafa bu sefer Tae uzandı. Zarif parmaklarını fotoğraftaki adamın üzerine koydu. "Babam. Bu benim babam."

Kız alayla güldü. "Baban mı?! Emin misin?"

"Evet babam. Yalan söyleyecek halim yok." Dedi Tae biraz sesi yüksek çıkmıştı. Neyi tartışmış olduklarını bile bilmiyordu.

Namjoon ikiliye baktıktan sonra konuştu. "Demek ki" gözlerini kıza çevirdi. "Senin annen ile" sonra Tae'ye döndü "Senin baban tanışıyorlar." Jin'e döndü ardından "garip olan ne? Bu olabilir." Diye sordu.

Jin dudaklarını yaladı bir kez daha konuşmadan önce. Söyleyecek olduğu şeylerin sevgilisini yaralamasını istemedi. Bu yüzden daha özenli seçecekti sözcüklerini. Daha özenli olacaktı anlatacaklarında. Bildiği ne varsa dudaklarından dökülmeden önce kendisine bakan gözlerde gezindi gözleri. "Taehyung, Jisoo bu anlatacaklarımın sizi üzmesine izin vermeyin. Birbirinizi yargılamayın. Ne olursa olsun birbirinize karşı ön yargılı olmayın."

"Ne olduğunu anlatacak mısın artık?" Diye sordu kız yerinde sabırsızca Jin'e doğru dönerken. Gözlerinde şaşkınlık vardı. Merak vardı.

"Taehyung, baban annen ile evlenmeden önce biriyle birlikteymiş. Bu kadın ile annenden önce tanışmışlar. Ve baban annen ile evlenmek zorunda kalmış ailesi yüzünden. Ve bu kadını bırakmak zorunda kalmış ya da bırakmış." Jin gözlerini kapattı. Açtığında kıza döndü. "Bu kadın annen Jisoo. Bu birliktelik sonucunda annen sana hamile kalmış. Tae'nin babasının evlilik haberi geldiğinde bile hamile olduğunu bilmiyormuş. Evliliklerinin ikinci ayında hamile olduğunu öğrenmiş. Ve benim çok değerli, her şeyi bildiğini zanneden büyükannem," gözlerini devirdi Jin. "Senin babasız büyümene razı olmamış ve anneni şimdiki baban ile evlenemeye ikna etmiş. Annen senin için baban sandığın adam ile evlenmiş. Bu şekilde hem korede kalabilmiş hem de senin için bir aile kurmuş."

Kız güldü alayla. Tae'ye bakmaya korkuyordu. Nasıl tepki vereceğini bilmiyordu. Babası sandığı adam aslında babası değildi. Tüm bunlar bir yana daha düne kadar nefret ettiği biri kardeşiydi. "Bu nasıl bir saçmalık? Annemle babamın evlilik fotoğraflarında bile karnı belli değil. Bu tamamen koca bir saçmalık. Hem böyle bir şey olsaydı anlatırdı annem. Söylerdi. Buna inanmıyorum."

Tae'nin gözlerinden bir damla süzüldü. "O kadın yüzünden mi sevemedi bizi? O kadın yüzünden mi mutluluğu bulamadı? O kadın yüzünden mi aldattı annemi, beni?"

Kız ayağa kalktı sinirle. "Konuşmalarına dikkat et. O kadın diye bahsettigin benim annem." Jin'e çevirdi vücudunu. "Ayrıca tüm bunlar doğruysa bile annen yüzünden benim annemi bırakmış. Senin annen yüzünden benim, tanrım benim yabancı biriyle büyümeme neden olmuş."

"Jisoo sakin ol." Dedi kızın bileğini tutan Namjoon. O da kız gibi ayağa kalkmıştı.

"Annenin hamile olduğundan haberi yokmuş bile." Dedi Jin. Ardından ekledi. "Adam evlenirken annenin de hamile olduğundan haberi yokmuş."

"Tüm bunlar olanları açıklamıyor ama. Tanrım, sen bu kızın benim ablam olduğunu mu söylüyorsun?" Diye sordu Taehyung. Kız gibi ayağa kalkmak yerine oturduğu yere sinmiş, dirseklerini dizlerine koymuştu.

"Senin ablan olduğu ya da o adamın baban olduğu daha kesin değil Taehyung. Daha dna sonucu çıkmadı." Dedi Yoongi. Sessiz duruşunu sonunda bozmuş olayların dışından biri olarak yorum yapan isimlerden biri olmuştu.

"Sen ciddi misin? O adamın benim babam olmadığı gün gibi açık. Daha neyi tartışıyoruz biz anlamıyorum ki." Dediğinde ayağa kalkmıştı Tae.

"Ne yani benim babam olduğunu mu iddia ediyorsun?" Diye sordu Namjoon. Kendisi olmadığına o kadar emindi ki başka bir ihtimali göz önüne almıyordu bile.

"Sen bir dur Tanrı aşkına." Dediğinde bileğinden tutmuştu onu Hobi. Yerine oturtmak için hafifçe çekmişti.

Kız yine alayla güldü. "Söylediklerine inanmıyorum tamam mı? Ben de dna testi istiyorum." Dedi kız elini beline koyarken. Tae'ye doğru dönmüş konuşmadan bu yana ilk defa onunla göz kontağı kurmuştu.

"Sen inanmıyorsan ben hiç inanmıyorum. Benim babam yapmaz öyle şey diyemiyorum ama bunun olmasını ben de en az senin kadar istemiyorum." Dediğinde Taehyung kıza doğru yürümüştü.

Olayların kızışacağını fark eden Jimin ayağa kalkmış Tae'nin önüne doğru geçmişti. "Sakin olur musun biraz?" Ellerini onun göğsüne doğru koymuş geriye doğru itmeye başlamıştı.

"Tamam dna testi için yarın gidiyoruz. Uyar mı sana?" Diye sordu kız Tae'ye.

Taehyung kafasını salladı. "Sonuç ne de olsa belli ama tamam gidelim."

"Ben gidiyorum. Buradan ciddi anlamda uzaklaşmaya ihtiyacım var." Dedi kız kapıya doğru yürürken. Onun arkasından kalkan Namjoon kızı eve bırakmak için çıkacaktı evden.

Taehyung ise kızın ardından yukarıya çıkmıştı. Aşağıda kalanlar hala üzerlerindeki şaşkınlığı atabilmiş değillerdi. En büyük şaşkınlığı yaşayan Jungkook tek bir kere olsun ağzını açmamış, konuşmamayı tercih etmişti.

"Waoh ne gün ama." Dediğinde yerine biraz daha yerleşiyordu Hobi.

--

Jin derin bir nefes verdi. Ortamın karanlığı ona artık etki etmiyordu. Gözleri o kadar iyi alışmıştı ki karanlığa artık önünü görebiliyordu. Güneşini kaybettiğindendi belki de emin değildi. Ellerindeki bardaklara baktı. Ne kadar farklıydı. Biri kap kara siyahla doluyken diğeri bembeyazdı. Biri sert görüntüsüyle bile ürkütürden diğeri yumuşaktı. Yoğundu. Biri içini yansıtırken diğeri zıttını gösteriyordu. Bardaklara bakıp iç çekti Jin.

Merdivenlere yöneldi. Içine koyduğu çikolata kaşık sıcaklıktan erimeye başlamıştı. Beyazı nasıl siyaha boyadığına baktı Jin. Bugün söyledikleri ile Tae'yi siyaha boyamamış mıydı zaten? Jin derin bir nefes verdi. Her basamakta ağırlaşan adımlarını yok saydı. Hedefine ulaşacaktı. Kısa bir süre de olsa güneşine kavuşacaktı.

Terasın kapısını ayağı ile açarken dengesini sağlamakta biraz zorlanmıştı Jin. Bardağın içindeki kahve ve süt birbirine karışmak için can atar gibi bir görüntü oluşmuştu. Bardağın içindeki dalgalar birbirine karışmak için can atıyor gibiydiler.

Tae gelen ses ile bozulan dikkatini kapıya verdi. Burada olmaktan keyif almıştı kısa süre içinde. Kafasını toplamak için iyi bir yer seçtiğini düşünmüştü. Buraya çıktığından bu yana gelenler yanına o kadar fazlaydı ki Tae bir kez daha isyan etmek için dönmüştü yönünü. Ama Jin'in rahatlatıcı gülümsemesini gördüğünde tüm isyanı yerle yeksan olmuştu.

"Gelebilir miyim?" Diye sordu Jin. Elindeki bardaklar ile gecenin karanlığında Tae'ye o kadar güzel görünmüştü ki Tae gülümsemeden alamadı kendini.

"Gel lütfen." Dediğinde oturduğu yerden biraz yana doğru kaymıştı. Sevgilisine yer açmak için giriştiği bu hareket biraz kısıtlı kalmıştı. Pek yer açtığı söylenemezdi. Jin'e yakın olmak için küçük bir hileye başvurduğu açıktı.

Jin salıncaklı koltuğa otururken yine yüzünü buruşturmuştu. Fakat fazla uzun sürmedi. "Iyi misin?" Diye sordu elindeki bardağı sevgilisine uzatırken.

"Iyiyim desem bile kötü olduğunu anlayacaksın. Neden soruyorsun?" Diye sordu. Yüzünü uzaklara bakan yüze çevirmişti. Ne de çok özlemişti ona bu kadar yakından bakmayı. Akşam üstüne doğru gelen bulutlar şehri gece terk etmişti. Ay parlamak için göklerde süzülürken, Taehyung sevgilisinin yüzünde dans eden ay ışıklarını izlediği için halinden memnundu.

Jin gülümsedi. "Anlarım dimi kötü olduğunu." Uzaklara bakıyordu gözleri. Sevgilisine bakmaya mecali kalmamış gibi.

"Teşekkür ederim. Bunu aldığını unutmamış olman güzel. Ne zaman elinden içerim diye bekliyordum." Dedi Tae. Ellerini sıcak bardaktan ısıtmak için etrafını sarmıştı.

"Sana anlattıklarım canını çok yaktı mı?" Diye sordu Jin. Kafasını sevgilisine doğru çevirmişti ama buna aynı anda pişman olmuştu. Hala daha onun gözlerine bakmak için hazır hissetmiyordu kendini. Yuttuğu her laf bir perde olup inmişti sanki gözlerinin önüne.

Gözlerin kaçması ile yüzünü düşürdü Taehyung. O da sevgilisi gibi uzaklara bakmaya başladı. Bardağından bir yudum aldı. "Kim bilir daha bilmediğim kaç kardeşim var. O yüzden pek koymadı bana."

Jin onun söylediğine gülümsedi. Bir kardeşi olsun isterdi. Onunla her şeyi konuşmak içini dökmek isterdi. Bu kadar yalnız olmak zorunda kalması canını yakıyordu. "Kardeşinin olması güzel bir şey değil mi?" Diye sordu.

"Bilmem. Güzeldir sanırım. Emin değilim. Ama Jisoo gibi bir kardeş ne kadar güzel olur bilemem." Dedi gülümserken. Yeniden çevirmişti bakışlarını.

''Neden öyle düşünüyorsun ki? Bence keyifli bile olabilir. Ben de Jisoo gibi bir kız kardeşim olsun isterdim.'' Dedi Jin. Bardağından bir yudum almıştı. Havalar ısınma gösteriyor olabilirdi ama hala kahvenin dumanı tütüyordu bardağın üzerinde.

Taehyung gözleri ile bardağın dumanını takip etti. Duman yükselirken havaya gözleri de yükseliyordu. Aklına sevgilisinin kendi yüzünden bir şeyler yemediği geldikçe kendini oldukç kötü hissediyordu. ''Yemek yedin mi? Yemeğe gelmedin.'' Diye sordu Taehyung gelecek olan cevaptan korksa bile sormuştu sorusunu.

Jin burnunu çekti içine. Oksijensiz kalınca bir insan yemeği gözü görmüyordu. Ayakta kalabilmek, uyanık olabilmek için kahve içiyordu. Onun dışında midesine giren bir şey yoktu. ''Bunu cidden umursuyor musun?'' diye sordu.

Taehyung'un beklediği bir cevaptı bu. Şaşırmadı. Belki de daha kötüsüne hazırladığı içindi kendini, bilmiyordu. ''Tabi ki de umursuyorum.'' Diyiverdi, sanki davranışları ile aksini gösteren o değilmiş gibi.

''Ben öyle düşünmüyorum.'' Dedi Jin bardağından bir yudum daha alırken. Gözleri hala uzaklara bakıyordu. Sevgilisinin gözlerine bakmak için cesareti yoktu hala. Ona bakınca sarılmaktan korkuyordu. Onu özlemiş olmaktan korkuyordu. Gerçekler kırbaç gibi yüzüne vuracağı için bunun acısından korkuyordu Jin.

''Jin, biliyorum söylediklerim ile seni fazlasıyla yaraladım. Bunu istemeden de yapsam söylemek istediklerim bunlar değildi. Seni kırmak isteyeceğim son şey bunu biliyorsun. Ama farkındayım. Gözlerime bakamayacağın kadar çok kırdım seni.'' Dedi Taehyung. Şimdi ona deselerdi ki bir kez bakma şansın var ama geleceğinden vazgeçeceksin, bakardı. Doyasıya içerdi gözlerini.

''Taehyung, bunları konuşmak için burada değildim. Burada olma amacım senin zor bir süreçten geçiyor olman. Altında başka bir şey arama. Şimdi yanındaysam desteğe ihtiyacın olduğu için.'' Dedi Jin. Öyle kolay çıkmıştı ki kelimeler Jin'in içini yaralamamıştı bile. Yaralanan, kırılan o kadar nokta vardı ki bu kelimeler artık canını yakmıyordu.

''Jin, ben'' titrek bir nefes verdi Taehyung tekrar konuşmaya başlamadan önce. ''Ben seni kırdığımım için cidden çok üzgünüm. Bunu nasıl ifade edeceğim bilmiyorum. Sana neden onları söyledim onu da bilmiyorum. Ama bana bir neden dahi vermedin. Neden gelmedin yanıma? Neden? Seni tanıyorum, başka bir şey oldu dimi? Gelemeyeceğin kadar büyük bir şey.'' Dedi Taehyung. Söylediklerinden hala pişmandı. Ama merakını bir türlü yenemiyordu. İçindeki neden sorusu bir türlü cevaplanmıyordu.

''Hayır, bir işim yoktu. Sen de söyledin zaten kaçmayı seçtim. Beni biliyorsun, böyle anlarda kaçmaz mıyım zaten? Hiçkimseye bir şey söylemeden, kimseye derdimi anlatmadan gitmez miyim?'' diye sordu. Gözlerini uzaklardan alıp sevgilisine dokundurdu. Hasret kaldığı bakışlar ile buluştu. Sessiz ama güçlü bir buluşma oldu. Uzun zaman sonra birbirlerine bu kadar yakından bakmak ikisinin de kalbinin teklemesine sebep olmuştu. İkisinin de hızlanan nefesleri karışıyordu havaya. Ama sessizliklerini koruyorlardı.

İlk defa hissetti bakışlardaki soğukluğu Tae. Kendi gözleri ile kendi eserine bakarken gözlerinden bir damla yaş düştü. Jin'in bakışlarının soğukluğu kalbini buza çevirdi. Cam kırıklıklarının her biri kristale dönerken Tae'nin elinden bir şey gelmiyordu. Gelmediğine ağlıyordu.

''Neden bana bu kadar soğuk bakıyorsun?'' diye sordu güçsüz çıkan sesi ile.

''Soğuk mu?'' alayla güldü Jin. Bilmiyordu Tae sevgilisinin içinde yanan ateşi. Bilmiyordu yangınları. Kalbini küle çeviren ateşi göremiyordu. Tae yine görmek istediklerini görüyordu. Jin yine alayla güldü. ''Çok şey konuştuk. Bir sürü kelime söyledik. Kelimelerin haddi hesabı tutulmaz. Bilmiyorum. Taehyung ben bilmiyorum. Sanırım birbirimize söyleyecek şeyimiz kalmadı. Kelimeler tükendi.''

Tae içinin en derinlerinde hissetti korkuyu. Endişe her zerresini ele geçirdi. Kalbi büyük korku ile atmayı durdurdu. Zaman akmayı bıraktı. ''Bu ne, bu ne demek oluyor?'' diye sordu.

''Ne anlamak istiyorsun?'' diye sordu Jin gözlerini yeniden uzaklara çevirirken. Konuşmaya başlarken amacı bu değildi. bu kadar severken bu değildi yapmak istediği. Bu kadar önemserken bu değildi ifade etmek istediği. Ama kelimelere engel olamıyordu o da. Tıpkı sevgilisi gibi. Kalbi o kadar yorulmuştu ki artık kelimeler izinsiz çıkıyordu dudaklarından.

Tae titrek gözleri ile uzandı sevgilisinin soğuk ellerine. Bardağa uzandı parmakları. Zaten soğumuş olan kahveden duman yükselmiyordu artık. Taehyung etrafındaki tüm yaşam belirtilerini kaybederken Jin'in sıcaklığında hayat bulmak istiyordu. Bardağı ayaklarının yanına bıraktıktan sonra uzandı sevgilisinin ellerine. Birini incitmekten korkar gibi titrekti parmakları. Dokunmaya kıyamıyor gibi nazikti tutuşu.

Sevgilisinin soğuk ellerini ezbere bilirdi. Ama bu soğukluk kalbini üşütmüştü. Gözleri gibi elleri de soğuktu sevgilisinin. Yaşama tutunmak için son umudunu kaybetmek istemiyordu Tae. ''Jin, sevgilim, ben ben ne demek istediğini anlamıyorum. Bak ben çok hata yaptım özür dilerim. Gerçekten çok özür dilerim. Ben, Jin anlamıyorum. Soğuk gözlerin, ellerin.'' Taehyung kendi tutuyordu eli. Jin tutmuyordu. Elleri hafif bir rüzgarda sallanan kuru bir yaprak gibi cansızdı. Taehyung sevgilisini incitmekten korktu. ''Neden tutmuyorsun ellerimi?''

Jin'in gözlerinden bir damla düştü. ''Taehyung, ben sana her uzattığımda ellerimi geri ittin. Sana tutunmak için ellerimi uzattım. Sen görmedin. Sana sesimi duyurmak için çok uğraştım, sen dinlemedin. Sana bakmak için gözlerimle hep seni aradım ama sen görmedin. Benim ellerimi şimdi tutmuşsun ne fayda?'' gözlerinden bir damla daha döküldü. ''Kalbimi binbir parçaya ayırdıktan sonra toplamaya çalışman ne fayda? Sana sesimi duyurmak için her ağzımı açtığımda kapattıktan sonra şimdi dinliyor olman ne fayda? Şimdi bakıyorsun ya bana, yine görmüyorsun. Yine anlamıyorsun. Yine dinlemiyorsun. En çok neye kızıyorum biliyor musun? En çok neden kırılıyorum? Yaptıklarını kuru bir sinirle geçiştiriyorsun. Sinirin gözünü kör ediyor. Kelimelerin çok can yakıyor. Sen her sinir olduğunda her gözün döndüğü anda yine böyle davranacaksın. Yine kıracaksın. Dur diyen yok. Konuşamıyorum bile. Önünü alamıyorum; bir çığ gibi büyüyorsun, önüne gelen ne varsa yutuyorsun. Sessizliğe gömüyorsun, soğukluğa terk ediyorsun.'' Yutkundu Jin.

Taehyung yine ağlıyordu. Kelimelerine düşman oluyordu. Düşmanlığı kendine büyürken elinden bir şey gelmiyordu. Taehyung hayatında belki de ilk ve son kez bir güzellik yakalamıştı. İlk kez gerçekten nefes almıştı. İlk kez yaşadığını hissetmişti. Hayat ona türlü oyunlar oynarken tek gerçeğini bulmuştu belki de. Şimdi. Şimdi ise nefesini kaybediyordu. Ciğerleri isyan etse de elinden bir şey gelmiyordu. Hayatını kaybediyordu. Tek gerçeği elinden kayıp giderken Taehyung, izlemekten başka bir şey yapamıyordu.

Jin derin bir nefes aldı. Boşta olan elini Tae'nin eli üzerine koydu. Tae'nin sıcaklığı onu kavursa da durmadı. Sevdiğinin elinden tutup kendi elinden ayırdı. Güçsüz eli boşluğa bırakırken kendini de aynı boşluktan attı Jin. Aynı boşluktan intihar etti. Binlerce kez özür diledi. Binlerce kez af diledi. Nefesini kaybedeceğini bile bile susmadı. Buna ikisinin de ihtiyacı olduğunu biliyordu. ''Geç kaldık. Yenildik. Sen de, ben de hayata yenildik. Güzel günler bekliyordu bizi ama bu günleri elimizin tersi ile ittik. Bunun sorumlusu biziz Taehyung. Bu kadar geç kaldıktan sonra ben yetişebileceğimizi düşünmüyorum.'' Elini sevdiğinin elinden çekti. Terastan ayrılmadan önce, son kelimeleri intihar etti dudaklarından. ''Özür dilerim.''

Evet benim en sevgili en değerli okuyucularım. Bölümü geç saatte de olsa atabildim. 😇🤗😊😘

Sürç-ü lisan etti isem affola. 🙈🙈😇😇

Umarım beğenerek okursunuz. Hepinize keyifli dakikalar diliyorum. Sizi canı gönülden seven yazarınız.😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍

Continue Reading

You'll Also Like

3.9K 357 6
Jungkook: seni seviyorum fakir olmasına rağmen her gün muzlu süt hediye alan liseli Jimin Çevrimdışı
119K 9.2K 38
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
1.7K 350 19
Her ülke kendine özgü güçleriyle bilinir. Asıl olması gereken güçten farklı bir güçte doğnlar aykırı olarak adlandırılır. Buzlar ülkesinin gücü is...
3K 167 11
Öyle ayarsız ki seni sevmelerim; kokunla sevişip, dudaklarınla uyumak, sesine sarılıp, saçlarınla konuşmak istiyorum olur olmadık saatlerde. Sonra di...