FRIENDS🦋🍀🌈

By tjsunnyday

159K 10K 6.6K

Onlar kimsenin birbirine yakın olmadığı kadar yakın olan arkadaşlardı. Ya da öyle sanıyorlardı. Birbirlerine... More

TANITIM
BAŞLANGIÇ
1.bölüm
2.bölüm
3.bölüm
4.bölüm
5.bölüm
6.bölüm
7.bölüm
8.bölüm
9.bölüm
10.bölüm
11.bölüm
12.bölüm
13.bölüm
14.bölüm
15.bölüm
16.bölüm
17.bölüm
18.bölüm
19.bölüm
20.bölüm
21.bölüm
22.bölüm
23.bölüm
24.bölüm
25. bölüm
26. bölüm
27.bölüm
28. bölüm
29.bölüm
30.bölüm
31.bölüm
32.bölüm
33.bölüm
34.bölüm
35.bölüm
36.bölüm
37. bölüm
38.bölüm
39.bölüm
40.bölüm
41.bölüm
42.bölüm
43.bölüm
44.bölüm
45.bölüm
46.bölüm
47.bölüm
48.bölüm
49. bölüm
50.bölüm
51.bölüm
52.bölüm
54.bölüm
Bölüm Değil..
55.bölüm
56.bölüm
57.bölüm
58.bölüm
59.bölüm
60.bölüm
61.bölüm
62.bölüm
63.bölüm
64.bölüm
65.bölüm
66.bölüm
67.bölüm
68.bölüm
69.bölüm
70.bölüm
71.bölüm
Bölüm Değil
72.Final

53.bölüm

1.4K 87 116
By tjsunnyday

Hastane kokusunu sevmezdi Yoongi. Beyaz ışıkları sevmezdi. Beyaz giyimli insanlardan da haz etmedi. Hepsi bilmedikleri bir dil konuşurlar gibi gelirdi ona. Konuşulanlardan anlamazdı. Konuşulanlar bir kulağından girer diğerinden çıkardı. Yoongi burada olmaktan memnun değildi. Tek bir dayanağı vardı burada oturmasını sağlayan, o da sevgilisiydi.

Hobi, gözlerini kapatmıştı. Başını arkasındaki beyaz duvara dayamıştı. Yaklaşık iki saattir buradalardı ve tüm eklemlerinin uyuştuğunu hissetmeye başlamıştı. Ellerinin arasında sevgilisinin beyaz elleri vardı. Omzunda ise kömür karsı saçları vardı. Yoongi başını onun omzuna koymuştu. O da sevgilisi gibi kapatmıştı gözlerini. Düzenli nefesler alıp veriyordu. Hobi onun uyuduğunu bile düşünmüştü. Kafasını kaldırdı ve omzunda duran başa çevirdi bakışlarını. Yoongi onun hareketlenmesi ile kaldırmıştı kafasını.

Hobi onu uyandırdığını düşünerek konuştu. Sesi kısık ama güçlü çıkıyordu. ''Uyumaya devam etmelisin.'' Dedi.

''Uyumuyordum ki.'' Dedi Yoongi kulaklarına acile gelip giden ambulansların siren sesi doluyordu. İstese bile uyuyamazdı ki. Devam etti. ''Sen uyu istersen.'' Dedi. Küçük gözleri ile sevgilisine bakmaya başlamıştı.

Hobi kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı. Uyumak istemiyordu. Uyuyup sevgilisine destek olamamaktan korkuyordu. İki saattir gözlerini tümüyle açık tutmasının tek sebebi buydu. Yoongi Hobi'nin arkasına bakmaya başlamıştı bir anda. Ardından ayağa kalkmıştı. Hobi de sevgilisi gibi ayağa kalktı ve arkasına döndü.

Yaşça oldukça büyük olan doktor yanındaki iki pratisyen ile birlikte yanlarına doğru gelmekteydi. Adamın uzun boyu yanındaki pratisyen hekimleri gölgesinde bırakıyor gibiydi. Uzun ve kır saçları vardı. Hobi bu saçların boşuna ağarmadığını biliyordu. En kutsal mesleklerin birinin içinde olmaktan gurur duymuştu bir anda. Adamın havasın gördüğünde içine dolan meslek aşkı göz ardı edilemeyecek kadar büyüktü.

''Merhaba.'' Dedi adam önlerinde hafif bir şekilde eğilirken. Diğer iki pratisyen daha çok eğilmişti ikili önünde. Yoongi ve Hobi de diğerleri gibi eğilerek kısa bir selam vermişlerdi.

Yaşı büyük olan pratisyen konuştu ilk önce. Yoongiler hastaneye geldiklerinde annesi ile bu pratisyen ilgilenmişti. Yoongi onu görür görmez hemen tanımıştı. ''Genel cerrahi profesörü Bay Jung.'' Eli ile yaşlı adamı takdim ederken.

Yoongi kafasını yeniden eğdi selamlamak adına. Kötü bir şeylerin olduğuna kanaat getirmişti. Hiçbir zaman bu şekilde üst mertebeden bir doktorun geldiğine şahit olmamıştı. Adam tanıştırmanın ardından konuşmaya başladı. ''Sizinle konuşmayı beklemiyordum.'' Dedi. Yüzünde gülümseme vardı. Yoongi Hobi'nin aksine adamın itici olduğunu düşünüyordu.

Yoongi ona anlamsız gözler ile bakarken eli ensesine gitmişti. Stresle ensesini kaşıyordu. O da merak ediyordu lanet olası babası neredeydi? O da sormak istiyordu neden her zaman kaçıyordu?

Yaşlı olan doktor yeniden konuşmaya başladı. ''Önemli değil. Siz de hasta yakını olduğunuza göre sizinle de konuşabilirim. Hastanın dosyasına baktığımda zaten nakil listesinde olduğunu görüyorum. Nakil için henüz geç kalmış değiliz. Bu konumda olan bir hasta için bu iyi bir haber.'' Adamın bu sefer kaşları çatıldı. ''Ama ne yazık ki söylemem gerekirse annenizin hastalığı ikinci evreden üçüncü evreye ilerlemeye devam etmiş. İlaçlar ile bir süre rahat etmiş fakat şimdi ilaçların onu rahatlatacağını söylemem gereksiz olur.''

Hobi de kaşlarını çattı. Sevgilisinin kolunu tuttu. Bunun ne demek olduğunu bilir gibi bir hali vardı. Yoongi genzini temizledikten sonra başladı konuşmaya. ''Bu ne anlama geliyor? İlaç almayacak mı artık?'' diye sordu. Kafası karışmıştı. Hasta olan birine ilaç verilmez miydi?

''Hayır ilaç almaya devam edecek.'' Yanındaki yaşça küçük ve Yoongi'nin daha önce hiç görmediği pratisyene döndü doktor. Pratisyen ona dosyayı uzattığında adam kağıtlara bakıp yeniden konuşmaya başladı. ''Annenizin aldığı ilaçların dozunu burada görüyorsunuz. Bu dozlar onun yaşamsal fonksiyonlarını etkilemeyecek şekilde.'' Dosyayı Yoongi'ye doğru uzatmıştı. Hobi de uzatılan dosyaya bakıyordu.

Adam devam etti. ''Bu ilaçların dozunu yükselteceğiz. Bu ilaçların dozunu yükseltmek demek annenizin genel sağlık durumu ile oynamak anlamına geliyor. Tansiyonu bir anda yükselip bir anda düşebilir. Karaciğer tüm fonksiyonlarını kaybettiği için diyabet krizine girebilir. Tüm bunların kontrol altında olması için hastanede kalması gerekiyor.'' Dedi adam.

Yoongi'nin kaşları hala çatılıydı. Adamın söylediklerini anlamaya çalışıyordu. Sanki rastgele bir doktor dizisini izlemeye başlamış gibi hissediyordu kendini. Gerçek hayattan o kadar uzaktı ki adamın söyledikleri hayrete düşüyordu Yoongi. Kendine şaşırıyordu bir yanda. Annesi ölümün eşiğine gelmişti ama kalbinde tek bir kıpırtının olmaması normal miydi? Gözlerinin dolmaması normal miydi bilmiyordu Yoongi. Hiçbir şey hissetmiyor olmak olağan bir şey miydi anlamıyordu.

Adam cevap gelmediğinde devam etti. ''Şimdi annenizin vücudundan 500 ml kadar su boşalttık. Hala daha devam ediyoruz parasentez işlemine. Bu işlem bittikten sonra ilaç vereceğiz. Bu ilaç için hasta yanında bulunmanız gerekiyor. İlacın vücut içinde dolaşması için hasta hareket halinde olmalı. Fakat hastamız şuan bunu hareketleri yapamayacak halde. O yüzden ilaç verilirken yatakta sağa doğru çevirin ardından sola. Bunu her 10 dakika bir tekrar edin.'' Dedi adam.

Hobi konuşmadan önce dudaklarını yaladı. ''Hasta zaten nakil listesindeydi. Ama sırası oldukça gerilerde seyrediyordu. Bu durumda nakil için öne çekilmiş oldu mu?'' diye sordu.

Doktor gözlerini Yoongi'den ayırıp Hobi'ye çevirmişti. ''Diğer hastaların durumu için görüşmeler yapıyoruz. Herhangi bir durum değişikliğinde haber vereceğiz.'' Dedi adam gülümseyerek.

Yoongi kafasını salladı. Adam gitmeden önce Yoongi'nin omzunu sıkmıştı. Bu güçlü dur demek gibi bir şeydi işte. Ama Yoongi buna ihtiyacı var mıydı bilmiyordu. Güçlüydü. Hayat ona ne çıkarttıysa güçlü durmayı öğrenmişti.

--

Güneş perdesini zorlarken açtı gözlerini Jin. Siyah perdesinin üzerindeki aydınlık güneşin doğduğunu müjdeler gibiydi. Ama onda güneş doğmuş muydu emin değildi. İçi hala gece gibi karanlıktı. Buz gibi soğuktu. Isıtmak için çabalamıyordu kendini. Kalbinin üzerindeki ağırlık o kadar fazlaydı ki Jin gözlerini kapatmak için çok zorlamıştı. Şimdi yeniden açmak için zorlanıyordu.

Gözlerinin acısı yüreğinin acısını geçmiyordu henüz. Yüreğinin yangını hiçbir su ile sönecek gibi durmuyordu. Duyduğu sözler yaralamıştı onu. Kimin ne dediği elbette umurunda değildi. Birbirini seven iki insan olduktan sonra üçüncü kişilerin ne dediğini takmıyordu. Bu hale gelebilmek için çok zaman harcamıştı. Kalbini birine açmak için çok emek vermişti Jin. Kalbini birine sunmak için çok çabalamıştı. Verdiği bu uğraşların yanında diğerlerinden duyduğu önemli değildi. Jin çoktan zor olanı başarmıştı.

Onun canını asıl yakan bunlar değildi. Taehyung'un tutumu yakmıştı canını. Onun pervasız davranışları yaralamıştı. Ona bu kadar değer veriyorken bu değeri yok saydığını düşünmüştü. Kendisi için gözünü kırpmadan ateşe atmasını istememişti. Buna gönlü razı olmuyordu bir türlü. Bugüne kadar Tae çok sevmişti. Bundan sonra Jin çok sevmek istiyordu o kadar.

Tüm bunların yanında kendisine karşı olan tutumu vardı bir de. Kendini yalnız bıraktığını sanıyordu Tae. Gerçek öyle değildi ama. Jin onu içine saklayıp korumak istemişti. Ona gelen kötülüklerden uzaklaştırmak istemişti. Yaptığının yanlış olduğunu düşünmüyordu. Ama bunu söyleyemezdi Tae'ye. Tae güçlü değildi kendi kadar. Bunun altında kalır diye endişeleniyordu Jin. Gerçeği taşıyamayacağını biliyordu sanki.

Güçsüz bir şekilde kolunu dışarı çıkardı Jin. Komidinin üzerinde duran telefonuna uzandı. Saate baktı. Gözlerini yine güçlük ile kapattı. Daha uyumasının üzerinden 2 saat falan geçmişti. Jin uyumak istiyordu. Gözlerini tüm bunlara kapatmak istiyordu ama izin verilmiyordu ona. Uykusuzluğuna rağmen yeniden açmıştı gözlerini güneş doğmamış sabaha.

Üzerindeki yorganı attı. Yere düşen yorganı kaldırmaya bile gücü yok gibiydi. Umursamadı Jin. Sağ elinin avuç içini gözünün üzerine koydu. Bu acıyan gözlerinin bir çözümü olmalıydı. Ovuşturdu gözlerini. Ardından ellerini saçlarına attı. Rastgele karıştırdıktan sonra ayağa kalktı. Evin içinden gelen herhangi bir ses duymuyordu. Zaten Jungkook ve Namjoon'un sabahtan dersi vardı. Evde birilerinin olması gerekiyordu ama sessizlik hala onların uyuyor olduğunu gösteriyor gibiydi.

Jin yalpalayarak kalktı ayağa. Dönen başı vardı bir de yanan gözlerinin yanında. Jin gözlerini sıkıca kapattı. Bu döngünün sona ermesini bekledi. Birkaç dakika boyunca ayakta kaldı. Baş dönemsinin geçtiğinden emin olduktan sonra kapısına doğru yürüdü. Adımlarını bile zor atıyordu. Ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Uyanıktı belki ama hala uyuyor gibiydi. Uyanmak istemediğinden olsa gerek bir türlü canlanamamıştı.

Kapısını açtı. Odasından çıkmadan önce kapalı olan Tae'nin odasına baktı. Geldiğinden emin bile değildi. Nerede olduğunu bilmiyordu. Gelmiş olmasını dilemekten başka bir çaresi yoktu. Biliyordu, tanıyordu sevgilisini. Arasa bile açmayacak kadar sinirlenmişti ona. Jin bu sinirin geçmesi için zaman verecekti sevgilisine. Kendinin yatışması için de zamana ihtiyacı vardı. Bunu da biliyordu Jin.

Derin bir iç çekmeden sonra merdivenlere yöneldi. Ağır aksak adımlar ile merdivenlerden inmeye başladı. Başı ciddi anlamda dönüyordu. Hala ayılamamış olduğunu hatırlattı bir kez daha kendine. Elini duvara dayamak zorunda kalmıştı. Yamuk parmakları ile duvarı okşuyor gibi bir görüntü vermişti havaya. Ama bilinmiyordu ki Jin duvara tutunmak için bile yorgun hissediyordu kendini. Merdivenlerden sessiz sedasız iniyordu. Belki de kimseyi rahatsız etmek istemediğindendi, bilen yoktu. Sadece koyu bir kahve yapmak ve yalnız kalmak istiyordu.

Gelen sesle merdivene çevirdi bakışlarını Taehyung. Elindeki telefon ile salonda oturuyordu. Eve daha yeni gelmişti. O kadar fazla yürümüştü ki bacaklarında derman namına bir şey kalmamıştı. Deli gibi uykusu vardı ama kendini yukarıya çıkacak kadar iyi hissetmemişti. Gelen telefon ile evdekiler çıkmıştı. Belki de salonda uyurum diye düşünmüştü.

Gördüğü beden ile yutkundu Taehyung. Jin'in solgun yüzü içinin acımasına neden olmuştu. Onu bu şekilde görmeyi beklemiyordu. Daha doğrusu onu görmeyi beklemiyordu. Bu durum aniden gelişmiş gibiydi. Tae içi acısa da bakışlarını çekti Jin'in üzerinden. O kadar sessiz oturuyordu ki Jin'in onu fark etmemesi gayet normaldi. Gerçi Jin kendini bile fark edecek durumda değildi.

Jin aksak adımlar ile mutfağa geçti. Su ısıtıcısına gerektiği kadar su koydu. Onun ısınmasını beklemek ve biraz da dönen başını rahatlatmak için masaya oturmuştu. Dirseklerini masaya dayamış, elleri ile yüzünü kapatmıştı.

Taehyung istemese bile bakışları kendiliğinden ona gidiyordu. Gözleri ondan bağımsız hareket ediyordu Jin'i izlemek için. Endişeli bir hale bürünmüştü. Uzun zamandır Jin'i bu şekilde görmediğine yemin edebilirdi. Jin'i en son küçük bir apartta, aşkını ilan edip çekip gittiğinde böyle görmüştü. O zaman da zayıf görünmüştü gözüne şimdiki gibi. O zaman da rengi kaybolmuştu. Gözlerindeki ışıltılar yerini karanlığa bırakmıştı. Tae fark etmeden onu bu kadar yaraladığına kızdı. Kendine kızdı. Kendince haklı olduğuna kızdı. İlk defa haklı olduğuna üzüldü.

Isınan suyun habercisi ses duyuldu ardından sessiz mutfakta. Zil sesi boş evde yankılanırken ellerini yüzünden çekti Jin. Ayağa kalkmak için harekete geçti. Derman kalmamıştı sanki ayaklarında. Yanındaki sandalyeye tutunmak zorunda kaldı. Onunla birlikte ayağa kalktı Tae. Sandalye yerinde kendi olmak ister gibi harekete geçmişti. Ama devam etmemişti. Edememişti. Ayakları onu ona götürmek istese de direnmişti Tae. Ardından sessiz evde Jin'in kısık sesi duyuldu. Bir küfür ve ardından gelen alaylı bir gülüş. Taehyung kaşlarını çattı. Bunu duymayı beklemiyordu.

Ellerini beline koydu, sevgilisinin hareketlerini izlemeye başladı. Bir gün içinde onu ne kadar çok özlemişti. Ona bakmak bile içine ılık bir şeylerin akmasına sebep olmuştu. Onu sandığından daha çok seviyordu. Ona sandığından daha fazla alışmıştı. Bir gün süren ayrılık canını o kadar yakmıştı ki bu yangının hemen söneceğini düşünmüyordu Taehyung. Gözleri bile özlemişti sevdiğini. Göz kapaklarını bile kapatmıyordu. Onu görmediği saatlerin acısını çıkarmak ister gibi bir kez bile kapanmamıştı gözleri. Kulakları bayram etmiş gibiydi. Sesinin tonunu bile özler miydi bir insan şaşırıyordu Taehyung. Onu bu kadar çok sevdiğine şaşırıyordu.

Jin tezgaha gri bardağını koydu. Üst rafa uzandı. Orada bulunan kahve kavanozunun içinden iki ölçek kahve koydu bardağına. Tae bunun çok acı olacağını bildiği için yüzünü buruşturdu. Bir şey söylemek için ağzını açtı. Saniyeler sonrasında geri kapattı. Konuşmadı. Bir şey çıkmadı dudaklarından. Yine izlemeye devam etti. Jin'in elindeki ölçek mutfak halısına düştü. Beyaz ve mavi ile harmanlanmış mutfak halısı şimdi kahve tozunu barındırıyordu içinde. Jin ellerini tezgaha dayadı. Derin bir nefes verdi dudaklarını büzerek. Kendini güçsüz hissediyordu fakat bu kadar güçsüz olduğunu fark edememişti. Kapalı gözlerinden bir damla yaş aktı.

Elinin teki hala tezgaha dayalı bir biçimdeyken yere çöktü ağır hareketler ile. Yerden ölçeği alırken bir damla daha döküldü gözlerinden. Dün geceden beri durduramıyordu akıntılarını. Bir an öyle bir çağlayan olmuştu göz yaşları Jin önünü göremeyecek hale gelmişti. Yine yeniden aynı hale gelmemek için ölçek bulunan elinin tersi ile sildi gözlerini. Yavaşça ayağa kalktı. Ölçeği lavabonun içine gelişi güzel attı. Derin bir nefes daha verdi.

Sıcak suyu bardağa boşaltırken yükselen buhar gözlerini acıtmıştı. Gözlerini kıstı. Buhar o kadar fazla gelmişti ki burnundan nefes alamamıştı bir an. Burnunu çekti. Tae sevgilisinin yüzünü tam göremediği için ağladığını düşünmüştü. İçi acıdı bir kez daha. Bunu ona yapanın kendi olduğunu düşündükçe delirecek gibi hissetti kendini. Bir adım attı mutfağa doğru. Sevgilisine gitmek istiyordu. Koşmak istiyordu. Dilediğince sarılmak istiyordu. Kollarını sarmak istiyordu. Ama buna cesareti var mıydı bilmiyordu. İçindeki hayal kırıklığı buna müsaade eder miydi bilmiyordu.

İşi biten Jin yeniden merdivenlere yönelmek için arkasına döndü. Bakışları dün geceden beri aynı yerdeydi. Bakışları bir kez olsun yerden ayrılmamıştı. Evdeki tüm halıların desenini ezberine katmıştı sanki. Mutfak kısmından çıkmak için adımladı. Tae ise sevgilisine attı adımlarını.

Jin tanıdık terlikler ile şaşırdı. Kafasını yukarıya kaldırdı. Karşısında sevgilisini görmeyi beklemiyordu. Kimseyi görmeyi beklemiyordu. Sadece yalnız olmak istiyordu. Gözleri açılabildiği kadar açıldı. Karşısında duran soluk yüze baktı. Kendisinden farklı gibi görünmüyordu Tae. Sevgilisini kırdığı için, onu hayal kırıklığına uğrattığı için bir kez daha pişman oldu Jin.

Dakikalar sürdü bakışmaları. Kimseden ses çıkmadı. Birbirlerini bekler gibi sustular. Kelimelere ihtiyaç olmadan sustular. Yine gözleri konuştu. Gözleri anlattı dün geceden beri neler değiştiğini, nelerin olup bittiğini. Jin bakışlarını yeniden yere indirdi. Yukarıya çıkmak için yönünü merdivenlere çevirdi.

Tae alaylı bir gülüş sundu yeniden. Alt dudağını ısırdı. Kalın ses tonu ile konuştu. ''Nereye kaçıyorsun yine?''

Jin duyduğu şey ile durdu. Sevgilisinin sesini duyması ile gözlerini kapattı. Cevap vermedi. Konuşmak istemediğinden değil, konuşmaya mecali olmadığından.

''Demek böyle davranmayı seçiyorsun.'' Dedi Tae yeniden ellerini beline koymuştu. Alt dudağını yalarken kafasını aşağı yukarı sallıyordu. Jin'in gözlerinde çağlayan olmadan önce bir damla daha birikti. Jin adım atmadan önce bir nefes daha verdi. Adım atmak için harekete geçti. Tae'nin sesiydi bir kez daha onu durduran. ''Merak ediyorum. Neden özür dilemek yerine böyle davranıyorsun? Neden özür dilemiyorsun?''

Jin arkasına dönmedi. Sakladığı bir özür değildi. Tae'nin görmeye korktuğu yüzüydü. Onu bu halde görmesini istemiyordu. Biliyordu eğer ki görürse Tae daha çok üzülecek, kendine daha çok kızacaktı. Jin buna sebep olmak istemedi.

Tae sabırsız bir nefes daha verdi. Cevap istiyordu. Dün geceden beri düşünüp duruyordu sadece. Aynı yerde dolanıp duruyordu düşünceleri. Hareketlendi Tae. Jin'e bir adım daha yaklaştı. Yüksek sesi ile konuşmaya başladı. ''Seokjin, neden kaçıyorsun? Gururun benden daha mı önemli? Senin için özür dilemek bu kadar zor mu? Anlamıyorum yaa, ben senin ağzından çıkan tek bir kelime ile sana koşmaya hazırım. Tüm hayal kırıklıklarımı yeniden kenara koymaya hazırım. Neden? Neden bir kez olsun bana gelen sen olmuyorsun? Kendimi senin önüne koyduğum halde sen neden gururunu bir kenara bırakamıyorsun?'' diye sordu.

Jin alayla güldü. İki dudak arasını yalarken arkasına döndü. ''Gurur mu?'' gözlerini açmış dimdik bir şekilde sevgilisinin karşısında duruyordu. ''Neden bahsediyorsun sen?''

''Ben kendimi hiçe sayarak girdim bu işe. Sonucunda ne olursa olsun razıydım. Senin için kendimi feda etmeye hazırdım.'' Elini Jin'in göğsü üzerine koydu Tae. Devam etti. ''Ama sen benim için şu aptal gururundan bile vazgeçemiyorsun. Bu mu senin sevgiden anladığın? Bu mu aşk dediğin?'' Diye sordu.

Jin gözlerini göğsü üzerinde duran ele çevirdi. Kelimeler kulaklarına ulaşınca gözlerini devirdi. Sabredecekti. Söylemeyecekti. Yaptığını Tae'nin duymasına izin vermeyecekti. Susacaktı.

Taehyung devam etti. ''Sevgilim sen çok yanlış anlamışsın sevgiyi.'' Alayla gülümsüyordu Tae. Siniri bir kez daha tavan yaparken kelimeleri dikkatle seçmek gibi bir derdi yoktu. ''Ama tabi her zaman yanında olan ben, bana sorsaydın anlatırdım sana nasıl sevmen gerektiğini. Öğretirdim sana ne yapman gerektiğini. Mesela beni orada yalnız başıma bırakman hiç doğru bir davranış değildi. Seven insanlar bunu yapmaz yani.'' Bir adım daha yaklaştı Jin'e. Kaşlarını çatmıştı yeniden. ''Cidden merak ediyorum. Senin lügatında sevmek ne anlama geliyor?''

Jin gözlerini kapattı ve derin bir nefes daha verdi. Onun için ne anlama geldiğini anlatmaya başlarsa sabaha kadar duramayacağını biliyordu. Tae'nin yeri Jin'de o kadar farklıydı ki, dışarıdaki üçüncü göz bunu çoktan görmüş olurdu. Kötüye giden konuşmaya rağmen sabrını korumaya çalışıyordu Jin.

Konuşmak istemiyordu. Ama karşısında onu konuşması için heyecan ile bekleyen sevgilisi vardı. Jin bunu göz ardı etmedi. Konuşmak için ağzını açtı ama onu susturan yeniden Taehyung oldu. ''Ne biliyor musun? Sana olan kızgınlığımı kolay kolay atlatabileceğimi düşünmüyorum. Hani biraz önce söyledim ya bir özür dilesen yeterdi diye, sanırım yetmez. Yaşadığım bu hayal kırıklığının geçmesi bu kadar kolay olmaz. İçimin yangınını bu kadar kolay söndüremezsin Seokjin. Ama merak etmiyor da değilim. Bir özür bile dileyemeyen sen, nasıl benim bu kırgınlığıma çözüm bulacaksın?''

Jin dudaklarını yaladı. ''Taeh-''

''Ooo beyimiz konuşmaya karar verdi. Ama sana kötü bir haberim var sevgilim. Bu sefer benim dinlemeye niyetim yok. Seni dinlemek istediğimi sanmıyorum.'' Dedi Tae kısık çıkan sesi ile. Gözlerini dikmiş Jin'in gözlerine bakıyordu. Gözlerinin en dibini görüyordu. Kelimeleri kendi canını yakıyordu, Jin'i nasıl yaralamış olduğunu tahmin bile edemiyordu. Ama ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin içindeki ateş sönmüyordu. Sürekli yanmaya devam ediyordu. Soğumuyordu yanan canı. O kadar çok kırılmıştı ki bu durumda nasıl davranacağını bilmiyordu. Sağa sola kan kusuyordu Tae kelimeleri ile.

Oysa kıyamazdı sevdiğine. Ona gelecek tüm zararları bir mıknatıs gibi kendine çekmek isterdi. Tüm kötülüklerden korumak isterdi. İçine alıp saklamak isterdi. Soğuktan, sıcaktan korumak isterdi. Jin'in gözlerinden gözlerini çekip yukarıya adımlamak için harekete geçti. Gözleri yanıyordu. Boşalmak isteyen gözler isyan ediyordu. Tae sevgilisini ne kadar kırdığından haberdar çıktı yukarıya kendinden nefret ederken çıkıyordu merdivenleri. Her adımında diline küfrediyordu. Ama olan olmuş ve dilinden dökülenlere bir kez daha mani olamamıştı. Arkasında bir kez daha dağınık bir Jin bırakırken, Tae eserinden zerre memnun olmamıştı.

Jin elindeki bardağı masaya güçlükle bırakmıştı. Dizlerinin gücü tükenirken kendini yeniden sandalyeye atmıştı. Elleri ile yüzünü kapatmış, derin derin nefesler alıp veriyordu. Ev ona dar gelirken kendini dışarıya atmak istiyordu. Jin ellerini çekti yüzünden. Kalan son gücü ile ev kapısına doğru adımladı. Kapı ardından kapanırken sessiz ev, sessiz çığlıklar ile dolmuştu.

--

Akşam olmuş evde yeniden hareketlilik başlamıştı. Gün batmış, hava yeniden karanlığa bırakmıştı kendini. Kızıllık şehri terk ederken ılık bir esinti bırakmıştı havada. İlk bahara girildiği hissedilir hale gelmişti. Bunu ilk fak eden kombiyi kısan Hobi olmuştu. Mutfağın açıldığı arka bahçede bulunan kombiyi kısmak için çıkmıştı dışarı.

''Keşke biraz uyusaydın.'' Dedi Jimin. Arkadaşının kararmış gözaltlarına bakıyordu.

''Gerek yok iyiyim ben.'' Dedi Hobi ocağa doğru yönelirken. Hastaneden gelmişler; Yoongi kendini yatağına atarken Hobi mutfağa girişmişti. Yoongi'nin babası nihayet 7 saatin sonrasında ortaya çıkmış, karısının başında durmayı kabul etmişti. Hobi adamın ağzından gelen alkol kokusuna rağmen yüzünü buruşturmadığı için kendi ile gurur duymuştu.

''Nasıl oldu annesi?'' diye sordu Tae. O da uykusundan uyanmış, aşağıya inmişti. Uyumak onun için o kadar zor olmuştu ki iki saat boyunca yatağında dönüp durmaktan nevresimlerini düzeltmekten gına gelmişti. En sonunda düşünceleri yerini uykuya bıraktığında Tae geçen gecenin hakkını vermek için uykuya dalmıştı.

''İlaç veriyorlar işte. Acilen nakil olması gerek. Geç kalamazlar. Ama sıra bekliyorlar.'' Dedi Hobi. Ocaktaki şeyi umursamazca karıştırmaya devam ediyordu.

''Bizim dokularımızın uyma imkanı var mı?'' diye sordu Jungkook. Dersten çıkıp gelmişti. Sabah derse gitmek istemediği halde zorla kalkıp derse girmişti. Taehyung uzaklaştırma alıp okula gitmek zorunda kalmadığı için onu bir nevi kıskanmıştı.

''Evet öyle bir ihtimal var ama çok düşük maalesef. Zaten testin sonuçlanması için de zamana ihtiyaç var. Annesinin o kadar zamanı olduğunu düşünmüyorum.'' Dedi yüzü düşük olan Hobi.

''Keşke daha önce test verseydik.'' Diye katıldı ona Taehyung. Masadaki meyve tabaklarından birine uzanırken elindeki telefonu karıştırmaya devam ediyordu.

''Bunu düşünmüştük ama araya başka şeyler girdi. Düşünmeniz bile yeter çocuklar.'' Dedi Hobi gülümserken.

Jimin yanındaki arkadaşının omzuna koydu elini. Destek olmak ister gibi sıktı. Ne olursa olsun yanlarında olduklarını bilmek güzeldi Hobi için. Yine gülümsedi.

Odasından çıkan Joon'un sesi duyuldu ardından. Bugün öğleden sonra dersi vardı ama sabah gelen telefon ile çıkmıştı evden. Hastaneden sonra okula geçmişti Jimin ile birlikte. ''Yardım lazım mı?'' diye sordu. Kollarını dirseklerine kadar sıvamıştı.

''Git Tanrı aşkına.'' Dedi onu elinin tersi ile iten Jimin. Mutfağa girmesine izni yoktu.

Namjoon kaşlarını çattı. ''Sen kim oluyorsun be?'' diye sordu.

''Aşçı yamağı Jimin. Memnun oldum.'' Dedi elini uzatırken. Hazırladıkları şeyler bozulsun istemiyordu.

''Çekil şuradan.'' Dedi uzatılan eli iten Namjoon. Masaya geçmiş ve yerini almıştı. Hazırlanan sofrada yemeklere bakıyordu. Baktıkça ağzı sulanıyordu. Bugün yemekhanede çıkan yemek yüzünden aç kalmıştı. Doğru düzgün karnını doyurmadığı zaman beynini tam anlamı ile kullanamıyordu.

Pişen tencereyi ocaktan alan Hobi masanın tam ortasına koyduktan sonra konuştu. ''Jin'i çağırmadınız mı?''

Jungkook Hobi'ye baktı. Jin'in dışarıda olduğunu bilen bir isimdi. Jin dışarıya sahil kenarına kendini attığında bugün eve gelmeyeceğini haber vermişti Jungkook'a. İyi olduğunu söylemiş, yalnız kalmak istediğini belirtmişti. Jungkook bunu söyleyip söylememe arasında gelip gidiyordu. Kendine bakan keskin bir çift göz ile buna karar vermek pek kolay olmamıştı. Ama Jin'i çağırmak için ayağa kalkan Jimin ile bir anda söylemeyi tercih etmişti. ''O evde değil.'' Dedi.

''Nerede?'' diye sordu hızla Taehyung. Gözleri şaşkınlık ile açılmıştı. Biraz da kızgınlık vardı gözlerinde. Nasıl olur da kendi varken Jungkook'a haber verir diye düşünmekten alamamıştı kendini. Bir anlamda kıskançlık da barınıyordu gözlerinde.

Jungkook ağzına yemek atarken konuştu. Onu fazla sıkıştırmasın istiyordu. Sıkıştırırsa küçük sırrı söylemekten korkuyordu. Abisi üzerine bu kadar gidilmesini kaldıramazdı. ''Dışarıda.''

''Çok teşekkür ederim. Çok açıklayıcı bir cevap.'' Dedi elindeki çubukları sertçe masaya bırakan Taehyung. Sinirleri yine beyninin üzerine çıkıyordu.

''Bilmiyorum yani, dışarıdayım dedi sadece.'' Dedi Jungkook. Ağzındaki lokmayı yutarken zorlanmışa benziyordu.

''Şaşırmadım.'' Dedi bir anda Taehyung. Çubukları yeniden eline atmış tabağındaki pirinçler ile oynamaya başlamıştı. Her şeyi çözen Namjoon sadece uzaktan izliyordu konuşmayı. Daha fazla dayanamadı ve söze girdi.

''Tae, çok fazla abarttığını düşünüyorum. Biraz sakin mi olsan acaba?'' diye sordu. Sesinin tonunu oldukça iyi ayarlamış olacak ki bir baba edası ile konuşmuştu.

Elindeki çubukları bir kez daha masaya bıraktı Tae. Daha fazla ses çıkmıştı bu sefer. Demir çubukların masaya vuruşu ile tüm gözler ilk önce çubuklara ardından Tae'ye dönmüştü. ''Abartıyorum öyle mi? Kimse benim ne düşündüğümü umursamıyor mu bu evde? Benim kalbimin önemi yok anlaşılan.'' Dedi.

Jimin nefes verirken konuştu. ''Ben seni anlıyorum.'' Dedi yanındaki arkadaşına. ''Senin gibi hissederdim. Sonuna kadar haklısın demiyorum ama hayal kırıklığını anlayabiliyorum. Ama onu da anlamaya çalışıyorum. Kolay şeyler duymadı o da sonuçta. Eminim sana değildir bu tavrı, duyduklarınadır.'' Dedi yumoş çıkan sesi ile.

Duyduklarına alay ile güldü Tae. Yüzünü Jimin'e çevirirken konuştu. ''Onun bu tavrı bana yönelik. Beyimizin kaba kuvvet karşıtı tavrı artık çok olmaya başladı. Bazı anlarda tek çözüm yolunun bu olduğunu anlamalı. Karşımda o şekilde konuşan birine göz yumup bekleyemezdim. Ona gereken cevabı verdim. Hepsi bu.'' Dedi Taehyung.

Namjoon ona baktı. Ardından bir kaşık attı ağzına. Onun güzelce çiğnedikten sonra yutarken konuştu. ''Hiç düşündün mü Dongmin seni neden şikayet etmedi diye? Bence düşünmedin. Kendini o kadar hayal kırıklığına adadın ki, diğer şeyleri düşünmeye vakit bile aramadın değil mi?'' diye sordu. Bu soru ile öksürmeye başladı Jungkook. Kook bunu söylemezdi fakat Namjoon için bu geçerli bir kavram değildi. Onun kimseden çekinecek bir şeyi yoktu. Korumaya çalıştığı biri yoktu.

Tae gözlerini Joon'a çevirdi gayet rahat bir tavırla konuştu. ''Çünkü korktu. Bunu tahmin etmek zor değil. Yediği dayağın daha fazlasından korktu.''

Namjoon'du bu sefer alay ile gülen. ''Taehyung, sen gerçekten aptalsın.'' Dedi. Jungkook bir kez daha öksürdü. Güçlü bir öksürük dalgası ile dikkati üzerine çekmeyi hedeflemişti. Sonuçta Namjoon'un söylemesine engel olamazdı ama Tae'nin anlamaması için bir şeyler yapabilirdi.

Başından beri sessiz olan Hobi elindeki su dolu bardağı Jimin'e uzattı. ''Şunu ver, boğulacak şimdi.'' Dedi.

Uzatılan bardağı eline alan Jungkook Tae'ye bakıyordu. Onun yüzünü anlamaya çalışıyordu. İfadesinden ne düşündüğünü çözmeye çalışıyordu. Bir nevi yine onun için uğraş veriyordu.

Suyu içen Jungkook'a rağmen Tae yeniden konuştu. ''Ne demeye çalışıyorsun?'' kaşları çatılmıştı.

''Düşün biraz. Sadece kalbini değil aklını kullanmayı da dene.'' Dedi Namjoon önündekileri bitirmişti. Lavaboya koymak için masadan kalkmıştı.

Tae ise içini saran düşünce ile baş baş başa kalmıştı masada. Onun ne demeye çalıştığını düşünür gibi bir hali vardı. İçini yiyen endişe giderek büyümeye başlamıştı. Akıl karışıklığı ile masada otururken Kook masada duran telefonu tutuşturmuştu Tae'nin eline. ''Hadi oyuna gir.''

Tae ona ters ters baktı ilk önce. Eline aldığı telefona baktı bir süre ardından. Jin'i arayıp aramama konusunda gelip gidiyordu. Bir yanı deli gibi aramak istiyor bir yanı sabahki söylediklerini yutma diyordu. Tae hangisinin dediğine inansın çözemiyordu. Telefonla süren bakışmayı arama şıkkı kazanmıştı. Masadan kalktı. Bahçeye doğru yürürken numarayı bulmuş çoktan aramak için kaydırmıştı.

Telefon çalmaya Tae ise stresle bacağını sallamaya devam ediyordu. Ne telefon açılıyordu ne de sallanmaya devam eden bacağı duruyordu. Telefon açılsın istiyordu. Dudaklarını kemirirken içinden geçen tek düşünce sevgilisinin sesini duyabilmekti.

Yapmayı düşündüğü şey ile ağzından çıkan şeyler birbirini tutmamıştı. Içinde duyduğu suçluluk açılmayan her telefon sesinde katlanarak artıyordu. Tae'nin iyiden iyiye pişmanlığı artarken telefon sinyal sesine düşmüştü. Bu da aramayı cevaplamadığını anlamına geliyordu. Tae Jin'i çok fazla kırdığını biliyordu ama telefonun açılması gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Dün gece evden çekip gittiğinde eve dönmeyi akıl etmişti ama sevgilisinin bunu yapmayacağını gayet iyi biliyordu. Onun bu anlarda yalnız kalmak istediğini biliyordu ama içinde büyüyen endişeye de kapatamıyordu kulaklarını.

Gözlerini devirdi Tae. Bir kez daha kaydırdı ismin üzerinde. Bu sefer o telefon açılması için dua etmeye başlamıştı. Bu da açılmaz ise onu Jungkook'tan arayacaktı. Kendisinin telefonlarını açmazdı belki ama konu Kook olunca açacağına adı gibi emindi. Telefon çalmaya devam ederken meşgule düştüğünü fark etti. Jin onun aramasını meşgule almıştı. Tae şaşkınlık ile telefonun ekranına bakarken bir kez daha alaylı bir gülme bırakmıştı.

Kendini bahçedeki koltuklardan birine attı. Madem açmayı reddediyordu, o zaman aramayı bırakacaktı Tae. Çünkü iyi olduğundan emin olmuştu. Içindeki endişe artık yerini terk etmişti. Jin kendi telefonlarını açmayacak kadar iyiydi. Telefonunun netini açtı ve ınternette dolanmaya başladı. Haberlere girmek ve biraz olsun kafasını dağıtmak istemişti. Son dakika haberlerinde gözlerini dolandırıyordu. Tanıdık bir suratla haberin üzerinde durdu.

Kaşlarını çatlarken ekranı gözlerine yaklaştırmıştı. Habere tıkladı. Fotoğraftaki adam o kadar tanıdık geliyordu ki Tae'ye anlayamıyordu Tae. Birkaç dakika üzerinde kafa yormasına neden olmuştu bu fotoğraf. Sonradan yanan ampul ile gözleri sonuna kadar açıldı. Bu adam annesini ve kendisini 13 yıl önce terk eden babasına aitti. Şaşkınlığı giderek artarken haberi okumaya başladı.

Haber adamın dolandırıcılıktan içeriye girdiğine dair bir haberdi. Tae'nin ağzı şaşkınlık ile açıldı. Babası olan adam şimdi dolandırıcılıktan içeri alınmıştı. Tae'yi alan gülme şiddetini arttırırken bahçeye Hobi girdi. Ona şaşkınlık ile bakıyordu.

"Kafayı yedin herhalde." Dedi. Tae'nin yanına otururken elindeki bardağın birini ona doğru uzatmıştı. Bulaşıkları Jimin ve Jungkook'a kilitledikten sonra keyfine diyecek bir şey yoktu.

Tae telefonun ekranını arkadaşına doğru çevirdi. "Bak, oku." Dedi gülerken. O kadar fazla gülüyordu ki Hobi cidden endişelenmeye başlamıştı. Artık onun kafayı yediğinden emin gibiydi.

Gösterilen ekrana bakışlarını çeviren Hobi haberi okumaya başladı. Dikkatle haberi sonuna kadar okuyan Hobi tek kaşını kaldırarak sordu. "Ee nolmuş yani?"

Tae sonunda gülmesini durdururken fotoğraf taki adamın üzerinde tuttu parmağını. "Bu adamı görüyor musun?" Hobi kafasını olumlu anlamda kafasını salladı. "Babam." Dedi yine gülerek.

"Ne!?" Diye sordu ağzı beş karış açılan Hobi.

"Evet. 13 sene olmuş. Baya değişmiş." Dedi telefonu yeniden gözlerine yaklaştırırken. "Alışkanlık yapmış adamda. Şaşırmadım. Bizi aldattıktan sonra diger insanları da aldatmaya devam etmiş." Dedi.

Hobi endişesini koruyordu. "Iyi misin?" Diye sordu. Elini arkadaşının omzuna koydu. Endişeli gözler ile onu izliyordu.

"Iyiyim. Sonunda kayıp olan babamı buldum." Yine gülümsedi. "Neden iyi olmayayım ki? Etrafım beni aldatan insanlar ile dolu. Kollarımdaki hayal kırıklıklarına bak. Ne de güzel yakışmışlar. Birbiri üzerine ekleniyor işte."

Hobi de gülümsedi. Bu gülümsemiş şevkat doluydu. Bir abi edası ile yaklaşmıştı arkadaşına. Omzuna koyduğu elini sıkarken onu dinliyordu. "Hayat bizi seviyor olmalı. Yoksa normal değil yani. Bu kadar dert üstüne dert. Bizi yanlız bırakmaya niyeti yok herhalde." Yüzü düştü Tae'nin.

"Jin ile konuştun mu?" Diye sordu Hobi.

"Hayır. Telefonlarımı açmaya tenezzül etmiyor. Kendi bilir, bakalım ne zamana kadar kaçacak?" Dedi. Dizini yeniden sallamaya başlamıştı. Endişesi yeniden gün yüzüne çıkmış gibiydi. Soran gözler ile Hobi'ye döndü. "Sen benim için bir arasan mı acaba?" Diye sordu.

Hobi gülümsedi ve elini eşofmanının cebine attı. Telefonumu çıkardı ve arkadaşını aramaya başladı. Çalan melodi kulaklarına dolduğunda Jin bahçe kapısından içeriye girmişti. Bahçede oturan gözler ona dönmüştü. Hobi onun gelmesi ile telefonu kulağından indirdi. Ayağa kalktı.

Jin onları başı ile selamladıktan sonra içeriye geçmek için yürümüştü. Hobi'nin adını seslenmesi ile yerinde durdu. "Gelsene."

Jin gözlerinin Tae ile kesişmediğinden emin olduktan sonra arkadaşına baktı. Ona gülümserken konuştu. "Kendimi pek iyi hissetmiyorum. Biraz dinlenmeliyim." Dedi.

Hobi gözlerini Taehyung'a çevirdi. O da Jin'den farksız olarak ona bakmamaya çalışıyordu. Gözleri bahçede beraber ektikleri çiçek tohumlarında dolanmaya başlamıştı. Ardından evin boyasında gezinmişti bakışları. Hobi ona göz devirdikten sonra derin bir nefes vermiş ve konuşmaya başlamıştı. "Tae'nin babası içeri alınmış."

Jin şaşkın bir şekilde bakışlarını Taehyung'a çevirdi. O ise Hobi'ye bakıyor, neden diye soruyordu. Ardından Jin'e bakmıştı. Gözleri buluşunca içinin buz tuttuğunu hissetmişti. Bakışlarındaki soğukluk Tae'nin kalbinin soğumasına neden olmuştu. Tae bir şeyler yapması gerektiğini o an anlamıştı. Hobi'nin dediğini onaylamak için kafasını olumlu anlamda salladı.

Jin gözlerini kırptı birkaç kere. Ardından oturdukları bahçe mobilyalarına doğru yürüdü. Boş olan tekli sandalyeye otururken yüzünü buruşturmuştu. Evden sabah çıktığında yolda dönen başı yüzünden yere kapaklanmış ve bu yüzden dizini yaralamıştı. Dizindeki yara yüzünden yapışan pantalon yukarı doğru sıyrıldığı için acı vermişti. Tae ise onun neden yüzünün acı içinde olduğunu anlamak için dikkatle sevdiğini süzmeye başlamıştı.

"Ben sana içecek bir şeyler getireyim." Dedi Hobi yanlarından uzaklaşırken. Amacı ikisini yalnız bırakmak ve konuşmalarını sağlamaktı. Jin onu kafası ile onayladıktan sonra içeriye girdi Hobi. Perdeyi arkasından kapatırken, Jin'i gören Jungkook çoktan dışarı çıkmak için işini bir kenara bırakmıştı bile.

"Nereye?" Diye sordu önünde bodyguard gibi dikilen Hobi.

"Jin hyunga bakcam." Dedi Jungkook heyecan ile. Iyi olduğundan emin olması gerekiyordu.

"Işine bak. Bırak yalnız kalsınlar. Ona iyi gelecek şey Taehyung." Dedi Hobi. Onu kolundan tutmuş ve mutfağa doğru sürüklemeye başlamıştı.

Jin'in oturduğunu gören Tae de oturdu. Tam karşısında oturuyor özlediği yüze bakıyordu Tae. Çöken gözlerini görüyordu. Soluk tenine bakıyordu. Gözlerinin ışığını nasıl kaybettiğine anlam vermeye çalışıyordu. Bir insan nasıl bir günde yaşlanır bunu merak ediyordu. Onu bu kadar derinden yaralayan kendisi miydi bilmiyordu.

Onu düşüncelerinden uyandıran Jin oldu. "Ne oldu?" Soğuk sesi bir kez daha üşütmüştü Tae'yi.

Tae oturduğu yerde geriye doğru yaslandı. Kollarını birbirine dolarken sahte bir şekilde öksürdü. "Sen telefonlarımı açmayınca nete girdim. Haberlerde dolanırken gördüm. Dolandırıcılıktan içeri alınmış." Dedi.

Jin için sesindeki iğneleyici tavrı anlamak kolay olmuştu. Hareketlerinden bile anlıyordu artık Tae'yi. Sevgilisini o kadar iyi tanıyordu ki Jin buna gülümsemek istedi. "Hmm, baban olduğuna emin misin?" Diye sordu Jin kaşlarını yukarıya doğru kaldırırken.

Tae öne doğru eğildi. "Kendi babamı tanımayacak kadar düşmedim. Onu tanıyorum. Biraz zor oldu ama uzun zaman oldu. Yıllar onun için iyi geçmemiş. Baya yaşlanmış."

Jin anladığını belirtmek için kafasını aşağı yukarı salladı yavaş yavaş. Ses tonunu bozmadan sordu. "Peki nasıl hissediyorsun kendini?"

"Merak mı ettin?" Diye sordu Taehyung kafasını sağa doğru eğerken. Kaşlarını çatmıştı.

Jin burnundan derin bir nefes verdi. Tartışmaktan yorulmuştu. Tartışmak istemiyordu. Daha fazla kırılmak istemiyordu. "Taehy-"

"O paketleri yollayan adam var ya, o kesinlikle benim babam değil. Ne de olsa armut pişmiş dibine düşmüş. Kendi babama benziyormuşum bunu şimdi anladım ama. Ne de olsa ben de az kalsın giriyordum içeri. Tıpkı babam gibi." Dedi Taehyung. Sesi o kadar keskindi Jin ortadan kesildiğini hissetmişti. Yaralı olan sevgilisi daha fazla yaralanmaya açıktı. Jin onu tüm yaralardan korumak istedi.

"Taehy-" yine kesti onu Tae. Jin gözlerini devirdi ve burnundan bir nefes daha verdi.

"O kadınla arkasını dönüp giderken, beni umursamamıştı. O çekilmez kadın ile beni bırakıp gittiğinde duygularını önemsememişti. Hislerimi yok saymıştı. Sen de mi aynısı yaptın beni dün tek başına bırakırken?" Dedi Tae. Sesi soğukluk kazanmıştı cümlelerin sonunda. Gözleri yine dolmuştu. Engel olmak gibi bir düşüncesi yoktu.

"Tae-" Jin kafasını yere eğdi. Anlaşılan bugün de duyuramayacaktı sesini. Tamamlayamayacaktı cümlelerini.

"Sen de mi onun gibi umursamadın be-" bu sefer onu bölen Jin olmuştu. Ayağa kalktı sinir ile. Daha fazla bu suçlamalara sessiz kalamazdı. Sesinin çıktığı kadar, gücü yettiği kadar konuşacaktı.

"Konuşmama izin verecek misin? Yeter artık yaa bölüp durduğun. Sus be adam! Kim umursamadı seni? Ben mi!? Senin benim ne çektiğimden haberin var mı? Nasıl korktuğumdan haberin var mı? Yok, nereden bileceksin? O kadar kendini düşündün, o kadar etrafını görmek için kör oldun ki beni duymadın bile. Sesimi sana duyuramadım. Dünden beri ulaşmıyor sana sesim. Hayal kırıklığıymış!? Benim hayal kırıklığım, benim yenilgim ne olacak? Ya anlamıyorum, kafayı yicem anlamıyorum. Sen nasıl bu kadar düşüncesiz biri haline dönüştün? Nasıl bu kadar kör oldun? Tamam dedim tamam sabret, kolay değil, zor, onu da anla dedim. Yok. Çıldıracağım yok!" Ellerini gözlerinin kenarına koydu. "Böyle bakıyorsun hayata. Bu kadar görüyorsun gerçekleri. Sana kızgınlığım falan yok benim. Hayal kırıklığını da geçtim. Dünden beri sence de çok olmadı mı üzerine geldiğin? Yetmedi mi? Dinmedi mi ateşin?"

Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti konuşmaya. "Taehyung bak biliyorum, seni anlıyorum tamam mı? Senin yanında olmadığım için özür dilerim. Olamadığım için gerçekten çok üzgünüm. Hatalıyım evet. Ama bir hatam ile bana bu şekilde davranmam ne kadar doğru? Bir hatam ile beni görmezden gelmen ne kadar mantıklı?"

Taehyung da kalktı oturdu yerden. Sesinin kontrolünü sağlamak için ayrı bir çaba gösteriyordu. "Seni görmezden mi geliyorum? Biraz önce aradım seni. Birinde açmadın birinde meşgule attın. Kim kimi görmez den geliyor acaba? Hadi tamam eve geliyorsun diye diyelim. Peki burada sevgilin varken başka birini aramak ne demek oluyor? Beni arayıp haber vermek çok mu zordu?" Diye sordu Taehyung. Kıskançlık damarlarında dolaşan bir zehir gibi etkisini göstermişti.

Jin gözlerini kıstı. Ona en tuhaf bakışlarını gönderiyordu. Sanki karşısındaki başka bir dili konusuyor gibiydi. "Sen değil miydin, seni dinlemek istemiyorum diyen? Ben mi suçlu oldum?"

Tae hatırladığı cümle ile küçük çaplı bir şok yaşadı. Cidden söylemiş miydi hatırlamıyordu. O kadar sinirliydi ki ona karşı, ağzından çıkan kelimelerin haddi hesabı yoktu. "Ben, benim sinirlerime hakim olamadığım andan söylenmiş bir şey o." Dedi. Sesi biraz önceye nazaran daha kısık çıkıyordu.

"Taehyung, senin sinirle söylediklerinin artık haddi hesabı yok. Sen kelimelerini kendin duymuyor olabilirsin ama ben hepsini duyuyorum. Hepsini anlıyorum. Sözlerin bir mızrak gibi kalbimi delip geçiyor. Şu an bile kelimelerimi seçiyorum sana karşı. Ne dersem kırılırsın, ne söylersem üzülürsün bunları biliyorum. Senin kırılmana sebep olmamak için özen gösteriyorum. Ağzımdan çıkan kelimelere bile. Sen ön-" yine lafını kesti Taehyung onun alaylı bir gülme ile.

"Kelimelerine dikkat ediyormuş?" Gülmesi şiddetlendi. Şaşkın bir şekilde bakıyordu ona Jin. Ne demeye çalıştığını anlamaya çalışıyordu. Taehyung'un gülmesi kesildi bir anda. Keskin bakışlarını Jin'e yollarken bir kez daha kıracaktı Jin'i. "Sen ilk önce kendine dikkat et. Davranışların kırıyor beni. Yaptıkların yakıyor canımı. Ha bir de yapmadıkların var. Yapamadığın demiyorum, çünkü yapmamayı tercih ettiklerin var. Gelmediklerin, görmediklerin var." Taehyung durdu, soluklandı. Konusmanin iyi bir yere gideceğinden emin değildi. Hatta kötü bir hal almaya başladığını fark etmişti. Sevgilisi karşısında iyice küçülürken Tae, buna bir son vermek istiyordu. Sönmeyen ateşine rağmen kor kusmak istemiyordu. "Seninle konuşabilecek kadar iyi değilim. Bunu burada bitirelim." Dedi kafasını iki yana sallarken.

Jin gözlerini aşağıya çevirdi bir kez daha. Kalbi ayaklar altında ediliyordu tıpkı ayaklarının altında yeni oluşmaya başlayan çimler gibi. Jin onların yeniden yeşereceğini biliyordu. Ama kendinden emin değildi. Yeniden canlanır mıydı emin değildi. Dudaklarını yaladı. "Pekala bitirelim." Dedi.

Kaşlarını çatarak ona bakan Tae arkasına dönmemek üzere girdi bahçeden eve. Jin onun arkasından bakarken bir kez daha isyan etti söyleyemediklerine. Anlatamadıklarına. Içinde kalan her ukdeye. Oturduğu yerde öylece kalırken rüzgarı hissediyordu. Küllerini savurmasına yardım eden rüzgar eşmeye başlamıştı. Sac tellerini okşayan rüzgar, yangından sağ çıkamayan kalbinin küllerini savurmak için bu kadar nazik olmayacaktı.

--

Kız elindeki poşetlere baktı. Bu eve gelmeyeli baya olmuştu. Görmeyeli yaşlı kadını fark etmeden özlemişti. Bir anlamda onun nasıl olduğunu merak etmişti. Bu olaylar arasında onu ihmal ettiğinin farkındaydı. Buraya gelme amacı kendini affettirmek olsa da aklına takılan şeyi sormayı da not etmişti.

Yaşlı kadın çalan kapıya ulaştığında, kızı görmesi ile kocaman gülümsedi. Kıza kocaman bir sarılma vermek için kollarını açtı. Uzun zamandır görüşmüyor olmak onu özlemesine neden olmuştu. Kız açılan kollarda yerini almakta geç kalmadı.

Içeriye geçip oturan kadına, mutfakta hazırladığı meyve tabağını uzattı Jisoo. Ona meyve almıştı. Hediye niteliği taşıyan bu meyveler kadının yüzünün gülmesini sağlamıştı. "Ne gerek vardı kızım?" Dedi.

"Olur mu? Markette o kadar güzel görünüyordu ki alıp beraber yiyelim istedim. Hem görüşmüyoruz uzun zamandır. Beraber hasret gideririz dedim." Dedi kız. Yaşlı kadının yanına oturmuştu.

Yaşlı kadın elini kızın çok sevdiği saçlarına çıkardı. Usul usul okşarken konuştu. "Benim güzel kızım. Solgun görünüyorsun." Bir anda doldu endişe gözlerine. "Hasta mısın?" Kadın Jisoo'yu koymuştu ölen kızı yerine.

Kız gülümsedi. Gülümseyince büyük ela gözleri çizgi haline geliyordu. "Yok değilim. Oldum ama iyileştim. Şimdi iyiyim yani. Siz nasılsınız?"

"Iyiyim ben. Seokjin nasıl? Görüşüyor musunuz onunla?" Diye sordu. Küçük gözleri açılmıştı.

"Evet konuşuyoruz. Iyi o da. Tıpkı diğerleri gibi." Kız bildiğini belli etmemek için ayrı bir uğraş vermisti.

"Yakın mısınız onunla? Aramızda bir şeyler var mı?" Deyip göz kırpmıştı kadın. Ikisinin birlikte me güzel görüneceği hakkında hayaller kurmuştu.

Kız iki elini de havaya kaldırdı. Ellerini olumsuz anlamda sallarken, kafası da ona eşlik ediyordu. "Yok, yok konusuyoruz ama benim sadece arkadaşım o. Aramızda öyle bir şeyin olması mümkün değil." Dedi.

Kadının yüzü düştü. Oysaki ikisini birlikte sanıyordu. "Neden? Yakışıklı değil mi?" Diye sordu hafif espri ile.

"Yok, yakışıklı ama Allah sahibine bağışlasın. Biz çok yakın arkadaşız onunla. Onu hiç o gözle görmedim ben. Göremem de zaten. Benim olmayan abim gibi." Dedi kız gülümserken. Aklına bir an Tae'nin ölümcül bakışları gelmişti. Kız tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. Içi titremişti. Gözlerinin önündeki görüntüyü atmak için kafasını iki yana salladı. Ardından devam etti. "Bugün haberleri izlediniz mi?"

Yaşlı kadının yüzü düşmesine rağmen eski gülümsemesi geri gelmişti. Iyi bir oyuncuydu kadın. Jisoo buna o an karar vermişti. "Izlemedim. O saatte yemeğimi yemiştim. Uyku da bastırınca yarım saat uyumuşum. Haberler kaçtı o yüzden. Bir şey mi oldu?" Kadının yüzü yeniden endişe ile büyümüştü.

Kız cebindeki eski fotoğrafı çıkardı. Kadına uzatırken telefonundan haberi bulmak için arama yapmaya başlamıştı. Nihayet haberi bulduğunda telefonun ekranını yaşlı kadına çevirmişti. Sonra konuşmaya başladı. "Bu adam, annemin yanındaki adam değil mi?" Diye sordu. Ardından kadının elinde bulunan fotoğrafın arkasına çevirdi. Arkasında adamın ismi yazılıydı. Bir de tarih vardı üzerinde. "Haberdeki isim ile bu isim aynı. Ve aynı adam. Ben tanımıyorum. Daha önce hiç görmedim. Annemi daha önceden tanıdığınız için size getirdim. Bu adam kim?"

Gecenin geç saatlerinde gelen bir bölüm oldu. Küçük gecikme için özürlerimi dile getirmek istiyorum. 🙈🙈

Sürç-ü lisan ettiysem affola🦄🦋🌹

Ve umarım beğenirsiniz. Hepinize keyifli dakikalar diliyorum. Sizi seven yazarınız💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍

Continue Reading

You'll Also Like

2.7K 298 60
Mutlu evlilikleri , bebeklerinin ölümü sebebiyle acı bir şekilde biten Yoongi ve Hoseok birkaç sene sonra tekrar karşılaşmışlardı.
5.8K 573 12
Kim Taehyung en çok Park Jimin'i seviyor ve her adımında yanında olmasını istiyordu.
8.6K 965 16
kibirli kim seokjini sevmek için zorba kim taehyungun hiç bir nedeni yoktu. ta ki bir kaç sırrı öğrenene kadar. #semetae #ukejin #taejin #taejin-2 07...
20.5K 1.8K 29
Umarım eğlenebilirsiniz 💜