FRIENDS🦋🍀🌈

By tjsunnyday

159K 10K 6.6K

Onlar kimsenin birbirine yakın olmadığı kadar yakın olan arkadaşlardı. Ya da öyle sanıyorlardı. Birbirlerine... More

TANITIM
BAŞLANGIÇ
1.bölüm
2.bölüm
3.bölüm
4.bölüm
5.bölüm
6.bölüm
7.bölüm
8.bölüm
9.bölüm
10.bölüm
11.bölüm
12.bölüm
13.bölüm
14.bölüm
15.bölüm
16.bölüm
17.bölüm
18.bölüm
19.bölüm
20.bölüm
21.bölüm
22.bölüm
23.bölüm
24.bölüm
25. bölüm
26. bölüm
27.bölüm
28. bölüm
29.bölüm
30.bölüm
31.bölüm
32.bölüm
33.bölüm
34.bölüm
35.bölüm
36.bölüm
37. bölüm
38.bölüm
39.bölüm
40.bölüm
41.bölüm
42.bölüm
43.bölüm
45.bölüm
46.bölüm
47.bölüm
48.bölüm
49. bölüm
50.bölüm
51.bölüm
52.bölüm
53.bölüm
54.bölüm
Bölüm Değil..
55.bölüm
56.bölüm
57.bölüm
58.bölüm
59.bölüm
60.bölüm
61.bölüm
62.bölüm
63.bölüm
64.bölüm
65.bölüm
66.bölüm
67.bölüm
68.bölüm
69.bölüm
70.bölüm
71.bölüm
Bölüm Değil
72.Final

44.bölüm

1.9K 102 67
By tjsunnyday

Güneşli bir hava vardı şehrin üzerinde. Yüzünü göstermeye başlayan güneş sayesinde insanlar kendilerini sokaklara atmışlardı. Parklar, sahil kenarları insanların sesi ile dolmuş taşmıştı. Okulluların kış tatiline girmesi ile etrafta çocukların sesi oldukça yoğun hissedilen bir durumdu. Böyle bir havada kendini dışarı attı kız. Uzun zamandan sonra havanın kokusunu içine çekti. Bir işi olmasa yeniden dışarı çıkmayı hedeflemiyordu. Aralarında yaşanan sorundan sonra kendini eve kapatmış, okulluların açılmasına kadar çıkmayı düşünmüyordu. Gelen telefon ile heyecanlanmış, üzerine ne giydiğini bile önemsemeden dışarıda bulmuştu kendini.

Bankta otururken arkasından gelen ses ile yüzünü arkasına çevirdi kız. Yaşlı adamı karşısında gördüğünde küçük bir irkilme yaşadı. Evini bastıklarından bu yana bir kez bile konuşmamıştı onunla. Gözleriyle etrafı taradığında caddenin kenarında park edilmiş iki siyah arabayı gördü. Arabanın camları bile siyah film ile kaplanmış durumdaydı. Arabanın yanında ayakta dikelen aynı tip korumalar gözlerini ayırmadan yaşlı adama bakıyorlar, uçan kuşu bile takip ediyorlardı. Adamın hemen gerisinde gördüğü genç çocuk evine gelen ve onu tehdit eden ismin ta kendisiydi. Kız onu görmesi ile kanının çekildiğini hissetti.

Adam ön tarafa geçti ve siyah üzerine ince gri çizgilere sahip kumaş pantolonun dizlerini yukarıya çekti. Ağzından kaçan küçük inleme ile kızın yanına oturdu. Bu yaşta diz ağrılarını olmaması zaten beklenmedik bir durum değildi. Adam kızın derin bir nefes dahi almasına izin vermeden konuşmaya başladı. ''Her şeyi anlattığını biliyorum.''

Kız dudaklarını yaladı konuşmadan önce. Gözlerini adamdan ayırdığında kucağında birleşen ellerine bakıyordu. ''Evet, anlattım.''

Adam bir kolunu bankın dayanılacak kısmına götürmüş, bacağını bir diğerinin üzerine atmıştı. Bu duruş açıkça kıza göz dağı vermek için yapılmış bir hareketti. ''Beni neden çağırdığını sorabilir miyim o zaman?'' dedi.

Kız sesli bir şekilde yutkundu. Ağzında atan kalbi yüzünden bunu duyamamıştı gerçi. Adamın yaptıklarından ve yapacaklarından ölesiye korkarken, dizleri titriyor ve bunu durdurmak için elinden gelen bir şey bulamıyordu. ''Ben size hak verdim. Ben, beni içlerine alacaklarını düşünmüştüm. Bana inanıp, bana güveneceklerini sanmıştım.'' Dedi. Aklına dolan tartışmayı noktasından virgülüne kadar her ayrıntısı ile hatırlıyordu. Gözlerinden bir damla yaş süzüldü kızın.

''Sandığın gibi olmayacağını daha önce söylemiştim. Ah Jisoo, hiç söz dinlemiyorsun.'' Dedi adam. Sesi o kadar iğrendirici çıkıyordu ki kız midesinin bulandığını hissetmeye başlamıştı.

''Ben sizi özür dilemek için görmek istedim. Sizden özür dilemek ve size olabildiğince, elimden geldiğince yardım etmek istiyorum.'' dedi kız. Hala dizleri titriyor, düzensiz nefesinin havaya karışmasını izliyordu. Etrafında olan insanlar ikiliye garip bakışlar atıyor ama ikisi de bunu pek önemsiyor gibi görünmüyorlardı.

''Bana bu saatten sonra nasıl yardım edebileceğini düşünüyorsun? Benim artık kim olduğumu biliyorlar. Geçen gün depoma yolladılar ikisini. Adamlarım onları fark etti ama harekete geçmediler. Senin yüzünden dibime kadar girdiler Jisoo.'' Dedi adam. Gözlerini kısmış ve nehrin ilerisinde bulunan gökdelenlere çevirmişti bakışlarını.

''Size bir şey teklif etmek istiyorum.'' Dedi kız. Dudaklarını dişliyordu yine.

Adam ilgi ile kıza çevirdi bakışlarını kendi de çıkmazda gibi görünüyordu. Oğlunu bulma umudunu kaybetmiş artık gurur savaşına çevirmişti bunu. Jisoo'nun kendine yaptığı ihaneti unutamıyordu. Ama bir yandan umutlarını tüketmiş, çaresizce oğluna kavuşacak olduğu günü bekliyordu. ''Bana nasıl bir teklifte bulunabilirsin ki?'' diye sordu adam.

Kız adamın ikna olduğunu görmeye başladığında daha rahat bir hale gelmişti. Biraz önce dizleri birleşik oturan kızdan şimdi eser yoktu. Bakışları bile değişirken, doğrudan adamın gözlerine bakabiliyordu. ''Size onların içine girmeyi teklif ediyorum. Onların içine girebilir ve oğlunuzu size verebilirim.'' Dedi kız.

Adam kaşlarını çattı. Beyninde oluşan mantıksızlıkları çözmeye çalışır gibi bir hali vardı. ''Nasıl olacak o iş? Biraz önce sen değil miydin, bana inanmadılar, beni reddettiler diyen. Şimdi neye güvenerek bana bu garantiyi veriyorsun?'' diye sordu.

Kız dudaklarını ısırdı yeniden. Birbirine kenetli olan ellerini ayırdı ve avuçlarını havaya doğru kaldırdı. Derin bir nefes aldı ve gözlerini kırpmadan konuşmaya başladı. ''Ellerimde sizin bilmediğiniz ama benim bildiğim birçok şey var. Mesela oğlunuza şu an bile bir adım yaklaştırabilirim sizi. Ama ben istersem.'' Kız adamın bilmediklerini çok iyi kullanmaya başlamış adamın kafasını karıştırmıştı. Bunu adamın gözlerinden geçen düşüncelerden anlayabiliyordu.

''Ne biliyorsun?'' diye sordu adam hiddetle.

''Bunu şimdi size söylemem için hiçbir sebebim yok. Bana tekrar güvenirseniz ve bana her şeyi en ince ayrıntısıyla anlatırsanız, size yardımcı olur istediğiniz şeyi veririm.'' Dedi kız. Şimdi daha rahattı adam karşısında.

''Jisoo, benimle oynama. Aslında bildiğin hiçbir şey yok. Yalnız kaldın ve kendine tutunacak bir dal arıyorsun. Ben o dal olmaya niyetli değilim ama bunu unutuyorsun. Sen o eve gittiğinde sana uzattığım dallarımı kırdın. Ben sana nasıl güveneceğim? O evden atıldın. O eve yeniden nasıl gireceksin?'' diye sordu adam. Bacağını diğerinin üzerinden indirmiş ve bankta kıza doğru dönmüştü.

Kız yeniden avuç içlerini gösterdi yaşlı adama. Yüzündeki alaycı gülümseme adamı etkisi altına almaya başlamıştı. ''Bu ellerimde olan belki de sizin oğlunuz. Ve siz bana güvenmeyip, beni elinizle iterseniz; günün birinde ellerimde olan belki de oğlunuzu da itmiş olacaksınız. Ve yine ben, bunu ona söylemek için geç kalmayacağım.'' Dedi kız. Ellerini dizlerine vurmuş ve ayağa kalkmıştı. Söyleyeceklerini bitirmiş olmanın gururunu yüzünde taşırken, arkasına dönmüş ve hala deli gibi atmaya devam eden kalbini sakinleştirmeye çalışmış. Sadece birkaç saniyeliğine.

Adam kızın arkasından baktı. Ona güvenmeyi deli gibi istiyordu. Kızın getirecek olduğu oğluna sarılmak bu dünyaya veda etmeden önce istediği tek şeydi. Tüm isteklerini elde etmiş biri olarak bunu elde etmek içinde elinden ne geliyorsa yapmaya hazır olacaktı. Kızın ardından seslendi. ''Bekle!'' kız arkasına döndü. Adam ayağa kalkmış ve kıza doğru yürümüştü. Tabi sineği olan koruma da arkasından. ''Eve yeniden nasıl gireceksin?'' diye sordu.

Kız adama kısmış gözlerle ile bakarken, cebinde çalan telefon gözlerinin ayırmasını sağlamıştı. Kız cebine attığı telefonu çıkartırken ekranda yazan isim ile gülümsedi. Telefonun ekranını yaşlı adama doğru gösterirken konuştu. ''İşte, eve girmemi sağlayacak anahtar isim; Kim Seokjin.''

--

Dışarıya çıkan ikili, diğer insanlar gibi havanın tadını çıkartıyorlardı. Aslında bunu yapan tek Hobi gibi görünse de Yoongi de dışarıya çıktığı için kendini memnun hissediyordu. Günlerdir evden çıkmıyor olmanın verdiği histen kurtuluyordu. Milli bir parkta serdikleri bir kilimin üzerinde oturuyorlar, Hobi sevgilisine kendini affettirmek için dil döküyordu.

''Hadi ama, fazla uzatma artık. Barışalım hmm?'' diye sordu. Sevgilisine tatlılık yapıyordu. Hatta onu affetsin diye Yongi'ye sevdiği atıştırmalıklardan bile hazırlamıştı. Bunu yapmak için sabahın erken saatlerinde kalkmış mutfağa girmişti.

Yoongi sırtını dayağını ağaca kafasını da dayamıştı. Gözlerini kapatmış, yüzüne vuran kış güneşinin tadını çıkartıyordu. ''Sana söylemiştim. Öyle kolay kurtulamazsın.'' Dedi gözlerini açmadan.

''Daha ne istiyorsun anlamadım ki.'' Dedi dudaklarını büzen Hobi. Gözlerindeki gözlüğü çıkarmış, saçlarının üzerine denk gelecek şekilde kafasına takmıştı.

''Bunu anlamak zor olmamalı.'' Dedi Yoongi. Sesi mırıldanır gibi çıkıyordu. Güneş ışıkları uzattığı bacaklarını saran siyah pantolonuna vururken, bacaklarını toplamıştı. Şimdi bağdaş kurmuş bir şekilde oturuyordu.

Hobi sevgilisinin yüzüne hala dudaklarını büzerek bakıyor onunla artık konuşmasını bekliyordu. Yapıp yapabileceği her şeyi demişti ama Yoongi duruşundan ödün vermemişti.

Yoongi sevgilisinden ses gelmeyince gözlerini açtı ve karşısında asık suratla oturmaya devam eden sevgilisine baktı. Kafasını dayadığı ağaç gövdesinden uzaklaştırdı ve derin bir nefes aldı. Güneş Hobi'nin kızılımsı saçlarına vururken, Hobi kış güneşi altında bronzdan yapılmış bir heykel gibi parlıyordu. Esen hafif rüzgar saç tellerini ağaya kaldırmış haldeydi. Yoongi gördüğü görüntü karşısında daha önce gözlerini açmadığı için pişmanlık hissetti içinde. Dudaklarını yaladı ve konuştu. ''Tatlım, senin böyle işlere kalkışmanı istemiyorum. Size bir şey olabilirdi. Bunun ağırlığı kalbimde.'' Dedi.

Hobi sevgilisinin duyduğu sesi ile gözlerini açmış, dudaklarını normal hale getirmişti. Sevgilisine bakıyor, içinde kaybolmayı özlediği küçük gözlere dikmişti bakışlarını. ''Ben, özür dilerim.'' Dedi Hobi. Sevgilisinin buna kırıldığını ya da kızdığını biliyordu. Tamam onca şey yapmıştı kendini affettirmek için ama asla özür dilememişti. Ama Yoongi için küçük bir özür yeterdi artardı bile. Bunu farkına geç varmıştı tabi Hobi.

''Tamam kabul edildi. Ama bana söz ver. Bundan sonra yanında olacağım. Beni susturmak yok. Beni dinleyeceksin tamam mı?'' diye şartını koştu Yoongi. Sevgilisinin bunu kabul edeceğini biliyordu.

Hobi kafasını usulca salladıktan sonra Yoongi ona kollarını açtı. Zaten onunla küs kalmaya dayanamazdı. Nefesini kaybedermiş gibi hisseder, geri kazanmak için her şeyi yapardı. Hobi kendine açılan kollardaki yerini almış, sevgilisinin göğsüne sığınmıştı. Bu küçük göğüs onun için dünyanın en rahat yeri olmuştu. Etrafta onları izleyen garip bakışlar onların umurlarında bile değildi.

--

Namjoon salonun ortasında oturuyor, elindeki kitabına konsantre olmaya çalışıyordu. Ama salonda, televizyonda oyun oynayan Jimin ve Jungkook ikilisinden dolayı bu pek mümkünmüş gibi görünmüyordu. Onların neden diğerleri gibi dışarıya çıkmak yerine burada oturduklarını evde kaldıklarını anlamıyordu. Buna anlam veremiyordu. Bu sese daha fazla dayanamadı ve kendini odasına attı Namjoon.

Salondaki tekli koltuklarda yerlerini alan ikili kendi aralarında konuşuyorlardı. Tamamen oyuna konsantre olmuş haldeydiler. ''Jimin sen sağ tarafa git, ben solu alıyorum.'' Dedi Jungkook.

''Karşımda iki adam var. Ben daha silah bulamadım. Bulursan haber et.'' Dedi Jimin. Oyun koluna odaklanmak için biraz daha dik konuma gelmişti.

''UMP var alacak mısın?'' diye sordu Jungkook. Koca gözlerini sevgilisine dikmiş ona bakıyordu.

''Saçmalama alacağım tabi. Beni koru senin yanına geliyorum.'' Dedi Jimin. Salona giren Tae'nin bakışları ile karşılaştığında ona küçük gülümsedikten sonra yine televizyona odaklandı.

Taehyung, mutfağa doğru ilerlemiş ve elindeki kovaya su doldurmaya başlamıştı. Salondaki ikiliye bakarken bir yandan televizyon ekranındaki oyuna bakıyor, bir yandan da elindeki kovanın taşmaması için ara ara ona bakıyordu.

''Kook sol tarafında. 235 yönünde.'' Dedi Taehyung. Gözlerini kocaman açmış ve ekrana işaret parmağını uzatmıştı. Çoktan su dolmaya başlayan kovayı unutmuştu bile.

Jungkook'un avatarı kendi etrafında dönerken, ekrana kilitlenmişti Tae. Avatar ne tarafa dönerse dönsün düşmanı göremiyor bu durumda Tae'yi illet ediyordu. Jimin dudaklarını birbirine bastırmış, o da ekrana odaklanmıştı.

''Çekil şuradan.'' Dedi ve elindeki kumandayı aldı Jungkook'un elinde Tae. Mutfaktan salona yürümüş ve kumandayı hışımla kendine çekmişti. Arkasındaki üçlü koltuğa kendini atarken çalılıkların arasında saklanan düşmanı görmüş ve onu öldürmek için ekrana kilitlenmişti. Gözleri gibi ağzı da kocaman açılırken kova umurunda bile değildi.

Bahçedeki kuru otlar ile uğraşan Jin, beli ağrıdığı için doğrulmuş ve istediği suyun nerede kaldığına bakmak için içeriye çevirmişti bakışları. Kendisine doğru gelmesini beklediği sevgilisi kendisini koltuğa bırakmış oyuna daldırmıştı kendini. Ellerini beline koydu Jin. Gözlerini kapattı ve burnundan derin bir nefes verdi. Içeriye doğru adımladı. "Tae, bana su getirmen gerekmiyor muydu? Tanrı aşkına ne yapıyorsun burada?" Diye sordu.

Taehyung duyduğu Jin'in sesi ile gözlerini sevgilisine çevirdi. Aklından uçup hiden kova bir anda beyninde ünlemlerin oluşmasına sebep olmuştu. Hemen ayaklandı ve mutfağa gitti. Işınladı demek daha doğru bir tabir olabilirdi. Onun bu hâline Jungkook kahkahalar eşliğinde gülerken sevgilisi Jimin kafasını olumsuz anlamda iki yana sallıyor dilini damağına vurarak tch tch sesleri çıkartıyordu.

Jin bahçeye geri dönmüş, bahçeden kopardığı kuru otları çok poşetine dolduruyordu. Elinde kolayca taşıdığı kova ile yanına giden Tae, ona yardım etmeye başlamış onun gibi eğilmişti. "Fark etmedim kovanın dolduğunu." Dedi. Dudaklarını büzmüştü.

"Sorun değil." Dedi Jin sevgilisine dönüp ona gülümserken. Devam etti. "Bunu çöpe bırakır mısın?" Diye sordu. Elindeki hafif poşeti sevgilisine uzatırken gülümsemesini sürdürüyordu.

Çöpe poşeti bırakan Tae, geri döndüğünde sevgilisini bahçede oturuyor halde buldu. Bahçenin ortasında yer alan ahşap mobilyalar üzerine kurulmuş Jin'in elinde iki porselen kupa vardı. Tae ona doğru yürüdü ve uzatılan bardağı aldı. Sevgilisinin karşısına otururken güneşi arkasına almıştı.

"Güneş bugün çok güzel." Dedi Jin. Bardağından bir yudum almış ortada duran cam sehpanın üzerine bırakmıştı. Yüzünü güneş aydınlatıyor, her bir zerresini pırlanta misali parıladamasına imkan veriyordu. Siyah saçları güneş ile birlikte kızıla çalan bir renge ulaşmış gibiydi.

"Evet. Sen de çok güzelsin." Dedi Tae. Sevgilisinden gözlerini ayırmıyor, güneşin teninde gezinmesine bakıyordu. Cildi başka bir güneş gibi parlıyordu. Üzerinde olan beyaz tişört artık geçmeye yüz tutmuş belli belirsiz morlukları gözler önüne seriyordu. Tae kendi eserine bakarken gururlandığını hissetmişti.

Yüzü bir anda kırmızıya çalan JIN, gözlerini sevgilisine çevirdi. Ona yoğun bakışlar ile bakan sevgilisini gördüğünde gözlerinde kaybolmak istedi. Utangaçlığı yüzünden kafasını yere eğmişti.

Kupayı dudaklarına götüren Tae tekrar konuştu sevgilisinin boynuna bakarken. "Geçmeye başlamış." Dedi.

Jin anlamayarak kafasını kaldırdı. Neden bahsettiği hakkında aklında en ufak bir fikir yoktu. Boş bakışlarla ona bakarken kaşları istem dışı olarak havaya kalkmıştı. "Neden bahsediyorsun?" Diye sordu.

"Bence yenilerini eklemenin zamanı geldi." Dedi. Tae'nin yüzünde oluşan çapkın gülüşü hemen tanıdı Jin. Yüzü tekrardan kirmiya dönerken dudaklarını ısırdı. Özlemleri birbirlerine karşı son bulmuş değildi. Birbirlerine oldukça vakit ayırmaya çalışıyorlar fakat yaşananlar buna pek imkan veriyormuş gibi görünmüyordu. Jin kollarını nereye koyacağını bilemedi için göğsünde birleştirmeyi tercih etti. "Ben koca bir hafta boyunlu ile dolaşmak zorunda kaldık. Farkındasın dimi?" Diye sordu.

Tae yüzündeki çapkın gülüşü korurken sadece kafasını sallamakla yetindi. Elinin tekini çenesinin altına koyarken, dirseğini dizine yerleştirmişti. Dudaklarını ısırıyor bu da Jin'in gözüne çarpıyordu. "Tekrar boyunlu ile dolaşmak istemiyorum." Dedi Jin.

Tae ona bakmayı kesmiyor, cesurca sevgilisini izliyordu. Ince bilekleri hırkasının kollarını yukarıya sıvamadı ile ortaya çıkmıştı. Tae Jin'in bileğinde olan damarları bile gayet net görebiliyordu. Oradan öpmek istediği fark etti bir an. Jin'in beyazlığı Tae'yi mest ederken dudaklarını yalamıştı. Derin bir nefes aldıktan sonra konuştu. "Sen boyunlu giymeyeceksin diye ben seni özleyecek miyim?" Diye sordu.

Jin oturduğu yere biraz daha sinerken bir bacağını diğerinin üzerine attı. Rahat davranmaya çalışıyor ama bunda pek becerikli olduğunu düşünmüyordu. ''Bir koca hafta daha boyunlu kazak ile dolaşmamı mı söylüyorsun bana?'' diye sordu Jin.

Tae olduğu yerde sevgilisinin aksine daha dik konuma gelmişti. Ellerini birleştirmiş öne doğru eğilmişti. ''Yaz mevsiminde ne yapacaksın hayatım?'' diye sordu.

Jin gözlerini havaya doğru çevirdi. Düşünüyordu. Bu onun düşünme hareketiydi. Ne yapacağını bilmiyordu. O da özlemişti sevgilisi ama morlukları ile de uğraşan oydu. ''Bilmem.'' Dedi aklına bir şey gelmeyince. Bu durumdan acilen kaçması gerektiği biliyordu. Toparlandı ve ayağa kalktı.

Arkasından Tae ona gülümserken buldu kendini. Jin'in utangaç tavırları onun en çok sevdiği şeylerden biriydi kesinlikle. Onu bulduğu her fırsatta utandırmak ve kızaran yanaklarından ısırık almak istiyordu. Gülümsediğinde ortaya çıkan yumuşak yanakları Tae'yi kendisine çekiyordu. Sehpada bırakılan iki bardağı eline aldı ve o da sevgilisinin arkasından içeriye doğru yürüdü.

--

''Selam.'' Dedi kız. Telefonu kulağına götürmüş ve sesinin çıktığı kadar konuşmaya çalışmıştı.

Odasında kıyafetlerini düzenlemekle meşgul olan Jin, işlerini bir kenara bırakmış, yönü kapıya denk gelecek şekilde yatağına oturmuştu. ''Nasılsın?'' diye sordu.

Kız olduğu yerde biraz daha dik konuma geçmiş ve boğazını temizlemişti. ''İyi olmaya çalışıyorum. Sen nasılsın?'' diye sordu.

''Bende iyiyim. Seni aradım ama açmadın. Herhangi bir sorun olup olmadığını merak ediyorum.'' Dedi Jin. Elinin tekini yatağına koymuş, bacaklarını sallamaya başlamıştı. Kıza karşı her ne kadar sinirli olsa da onun hakkında endişelenmeden edemiyordu.

''Yoo, yok. Herhangi bir sorun yok. Her şey yolunda.'' Dedi kız. Dudaklarını dişliyordu.

''Jisoo, sesinden anlayabiliyorum. Bana ne olduğunu anlatacak mısın?'' diye sordu Jin. Gözlerini bu sefer tavana dikmiş ışığını açıp açmama konusunda gidip gelmişti. Güneş bulutların arasına girip güne veda ederken ortalık kararmaya başlamış, akşam olmaya yüz tutmuştu.

''Şey aslında Namjoon'u merak ediyorum.'' Dedi kız. Salonundaki televizyonun sesini kısmış, kumandasını da koltuğun birine atmıştı.

''Hmm, Joonie üzgün. Seni merak ediyor. Senin hakkında bir şey söylemiyorum ama söylememek içimi yiyor. Bu yaptığın doğru mu emin değilim.'' Dedi Jin. Ayağa kalkmış ve ışığa doğru yürümüştü. Işığı açtıktan sonra pencereye doğru yönelmişti.

''Bilmiyorum. Emin değilim. Sanırım onu söylediklerine pişman etmek istiyorum. Ben, benim yaptığım ile kendi yaptığı arasındaki benzerliği anlayamıyor. Ve kendini haklı çıkarmak istiyor.'' Dedi kız. Mutfağına geçmiş ve ramen yapmak için ısıtıcıya belli miktarda su koymaya başlamıştı.

''Aslında ikinizde haklı falan değilsiniz. Birbirinizden, bizden oldukça büyük şeyler gizlediniz. Suçlu olduğunuz kadar mağdursunuz da. O yüzden ben de bilmiyorum. Ama Namjoon cidden kötü durumda. Seni düşündüğünü gözlerinden okuyabiliyorum.'' Dedi Jin. Perdeyi kapatmış ve yatağına doğru yürüyüp eski pozisyonunu almıştı.

''Biliyorum. Özellikle sana karşı oldukça mahcubum. Sen, sonuçta bana geldin ve derdini anlattın. O gün, inan bana, sana her şeyi anlatmamak için kendimi zor tuttum. Biliyorsun, sizi tanıdıktan sonra yaptığımın ne kadar yanlış olduğunu fark ettim. Gelip size her şeyi anlattım.'' Dedi kız. Mutfak tezgahına belini dayamış, suyun kaynamasını beklemeye başlamıştı.

''Bilmiyorum neden ama senin hala bir şeyleri gizlediğini düşünüyorum.'' Dedi Jin. Odasının kapısının açılması ile içeriye giren kişi ile göz göze gelmişti.

''Bak, bir şey var. Yok değil ama bunu size anlatmak istemiyorum. Bu benimle ilgili. Lütfen bu konuda beni zorlama. Ve Jimin, Hobi'ye karşı oldukça üzgün olduğumdan bahset. Onlarla konuşmuyorum. Çünkü biliyorum ki onların kalbi senin kadar sağlam değil. Yani demek istediğim şey, benimle ilgili Namjoon'a bir şeyleri anlatabilirler. Arkadaşlarının kalbinin daha fazla kırılmasına izin vermezler.'' Dedi kız. Isıtıcının uyarı sesi telefondan Jin'e kadar ulaşmıştı.

Jin yanına oturan bedene bakmış ve gülümsemişti. Ona kaşları çatık halde bakan Taehyung ise onun kimin ile konuştuğunu çözmeye çalışır gibiydi. Jin ona bu cevabı vermek için konuşmaya kızın ismi ile başladı. ''Jisoo, ben de izin vermem, birinin kalbinin kırılmasına. Ben sadece Namjoon'a biraz zaman tanıyorum. Ona düşünmesi için gerekli olan zamanı veriyorum. Şimdiden bile sana hak vermeye başladı diyebilirim. Yani bu gizli tutma işi uzun sürmeyecek haber vereyim.'' Dedi. Boşta kalan elini sevgilisinin dağılmış saçlarına çıkmış ve onu düzeltmeye başlamıştı. Taehyung ise hala kaşları çatılı halde Jin'e bakıyordu.

''Sana zaten bu konuda baskı yapamam. Ancak rica edebilirim. Söyleme konusu senin bileceğin iş. Bana sadece söylemeden önce haber ver. Ona göre bende kendimi hazırlayayım.'' Dedi kız. Ramenleri tencereye koymadan önce suyu boşaltmıştı.

Tae dudaklarını oynatarak kapat artık yemek yicez demişti. Jin onun bu haline ilk önce gülümsemiş ve kafasını sallayarak onay vermişti. Tae onayı aldıktan sonra yatakta oturduğu yerden kalkmış ve gitmek için adım atmıştı. Ama ince bileğinde tutunan parmaklar buna pek izin vermemişti. Kaşları çatılı halde geriye döndü. ''Neyse şimdi kapatmam lazım. Sonra yeniden konuşuruz. Sen de ramen yemeyi bırak artık. Düzgün şeyler ye.'' Dedi ve telefonu kapattı Jin. Telefonunu yatağına bırakırken o da sevgilisi gibi ayağa kalktı.

''Beni çağırmaya gelip, beni beklemeden gidiyorsun.'' Dedi Jin. Parmakları hala sevgilisinin bileğindeydi.

Tae bileğine baktı ve gergince yutkundu. Tam anlamı ile burnunu havaya kaldırdı ve genzini temizledi konuşmadan önce. ''Konuşmaya devam edersin diye düşünmüştüm.'' Dedi.

Jin onun bu tavrına gülümsedi. Parmaklarını sevgilisinin çatılı kaşlarına götürdü. Çatık kaşlarının ortasına parmakları ile okşamaya başladı. Bu hareket Taehyung'un dikkatini dağıtmaya yetmişti bile. Jin tekrar gülümsedi. Tae'yi nasıl etkisi altına alacağını biliyordu. ''Tatlım, seni çok sevdiğimi daha önce söylemiş miydim?'' diye sordu Jin.

Taehyung da gülümsemeye başlamıştı. Bileğindeki eli diğer eli tuttu ve Jin'in bileklerini zarif dudaklarına götürdü. Bugün bu noktayı öpmek istemişti ve amacına ulaşmıştı. O noktaya zarif bir öpücük bıraktı. ''Evet söylemiştin. Ama ne kadar söylersen söyle dinlemekten asla bıkmayacağım.'' Dedi. Şimdi elleri Jin'in ince beline ulaşmıştı. Onu kendine biraz daha çekiyordu.

Jin belindeki eller ile küçük bir irkilme yaşasa da hemen kendini topladı. O da ellerini sevgilisinin göğsüne koydu. Gözlerini birbirine bakarken Tae'nin gözleri Jin'in dudaklarına kayıyordu. Jin bunu gördüğü için dudaklarını yaldı. Bu istem dışı yapılmış, içerlerden gelen dürtü ile orta koyulmuş bir davranış olsa da Tae'yi çoktan etkisi altına almıştı. taehyung sevgilisine biraz daha yaklaşırken Jin de ona çekildiğinden habersizdi.

Dudakları birbirine değmeden önce burunları birbirine değdi. Nefesleri birbirine çarpar hale gelmişti. Tae'nin aklından yukarıya neden geldiği bile uçup gitmişti. Buraya gelme amacı onu yemeğe çağırmak olsa da şimdi çok farklı yerlere kayıyordu. Dudaklarının değmesine neredeyse milimler kalmışken Kook'un odaya girmesi ile Jin hemen geri çekildi.

''Nerede kaldınız? Yemekler soğuyor diye isyana başladı Yoongi.'' Dedi. Taehyung kapının açılması ile sinirle dilini dudaklarında gezdirmişti. İki parmağı ile burun kemiğini sıkarken alaycı bir gülümseme bırakmıştı odaya.

Jin hemen toparlanıp Jungkook'un önünden aşağıya inmeye başlamış, sevgilisi Tae aynı noktada kalmıştı. Tae arkasına sinirle dönerken konuştu. ''Şimdi mi yani? Şu an mı yemekler soğuyor diye isyan ediyorsunuz? Başka zaman olsa aç kurtlar gibi sömürürsünüz her şeyi. Şimdi mi yani?'' dediğinde anlamsız bakışlar bırakan Jungkook olmuştu. Ne olduğunu anlamadan etrafa bakıyor, arkadaşının neden sinirlendiğini çözmeye çalışıyordu.

''Ne oldu anlamadım ki?'' dedi boş bakışlarını Tae'nin üzerinden çekmeden.

''Yok, yok bir şey.'' Dedi Tae ve hışımla odadan çıktı. Ayrı evde kalma düşüncesi aklında dolaşmaya başlamıştı bile.

--

''Bu paketi açmadan atalım.'' Diye fikrini ilk ortaya atan Jimin olmuştu. Yemek sonrası bir film seyredilmiş ve mutfak masasına Yoongi'nin daveti ile yeniden toplanılmıştı. Beyaz masanın üzerinde bulunan sarı paket diğerlerinin gözlerini üzerinde topluyordu.

''Ya işimize yarayacak bir şey ise?'' dedi Hobi. Masanın başında Namjoon'un her zamanki yerinde oturuyordu.

''Bunu açmadan öğrenemeyiz.'' Dedi Taehyung. Sevgilisi ile karşılıklı, Jimin ile yan yana oturuyordu.

''Bu diğerine göre daha büyük bir paket. İçinde ne olabilir ki?'' diye sordu Jimin. Bir yandan açmak istiyor, bir yandan pakete bakmak için bile korkuyordu.

''Açalım ve kurtulalım. Üç haftadır dolabın köşesinde sürünüyor.'' Dedi Yoongi. Ellerini pakete uzatan yine ilk isim olmuştu. Diğerlerinden ses çıkmıyordu. Bu sessizlik devam et niteliği taşıyor gibiydi.

Paketi elleri arasına alan Yoongi yine özenle sarı paketi açmaya başladı. İçinden çıkacak olacak şeyi az buçuk tahmin edebiliyordu. Paketin bantlarını yavaşça söktü ve ortaya siyah kaplı bir defterin çıkmasını sağladı. Defter ajanda görünümlü idi. Defteri masanın ortasına bıraktı ve açtığı paketi incelemeye başladı Yoongi. Paketin içinde veya üzerinde herhangi bir yazı bulamadıktan sonra onu çöpe göndermek için tezgahın üzerine bıraktı.

Beyaz masanın üzerinde duran, fazla bir kalınlığa sahip olamayan siyah defter, masa ile tam anlamıyla tezatlık oluşturuyordu. Deftere uzanan Namjoon oldu. Her ne kadar kendi ailesini bulmak istemese bile bu olay onun için gurur meselesi haline gelmişti. İçten içe merak ediyor ya bensem diye düşünüp duruyordu. İçinde konuşanlar susmuyor, bu da bir an önce bu olayı çözmek istemesine sebep oluyordu.

Defterin kapağını açtı Namjoon. Tüm dikkatin üzerinde olduğunu hissedebiliyordu. Defterin ilk sayfası boş bırakılmıştı. Çizgisiz defterin yaprakları sarıydı. Namjoon bu defteri kırtasiyede görmüş olsaydı kesinlikle alırdı. İkinci sayfayı çevirdiğinde üzerinde fazla geçmiş olmayan bir tarih gördü. Namjoon okumaya başladı.

''Bugün okullarına gittim. Liseye başladılar. Hala kim olduğunu bilmiyorum. Üçünde de kendime ait izler buluyorum. Hangisinin oğlum olduğunu bilmemek beni kahrediyor. Üç tane oğlum var gibi ama aslında yok gibi de. Onlara yaklaşamıyorum. Onlara yaklaşırsam hatalı olacağımın farkındayım. Bugün büyük oğlum üniversiteye başladı. Bir oğlum lise de iken diğer ise üniversitede. İkisinin de birbirlerinden haberi yok. Bu sırrı taşımak öyle zor geliyor ki bazen ölmek istiyorum. Dayanamıyorum artık. Tanrım oğlumun kokusunun nasıl olduğunu bile bilmiyorum. Bu o kadar ağır ki. Kaldıramıyorum. Bana yardım edecek biri yok. Boğuluyorum.'' Dudaklarını yaladı Namjoon. Gözleri diğerleri ile buluşmadan diğer sayfayı çevirdi.

''Bugün güzel bir şey yaptım. Okullarına gidip tüm öğretmenler ile konuştum. Bu yaptığımın hata olduğunun yine farkındayım. Eşim şirkete bu yüzden geç geldiğimi bilmiyor. Bunu ona söyleyemem. Oğlum Namjoon olabilir mi? Dersleri çok iyiymiş gerçi. Benim öyle değildi. Yaa annesine çekti ise? Ama annesi de iyi değildi. Seokjin, ayın öğrencisi seçilmiş. Üç ay üst üste seçilir ise plaket vereceklermiş. Törene beni de davet ettiler. Gidersem tuhaf karşılanmaz mıyım? Taehyung, kavga etmiş. Bu çocuk benim oğlum olabilir mi? Bana daha çok benziyor. Ben, ben de iyi bir öğrenci olmadım hiçbir zaman. Onun kavga ettiği ailenin çocuğu ile konuşup şikayet etmemesini söyledim. Ona çenesini kapaması için para da verdim. Tanrım umarım kimseye bir şeyden bahsetmez.'' Dedi Namjoon. Başını defterden kaldırmasının sebebi olacak şeyi Jimin sormuştu.

''Neydi o çocuğu adı?'' dedi gözleri kocaman açılmış deftere bakıyordu.

''Ben hatırlamıyorum bile. Ne zaman öyle bir şey yapmışım ki ben?'' diye kendi kendine sordu Taehyung. Gözleri ile tavana bakıyor, saçlarını karıştırıyordu.

''Evet ben hatırlıyorum. Kavga yemekhanede olmuştu. Ama sebebini hatırlamıyorum.'' Dedi Jin. Sevgilisine bakıyordu. Onun sesi ile Taehyung da ona bakmaya başlamıştı.

''Ama ne dövmüştü çocuğu. Burnu kırılmıştı sanırım.'' Dedi Jungkook sırıtırken. Onun yanında bulunan Yoongi, kafasına vurmuş ve ardından konuşmaya başlamıştı. ''Çocuk, yemekhanede masalara kafa attığı için burnu kırılmıştı Tae yapmadı.'' Dedi.

Namjoon konuşulanlar ile hafızasına dolan görüntüleri geçirdi aklından. ''Neyse konumuz lise anıları değil. Devam ediyorum.'' Dedi yeniden dikkatleri üzerinde toplayarak.

''Çok güzel bir gündü bugün. Kış gelirken güneşli havada dışarı atmışlar kendilerini. Basketbol sahasında maç yapıyorlardı. Büyük oğlum da sever basketbolu. Seokjin'in eline top sert geldiği için parmağı çıktı. Hoseok ise onu geri yerine oturttu. Bakmak için yanına yaklaştığında Seokjin yüzünü öyle bir ekşitti ki, onun çektiği acıyı sırtlanmak istedim. Parmağı yerine oturunca çok güzel gülümsedi ama. Çok nazik bir çocuk. Onu büyüten kadına teşekkürlerimi sunmak isterdim.''

''Adam, ciddi ciddi bizi neredeyse her gün izlemiş. Bu çok tuhaf değil mi? Niye hiçbirimiz fark edemedik?'' diye sordu Hobi. Jimin'in yanında oturuyor, sandalyeye dayadığı kolu ile saçlarını karıştırıyordu.

''Çocuktuk. Fark etmememiz normal.'' Dedi Jin. Masanın üzerinde birleştirmişti ellerini.

''Devam etmek istemiyorum.'' Dedi Namjoon defterin kapağını kapatırken. Buna daha fazla devam etmek istemiyordu. Böyle takip edilmek hiç hoşuna gitmemişti. Bunu yapan her ne kadar oğluna duyduğu özlemden dolayı yapmış olsa da mantıklı bir açıklaması yok gibi geliyordu ona.

"Devam etmek zorunda olduğumuzun farkındasın dimi?" Diye sordu Yoongi. Ayakta kollarını birbirine bağlamıştı.

"Evet farkındayım ama bunu istemiyorum. Tanrı aşkına bu mantıklı mı? Adamın teki geliyor yedi yirmidört bizi gözetliyor. Bundan en ufak bir şekilde haberimiz olmuyor. Kendimizi kedinin fare ile oynadığı gibi oynanmış hissediyorum." Dedi Namjoon. O da yağa kalkmıştı. Pijamasini kollarını sıvamış ve ellerini savurarak konuşmuştu.

"Evet tepkinde haklısın. Ben de seninle aynı fikirdeyim. Ama bunun sonunu getirmek zorundayız. Gerekirse biz de onunla oynayacağız." Dedi Taehyung. Sevgilisine bakmıştı. bir anlamda onun düşüncelerini okumaya çalışmıştı. Jin'in bir şeyler planladığını biliyordu.

"Ki yapıyoruz da. Bırak şimdi o düşünsün. Tüm yaptıklarının acısını çıkarmak için orada olacağız." Dedi Jin. O da gözlerine gelen saçları arasından sevgilisine bakarak konuşmuştu. Gözleri o kadar netti ki Tae bunu ilk defa gördüğüne yemin edebilirdi. Jin'in gözleri parlamıştı. Hedefine giderek yaklaştığını hissediyordu.

"Evde bulduğumuz günlüğü yarın ele alalım. Bırakalım bugünlük bu kadar olsun." Dedi Jimin masadan kalkarken. Yorulmuştu. Beyin olarak çökmüş hissediyordu kendini. Uzun zamandır böyle düşünmek bedenen de yormuştu onu. Odasına çıkmak için ayarlandığında Jungkook da onun peşinden gitmek için ayaklanmıştı.

--

"Seninle uyuyabilir miyim?" Diye sordu Jin. Odaya yine sessiz adımlarla girmişti. Sokaktan gelen los ışıkların yardımı ile yolunu bulmaya çalışıyordu. Alışık olduğu yatağa doğru yürüdü.

Taehyung yatakta doğruldu. Daha yarim saat önce teklif etmişti birlikte uyumayı ama Jin onu kibar bir şekilde reddetmiş biraz daha özlemesini istemişti. Sanki kendi hiç özlememiş gibi. Tae gözlerini kısarak sesin sahibine baktı. Uykusu gelmişti ve Jin gelmemiş olsa idi yaklaşık iki dakika içinde uykuya dalacaktı. "Gel." Dedi yatağın yanına iki kez elini vurarak.

Jin gösterilen yere ulaştığında, yatağa usul adımlarla ile tırmandı. Sevgilisinin yastığına başına koymak yerine göğsüne uzandı. Tae'nin kalp atışlarını kulaklarında duyabiliyordu. Bu duyduğu ses hayatta duyduğu en güzel seremoni olabilirdi. Kulaklarına dolan sesin güzelliği, endişe ile dolan kalbini rahatlatmaya başlamıştı bile.

Tae kollarını sevgilisine dolanan kalın sesi ile sordu. "Rüzgardan mı korktun yine?" Uykudan dolayı hırıltılı çıkıyordu sesi. Dışarıda esen rüzgar, rahatsız edici sesler çıkartıyordu.

"Hayır korkmadım. Ama rahatsız oldum." Dedi Jin. Sesi küçük bir çocuk gibi çıkmıştı.

"Hatırlıyorum da, seninle ilk böyle bir günde uyumuştuk beraber." Dedi Tae. Sevgilisinin ince belinde birleştirmiş ellerini.

"Evet, o zaman da ben gelmiştim yanına." dedi Jin. sanki kimin daha önce geldiğinin bir önemi varmış gibi konuşmuştu. birlikte olduktan sonra ilk adımı kimin attığını tartışacak değillerdi.

''Evet, sabahını hatırlıyor musun?'' dedi Taehyung. Aklına birbirine dolandıkları gelmişti. Ama önemli olan şeyi unutmuştu. Sabah uyandığı an Jin onu hissetmişti. Sonradan aklına gelen şey ile yüzünü buruşturdu. Hala utanıyor olmanın sebebi neydi merak ediyordu.

''Tanrım, hiç o kadar yorulduğumu hatırlamıyorum. Normalde insanlar dinlenmek için uyur ama ben uyandığımda yorulmuştum.'' Dedi Jin. Kıkırtı bırakmıştı küçük odaya. Gecenin soğuk havasına eklenmişti rüzgar sesi. Taehyung için bu rahatsız edici sesin yanında kurtarıcı gibi gelmişti jin'in gülme sesi.

Taehyung da kıkırdadı. Sabahki halleri aklına geldiğinde yüzü kırmızıdan normal rengine dönmeye başlamıştı. ''Bana gelip beraber uyuyalım mı diye sorduğunda hayatımın şokunu yaşamıştım diyebilirim.'' Dedi Taehyung. Sevgilisine yeniden sıkı sıkıya sarıldı. Kolları arasındaki varlığı onu mutlu ediyor, huzur buluyordu onunla.

''Cidden çok mu şaşırdın? Ama neden daha önceden de beraber uyumuşluğumuz var.'' Dedi Jin. Kaşlarını biraz çatmış, düşünceli bir havaya girmişti.

''Sana itiraf ettim ve benden kaçmaya başladın. Ben bana yeniden öyle gelince şaşırdım. Değişenin ne olduğunu merak ettim.'' Dedi Taehyung. Aklına yeniden eski günlerde çektiği sızılar gelmişti. Başını her yastığa koyduğunda onu düşünüyordu. Sabah uyandığında, yemek yerken, ders çalışırken. Sanki tüm dünyası Jin'den ibaretti. Şimdi de aynı haldeydi. Tüm dünyası hala Jin'di. Ama değişen bir şey vardı ki şimdi o dünyaya sahipti.

''Ben, biliyorum bunu sana söylemedim ama senden çekindim ilk başlarda. Beni anlayacağını umuyorum. Seninle yakındık ne bileyim kardeş gibiydik. Sonra sen bir anda bana onları söylediğinde ben hayatımın şokunu yaşadım. Nasıl davranacağımı ne yapacağımı bilemedim. Ben, çok özür diliyorum sevgilim. Sana kötü günler yaşattığımı biliyorum. Ama kendimi sana affettirmek için her şeyi yapabilirim yani.'' Dedi Jin. Kafasını koyduğu göğüsten kaldırmıştı. Tae'nin yüzüne bakıyordu artık.

Hızlı ve sert esen rüzgar yeniden getirmişti şehrin üzerine yağmur bulutlarını. Bulutlar şehrin ışığını yutmuş, tam bir kızıllığa bürünmüştü. Tae'nin odasında Jin onun yüzü ile karşı karşıya iken kızıllığı görebiliyordu. Tae'nin kahve saçlarında daha fazla hayat bulmuştu kızıllık. Jin bu görüntüyü görmeden kafasını koyduğu için kendine kızdı. Bu yüzü sabaha kadar seyredebilirdi. Jin Tae'nin karnı üzerinde duran elini sevgilisinin saçlarına çıkarmıştı. Göz kapaklarına değen saçları parmak uçları ile araladı Jin. Tae'nin sergilemekten keyif duyduğu alnını gün yüzüne çıkardı. Kaşlarının biçimli oluşu yüzüne ayrı bir hava katıyordu Tae'nin. Saçlarını kaldırınca aniden başka bir insan oluveriyordu sanki. Jin bu farklılığı seviyordu. Yavaşça uzattı boynunu sevgilisinin farklı olmasını sağlayan alnına. Narince dudaklarını kondurdu. Küçük bir öpücük verdi ona.

Geri çekildiğinde ona dolu gözlerle bakan sevgilisini gördü. Yoğun bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu Jin Tae'nin. Tae gözlerini kapatıp açtı birkaç kere. Ardından derin bir nefes alarak konuştu. ''Aslında kendine affettirmek için daha çok öpebilirsin?'' dedi. Dudağın sağ tarafı yukarı kalkıp ortama çapkın bir gülüş koydu.

Jin gözleri bir anda değişen sevgilisine baktı. Bazı anlarda korkuyordu ki bu da onun korktuğu anlardan biri olmuştu. Taehyung'un bakışları Jin'in gözlerini delip geçiyordu sanki. Jin ne yapacağını bilmez halde bakarken sesli bir şekilde yutkundu ve gözlerini kapattı. Gayet kısık çıkan sesi ile konuştu. ''Sanırım uyumalıyız.'' Dedi. Geri çekilmek için hamle yapmıştı fakat belindeki eller onun geri gitmesine izin vermemek için daha sıkı hale gelmişti.

Jin kaşlarını kaldırdı ve dudaklarını yaladı. Gözlerini açtı. Kaçışının olmadığını fark ettiğinde artık pes etti. Derin bir nefes verdikten sonra konuştu.

''Pekala, nereden başlayayım?'' 

Sevgili okuyucularım bir bölümün daha sonuna gelmiş bulunmaktayız.😇

Bu bölümün geç geldiğinin farkındayım. Bunun için mazeretim var maalesef. Hasta oldum ve bir hafta nerdeyse hiç kalkmadan yattım.🤧🤒 Şimdi gayet iyiyim ve size bölüm atabiliyorum. Lütfen beni affedin ve özrümü kabul edin. 😔

Sürç-ü lisan ettiysem affola. 😊🙈

Umarım beğenir ve keyifle okursunuz. Hepinize keyifli dakikalar diliyorum. Sizi seven yazarınız. 💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜

Continue Reading

You'll Also Like

2.1K 220 7
Kim Jongin, okulun en popüler çocuklarından biriydi. Futbol takımının kaptanıydı, dersleri çok iyiydi ve yakışıklıydı. Okuldaki tüm kızlar ve oğlanla...
177K 16.2K 40
"Ölümümden sonra Park Sürüsü'nün baş alfası olabilmen için sana tek bir şart sunuyorum, Chanyeol. Byun Baekhyun'u bul ve onu sürümüze kat." #1 in Exo...
407K 37.3K 33
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
26K 2.5K 15
Bir sen, bir ben, bir de bebek... 🔖 2018 KaDi Doğumgünü vesiylesiylen yazılmıştır.