FRIENDS🦋🍀🌈

By tjsunnyday

159K 10K 6.6K

Onlar kimsenin birbirine yakın olmadığı kadar yakın olan arkadaşlardı. Ya da öyle sanıyorlardı. Birbirlerine... More

TANITIM
BAŞLANGIÇ
1.bölüm
2.bölüm
3.bölüm
4.bölüm
5.bölüm
6.bölüm
7.bölüm
8.bölüm
9.bölüm
10.bölüm
11.bölüm
12.bölüm
13.bölüm
14.bölüm
15.bölüm
16.bölüm
17.bölüm
18.bölüm
19.bölüm
20.bölüm
21.bölüm
22.bölüm
23.bölüm
24.bölüm
25. bölüm
26. bölüm
27.bölüm
28. bölüm
29.bölüm
30.bölüm
31.bölüm
33.bölüm
34.bölüm
35.bölüm
36.bölüm
37. bölüm
38.bölüm
39.bölüm
40.bölüm
41.bölüm
42.bölüm
43.bölüm
44.bölüm
45.bölüm
46.bölüm
47.bölüm
48.bölüm
49. bölüm
50.bölüm
51.bölüm
52.bölüm
53.bölüm
54.bölüm
Bölüm Değil..
55.bölüm
56.bölüm
57.bölüm
58.bölüm
59.bölüm
60.bölüm
61.bölüm
62.bölüm
63.bölüm
64.bölüm
65.bölüm
66.bölüm
67.bölüm
68.bölüm
69.bölüm
70.bölüm
71.bölüm
Bölüm Değil
72.Final

32.bölüm

2.2K 132 19
By tjsunnyday

'Seni öpebilir miyim?'

Tae, utanarak sormuştu sorusunu. Karanlık olsa bile Jin'in de utançtan kızardığına emindi. Elleri yüzündeyken hafifçe okşuyordu ipek gibi yanaklarını. Bu doku ona o kadar iyi gelmişti ki bunun daha sonra farkına varacaktı. Jin'in yanaklarını okşamadan iyi geçen bir gününün olmayacağını fark edecekti.

Jin usulca salladı kafasını. Tae bunu ellerinin de hareket etmesinden anlamıştı. İzin alma gereksinimi duymuştu. Çünkü hala Jin'i incitebilme ihtimalinden korkuyordu. Temkinli davranarak yaklaşmak istiyordu sevdiğine.

Taehyung, yavaş bir şekilde biraz daha yaklaştı dolgun dudaklara. Kalbinin hızı ne kadar hızlı ise hareketleri bir o kadar yavaştı. Burunları değdi ilk önce. Tae burnunu Jin'inkine sürttü. Bu Jin'de küçük bir gülümseme doğurmuştu. Burnunun üzerindeki sıcaklık Jin'e iyi gelmişti. Tae biraz daha yaklaştığı sevdiğine. Sevgili diyebilir miydi emin değildi henüz. Ama elleri arasında varlığını hissediyor olmak ona bahşedilmiş en büyük hediyeydi.

Dudakları kavuştu bir süre sonra. Jin'e de Tae'ye de bu süre uzun gelmişti. Sanki bir çölün ortasında kalmış da susuzluktan ciğerleri kurumuş gibi içmek istiyordu her ikiside. Geçen uzun süre onları mahvetmiş gibiydi. Dudakları üzerindeki baskıyı hissettiğinde Jin gözlerini kapattı. Göze ne gerek vardı ki zaten. Her şey gün gibi açıkken gözlerin ne önemi vardı. Tae de gözlerini kapatmıştı. O da biliyordu. Sadece aktarmak istiyordu sevgisinin dudaklarından.

Dudakları küçük bir öpücükle birleşti. Tae, Jin'in yüzündeki ellerinin terlediğini hissediyordu. Kolay değildi onca hasretlik çektikten sonra kavuşmak. Kolay değildi sevdiğini incitmekten korkmak. Ve yine kolay değildi, kalbin kalp ile buluşması. Jin, Tae'nin belindeki ellerini biraz hareket ettirdi. 

Tae, ellerini Jin'in boynuna doğru kaydırdı. Baş parmağı Jin'in kulak memesine değerken, diğer parmakları ensesine doğru uzanmıştı. Tabi bunu yaparken Jin'in belindeki ellerini hareket ettirmesi cesaret vermişti ona. Dudakları hala küçük küçük öpücük bırakıyordu birbirlerine.

Tae bu dolgun dudaklara değmenin ne kadar mucizevi bir şey olduğunu fark etti. Buna bağımlı olabilirdi. Jin'in dudaklarının ipeksi yumuşaklığı onu mest ediyordu sanki. Jin ise dudaklarının üzerindeki küçük baskının, daha ilk kar yere değdiği an ne kadar güzel olduğunu kavramıştı. Daha fazlasını istiyordu. Jin dudaklarını hafifçe araladı.

Tae izin verilen dudaklar arsında biraz olsun şaşkınlığa uğramıştı. Tabi şaşkınlığını kolay attı üzerinden. Aralanan dudakların arasına girdi. Jin bu hareketle kaşlarını çatmıştı. Bu aldığı hazdan dolayı kaynaklanmıştı. Tae dudaklarını hareket ettirmeye devam ediyordu. Jin daha önce defalarca yaşamıştı bu durumu. Ama Tae'nin karşında bu kadar beceriksiz olacağını bilemezdi. Onun karşında sanki tüm bildiklerini unutmuş gibiydi. Sadece onun ritmine ayak uydurmaya çalışan biriydi sanki.

Tae parmaklarını hareket ettirdi Jin'in ensesinde. Parmaklarına dolanan kısa saçlar, hala rüyada olmadığını kanıtlar gibiydi. Kısa saçlarıyla oynadı biraz. Orada uzun süre kalmak istedi. Jin'de sevdiği özellikler arasına eklemişti o ensesindeki kısa saçlarını.

Jin, Tae'nin belinde ellerini çekti. Yukarıya kaldırdı biraz. Sonunda elleri Tae'nin omuzlarına değince, onu hafifçe itti. Daha fazlasını yapmak isterdi ama bunun için henüz kalbi hazır değildi. Kalbi o kadar hızlı atmıştı ki artık kalp krizi geçireceğinden endişelenmişti. Tae'ye uzun bir süreden sonra izin vermişti ve bunun bu kadar kolay sona ermesini istemiyordu. Daha geçirecekleri birçok zaman olacaktı. Sadece Jin'e bu gece için yeterli gelmişti.

Tae, itilmesiyle dudaklarını ayırdı istemeyerek. Bunun hayalini kuramıyorken bile gerçekleştirme fırsatı bulmuştu. Bu kadar çabuk bitmesini beklemiyordu. Tabi cabuk olduğunu düşünmüştü. Jin ile ne zaman yan yana olsa zaman çok çabuk geçerdi onun için. Birçok kez dilemişti Jin'in yanında zamanı durdurmayı, onunla zaman kavramı olmadan devam etmeyi.

Taehyung gözlerini açtı. Karsısında hala gözleri kapalı halde bekleyen Jin'e baktı. Jin'in de nefesleri kendisininki gibi hızlanmıştı. Bunu o karanlık odada bile görebiliyordu hızla inip kalkan göğsünden. Jin dudaklarındaki tadı almak için yaladı bir kez gözlerini açmadan. Sonra gözlerini açtı.

Karşısında gülümseyerek bakan Tae'yi gördü. O da gülümsedi. Gözlerini bir kez daha kapatıp açtı. Derin bir nefes alırken konuştu. "Durdurmasaydım kalbim duracaktı." Utanarak basını aşağıya çevirdi Jin.

Tae küçük bir kıkırtı bıraktı sessiz odaya. "Seni en son öptüğümden bu yana özlemişim." Dedi. Bunu söylerken birazcık utanmış olabilirdi ama birbirlerine dürüst olacaklardı. Ki zaten yalan söylemiyordu. Özlemişti.

"Bu çok farklı bir şey. Bu söyleyecek olduğum şey seni kızdıracak ama aynı zamanda mutlu da edecek. Ben biliyorsun birçok kızla birlikte oldum. Birçok kez bunu yaptım. Ama bu, bu çok farklıydı, çok özeldi. Kalbimin duracağını hissettim. Ben daha önce hiç böyle heyecanlanmamıştım. Birini öperken daha önce hiç gözlerini kapatmamıştım. Hissetmek çok güzel bir şey Tae." Basını kaldırmamıştı Jin baktığı yerden. Utanıyordu ama Tae gibi hissettiklerini söyleyecekti.

"Evet kızdım. Seni başkalarıyla düşünme fikri beni deli ediyordu. Ama artık umursamıyorum. Bu gece biz olduk Jin. Burası miladımız oldu. Endişelenmiyorum artık. Senin hissettiklerini bilmek, bunu senden duymak çok güzel bir şey. Birbirimize her zaman dürüst olalım. Ne hissediyorsak korkmadan, utanmadan söyleyelim olur mu?" Diye sordu Tae. Ellerini Jin'in kucağında duran ellerine uzattı. Sıcak elleri soğuk eller ilr buluşunca bir kez daha anladı. Rüyada değildi. Bu gerçekti.

"Tae, utanıyorum ama söylemek istiyorum. Bunu bir kez daha yapmak istiyorum." Dedi Jin. Ellerinin üzerindeki sıcak elleri hissetti. Parmaklarını diğerinin parmaklarıyla birleştirip bir olmasını sağladı.

"Neyi istiyorsan yapmaya hazırım. Söyle lütfen." Dedi bir yandan birleşen parmaklara bakıyor bir yandan da gülümsemesini bırakıyordu.

"Beni bir kez daha opmeni istiyorum." Dedi Jin. Sesi sonlara doğru biraz olsun kısılmıştı. Tae duymak için kafasını Jin'e doğru eğmişti.

Tae duyduğu şey ile yaklaşmasını durdurmadı. Uzattı dudaklarını. Kendisine uzanan dudakları kolaylıkla kabul etti Jin. Bunu yapmaya ihtiyacı vardı sanki. Kanamamıştı daha, susuzluğu geçmemişti sanki.

Tae uzanan dudakların hemen aralandığını fark ettiğinde dudakları kıvrılmıştı. Gülümsüyordu kendini hemen kabuk eden Jin'e. Kalbi yine tutuşmuştu Tae'nin. Jin de farksız sayılmazdı. Utandığı her halinden belliydi. Jin kulaklarının yandığını hissediyordu. Bu heyecan ona fazla gelmişti. Ama hiç şikayetçi değildi.

Tae anın verdiği heyecanı ile, birleşmiş olan ellerini ayırdı ve Jin'in beline attı. Beline dolanan eller Jin'i küçük bir irkilmeye götürmüştü. Dikişinin üzerine gelen elin varlığı ilk başta rahatsız etmemişti. Fakat aralarındaki ateş büyüdükçe Tae parmaklarını hareket ettirmiş ve bu da Jin'nin acı ile inlemesine sebep olmuştu. Tae tabi bununla beraber hemen geri çekildi.

"Ben çok özür dilerim." Dediğinde ellerini çekmiş yüzünü kapatıyordu Tae. Yaptığından duyduğu utanç onu fazlasıyla şoka uğratmıştı.

"Sorun değil iyiyim. Birazcık acıdı sadece." Dedi Jin. Elini dikişlerinin üzerine koymuş hafifçe okşuyordu. Bir yandan da Tae'ye bakmayı ihmal etmiyordu.

"Ben çok utanıyorum. Anın heyecanı, şey ben ne yaptığımın farkında değildim." Dedi Tae. Ellerini sonunda yüzünden çekmiş ve kucağında birleştirmişti. Kafasını kucağına dikmiş, karanlıkta görmemesine rağmen ellerine bakıyordu.

"Cidden sorun değil. Geçti şimdi." Dedi Jin kıkırdamıştı. Bu ona gülünç gelmişti. Nasıl olur da Tae'yi ne yaptığını fark ettiremeyecek kadar kör etmişti? Bunu merak ederken gelen gülümsemesini bastıramıyordu.

"Yah! Bana gülüyor musun sen?" Diye yalan bir sinirle sordu Tae. Yüzümü sonunda kucağından kaldırmış, tek kaşını kaldırmış şekilde Jin'e bakıyordu.

"Komik ama. Kendimizi kaybettigimize inanamıyorum. Nasıl bu olur?" Dediğinde gülümsemesini hala bastıramıyordu Jin. Yatağındaki, kendi tarafındaki yastığını düzeltmiş ve aşağıya doğru kayarak uzanmıştı. Üzerini örtmeye çalışıyordu ama yorganin üzerindeki Tae'nin bacağı buna izin vermiyordu.

"Beni ne hale getirdiğini görüyor musun?" Diye sordu Tae. O da kendi yastığını düzeltmiş, uzanmaya çalışıyordu. Jin'in gözleri kapalıydı fakat bunu yatakta oluşan hareketlilikten anlıyordu.

"Ben memnunum şahsen. Bu çok eğlenceli." Dedi Jin. Gözlerini kapatmış, kollarını yorgandan dışarı çıkarmıştı.

"Ben seni bir memnum edicem o zaman göreceksin." Diye cevap verdi Tae. Yattığı yerde doğrulmuş, Jin'in kollarını yorganin içine sokuyordu.

Tae üzerlerini güzelce örttükten sonra Jin ondan tarafa dönmüştü. Tabi dolayısıyla sırtı biraz açılmış haldeydi. "Nasıl olacak o iş?" Diye sordu Jin.

"Şu dikişlerim bir alınsın, o zaman gör." Dedi Tae. Yattığı yerde yine doğrulmuş Jin'in acılan sırtını da kapatmıştı. Jin'in altına sıkıştırdığı yorgani garantiye aldıktan sonra kafasını yastığa koyup Jin'den tarafa dönmüştü.

"Korkmalı mıyım?" Diye sordu Jin. Elini başının altına koymuş, diktiği gözler ile, acılan bulutlar sayesinde meydana çıkan dolunayın yardımı ile odaya dolan ışık ile Tae'nin yüzüne bakıyordu.

"Bir saniye düşünüyorum." Dedi Tae. Yüzünde oluşan arsız gülüşü fark etmişti Jin çoktan. Tae'nin gözleri kapalıydı ve tek kasi havaya kalkmıştı. Dudaklarının sağ tarafı yukarı kıvrılmış, arsız gülüş kendini belki etmişti. Devam etti Taehyung. "Evet."

"Ne düşündün de yüzün böyle bir hal aldı?" Diye sordu Jin. Kesinlikle bilmek istiyordu ama bir yandan da korkmuyor değildi. Tae'nin yüzündeki ifade kilometrelerce öteden kendini belli edebilirdi.

"Şimdi, burada baş başa, romantik kış gecesi, dolunayın aydınlattığı odamızda ve bu sessizlik ve huzur ortamında bunu mu duymak istiyorsun?" Diye sordu Tae. Aklına gelenleri elbette söyleyecek kadar gözü kara değildi. Daha ilk geceden sevgilisini korkutmak istemezdi. Hele ki sevgilisi zaten korkuyorken bu mümkün değildi.

"Ve yan odada Jimin ve Jungkook varken." Diye ekledi Jin. Elinin basının altından çekmiş ve gözlerini kapatmıştı o da. Bunları duymak istiyordu evet ama hazır mıydı bilemiyordu.

"Zaten yan odadan gelen seslere bakarsan, onların bizi pek umursayacaklarını düşünmüyorum." Dedi Tae ve küçük bir kıkırtı bıraktı.

"Böyle ahşap evlerin bu gibi sorunları oluyor demekki. Ama Kookie, mimar olacak bunu düşünmeliydi." Dedi Jin. Uykusu gelmişti. Bunu mahmur çıkan sesinden anlamıştı Tae.

"Ben bunu umursadıklarını da düşünmüyorum." Dedi Tae. Yan odadan gelen sesler artarken konuşmuştu Tae. Ama Bu cidden rahatsızlık vermeye başlamıştı Tae'yi. Çünkü zaten zor bir durumdaydı bu seslerin gelmesi sadece onu daha zor bir duruma sokmaktan başka bir ise yaramıyordu.

Tae elini yumruk yaptıktan sonra başının üzerindeki duvara sert bir şekilde iki sefer vurdu. Ardından sesini yükseltip konuştu. "Yah! Uyumaya çalışıyoruz. Biraz daha sessiz olamaz mısın?" Dedi.

Jin onun bu davranışına gülerken, o da yüksek sesle konuştu. "Yah! Aile var burada." Dedi.

Yan odadan Kookie'nin sesinin gelmesi gecikmemişti. "Üzgünüz hyung, bu seferlik görmezden gelin."

--

"Yine mi paket?" Diye sordu Jimin. Sonunda evlerine dönmüş olmanın rahatlığı üzerlerinde iken, kapıda karşılaştıkları bu görüntü pek memnun edici değildi.

Evin kapısına ulaşan ilk Jimin ve Kook olmuştu. Ardından gelen Joon, paketi gördüğünde anında Yoongi'ye dönmüştü. Bunu gözden kaçırmayan tek kişi Taehyung olurken, bunu fark etmemişti Joon. Yoongi de onu baş işareti ile karşılık verdiğinde Tae, ortada bir şeylerin döndüğünü anlamakta geç kalmamıştı.

"Nasıl ya?" Diye sordu Hobi. Sırt çantasını merdivene bırakmış üçlünün yanına gitmişti. Paketi yerden aldı ve üzerine baktı. Paketin üzerinde bu sefer bir isim veya kime geldiği yazmıyordu.

Yoongi sakin kalmaya çalışarak konuştu. "Normal bir pakette olabilir. Hemen ortalığı aleve vermeyin. Kargo ile gelmiş olabilir." Dedi. Bu sadece ortalığı toplamaktan ziyade daha da dağıtmaya neden olmuştu.

"Kargo olsaydı, böyle kolay bir şekilde kapıya bırakılmazdı. Teslim belgesiydi bilmem ne uğraştırırlardı." Dedi Jin. Bir eliyle trabzana dayanırken bir eliyle Tae'den destek alıyordu. Aradan üç geçmişti ama bacağındaki dikiş sayesinde çok fazla ayakta kalamıyordu.

"Içeri geçelim ilk önce. Jin hyung daha fazla ayakta kalmasın." Dedi Kook. Eliyle Jimin'e kapının şifreyi işaret etmişti. Jimin'in aklı yeni başına gelmiş gibi ağzını açmış ardından da şifreyi girmişti.

Açılan kapı ile içeri geçen gençler, eşyalarını kapının önüne koydular. Hobi ise mutfak masasına yürüyüp paketi her zamanki gibi masanın ortasına bırakmıştı. Üstündekileri çıkarmak için şifoniyere yürümüştü.

Tae eğilmiş Jin'in ayakkabılarını çıkarırken onları görmüştü Hobi. Boynuna dolanan atkıyı çıkartırken konuştu. "Garip. Sizde bir şey var." Dedi. O sırada ikili birbirlerine bakıp gülümsediklerinin farkında değildi.

"Hobi? Benim telefonum sende mi?" Diye seslendi Yoongi. Ceplerini kontrol ederken kapının önüne doğru yürümüş ve Tae'nin dikkatini çekmişti üzerine. Bu evde en kötü rol yapanlardan biri kesinlikle Yoongi'ydi. Buna bugün daha fazla emin olmuştu Tae.

Nihayet ayakkabıları çıkan Jin, solana doğru yürüdü ve kendini koltuğa bıraktı. Bacağını sehpanın üzerine uzatmış dinlenme moduna geçmişti. Joon ise odasının önünde eli ayağı birbirne dolanmış bir şekilde kaçamak bakışlarla Jin'e bakıyordu. Jimin ve Kook eşyalarını koymak için kendi odalarına çıkmışlardı ve aşağıya inen ilk Jimin olmuştu.

"Neye bakıyorsun alık alık?" Dediğinde kendini toparlamaya çalışmıştı Namjoon.

"Hiç, hiç yok bir şey dalmışım." Dedi Namjoon. Mutfağa doğru yürümüş ve masanın üzerinde bulunan, kâğıt zarf ile kaplanmış pakete çevirmişti bakışlarını.

Sonunda salona Jungkook ve Tae de indiğinde, Hobi herkesi mutfağa toplamıştı. Bu konunun konuşulması için toplamış olduğu kişilere bakıyordu teker teker. "Bunu konuşmamız lazım. Kim açacak?" Diye sordu. Bakışları Yoongi ile kesişmişti.

"Bence açmaya gerek yok." Dedi Namjoon. Yine beyni durmuş gibi hicbir sinyal vermiyordu Namjoon'a. Bu durumlardan nefret ediyordu. Kontrolün kesinlikle elimde olması gerekiyordu. Böyle anlarda stres olmak ona kal getiriyor ve düşünmeden konuşuyordu. En son düşünmeden konuştuğunda Yoongi onun sırrına ortak olmuştu.

"Ne demek gerek yok? Açıp içinde ne var görmemiz lazım." Dedi Tae. Kendinden emin çıkıyordu sesi. Artık emindi. Namjoon ve Yoongi kesinlikle br şeyler saklıyorlardı.

"Finaller başlayacağı için dedin dimi, Namjoon?" Diye sordu Yoongi. Gözleri ile kendine gelmesini söylüyordu. Tabi ikisini izleyen Taehyung'dan haberi yoktu.

"Aslında haklılar, finaller bitmeden açmayalım. Beynimizi bununla harcamak yerine derslere konsantre olmalıyız." Dedi Jimin. Jimin'in mantıklı konuşması biraz olsun sırları olan ikiliyi rahatlatmıştı. Bunu ne kadar ertelerlerse o kadar büyük bir sorun ile karşı karşıya kalacaklarının da farkındaydılar.

"Aynen. Finallerden sonra açalım." Dedi Jin. Yol yorgunluğu Jin'in yüzünden okunur haldeydi. Gözleri şişmiş ve yorgunluk akıyordu gözlerinden.

"Neden hep sınavlar da gönderiyorlar bu paketleri ya?" Diye sordu Hobi. Aynı zamanda paketi masanın üzerinden almış mutfaktaki en üst rafa kaldırmaya çalışıyordu. Boyu uzanmıyor ve parmak uçlarında havaya kalkmaya çalışıyordu. "Joonie, yardımcı olur musun?" Diye seslendi arkadaşına arkası dönük olarak.

Namjoon alık alık masa ile bakışıyor, ne yapacağını düşünmeye çalışıyordu. Kendisine seslenildiğinin farkında bile değildi. Gözlerini dahi kırpmıyor olması diğerlerinin dikkatini çekmişti.

"Joonie, Namjoon!" Diye seslendi ona Jin. Arkadaşına ne olduğuna anlam veremese de yorgunluğa yoruyordu bu durumu. Sonuçta kendisi de farklı değildi.

Namjoon, Jin'in ona seslenmesi ile küçük bir şoka girmiş durumdaydı. Aklı ona oyun oynamaya karar vermişti sanki. Derin ama hızla nefes alıp veriyor bu durum diğerlerini endişelendiriyordu. Gözlerini birkaç kere kapatıp açtı. "Ben söyleyecektim Jin. Ina-" dedi Namjoon. Ne dediğinin bile farında değildi.

Jin ne dediğini anlamaya çalışır gibi öne doğru eğilmiş, ona bakıyordu. Ki bu durum Namjoon'u daha fazla strese sokmatan başka bir ise yaramıyordu. Karşılıklı oturuyor olmaları da günün Namjoon'a verdiği hediyeydi aslında.

Yoongi onun konuşmaya başlaması ile gözlerini kocaman açmış, arkadaşına bakıyordu. Herkes Namjoon'a bakıyordu. Yoongi yalan bir öksürük koydu ortaya. Bir şekilde Namjoon'un dikkatini çekmesi gerekiyordu. Bunu nasıl yapacağını bile bilmiyordu. Namjoon'a hala gerçek hayatta olduklarını göstermesi gerekiyordu. Derin bir nefes aldı ve yüksek sesle konuştu Yoongi. Yüksek ve kalın sesi ile dikkatleri üzerine toplamak istiyordu. "Tatlım, onu bırak bir kenara ve sıcak bir şeyler yapsana. Soğuk havadan sonra iyi gelir." Dedi ardından da hemen yanında oturan Jin'e dönüp konuştu. "Sende geç kanepeye, uzat ayaklarını dinlen." Ardından karşısındaki Kook'a bakıp konuştu. "Sen de şu paketi koy yerine. Sonra acar bakarız." Dedi.

Masadan kalkıp karşı çaprazında oturan arkadaşına doğru yürüdü Yoongi. "Joonie, iyi görünmüyorsun. Dün çok mu ses yaptık? Üzgünüm, biraz uyu istersen." Diye koluna girip kaldırdı. Kesinlikle arkadaşının suratına buz gibi suyu çarpmak istiyordu.

--

"Sen ne yaptığını zannediyorsun? Az kalsın her şeyi mahvediyordun." Diye konuştu Yoongi. Akşam yemeğinden sonra, herkes ders çalışmak için odasına ayrıldığı zaman Joon'un odasına gitmişti. Amacı onu derinden sarsmaktı.

"Ben, ben panikledim. Ne yapacağımı bilemedim
Tanrım fark etmiş olabilir mi?" Diye sordu Joon. Odasında yine voltalar atar halde bir sağa bir sola yürüyordu.

Saçlarını sertte karıştıran Yoongi konuştu. "Bilmiyorum. Sanırım kimse anlamadı. Sikeyim emin değilim. Hayır sen madem kötüsün niye hala oturmaya devam ediyorsun? Yorgunum de bir şeyler zırvala ve git odana. Niye zorluyorsun?" Dedi Yoongi. Gerçekten sinirlenmişti. Jin'in öğrenme ihtimali onu da fazlasıyla geriyordu ama sakin kalmaya ihtiyacı vardı.

"Paketi gördüğüm an dondum kaldım. Tanrım sen bana niye izin veriyorsun? Niye beni alıp odaya sokmuyorsun?" Diye sordu. Birbirlerine değildi sinirleri. Gerginlerdi haliyle.

"Ben nereden bilebilirim senin böyle halt yiyeceğini? Müneccim miyim? Tanrı aşkına biri bir şey anladıysa, onu ikna etmek zor olacaktır." Dedi Yoongi. Hâlâ sınır geçmemiş halde bir o yana bir bu yana yürüyordu.

"Tamam sakin olalım. Birbirimize yüklenmek çözüm değil. Düşünelim." Dedi Namjoon. Yatağına oturmuş elleriyle başını ovalıyordu.

"Haklısın. Pekala, biri bir şey duyduysa ne cevap vereceğiz bunu düşünelim." Dedi Yoongi.

"Ne diyebiliriz ki? Yalan mı söyleyeceğiz? Başka bir yalan daha mı?" Diye sordu Namjoon. Başını aniden Yoongi'ye çevirmiş, pencerenin önünde dikilen arkadaşına bakmıştı.

"Istersen anlatalım Namjoon. Bir ortak daha bulalım. Zaten saklamak kolay değil birini daha buna buluşturalım." Dedi Yoongi. O da arkadaşına bakmış alayla gülmüştü.

"Bir önerin var mı?" Diye sordu Namjoon. Sesi daha sakin çıkmış durumdaydı. Direk olarak Yoongi'ye bakıyor, yardım çığlıklarının duyulmasını istiyordu.

"Bilmiyorum. Bir önerim de maalesef yok. Böyle işin an-" dediğinde Yoongi onu Namjoon'un sesi kesmişti.

"Bugün yeterince küfür ettin. Kotanı zorlama istersen." Dedi. Sesinin sakinliği Yoongi'yi şaşırtmış durumdaydı.

"Ciddi mısın Namjoon? Şu an bu durumda iken cidden benim küfürlerime mu kafa yoruyorsun? Bence başka bir şey üzerinde düşünmemiz lazım." Dedi tek kasi kalkmış, burnundan solur bir şekilde arkadaşına bakmıştı.

"Off bilmiyorum. Ben cidden artık bir şey bilmiyorum. Beynim durdu." Dedi Namjoon. Elleriyle başını hapsetmişti yine. Parmakları ile saçlarını çekiyor, son zamanlarda artan baş ağrısına çözüm arıyordu.

"Benim tek isteğim, birinin daha bu sıra bulaşmaması. Bunu anlıyorsun dimi, Joonie? Biz seninle bunu kaldırabiliriz ama başka birinin bu kaldırabileceği kadar güçlü olduğunu sanmıyorum." Dedi Yoongi. Çalışma masasına oturmuş, ayaklarını aşağıya sallamıştı.

"Farkındayım. Bunu sana bile anlatmamam lazımdı aslında. Jin, öğrenince ne olacak bunu kestiremiyorum." Dedi. Bunu kimse kestiremiyordu ama en azından yanında birinin olduğunu bilmek ona biraz olsun güç veriyordu.

"Jin, bunu öğrendiğinde eminim bize çok kırılacaktır. Her şeyi paylaştık bu güne kadar. Aramızda en küçük bir olay sır olarak kalmadı. Bunun için söz verdik birbirimize. Bunu öğrendiği zaman, bize olan bakış açısı değişecektir. Biz bunun ağırlığını kaldırabiliriz ama düşünsene bunun Kook'a olduğunu. Onu toplayamayız. Bu sadece Kook için değil, aynı şekilde Hobi. Ne kadar zayıf olduğunu düşün. Birimiz bile hasta olmasın diye her sabah portakal suyu sıkıyor. Jin'e karşı böyle bir sorumluluğu biz alabilirdik sadece." Dedi Yoongi. Ve haklıydı. Saklanan şey büyük bir şeydi. Bunu saklamak kesinlikle doğru değildi. Jin öğrendiği zaman belki isyan edecek belki teşekkür edecekti. Bunu kimse bilmiyordu. Sadece sorunun büyümemesi için ellerinden gelen şeyi yapmaya hazırlardı.

"Haklısın. Final haftasının gelmesi iyi olmadı. En azından günlüğe yoğunlaşabilir, bir adım daha yaklaşabilirdik sonuca." Sonunda ellerini kafasından çeken Namjoon, konuşmanın normale dönmesinin mutluluğunu yaşıyordu içinde.

"Evet iyi olmadı. Sen de kesinlikle derslerini aksatma. Sınavlar bitince bunun uzerinde yoğunlaşalım. Ve şu gelen paketi dert edeceğimizi düşünmüyorum." Dedi Yoongi. Kendinden emin çıkan sesi, Namjoon'un biraz daha rahatlamasını sağlamıştı. En azından biri mantıklı düşünme yetisini kaybetmiş değildi.

"Neden?" Diye sordu merakla. Namjoon bir yandan rahatlasa bile, yeni gelen paketin gerginliği hala üzerindeydi.

"Kim gönderdiyse ilk paketi bilmiyordu. Oğlunun kim olduğundan bile haberi yoktum olsaydı direk ismi yazardı. Oğlu olduğu için soyadını biliyor sadece. Yani demek istediğim şey, bizim bir şey ogrendigimizden haberi yok. Bilmiyor." Dedi Yoongi. Haklıydı.

"Yani aslında evet ama aklıma takip edilme olayı takılıyor. Eğer gönderen adam Jin'in peşine adam taktıysa ve oğlunun kim olduğunu dahi bilmiyorsa bizim de arkamıza adam taktığı anlamına gelmez mi? Şey, düşünsene bir oğlun var. Adini bilmiyorsun. Soyadından kendinden dolayı eminsin. Oğlun kim bulmak için şüphelendiği kişileri araştırmaz mısın? Yani bizi de takip ediyor olabilirler." Namjoon'un düşünme yetileri yavaş yavaş yerine gelirken, Yoongi onu kafasıyla onaylayarak dinliyordu.

"Sen daha önce böyle bir şey fark ettin mi? Bizim kartal gözlere sahip Kookie olamazsın ama bir şeyler görmüş veya sezmiş olabilirsin." Dedi Yoongi. Düşününce Namjoon'un söyledikleri gayet akla yatkındı.

"Bilmiyorum. Biliyorsun pek etrafa aldırmam önüme bakarım. Ama bundan sonra dikkat ederim. Ama Jin'in yaralanmasından sonra aynı hataya düşeceklerini sanmam. Bir de paketi bırakanı güvenlik şirketinden bulabiliriz." Dedi Namjoon.

"Senin yanına gelmeden önce aradım ve konuştum. Bu benim de aklıma geldi. En azından görüntüyü sadece bana teslim edebileceklerini söyleyecektim. Ama bil bakalım ne olmuş?" Diye sordu Yoongi. Kaşları havaya kalkmış, gözleri açılmıştı

Namjoon onu kafasıyla devam etmesini söylediğinde tekrar konuştu Yoongi. "Dün gece 2 civarı tüm sistem hacklenmiş. Hiçbir kameradan sinyal alamamışlar. Kapı şifreleri kırılmış. Sorun anca bugün öğlen saatlerinde düzeltilebilmiş. Tüm kullanıcıları arayıp bilgilendirme yapmışlar. Kapı şifreleri yerine anahtar kullanmış ev sahipleri. Biz-" konuştuğunda Namjoon onun sözünü kesmişti.

"Bize ulaşamamışlar. Tanrım bu nasıl olabiliyor? Nasıl bi kadar temiz hareket ediyor? Arkasında nasıl sorun bırakmadan ilerleyebiliyor?" Diye kendi sorunları arasında boğulmuştu Namjoon.

"Bu da bizim nereye gittiğimizden, ne yaptığımızdan, haberleri var demektir. Yani hala takip ediliyoruz Namjoon." Dedi Yoongi. Bir an önce okulu tamamlayıp, savcı olmak istiyordu Yoongi. Bu işin sorumlularını bulmak ve gereken cezai işlemi başlatmak için can atıyordu.

Dudaklarını ısırdı Namjoon. "Cidden kafam almıyor. Delirmezden ölürsem, şaşma."

"Bu işte büyük bir şey var Namjoon. Çözemiyorum. Ama sona yaklaştığımızı hissediyorum. Ama iyi ama kötü bir şekilde bunun içinden çıkmamız lazım." Dedi Yoongi. Içindeki hisler çoğu zaman yanıltmazdı onu.

"Bu isten gerçekten bir an önce kurtulmak istiyorum. Artık eskisi gibi akşam ne yiyeceğiz konusunda endişelenmek istiyorum. Omuzlarım kaldıramıyor bunu Yoongi. Pes etmek istiyorum. Her şeyi bırakıp uzaklara gitmek istiyorum. Başımı dik tutacak halim kalmadı inan." Dedi Namjoon. Yine başını eğmiş, olabildiğince sakin kalmaya çalışıyordu.

Yoongi oturduğu masadan kalkmış, yatakta oturan arkadaşına doğru yürüdü. Arkadaşının zor zamanlar geçirdiğinin farkındaydı. Omuzlarında bulunan yükü hafifletmek için her zaman yanında olacaktı. Onların onlardan başka aileleri yoktu. Bir tek kendileri vardı ve kendileri olacaktı. Elini Namjoon'un omzuma koydu ve sıktı. Bu sıkışın Namjoon'a iyi geleceğini biliyordu. Bir şey söylemeye gerek yoktu.

--

"Ne zaman gideceğiz ev sahibinin yanına?" Diye sordu Jin. Sabah uyanmış ve mutfak masasında kahvaltı yapmak ile meşguldü. Sabahın erken saatlerine sınav koyam hocalara isyan dolu Yoongi, bir yandan yemek yerken bir yandan elindeki notlara bakıyordu. Jin'in sorusu ile kendine gelmiş, kağıtların üzerinden arkadaşına bakmıştı.

Kendine sakin ol telkinleri verirken konuştu. "Ilk önce bir kendin iyileş daha sonra onu düşünürüz." Sesinin düz çıkmasına özen göstermişti. Fakat ne kadar başarılıydı tartışılırdı.

"Ben iyiyim aslında. Zaten iki sonra dikişlerini alacaklar. Iyi ki o bıçak derinlere girmeden çıktı içimden." Dedi. Bir yandan gülümsüyor bir yandan ağzına peynir tıkıyordu. Evde yattığı tüm zamanlar boyunca derslerini yalayıp yutmuş durumdaydı. Hasta olup yatmak en çok ona final haftası için yardımcı olmuştu.

"Finallerin bitmesini bekleyelim o zaman." Dedi Yoongi. Her ne kadar dikkatini notlarında tutmaya çalışsa da kendini Jin'e kaçamak bakışlar atmaktan alıkoyamıyordu.

"Arada boş bir gün var. O zaman gidebiliriz." Dedi Jin. Yine ağzına ir parça tıkmış, ağzı dolu bir şekilde konuşmuştu. Yüzü uykudan dolayı biraz şişmişti ki ağzındaki yemekler ile yüzü iyice yuvarlak hale gelmişti.

Yoongi elindeki kağıtları masanın üzerine koydu ve sıcak olarak Jin'e getirdi bakışlarını. Jin'in şu durumda oraya gitmesi pek sağlıklı bir durum olmayacaktı. Sonuçta kadının Jin'in yaralandığını bilmiyordu ve öğrenirse hoş şeyler olmayabilirdi. Yoongi nefesini düzene sokmaya çalışarak konuştu. Ilk önce gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı.

"Jin, kadın bir fotoğraf yüzünden ne hale geldi. Bence biraz zaman tanıyalım ona. Kendini biraz daha toparlasın. Bizim yüzümüzden yine hastalanmasın. Sen ve o kendinizi biraz daha iyi hissedince gideriz." Dedi. Umursamaz davranmaya çalışıyor, rastgele şeyler atıyordu ağzına.

Mutfaga kadar dayanan sesi ile salona inen Jimin, Yoongi'nin biraz olsun rahatlamasını sağlamıştı. "Günaydın." Dedi esneyerek. Jimin öyle bir gerinmisti ki, Jin kemiklerinin ortadan ayrılacağını falan düşünmüştü.

"Senin sınavın da mi sabah?" Diye sordu Yoongi. Kurtarıcısına koca gözlerle bakıyordu. Jimin kesinlikle doğru yerde doğru zamanda bulunmayı biliyordu.

"Evet. Maalesef. Sabah sabah hiç iştahım yok." Deyip masaya oturup, birkaç şeyi ağzına tıkıştırması bir olmuştu Jimin'in. Jin ise onu gördüğünde bir gülümseme bırakmıştı. Yoongi ise Jin'den aldığı gülümseme ile konunun kapandığına ikna olmuştu.

--

Kook ve Taehyung sınavdan çıkmışlar, Hobi'nin fakültesinin önüne gelmişler onu bekliyorlardı. Hobi'nin sınavının bitmesine neredeyse 15 dakika kalmıştı. Serpiştiren yağmurdan korunmak için, boş kamelya aramaktaydılar.

"Üçüncü soruda rijit cisminin dengesini doğru hesaplandığımı sanmıyorum." Dedi Jungkook. Boş bir kamelya bulmuşlar ve içine girmişlerdi. Yol boyunca soruların kritiğini yapmışlardı.

"Kaç buldun ki?" Diye sordu Tae. Ellerini cebinden çıkarmış, yanaklarını ısıtmak için yanaklarına koymuştu.

"Emin değilim ama 4,67 buldum. Ama cinsini yazmadım. Hoca kabul eder mi?" Diye sordu. Hâlâ inanamıyordu bunu nasıl unuttuğuna.

"Koskoca profesörün bununla ilgileneceğini düşünmem. Burası üniversite. Senin ne demek istediğinde ilgilenmezler ne dediğine bakarlar." Dedi Tae. Tekrar ellerini kabanın ceplerine sokmuştu.

"Off, vizede de aynı boku yemiştim şimdi de aynı şeyi yaptım. Benim sorunum ne?" Diye sordu Kookie. Dudaklarını büzerek söylemesi ona bebeklik edası veriyordu. Çoğu zaman bunu yaptığının bile farkında olmazdı.

Tae, ona baktığında gülümsedi. Aralarında aynı yıl içinde ay olarak en küçükleri oydu ve bunu belli ediyordu çoğu zaman. "Takma kafana, bir soru sadece 3 puandı. Giden 3 puan olsun." Dediğinde sırtına vurmuştu Kookie'nin destek olurcasına.

Kamelyaya giren Hobi'nin sesi diğerlerinin dikkatini dağıttı. "Nasıl yaa? Neden bizim sınavda sadece 2 soru soruluyor da sizinkinde 33 soru soruluyor?" Diye isyanla konuşmuştu.

"Ne?! Cidden sadece iki soru mu sormuşlar?" Diye sordu Jungkook. Buna o kadar çok şaşırmıştı ki ağzının açıklığı neredeyse salyalarını bırakacaktı dışarıya.

"Evet, ilki kazada camdan çıkıp dışarı fırlayan birine nasıl mudahele edilir, diğeri ise palpasyon muayenesinde elde edilen bulgular." Dedi Hobi dudağı büzülmüş şekilde arkadaşlarına bakıyordu.

"Yaptın mı bari ikisini de?" Diye sordu Taehyung. O da meraklanmış ama bir yandan arkadaşı için üzülmüştü. Iki soru final için ölüm gibiydi.

Hobi kafasını olumsuz anlamda iki yana salladıktan sonra konuştu. "Ikisinden de biraz biraz yazdım." Dedi.

"Bunlar hep beni buluyor." Dedi Jungkook. Gözleri ile etrafı tarıyor, sağ bacağının stresle sallanmasına engel olamıyordu. Diğeri ise onda oluşan bu anı degisikligin farkına varmışlar, anlamsız gözlerle ona bakıyorlardı.

"Ne oldu?" Diye sordu Hobi. Gözlerini açmış, bir ona bir etrafa bakıyordu.

Kookie gülümsedi ilk önce. Bu diğerlerinin kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu. Jungkook hala buluşuyorken dişleri arasından konuştu. "Şu adam sabahtan beri buraya bakıyor. Biz sınavdan çıktığımızda arkamızdaydı." Dedi.

Hobi korkarak hemen yerine çivilenmiş durumdaydı ne yapacağını bilmiyor hali, garip bir görüntüye sebep olmuştu. Biri anlamsız bir sırıtma ile etrafa bakıyorken, biri korku ile yerinde put gibi donmuştu. Diğeri ise kaşlarını çatmış ve oturan adama bakıyor, göz göze gelmek için uğraş veriyordu.

"Ben şimdi buradan kalkıp başka bir yere gidiyorum. Adamın arkamdan kalkıp kalkmadığını bana mesajlayın." Dedi ve oturduğu yerden hışımla kalktı Taehyung.

Diğerlerinin itirazına rağmen yerinde durmamış ve yürümeye devam etmişti. Kook onun arkasından gitmek için ayaklansa da onu Hobi durdurmuş, yanında kalmasını istemişti. Şuan ciddi anlamda çok korkuyordu. Ve bunu daha önce konuşmuşlardı. Takip edenlerin amacı bilgi almaktı.

Taehyung, arkasına bakmadan kendinden emin bir şekilde adımlarını atıyordu. Taş döşeli yolda, botlarının çıkardığı ses, onu rahatsız etse de umursamıyor yoluna devam ediyordu. Nereye gittiği bilmeden yürüyordu. O da korkuyordu ama korkudan çok intikam duygusu ağır basmıştı içinde. Jin'e bunu yapan her kimse onunla yüzleşmek ve hesap sormak istiyordu en başından beri. Ki böyle bir fırsat eline geçtiği zaman kaybetmeyecek üzerine yürüyecekti. Sevdiği adamla ne alıp veremedikleri var bir bir öğrenecekti.

Korkuyordu Tae. Jin gibi kendisine de zarar gelecek diye korkuyordu. Asıl korkusu canının yapacağından değil sevdiğine yeni kavuşmuşken ondan uzaklaşmaktan korkuyordu. Ne kadar korkuyorsa o kadar kuvvetli atıyordu adımlarını. Her adım attığında, heybetinden sanki sarsılıyordu yer. Hani filmlerde olur ya, bir havalı müzik ve uçuşun pelerini ile başrol kahraman girer içeri. Tae kendini o kahraman gibi hissediyordu. Gerekli şeyleri öğrenecek, sevgilisi ve arkadaşlarını bu yalanların içinden çekip çıkaracaktı.

Telefonu titredi Tae'nin. Mesaj Jungkook'dan gelmişti.

'Senin ardından yaklaşık iki dakika sonra kalktı. Seni takip ediyor. Biz de arkandayız. Tae gözünü seveyim delilik etme. Ben Jin hyunga hesap veremem'

Tae aldığı mesaj ile, canı sıkıldıkça gezmenin faydasını gördüğü üniversitenin, rektörlük binasının arkasına dolandı. Burayı tercih etmişti çünkü, üniversitedeki güvenlikler en yoğun burada bulunurdu.

Geldiği yerde adamında kendisine gelmesini bekledi. Binanın duvarına dayanmış, gözleri ile havayı tarıyordu. Kulaklarını kabarttı. Adım seslerini, yeni yağan yağmur sayesinde biriken su birikintileri sayesinde duyabiliyordu.

Adam binanın köşesine döndüğünde, onu bekleyen Tae ile karşılaştı. Binanın arkasına geçmesi ile Tae bakışlarını adama çevirdi. Adam ilk önce afalladı ve aynı hızla arkasına döndü. Arkasinda da Jungkook ile karşı karşıya kalınca dudaklarından bir kelime döküldü. "Tuzak bu."

Tae küçük bir gülümseme bıraktı. Artık yaptığı kasların hakkını verme sırası gelmişti. Ellerini yumruk yaptı ve adama doğru yürüdü. Dudaklarını ilk once yaladı. Alt dudağını dişleri arasına aldıktan sonra biraz geveledi. Sonrasinda derin bir nefes alarak konuştu.

"Evet, tuzak."

Bir bölümün daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. Sürç-ü lisan ettiysem affola.🙈🙈

Iyi okumalar, keyifli dakikalar🤩🤩🤩

Sizi seven yazarınız💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜😍💜

Continue Reading

You'll Also Like

530K 47.5K 36
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
2.6K 189 10
the stars in your eyes are my view
36.4K 3.4K 27
Gizli aşk mektupları, aşık olduğu beş kişiye bir şekilde gönderildiğinde Do Kyungsoo'nun sakin lise yaşantısı altüst olur. //aynı isimli netflix film...
2.8K 308 20
Kalp kanar mı? Kalp ağlar mı gözlerinin yerine? Kanıyordu Zhan'ın kalbi. Gözyaşları,kanla birleşip akıyordu. Yangın yeriydi yüre...