GÜN DOĞUMU SERİSİ☆YILDIZ DÖKÜ...

By GozdeAltay94

181K 12.4K 44.8K

Aşka inanmayan genç liseli bir kız. Dağılan bir aile. Ve yeniden evlenen bir baba. Değişik bir kız kardeş. Ai... More

Karakter Tanıtımı
ÖNSÖZ
1.BÖLÜM BÜYÜLÜ BAKIŞLAR-1.KISIM
1.BÖLÜM BÜYÜLÜ BAKIŞLAR-2.KISIM
2.BÖLÜM YENİ GÜN-1.KISIM
2.BÖLÜM YENİ GÜN-2.KISIM
3.BÖLÜM MİSAFİR AKINI-1.KISIM
3.BÖLÜM MİSAFİR AKINI-2.KISIM
4.BÖLÜM KÖTÜ OLAY -1.KISIM
4.BÖLÜM KÖTÜ OLAY-2.KISIM
5.BÖLÜM SORULAR-1.KISIM
5.BÖLÜM SORULAR-2.KISIM
6.BÖLÜM KABUS MUSUN GERÇEK MİSİN?-1.KISIM
6.BÖLÜM KABUS MUSUN GERÇEK MİSİN? 2.KISIM
7.BÖLÜM GELİN GİBİ SÜZÜLÜYORDU KIZ KULESİ
8.BÖLÜM İPEK BÖCEĞİNİN TATLI TELAŞLARI
9.BÖLÜM PARANOYAK AŞK KIRINTILARI
MİNİK BİR DUYURU!
10.BÖLÜM KIRIK MİNİK YUVAM VE AŞK ÇIKMAZIM
11.BÖLÜM SIRLARLA BEZELİ KADERİMİZİN AKIBETİ
12.BÖLÜM VARDI BİR HAYAT SENARYOSU.YAZILIYDI BENLİKTE!
13.BÖLÜM HAYAT TİYATROSUNDAKİ MASKELİ YÜZLER
14.BÖLÜM KARLAR ÜLKESİNDE ÇİKOLATA KOKULU ÇOCUKLUK ANILARIM
15.BÖLÜM KAR TANELİ YILLARIN ŞERBETİ
16.BÖLÜM GÖNÜLLERİN SUSKUN NEFESLERİ
17.BÖLÜM HAYATIN SÜRPRİZ RİTMİK ADIMLARI-1.KISIM
17.BÖLÜM HAYATIN SÜRPRİZ RİTMİK ADIMLARI-2.KISIM
18.BÖLÜM GÖNLÜMÜN KIRIK DÜŞLER YUVASI
19.BÖLÜM HASTANE KOKULU HAYAT DAMARLARI
20.BÖLÜM ŞAŞKIN SİMA, MAZLUM DÜNYA
21.BÖLÜM BÜYÜLEYİCİ EVRENE HÜKMEDEN HAYAT HİKAYELERİMİZ
22.BÖLÜM HAYALLER YUVARLANDI, SIR PERDESİ AÇILDI-1.KISIM
22.BÖLÜM HAYALLER YUVARLANDI, SIR PERDESİ AÇILDI-2.KISIM
23.BÖLÜM-YENİ SIRLAR VE GÜNLÜK
25.BÖLÜM ACI GERÇEKLER SESSİZLİĞİNİ FISILDIYORDU KIZ KULESİ'NDE
26.BÖLÜM ANILARIM DÜŞÜYORDU ISLAK KİRPİKLERİME
27.BÖLÜM YENİ AİLE TABLOSU ÇİZİLDİ, İTİRAFLAR EDİLDİ-1.KISIM
27.BÖLÜM YENİ AİLE TABLOSU ÇİZİLDİ, İTİRAFLAR EDİLDİ-2.KISIM
28.BÖLÜM GEÇMİŞTEN GELEN FIRTINA DOLU SIRLAR
29.BÖLÜM AYRI KALPLERİN KAVUŞMA VAKTİ
30.BÖLÜM "SÖZ VER BANA, GİTME KALBİMİN ŞEHRİNDEN ANINDA."
31.BÖLÜM KIZ KULESİNDE DÜĞÜN"SÖYLESENE, GELDİN Mİ ZÜMRÜDÜM?"-FİNAL-
SON SÖZ/YAZAR'DAN TEŞEKKÜR
MÜREKKEBİN VURGUN TONLARI
YAZMA GÜNLERİ BİRİNCİSİ-YİTİK BENLİ GEÇMİŞİN İZLERİ
ZİHNİN SERZENİŞ DÖKÜMLERİ
2.KİTAP||YILDIZ DÖKÜMÜ|| 'ÖNSÖZ'
2.0 TANITIM
2.1.1.KISIM "BİR DİLEK YAKALADIM, KAYIP YILDIZLAR ALTINDA."
2.1.2.KISIM "BİR DİLEK YAKALADIM, KAYIP YILDIZLAR ALTINDA."
💜Bilgilendirme♥Bayram🍭
2.2 "EYVAH! BİZ ŞİMDİ 2+1 MİYİZ?"
2.3 "NURTOPU GİBİ BİR BENDENİZ DAHA GİRDİ DÜNYAMIZA."
2.4 "GİTME! KAL, ÇOCUKLUK ŞEHRİMİZDE."
2.5 "SİL BAŞTAN YAZDIK, ÇİZDİK BU HAYATI."
2.6 "ÜVEY BABA VE ANNE AŞKINA! HAYATIMI İSTİLA ETMEYE Mİ NİYETLİSİNİZ?"
2.7.1 "OSCARLIK OYUNCULAR BAHŞEDİLMİŞ DÜNYAMA."
2.7.2 "OSCARLIK OYUNCULAR BAHŞEDİLMİŞ DÜNYAMA."
1.Yaş 1 Ay 8.Gün Kutlama🐣🌺
2.8 "AY ÇÖREĞİ TADINDA GÜLÜYORSUN. GÜL BUSESİ."
2.9 "MAVİ SALINCAĞIMIN YILDIZ BEKÇİSİ"
2.10 "BİLİNMEYEN PANDORA KÜPÜ"
2.11.1.KISIM"YILDIZLI GECELERİN GÖK DÖKÜMÜ"
2.11.2.KISIM "YILDIZLI GECELERİN GÖK DÖKÜMÜ"
DUYURU🌸
2.12.1.KISIM "YANLIŞ TEKERLEME"
2.12.2.KISIM "YANLIŞ TEKERLEME"
2.13. "YILDIZ TOZUM MUSUN KATMERLİ BÖREĞİM?"
2.14. "BENİM MÜZİĞİM SENSİN."
2.15.1.KISIM "GELECEKTE BİZ NEREDEYİZ?"
2.15.2.KISIM "GELECEKTE BİZ NEREDEYİZ?"

24.BÖLÜM KAZA ANIYDI, TANIKLIK EDİYORDU BİR ÇİFT GÖZ

692 98 775
By GozdeAltay94

Hayırlı günlere efendim :)

En son günlükte kalmıştık. Bakalım Emre Bey sokak yarışına gidecek. Neler olacak? Eyvah!

Keyifli okumalar :)

***

Okuduğum satırlar beynimi altüst etmeye yetecek düzeyde karışıktı. Zeynep'in günlüğünden birkaç satır okumuştum. Gitmeden evvel Emre'ye bırakmıştı ve Emre bana bunlardan söz etmemişti. Bir çığlık asılı kaldı, sarkıtılan soluk dudaklarımdan fırlayan kıpırtısız hecelerde. Bir yangın yeri peydah etti, kör kuyulara hapsedilen benliğimde. Sessizliğin gözlerini yumduğu gerçeklerin fısıltıları yuvarlandı, dillerden dillere. Ne çare ki,  satırların gerçekçiliği arasında kapana kısılıp kaldı naçizane bedenim.

Defteri nasıl hızla kapattıysam gözlerime doluşan yaşları da zorlukla zaptediyordum. Kızın öldüğünü sanmıştım, aldanmıştım. Belki de aldandığım tek kişi büyüleyici varlıktı, artık neyin doğru olup olmadığını kestiremiyordum. Güçlükle ayaklandığımda, kapıya gidiyordum titrek bacaklarla.

Anahtarı deliğe yerleştirip çevirdikten sonra dışarı attım adımları. Odanın kasveti ve olan bitenler yeterince zorlamıştı beni. Ardımdan kapıyı çekip henüz sırtımı kapıya dayamıştım ki, koşa koşa benim tarafıma doğru gelen birini gördüğümde yuttum nefesimi.

"Melis!" diyordu Gökşin nefes nefese. Merdivenlerden çıkıp gelmişti, dışarıdan geliyor olmalıydı. Heyecanlı ve telaşlıydı. "Çabuk gitmemiz gerekiyor."

Kolumdan beni yakaladığı gibi çekiştiriyordu. "Neler oluyor?" Diğer elimde tuttuğum anahtarı gördüğünde şaşkınlıkla gezdirdi gözlerini üzerimde. Bıraktı kolumu aniden ve düşünceli bir ruh haline büründü. "Kilitli kapıdan içeri mi girdin?"

Ayıp bir şey yapmanın verdiği utangaç bir tavırla yutkunuyordum. Elimde tuttuğum anahtar ağırlık yapıyordu sanki. Muhtemelen gözlerim kızarıktı, yaşlı gözlerim hüzünlü ve bilinmeyen satırlara değdikçe içimde kopan fırtınaları susturabilmek zor olmuştu. Başımla onu onayladıktan sonra anahtarı teslim ettim ellerinin arasına. Yanından yıldırım hızıyla geçip gidecekken tekrardan yakaladı kolumdan.

"Melis, nasıl girdin bilmiyorum ama oraya ben bile girememiştim. O zamandan beri..." Gök maviliklerini çalan gözleri hüzünlüydü, masumca oynatıyordu kirpiklerini, alt dudağını dişleri arasına almış, nefeslerini bırakıyordu hafifçe.

"Zeynep'in gittiği zamandan bahsediyorsun sanırım." 

Kurtuldum kolları arasından. Arkadaşımdı sonuçta, her ne kadar Emre'ye kızsam da o da biliyorsa bir şeyler anlatmalıydı bana. Aslında kardeşinin sırrını sevgilisine anlatmak ne kadar doğruydu bilinemezdi ancak sevgilisi onun yakın bir arkadaşıysa belki de ondan sır saklamamak gerekirdi. Düşünceler boğuyordu beni, acı gerçekleri öğrendiğim iki günden beri, zihnime akın eden mazinin yansıtılamayan yüzleri çevirmişti etrafımı.

"Ben onun sana anlatacağını elbet biliyordum, ancak benim anlatmam doğru olmazdı. İnan çok üzgünüm. O resmi de ben çizdim ama Zeynep'le o kadar benziyorsunuz ki, onu çizdiğimi sonradan fark edebilmiştim." Bir adım geriye atarak mahcup bir ifadeyle boynunu eğiyordu. Küçük suratına konan hüzün dalgaları benim bedenime dek işlemişti.

"Olan oldu artık." Öyleydi, çare yoktu. Gerçekleri, duymak istediğim kişiden değil farklı yerlerden öğrenmiştim bu zamana dek. Ve şimdi de günlük sır gibi çıkmıştı karşımıza. Elimden ne gelirdi? Kızgınlık ve kırgınlık bedenimi çeper halinde alırken direncimi yitirdiğimi hissediyordum. Boşlukta sallanıyordum, sonu görünmeyen bir yola çıkmıştım ve karanlık noktaların belirgin olmayan gölgeleri çullanıyordu üzerime.

"Melis! Biliyorum şu an doğru zamanlama olmayabilir ama gitmemiz gerekiyor. Benim kalın kafalı kardeşim çıldırmış olmalı. Az önce Mehmetlerle beraber gitti. Sokak yarışı yapacakmış, durduramadım onu."

Endişeliydi, haliyle de tedirginliğin belirtileri alev kümecikleri halinde yansıyordu yanaklarına. Gözlerimi devirdim sabırsızlıkla. "Ben de durduramadım. O halde nereye gidiyoruz?"

Adresi öğrenmiş olabileceğini düşünüyordum ya da bir şekilde biliyor olmalıydı. Heyecanını zorlukla yatıştırdıktan sonra, "Yarış bir-iki saate başlarmış sanırım. Aleyna aşağıda bizi bekliyor. Kadıköye, Bostancı sahiline gitmeliyiz." dedi ve ellerimden tutuverdi.

Çantamı da çoktan almışlardı, tek yapmam gereken peşlerine düşmekti. Yarışı engellemekten ziyade izleyecek olma düşüncesi tüylerimi ürpertiyordu. Tehlikeli sularda yüzüyordu, geçmiş ağlarını bizli kentimizde örüyorken hayatın akışı içerisinde yuvarlanıp gidiyorduk kendi hallerimizde.

***

Yarışın başlamasına dakikalar kala varabilmiştik Kadıköy'e. Trafiğe takılmıştık ve zar zor ilerleyebilmiştik. Akşamın karanlık perdesi örtülmüştü gökyüzüne. Karanlık bulutlara takılan hüzün yağmurları doluşuyordu, gök tanelerinin sonsuz kayıp yıldızlarında. Huzursuzluk nehri vuruyordu kıyılarıma dalga dalga. Ne zaman derin hülyalara dalsam ikimizin arasında gittikçe büyüyen sırlar, damla damla süzülüyordu yanaklarımda.

En sonunda varmıştık Bostancı'ya. Epeyce kalabalıktı, bugün bir yarış daha olacaktı. Ancak bizimkilerin yaptığı yasa dışıydı. Bu durum da beni korkutuyordu açıkçası. Gökşin'in dediğine göre burada buluşacaklardı lakin gidecekleri nokta Bostancıdan itibaren kavşağın bitiminde gözüken terk edilmiş fabrikanın etrafındaydı. Cüneyt'ten konum istemekte bulmuştuk çareyi. Emre, telefonunu dahi açmıyordu,  telefonu kapalıydı. Neden böyle davrandığına dair bir fikrim yoktu, garipti.

Terk edilen fabrikanın yakınlarına vardığımızda arabayı uygun bir yere park edebilmiştik. Kalabalıktı burası, okulun neredeyse yarısı gelmişti ve şölenin etrafında toplanmışlardı. Fabrikanın hemen yanında kurulan deponun içine park edilmiş motosikletler göze çarpmaktaydı.

Honda siyah motosikleti gördüğümde, Emre'yi de fark edebilmiştim. Hemen yanında Ducati kırmızı 1199 Panigale motosikletin bakımında titizlik gösteren Mehmet de duruyordu. Çarpık gülüşleri kıvranıyordu dudaklarının arasında. Sözcüklerini saçıyor olmalıydı büyüleyici varlığıma.

Emre, onu umursamıyor gibi görünüyordu. Yanındaki Cüneyt ve Barış'a fısır fısır bir şeyler söyledikten sonra kaskını geçirmek üzere motosikletinin koluna el atmıştı. O anda koşmaya başladım. Aramızdaki mesafeleri hızla kapatmaya çalışıyordum. Duymuştu beni, kumlu yolda ona doğru ilerlerken avazım çıktığı kadar bağırıyordum. "Emre, yapma! Dur!"

Başını çevirir çevirmez gelmiştik göz göze. Zümrüt gözlerinin ışıltısı yanıp sönüyordu. Şaşkın simasına giydirdiği parıltı taneciklerini göz hazinelerine gönderdi ve fevri hareketlerle kaskını kafasına geçirdi. Motoruna atladığı gibi döndürüverdi anında. Depodan yıldırım hızıyla çıktığında arkasından diğer motosikletliler de onu takip etmişti. İyice yaklaştığımda diğer Suzuki ve Yamaha markalı motosikletlerin de yarış çizgine geldiklerini görebiliyordum.

Kalbim ağzımda atıyordu adeta. Tozlu yollarda yerini almıştı motosiklet sahipleri. Gökşin ile Aleyna da varmışlardı yanıma. "Seninki uçmaya meyilli anlaşılan." diye mırıldanıyordu homurdana homurdana. Sızlanıyordum, görmezden ve duymazdan gelmişti beni.

Kalabalığı yararak yanımıza gelen beden sahibine gözlerimi diktiğimde Manolya'yı fark etmiştim. Altın saçlarını ensesinde toplamış, mini deri bir etek giymiş, kıvırta kıvırta geliyordu yanıma. Elinde bir dürbün vardı. Bir yeri işaret ediyordu.

"Bakalım engebeli arazide seninki nasıl yarışacak?" Sahte kahkahalarını atıverdi ortalığa. Sonra kendini toparladı, ceketini düzeltiverdi. "Rakipleri çok güçlü. Kazanır mı dersin?"

Sabrımın kazanı taşmak üzereydi, uzaktan çizgide beliren motosikletlere baktım öylece. Gece karanlığında yollar aydınlatılmış olsa da toprak yolda yapılacak olan yarış sinir sisteminin endişe seviyesini altüst etmeye yeterliydi. Her şeyden öte olacak olanlara seyirci kalmak da beni haliyle endişelendiriyordu. Sünger çektiğimiz geçmişin tozlu raflarına demir atan yaşanmışlıklar, gelecekteki bizi epeyce tehdit etmekteydi. 

Ve ben ne zaman onunla konuşmak istesem benden kaçırıyordu gözlerini. Gözlerinde anlatamadığı pek çok biriktirdikleri var edinmiş olmalıydı. Aramızda yaşanacak tatsız husumetleri önlemek için bir adım atsam, uzaklaşıyordu benden. Şimdi de belirsiz bir motosiklet yarışına kaptırmıştı kendini.

Geniş, toprak kumlarla örtülü bir araziydi. Bitiş çizgisi de çekilmişti, yarışçılar da hazırlanmıştı. Tek yapmak gereken yarışı başlatmaktı. Bizim okuldan Tamara'yı gördüm o esnada. Elindeki bayrağı indirdiğinde motosikletliler atladılar öne. Yaklaşık olarak on tane ya varlardı ya yoklardı. Kim kazanır ya da kaybeder umurumda değildi. Tek istediğim sağ salim bu yarıştan çıkabilmesiydi.

"Ver şu dürbünü. Miyobum ben." Çevik hareketlerle kavradım elindeki dürbünü. Bakakaldı şaşkınlıkla. Yavaşça yaklaşıyordum engebeli araziye. Kızlar da geliyordu peşimden. Kalabalığın gürültüsü kulaklarıma doluşuyor, çılgın kahkahalar ve ses tınlamaları kulaklarımı çınlatıyordu. Gözlerim, Honda markalı motosikleti aramaktaydı. Ve onu bulduğumda nefesimin ritimleri kontrol edilemezdi.

Engebenin üzerinden atlayarak ardında Ducati motosikleti geride bırakmıştı Emre. Son sürat sürmekteydi. Havaya karışan tozlu dumanlar gözleri rahatsız edici nitelikteydi. Ustalıkla hareket ediyordu, kendi etrafında dönüşler yapıyordu ve her dönüşünde tozu dumana katıyordu.

"Bu delilik!" diye bağırıyordum olağanca sesimle. Aleyna dürtmekteydi beni, o da kaptırmıştı kendini yarışa ama bir o kadar da benim için endişeliydi. "Ne oldu Melis? Ay, çok uzaklaştılar kızım. Nokta oldular bildiğin, puf yani. Ne görüyorsun? Dökül bakalım. Kim uçuyor kim?"

Oflayıp puflayarak indirdim dürbünü gözlerimden. "Aleyna, bir uçacağım sana şimdi ben yerden gökten. Göreceksin kim olduğunu. Ya sabır!"

Arkamda duran bedenin sahibi kıkırdadı narince. Serra da gelivermişti bizim tarafımıza. Fısıltılı konuşmalarını seslendiriyorlardı şimdi. "Aa, Melis! Yarış daha yeni başlıyor. İyi izle, dürbünümden tatlım."

Kırpıştırdım gözlerimi, kafam karışmıştı, her zamanki gibi saçma hareketleriyle konuşturuyordu kendisini. Omuz silkerek onlardan bir adım öte uzaklaştım, dürbünü yerleştirdim gözlerime. Yarışçılardan önde olanlar mesafeleri aşmışlardı, başladıkları yere geri dönüyorlardı. Mehmet ile Emre önde giderken arkasında yer alan Berksan ile Cüneyt'i de görüyordum.

Çok hızlı sürüyorlardı, engebeli arazinin üzerinden her atladıklarında içimden katledilmiş duyguların soluk düğümleri kopuyordu. Oysa, etrafımdaki insanlar çılgınca havalara uçuyor, yarışmanın görüntüsüne kendilerini kaptırıyorlardı. Tempolu sesler yuvasına itilmiş gibiydim, gürültü gittikçe artmaktaydı ve susturulamaz vaziyetteydi.

O esnada olanlar tedirginliğimi hat safhaya taşımıştı. Emre, önde ilerlerken aniden bir motosiklet arkasından çarpınca afallamıştı. Durur gibi olmuştu ama sonra yeniden devam etti. Lakin son engebenin üzerinden atlıyorken önünü kesen motosikleti görünce nefesimi tutmuştum.

Berksan'ın motosikletiydi bu, aniden kesmişti önünü, az daha çarpışıyorlardı. Sanki bir anda her şey karışmış gibiydi. Neler olacağını kestiremiyordum. Emre, hızla sollama yaptıktan sonra karşısına çıkan engebeye doğru ilerlemekteydi.

"İyi izle tatlım, bizim çocuklar iyi iş çıkaracak." Manolya'nın ölümcül nefesi gıdıklamıştı kulaklarımı. Arkamda sinsi gölgeler gibi beliriyordu. Anlayamamıştım dediklerini. "Sence bu yarış öylesine bir yarış mı Melis?"

Ne demek istiyordu bu şimdi? Burun direklerimden indirmiştim dürbünü, o sırada bitiş noktasına varmak için çabalayan Emre'yi gördüğümde tam son engebeden atlayacakken, diğer tarafından gelen kırmızı Ducati, karşısındaki engebeden uçuş yapmıştı anında. Her şey saliselik bir dilimde gerçekleşmişti. İki motosiklet de havada kapışmıştı ve kumlu arazide tozlara karışmışlardı. 

Ağzım açık bir halde izlemekten başka bir şey gelmemişti elimden. Yanaklarıma hükmeden koyu karanlığın kızgın yangınları, küreklerini çekmiş, şimdi kalbimi kıyametlere sürüklüyordu. Elimdeki dürbün öylece düşüverdi. "Tuzaktı."

Mırıldanmalarım dökülüverdi dudaklarımdan. Benim büyüleyici varlığımı yarıştırmaktan ziyade tuzak kurmak için çağırmışlardı, her şey anlaşılıyordu. Ve o an olanlar beklenmedik olaylara eşlik eden kahramanların acılarına kılıf giydiriyordu.

Koşar adımlarla araziye doğru ilerliyordum şimdi. Gözlerime doluşan yaşları geriye atmak zordu, olanaksızdı. Tenim ürpertilere bırakmıştı kendini. Kaza anıydı, tanıklık ediyordu bir çift göz. Yaşananlar film fragmanlarından fırlayan sahneleri andırsa da yaşadıklarımın farkındaydım. Çok fazla gerçekçiydi, acılarımı çıkmaz sokaklara hapsediyordu.

Varmıştım, Emre'nin yanına. Durdurmuşlardı yarışı. Arkamdan gelenler Gökşin ve Aleyna'ydı. Diğer insanlar da birikmişti başımızda öbek öbek. Emre, motosikletin altında kalmış, can çekişiyordu. Kıvranıyordu, yattığı yerde. Kaskını çıkartamamış, bacağı motosikletin altında kalmıştı. Yarışı bırakan Cüneyt ile Barış da nefes nefese varmışlardı kazanın gerçekleştiği noktaya. Motosikleti üzerinden kaldırdıklarında bacanın ezildiğini görebiliyordum.

"Emre!" Olağanca kuvvetimle haykırıyordum, onun acısı benim acım olmuştu sanki. O çığlık attıkça sessiz çığlıklarım dönüyordu zihnimin derin ipliklerinde.

Çömeldim yanına, başından kaskını çıkarır çıkarmaz koyuverdim başını kucağıma. Kırışmıştı suratı, toz toprak içerisindeydi bulunduğumuz mekan. Öksürük tufanı yakaladı beni birden. Zorlukla öksürüyorken onu teselli edici cümleleri yuvarlıyordum dilimde.

"İyi olacaksın, iyisin. Bir şeyin yok." O an yalan söylemekten başka çarem yoktu. Onun iyi olacağına inanmak istedim sadece. Eğer inanırsam belki acımızı bir nebze de olsa azaltabilirdik.

Yanındaki motosikletli umurumda bile değildi. Mehmet'in çok mühim bir şeyi yoktu, her şey planlanmış bir şekilde gerçekleşmişti. Emre, tuzağa itilmişti, başına gelecekleri bilemezdi ama yine de gitmemek bir seçenek sayılabilirdi. Tabii o tercihini çoktan yapmıştı.

"Bacağımı hareket ettiremiyorum." diyordu acı dolu feryatla. Kontrol ettim bacağını, çocuklar ilgileniyorlardı, yanımıza panik içerisinde gelen Aleyna ile Gökşin de bakıyorlardı, muhtemelen kırılmış olmalıydı. Canı çok yanıyordu, haykırdıkça kalbimin püskürtülen lavları genzimi buram buram yakıyordu.

"Ambulansı arayın hemen!" diye bağırdım can havliyle. Saçlarını okşuyordum tatlılıkla. Toza karışmış saçları hala ışıl ışıldı. Zümrüt gözleri endişeli ve yorgun gözüküyordu. Göz altlarına hükmeden mor halkaları sızılarını saklıyordu. Okşadım yanağını yavaşça. Saçlarım düşüvermişti önüme.

O anki seslere tıkamıştım kulaklarımı, sanki evren durmuş ve o anda dünyanın sonu gelmişti. Sadece o ve ben vardık. Dudaklarından zorlukla dökülen cümleler kalbimin ağrıyan yanlarının şiddetini arttırıyordu. "Üzgünüm Melis, seni dinlemedim ben sadece-"

İşaret parmağıyla örtüverdim patlak dudaklarını. "Tüketme nefesini zümrüdüm. Hastaneye gideceğiz ve iyi olacaksın." Nefesim sıklaşmaya başlamıştı, zorlukla hükmediyordum bedenime. Elimi başından çektiğimde kanla kaplandığını görmüştüm. Sadece dizi, bacağı değil başı da kanıyordu. 

Kanayan yaraları oluk oluk bedenime sızıyor, benim tuzsuz yaralarımın kabuklarını bir bir açıyordu. Gözyaşlarım durdurulamazdı, bedenimi titreme almıştı, inlemeleri canımdan can koparırken korkunun şiddetli yumruğu göğüs kafesime tellerini örüyordu. Onun canı yandıkça benim canım daha çok yanıyordu.

"Ağlama ipek böceğim benim." Tuzlu yaşlarım dudaklarıma iniyor, oradan da sicim sicim suratına akıyordu. Elimle siliverdim yaşlarımı. Gökşin'i gördüm o sırada. Panikle koşturuyordu, eli telefonda insanlara bir şeyler söylüyordu. Gidip geliyor, Emre'yi teselli ediyordu. 

"S-seni..." Kekeliyordu, cümleleri yarım yarımdı. Kesik nefesinin ardından dökülenler hayatımızın acı ağrılarını dillendiriyordu. "Seni sevdim hayat ışığım, sadece seni."

Aniden hissizleşen başı hafif yana doğru seğirirken yarı açık olan gözlerinin kapandığına tanıklık etmiştim. Gözkapakları perde indirmişti adeta gözlerine. Ses seda yoktu, omzundan hafifçe dürtsem de hiçbir tepki vermiyordu. Çekiyordum burnumu derinden derine. 

"Uyan! Yalvarırım uyan!" Ama kalkmıyordu ve hiçbir tepki göstermiyordu. Acı bir çığlık koptu tam içimden. Kapandım üzerine, başını alıp yasladım suratıma. Kalbi çok yavaş atıyordu, hissedebilmiştim kulağımı dayadığımda.

Saçlarım darmadağın olmuş, kanla bulanmıştı, yaşlarım kirpiklerime takılmış, can evimden bir kuş uçmuştu. Beni kollarına alıp teselli edici söz hazinelerini kulağıma fısıldayan zümrüt göz cansızdı sanki yok olmuştu.

O an mucizelere inanmak istedim. Hayatta başımıza en olmayacak yerde olanaksız sandığımız bir şey gelirken umduğumuz mucizelere ve dileklerin gerçekleşebilecek olmasına inanmaktan başka çare yoktu. Bazen inanmak mucizeler limanında güneşin perdeyi hafifçe çekerek ışıltılarını yeşil kente dökmesini sağlayabilirdi. 

Bir tohum susuz kalabilirdi, bir çiçek gün ışığını kaybedebilirdi, her an her şey olabilirdi. Ve ansızın ufak bir kardelen karlarla örtülü kentinden başını çıkarabilirdi. Nazlı bir gelincik yapraklarını sallandırabilirdi, yaz yağmurları altında. Çiçeklerden bal toplayan yaşlı bir arı, son çiçekten aldığı balı kovanına doldurup yavrularına teslim ettikten sonra rahatlıkla uyku kucağına atlayabilirdi.

Bazen gerçekleşmez ne var dersek zamanla gerçekleşebilirdi. Mucizelere yürekten inanmak gerekirdi. Umut yitmemişti,  bitik sandığımız umutlarımız içmizdeydi. Ve mucizeler zaman ibreleri altında neşeyle kanatlanabilir, günümüzü aydınlatabilirdi. 

Kollarımın arasına aldığım varlığımın kalbinin sesini duymak öyle güçleşmişti ki, tıkanan nefesimin doygun yapraklarında, çığlıklarım meydan okuyordu dünyaya. Beni sarsan bedenleri göremiyordum, kapanmıştım öylece. Ne kadar sarssalar dahi, kendim kendi benliğimle sarsılıyordum o sırada. 

Can çığlıklarımın acı sızıları kalbin kaftanına sığınmışken gözlerim yorgunluğa yenik düşmüştü. Bükülen boynumu son hızla kaldırdığımda, yığılıverdim yanına. Kendimden geçmiştim, kararan gözlerim kuzguni siyah bulutlara takıldığında acı gülümsemelerim eşlik ediyordu, sevdiğim insanın kesik atışlarını duyduğum anlık zamana.

©Tüm Hakları Saklıdır.

Gözde Altay

Continue Reading

You'll Also Like

144K 12K 29
"Şey bir de daha ismini bile bilmiyorum söylemeyecek misin?" "Gizemli biri olarak kalsam daha iyi değil mi? Telefonun ardındaki gizemli bir ses olara...
201K 8.5K 52
Şaşkın bir halde beni duvarla arasına alan kara gözlere bakıyordum. Sarhoştu...hem de çok. Başını boynuma gömerek derince kokladı. Yerimde mıhlanmışc...
1.1M 28.8K 23
Yaşıyor. Kız yaşıyor... Ambulansı arayın, hemen! Mucize olmalı. Evet, bu bir mucize! ... AŞK BİZE NANKÖR AŞK BİZE DÜŞMAN!
688K 45.8K 31
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...