KİRALIK CEHENNEM

By cerennmelek

3.9M 234K 129K

Aksiyon 1. sıra 30.09.2017 Yalnızdı. İlk doğduğu andan itibaren, emeklemeye başlarken, ilk harflerini söyler... More

1.Bölüm: YABANCI
2.Bölüm: TEKLİF
3.Bölüm: ILGAR
4.Bölüm: YEDİ TEPELİ ŞEHİR
5.Bölüm: KİMSESİZ
6.Bölüm: EĞİTİM
7.Bölüm: SAVAŞ ÇANLARI
8.Bölüm: İLK İŞ
9.Bölüm: BAŞLANGIÇ
10.Bölüm: DAVET
11.Bölüm: VANİLYA
12.Bölüm: GEÇMEMİŞ
13.Bölüm: ANNE
14.Bölüm: YENİ YAŞ
15.BÖLÜM: ÖFKE
16.Bölüm: HARABE
17. Bölüm: SERGİ
18.Bölüm: UNUTMAK VE UYUŞMAK
19. Bölüm: RUHTAKİ İZLER
20. Bölüm: BİR ADAM BİNLERCE HAYAL
21. Bölüm: İLKLER
22.Bölüm: GÜVEN
23.Bölüm: BOYNUZ KULAĞI GEÇER
24.Bölüm: Cennet Ve Cehennem
25.Bölüm: YAŞAM OYUNU
26.Bölüm: SON PİŞMANLIK
27. Bölüm: İNTİHAR
28.Bölüm: TUTKUYLA HARMANLANMIŞ BEDENLER
29.Bölüm: VURGUN
30.Bölüm: ALEDA
31.Bölüm: KATİL
32.Bölüm: ILGAR HARİKALAR DİYARI
33.Bölüm: AYRILIK
34.Bölüm: TALİHSİZLİKLER SERÜVENİ
36.Bölüm: İKİLEM
37.Bölüm: BİLİNMEZLİKLER TEKNESİ
38.Bölüm: İHANET
39.Bölüm: MERAK
40.Bölüm: RUH KATİLLERİ
41.Bölüm: SATILIK CENNET
42.Bölüm: İNTİKAM ATEŞİ
43.Bölüm: ŞEYTAN VE İBLİSLERİ
44.Bölüm: KIR ZİNCİRLERİNİ
45.Bölüm: SON PLAN
46.Bölüm: VAHŞİ
47.Bölüm: BOYNUZ KULAĞI GEÇTİ
48.Bölüm: KÖRDÜĞÜM
49. Bölüm: ÇIPLAK RUHLAR
50.Bölüm: SONUN BAŞLANGICI
51.Bölüm: YARA
52.Bölüm: FİNAL
Teşekkür
Özel Bölüm
ÖZEL BÖLÜM: ADALET BEKÇİLERİ
2.Kitap: ADALET BEKÇİLERİ
2. Kitap Yayında!

35.Bölüm: TANRININ UNUTTUĞU YER

57.4K 4K 1K
By cerennmelek

Nightcore - let me die





Koşuyordum, elimde içinde milyonlar olan bir çantayla koşuyordum. Kaçtığım kişiler ise yasa dışı iş yapan insanlar falan değildi, polisti.

Arda ve o cadı kız kardeşinden beklediğim bir şeydi bu ama hazırsız yakalanmıştık. Arda'nın kardeşi Ayla koşarak peşimden geliyordu. Sarı saçları birbirine girmişti, koşmaktan yüzü kızarmıştı. Onun da elinde para dolu bir çanta vardı. Plan istediğimiz gibi gitmişti, son kısım dışında. Arda bir çuval inciri berbat etmişti. Ayla'yla birlikte dar sokaklarda koştuk. Peşimizde gelen kimseyi görmediğimiz de durdurdu beni.

Uzun ve dar sokakta hiç sokak lambası yoktu. Ayın ışığıyla ve caddeden vuran ışıkla aydınlanıyordu sokak.

"Arda gelecek, burada bekleyelim." Kolumu tutan eline öfkeyle baktım, bir kadın olmasaydı boğazına bile yapışmış olabilirdim. Gerçi bir kadın olmasa kolumu tutmasına bu kadar tepki vermezdim. Sinirimi anlayarak elini çekti ve alayla güldü.

"Hala aynı aptal korku mu?" Gülmeye devam ederek yakınlaştı bana. "Sevişmenin ne kadar zevk verici bir şey olmadığını bilmemen çok acı." Ne kadarda ucuz konuşuyordu. İtmedim onu geri çekildim. Koştuğum için hala nefes nefeseydim. "Merak ediyordum da seni baştan çıkarabilen bir kadın var mı bu dünya da?"

"Var." Dedim hiç düşünmeden. Gözleri hayretle açıldı.

"Şaka yapıyor olmalısın. Benden da mı seksi?" Ayla fazlasıyla cüretkar bir kadındı ve açıkçası bir gram bile ilgimi çekmiyordu.

"Sakın kendini onunla kıyaslamaya kalkma." Kimse kendini onunla kıyaslayamazdı. O bambaşkaydı, bambaşkamdı. Sözümle birlikte telefonumun sesi duyuldu boş sokakta. Biri duymasın diye hemen kapatacaktım ki arayan kişiyi gördüğümde kapatamadım.

Bu gece işte olacağımı biliyordu, aramazdı. Bir şey mi olmuştu? Telefonu açtım.

"Ilgar." Sesini duymamla içimde bir şeyler ezildi. Sesim dudaklarından hiç bu kadar acı dolu çıkmamıştı. Ağlıyordu, neyi vardı? İçimde daha önce hiç hissetmediğim bir panik duygusu belirdi.

"Güzelim? Sen ağlıyor musun?" O an az önce polislerden kaçarken bile kalbimin bu kadar hızlı atmadığını fark ettim.

"Özür dilerim, çok özür dilerim. Yemin ederim bilsem gitmezdim." Titrek sesi içimden bir şeyler kopartırken neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bu kadar çaresiz hissettiğim bir anı hatırlamak zordu. O ağlıyordu, ona bir şey olmuştu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Bu en büyük çaresizliğimdi.

"Neden özür diliyorsun ne oldu?" Dedim korkuyla bağırarak. Duyduğum hıçkırık sesiyle yutkunamadım, neler olmuştu benim güzelime? "Duru, korkutma beni. Konuş benimle." Duru, o en baştan beri Duru'ydu.

Birden duyduğum silah sesiyle telefon elimden düştü, elim silahıma gitti ve o an yere kanlar içinde düşen Ayla'yı gördüm. Hemen ilerimizde duran polislerin sayılarını tahmin edemiyordum. Çöp konteynerinin arkasına sakladım. Çok fazlalardı.

"Bırak silahını, etrafın sarıldı." Polisler, bu işin başında onlar yoktu ve olmamaları da gerekiyordu. Arda yine yapmıştı yapacağını, uyarılarıma rağmen bizi bu saçma plana sürüklemişti.

Ateş edebildiğim kadar ettim ve mermilerimin bitmesiyle silahı yere attım. Şimdi tek yapmam gereken şey kaçmaktı.

Elimdeki çantayla beraber koştum ve çıkmaz sokağa girdiğimi fark ettim. Küfür ederek geri dönmeyi düşündüm ki bana doğru açılan ateşler bu fikrimi hemen değiştirdi.

Karanlıkta, yukarı doğru uzanan uzun merdiveni gördüm. Nereye çıktığını düşünmeden merdivenleri tırmandım. Merdivenin paslı basamaklarına benim ağırlığımdaki birisi için tam anlamıyla çılgınlıktı. Uzun bir tırmanışın ardından bir binanın en üstüne çıkmıştım. Arkamdan gelen polisler hala peşimdelerdi. Onlarda fazlasılya hızlılardı ama ben daha hızlıydım. Peşimden gelen polislerle bu sefer tam anlamıyla kapana kısılmıştım.

Mermilerin hedefi olmamak için yapabileceğim bir şey aradım. Üstünde olduğum binanın biraz ilerisindeki binayı fark ettim. Bunu yapabilirdim, yapamasam bile parmaklıkların arasına girmekten iyiydi düşmek. Bina kaç katlıydı emin değildim ama fazlasıyla yüksek olduğunun farkındaydım. Koştum ve önce elimdeki çantayı fırlattım karşıdaki binaya.

Ardından tekrar geri döndüm ve bu sefer daha hızlı koştum. Binanın bitişine geldiğimde son gücümle atladım. Mesafe düşündüğümden fazlaydı ve son anda atladığım binanın terasına duran trabzanlara tutundum tüm gücümle. Vücudumu yukarı çektim zorlukla. En sonunda ayaklarım yere basmıştı.Başıma giren ağrıyı yok sayarak ilerimde duran çantayı aldım ve binadan çıkacak bir yer aradı gözlerim.

Açık kapıyı görmemle bugün şansın ilk defa bana güldüğünü hissettim. Açık kapıya koştum, aşağı indim. Binadan çıktım ve aynı anda ensemde bir soğukluk hissettim. Bu soğukluk, bir silah namlusunun soğukluğuydu.

"Yolun sonu." Sesi biliyordum, bu polis değildi. Bu paralarını çaldığımız şerefsizdi. Peşimizdeki polislerde onun rüşvet vererek tarafına çektiği polislerdi.

Boş ve ıssız sokakta bir silah sesi doldu, ardından ensemdeki soğukluk kayboldu. Arkama döndüm. İlk gördüğüm yüz, Arda'nın yüzüydü. Elindeki silahı indirdi ve bana baktı.

"Ayla nerede?"

"Polisler tarafından yaralandığını gördüm en son." Endişeyle yutkundu. "Benim işim burada biter." Dedim çantayı ona uzatarak. Çantayı almadı.

"Ben Ayla'yı bulacağım. Sende eve git, payını alıp çantanı oraya bırakırsın. Sana ayarladığım arabayı al ve İstanbul'a dön." Ayla polislerin içindeydi ve yaşayıp yaşamadığı da meçhuldü. Ona gitme diyemezdim, kardeşiydi.

Yollarımızı ayırdık, evin olduğu yöne doğru koştum. Eve kadar koşabilirdim ve öyle de yaptım. Elimdeki çantayla eve kadar koştum. Eve vardığımda çantayı bıraktım, içinden para almadım. Arabanın anahtarını ve valizimi aldım. Hızlıca çıktım evden.

Duru, ona hemen ulaşmam gerekiyordu. Neden ağlamıştı? Başına ne gelmişti? Kafayı yiyecektim. Ağlayan sesini hatırladıkça bir şeyleri yakıp yıkmak istiyordum.








Sekiz saatlik Antalya ve İstanbul yolunu beş saatte gelmiştim. İçimdeki korku ve endişe bir an olsun eksilmemişti. Bana ihtiyacı vardı ve ben yoktum. Halbuki ben her ona ihtiyaç duyduğumda o benim yanımda olmuştu.

Gün doğalı saatler olmuştu. Gözlerim ağrıyordu, saatlerdir aralıksız araba kullanıyordum ama umurumda değildi. Eve gidip, onu kollarım arasına almak istiyordum. Evin bahçesine girdim arabayla, arabayı bahçeye bıraktım ve eve yürüdüm hızlı adımlarla. Kapıyı uzun süre çaldım, en sonunda kapı açıldı. Çağkan yeni uyanmış, sersem bir şekilde bana bakıyordu.

"Sağ salim döndün sonunda." Dedi ve kısaca sarıldı, eve girdim hemen ardından. Yanından geçtim. "İnsan bir selam verir." Dediğini duydum ama şuan çok daha önemli bir işim vardı. Üst kata çıktım büyük adımlarla. Odasının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım. Günlerdir bunun hayalini düşlemiştim. Onu kollarım arasına alacaktım, saçlarını öpecektim.

Hayatımda bu zamana kadar onun konumunda olan kimse olmamıştı. Hiçbir kadını özlememiştim, öpmek istememiştim, sarılmak ve yatağımda görmek istememiştim. O bambaşkaydı. Onu farklı kılan neydi bilmiyordum ama kısa zamanda her şeyim o olmuştu. Ondan başka bir şey düşünemez olmuştum.

Ona karşı hissettiklerim ürkütücü bir boyut almıştı, hastalıklı bir boyut. Bir silah çekip kafama sıksa sesimi çıkarmazdım. Onun ellerinde can vermek bile güzel olurdu. İşte tam olarak bu hastalıklı düşünceler beni korkutuyordu. Onun için her şeyi yapardım belki de, öldürürdüm gerekirse ve gerekirse ölürdüm.

Bu aşk olamazdı sadece, hiçbir sevgi hiçbir aşk bu kadar kuvvetli olamazdı. Hayatım boyunca kimseyi sevmemiştim ve içimdeki bu zamana kadar biriktirdiğim her şey onda son bulmuştu, ona kucak açmıştı. Aramazdaki şey sevgiden, aşktan, kelimelerle ifade edilen her histen daha güçlüydü. Onu kollarımın arasına aldığımda, yatağımda gördüğümde yaşadığım huzuru bir tanrı biliyordu.

Ağlayışı aklıma geldiğinde düşüncelerimden arındım, kapıyı açtım. Lakin içeride beklediğim kişiyi görmedim. Yoktu. Odadan çıktım ve tüme evi aradım ama yoktu. Sakin olmaya çalıştım ama değildim. Sakin olmak istemiyordum.

Evi ararken kopardığım yaygara sayesinde herkes uyanmıştı, salondalardı.

"O nerede?" Dedim bağırarak. Aleda üzerindeki sabahlığı düzelterek yanıma yakınlaştı. İlk önce kimden bahsettiğimi anlamamıştı. "Efsa nerede?" Dedim ama o Efsa değildi, o Duru'ydu.

"Odasında değil mi?" Dedi şaşkınlıkla.

"Odasında değil, gecenin köründe ağlayarak beni arıyor ve ardından kayboluyor ve evdeki hiç kimsenin bundan haberi yok." Titreyen ellerimi yumruk yaptım.

"Bir sakin ol, Demir evde değil. Belki de birliktlerdir." Bunun beni rahatlatması mı gerekiyordu? Neden rahatlıyamıyordum? Tam Demir'i arayacaktım ki salona Demir girdi. Dışarıdan gelmişti. Beni görünce kısa bir an şaşırdı.

"Ilgar, hoş geldin. Seni bu kadar çabuk beklemiyordum. İş nasıl geçti?" Gözlerim yanında onu arıyordu ama o yoktu.

"O nerede?" Dedim adeta kükreyerek. Demir'in kaşları çatıldı, karşıma geçti.

"Evde değil mi?" Onunla da değildi. Başım biraz daha ağrırken gözlerimi yumdum. Onun ağlamasına neden olacak şey neydi? O neredeydi? Kafayı yiyecektim.

"Evdeki kimsenin ondan haberi yok öyle mi?" Dedim kısılan sesimle. Sesimin ürkütücü çıktığının farkındaydım ama şuan içimdeki öfkeyi tarif edemiyordum.

"Dün akşam dışarıda biraz konuştuk. Sonra yalnız kalmak istedi, gitti bende onu durdurmadım." Demir'in sözleri bardağı taşıran son damla olmuştu. Hiçbir şeyi umursamayarak Demir'in yakalarına yapıştım.

"O gitti gecenin bir vakti ve sende onun gitmesine izin verdin. Peşimizde onca bela, şerefsiz varken nereye gittiğini sormadın, onun nereye gittiğini izlemedin ve öylece seyrettin öyle mi?"

"Kendine gel Ilgar, karşında kim olduğunu unutma." Demir'in sözleri beni güldürdü.

"Karşımdakinin kim olduğunu tanımıyorum artık." Son sözümü söyledim ve onu yere ittim. Evden çıktım ve kendi arabama bindim. O kafasını dinlemek için kaçmazdı, özellikle de bugün. Bugün ona geleceğimi biliyordu. Ne olursa olsun onu bulacaktım.























Canım acıyordu. Ensemde şiddetli bir ağrı vardı, ağzımda ise kan tadı. Gözlerimi bir kaç kez açıp kapattım, nerede olduğumu idrak etmeye çalıştım.

Karşımdaki tanıdık yüze baktım sersemlikle. Elimi hareket ettiğim zaman, bir şey fark ettim. Ellerim ve ayaklarıma geçirilmiş zincirler vardı. Korku bedenime dalga dalga yayılırken korkunun verdiği enerjiyle kendime geliyordum.

"A-Ali." Dedim zorlukla. Kafasını arkasındaki siyahlaşmış duvara yaslamıştı. Onun ellerinde ve ayaklarında da aynı benim zincirlerimden vardı.

"Efsa, sakin ol." Dedi yorgun bir şekilde. Uzun saçları kirli ve yağlı duruyordu, sakalları onda hiç görmediğim kadar uzamıştı, göz altları mordu, yüzünün her yeri şiş içindeydi.

"Neredeyiz? Kim getirdi bizi buraya?" Zihnimdeki son görüntüler doldu gözlerime. Demir'in mide bulandırıcı öpüşü, Ilgar'ı ağlayarak arayışım, telefondan gelen silah sesi ve en sonunda da keskin acı.

"Tanrının unuttuğu bir yerdeyiz, Levent getirdi bizi buraya." Levent, kimdi? Çatık kaşlarıma baktı. "Amcamın oğlu, o gece bizi sözde basan, polise ihbar ettiğimiz, tüm mal varlığını elinden aldığımız, babasının ölümüne neden olduğumuz." Evet, hatırlamıştım hem de fazlasıyla net. Yutkunmaya çalıştım ancak boğazımda büyük bir yumru vardı.

"Ne zamandır buradasın?" Alt dudağını sarkıttı, omuz silkti.

"Zaman yok burada." Etrafta ne bir cam, ne de gün ışığını geçirebilecek herhangi bir delik vardı. Sadece tavanın ortasında duran cılız ve soğuk bir ışık vardı. Ne zamandır baygındım? En önemlisi ise Ilgar'dı. Ondan bir haber alamamak beni kahrediyordu.

"Nasıl anlamış?" Dedim sessizce. Omuz silkti tekrar, çok bitkin görünüyordu.

"Ne yapacağız?" Dedim aklımda kaçmak için planlar hazırlarken.

"Şuan hiçbir şey yapamayız. Sanırım senin muhteşem grubunun bizi kurtarmasını beklemekten başka çaremiz yok." Kaybolduğumu hemen fark ederler miydi?

Zincirleri hareket ettirerek sağlamlıklarını anlamaya çalıştım. Çok ağırlardı ve asla açılmayacak gibiydiler. Etrafıma bakındım, bir yol aradım ama her yer duvardı.

"Amacı ne sence?" Dedim en sonunda pes ederek.

"Şuan bizi bir fare gibi bir kafese atması dışında bir planını görmedim." Yorgundu sesi. Gerçekten ne zamandır buradaydı? Ondan uzun zamandır ses seda çıkmadığını fark etmemiştim, demek ki buradaydı.





Burada zaman geçmiyordu, zaman kavramı kaybolmuştu. Arada kapıdan içeri doğru atılan kuru ekmek ve su dışında hiçbir şey yoktu. Yere kıvrıldım, zincirler her hareketimi kısıtlıyordu. Yer soğuktu, üşüyordum. Ağzımdan çıkan dumanı görebiliyordum.

Ali'nin durumu benden daha kötüydü. Üzerinde sadece pantolonu vardı, üstü çıplaktı ve ayakları da çıplaktı. Benim üzerimde botlarım, kazağım ve kalın ceketim vardı. Titreyen bedenine baktım, dişleri birbirine değiyordu.

"Ali." Dedim ona yakınlaşarak, elimdeki zincirler izin verdiği kadar. Cevap vermedi, kafasını zorlukla bana çevirdi. O an ona yakınlaştığım için vücudundaki kan izlerini de fark ettim. Yüzümü buruşturdum.

Üzerimdeki ceketi çıkardım, kollarının zincirden çıkması için zorlukla yırttım. Ceketi ona uzattım, bir bana bir de cekete baktı.

"Kabul edemem." Dedi cansız ve yorgun sesiyle.

"Öleceksin, al işte şunu." Dedim sert bir şekilde. Minnettar bir şekilde baktı bana.

"Teşekkür ederim." Ceketi aldı ve omuzlarının üstüne attı. Kazağımın kollarını avuçlarımın içine aldım. Burada zaman geçmiyordu.

"Daha ne kadar bizi böyle tutacak?" Dedim boğazımdaki ağrıyla.

"Amacı intikam, babasının ölümüne neden olduk. Büyük ihtimalle o da bizi öldürecek." Sakince söylediği sözler odayı biraz daha soğuttu. Ilgar, ona daha doyamamıştım bile, ona doymadan yaşamı bırakamazdım. Bu ne na kadar korkutucu bir düşünceydi böyle, az önce sırf ona doyamadığım için yaşamak istemiştim.

"Bizi öldürmek isteseydi şimdiye kadar yapardı." En azından öyle umuyordum.

"Göreceğiz." Dedi yorgun bir sesle. Zaten böyle giderse açlıktan ve soğuktan ölecektik.





Açılan kapıyla şaşkınlıkla kafamı kaldırdım. Ekmek ve suyu göndermişti, neden geliyordu? Burada olduğumdan beri ilk defa bizi kaçıran adamın yüzünü gördüm. Şirket gecesinde yüzüne dikkat etmemiştim, şimdi karşımdaki adama baktım.

Esmer teni, sakalları ve kısa saçları vardı. Çok kalıplı bir adam değildi hatta cılızdı, içimden bunun için sevinirken hala onu inceliyordum. Boyu uzun olsa da, zayıftı. Bize baktı zevkle.

"Levent, şunu ne zaman keseceksin?" Dedi Ali yorgun bir şekilde. "Bir şeyden haberimiz yok." Karşımızdaki adam gür bir kahkaha attı.

"Birde yalancısınız." Dedi ve gülüşü soldu birden. Yüzü daha da ürkütücü bir hal aldı. O an elinde parlayan metalik şeyi gördüm. Bir kerpetendi. Elindeki şeye baktığımı fark ederek zevkle güldü. Yaklaştı bana doğru, eğildi bana doğru. Geri çekilmeye çalıştım ama arkamda duvar vardı.

"Korktun mu? Bence de korkmalısın." Çenemi büyük ve çirkin elleriyle sıktı. "Ölmek için yalvaracaksınız bana." Ağzımı büyük eliyle zorlayarak açtı. Kerpetenin soğuk metalini dudaklarım üzerine getirdi. Kafamı iki yana sallayarak kurtulmaya çalışıyordum.

"Bırak onu Levent." Dedi bağırarak Ali. Ve karşımdaki adam ikimizi de şaşırtarak bıraktı anında çenemi. Ali'ye döndü. Bu sefer ona yürüdü, eğildi. Kerpeteni zincirli ayağına yakınlaşırdığını gördüm. Görüntümü kesen şey Levent'in bedeni oldu, Ali'nin acı haykırışıyla gözlerimi yumdum.

"Kes şunu." Dedim bağırarak, Levent ise sadece güldü. Ayağa kalktığında Ali'nin artık baş parmağında bir tırnağı olmadığını gördüm. Gördüğüm kanla midem bulandı ama kusmadım. Kerpeteni bu sefer Ali'nin ağzına soktu zorlukla. Bu sefer çok daha acı bir haykırış duydum.

"Yapma artık." Dedim bağırarak. Levent ise kerpeteni zevkle yere fırlattı.

"Kim bu kerpetenle diğerinin parmaklarını kopartırsa onu serbest bırakacağım. Aksi halde önce tırnak ve dişlerinizden başlayarak organlarınıza kadar siz ölene kadar buna devam edeceğim."

Acıyla inleyen Ali'ye baktım ardından karşımdaki hasta ruhlu adama.

"Hastasın sen." Dedim son gücüme kadar bağırarak. Gülerek yine yakınlaştı bana, eğildi yüzüme doğru.

"Sende çok asisin, yatakta da bu kadar asi misindir?" Bir an yüzüne tükürmeyi düşündüm ama Ali'nin halini görerek bundan hemen vazgeçtim. "Bir kadın olduğun için sana bir ayrıcalık tanıyabilirim. İstediğim an yatağıma girersen, performansına göre belki de seni öldürmem."

"Seninle yatmaktansa cehenneme gitmeyi yeğlerim." Cümlemi tamamlar tamamlamaz yüzüme yediğim sert yumrukla sarsıldım. Sol yanağıma giren dayanılmaz ağrıyla gözlerimi kapattım ama acımı belli etmemeye çalıştım.

"Sürtük, üç gün sonra yatağıma girmek için yalvaracaksın." Son sözlerini söyledi ve çıktı. Ali hala acıyla inliyordu, yerdeki dişi ve tırnağı görmemle midem biraz daha bulandı. Aynıları ve daha fazlası yarın bana da olabilirdi.

"A-Ali." Dedim titrek bir sesle. Acıyla bana çevirdi kafasını. Kesik kesik nefes alıyordu. Birden öne eğildi ve kerpetene uzandı. Hareket ederken kollarındaki ve ayaklarındaki zincirler ses çıkardı. Korkuyla geri çekildim, parmaklarımı keser miydi gerçekten?

Olduğum duvar köşesine biraz daha sindim. Kerpeteni kendi tarafına çekti.

"Aptalsın. Onun yatağına girip kurtulsaydın." Sözleri midemi bulandırırken kaşlarım çatılmıştı. Ağzından hala kan çıkıyordu.


Bana arkasını döndü ve saatlerce öyle kaldı, bir kez olsun dönmedi. Elindeki kerpetenle bir şeyler yapıyordu ama ne yaptığını bilmiyordum. Gözlerimi kapattım ve soğuk yere yatarak zamanın geçmesini ve evde olmayı dileyerek gözlerimi kapattım. Şuan onun kolları arasında olmak için neler vermezdim ki?





Uyanmama neden olan şey bacağımda hissettiğim eldi. Gözlerim panikle açılırken Ali'nin ayağımı yakaladığını gördüm. Panikle ayağımı çekmeye çalıştım ama çok sıkı tutmuştu. Levent'in söylediği şeyi hatırladım. Kim kimin parmaklarını keserse buradan kurtulacaktı.

Dudağımdan çıkan bağırışla ona tekme atmaya çalıştım ama çok sıkı tutuyordu. Birden tenime batan sert bir şey hissettim, bu kerpetendi. Hayır bu kerpetenin yarısıydı, diğer yarısı onun elindeydi. Anlamaz bir şekilde yüzüne baktım. Sadece gözlerini yavaşça kapattı ve açtı. O an oda da kamera olduğu için böyle yaptığını anladım. Kerpeteni neden ikiye ayırdığını ise anlayamadım.

En sonunda pes etmiş gibi geri çekildi.

"Pislik." Dedim, bunu gerçekten söylememiştim. Kamera yüzünden söylemiştim. Bacaklarımı kendime çekerken kerpeteni de bacağımın altına almıştım. Kafamı kaldırdım ve kamerayı aradım. Çok geç olmadan tavanın bir köşesinde duran kamerayı gördüm. Yutkunarak önüme geri döndüm.

Ali'ye baktım. O da bana bakıyordu. O an ne yapacağımı anladım. Kerpetenin bende olan yarısını arka cebime koydum kameradan belli olmayacak bir şekilde ve kazağımı kalçamı kapatacak şekilde indirdim. Ali'ye baktım, dikkatlice bana bakıyordu.

"Levent!" Dedim son gücümle bağırarak ve kapı açılana kadar bağırmaya devam ettim.

Çok geçmeden kapı açıldı, içeriye girdi.

"Ne istiyorsun?" Dedi gülerek.

"Bu hasta ruhlu adam benim parmaklarımı kesecek. Teklifini kabul ediyorum. Yeter ki beni buradan çıkar." Memnun bir şekilde sırıttı.

"Artık ben istemiyorum." Dedi.

"Hadi ama pişman olmayacaksın." Bunları söylediğim için kendimden iğreniyordum ama tek kurtuluş buydu.

Yanıma yakınlaştı, cebinden bir anahtar çıkardı. Zincirlerimi çözdü, kolumdan tutarak ayağa kaldırdı. Uzun zaman sonra o zincirlerden kurtulmak nefes almamı sağlamıştı.

Yüzündeki iğrenç ifadeyle beni çıkardı lanet olasıca bu yerden. Kapıyı kilitledi, sanki Ali o zincirlerden kurtulabilirmiş gibi. Kolumdan sertçe tutarak küf kokulu koridorlarda yürüdük. Merdivenleri çıktığımda gördüğüm manzarayı kesinlikle beklemiyordum. Üst kat tamamen normal bir evdi.

Koyu kahve mobilyalar ve duvar kağıtlarıyla süslüydü. Salondaki cama baktım, dışarıya bakmanın hasretini giderdim. Ormanın içinde olduğumuzu fark ettim. Ev neredeydi? Belki de İstanbul'da bile değildik.

Bir odaya soktu beni ve hemen ardından kendi de girdi.

"Sizin yüzünüzden polis her yerde beni arıyor." Dedi saçlarıma asılarak, acıyla inledim. "Bana zevk vereceksin. Eğer vermezsen seni hemen öldürürüm." Kusmamak için kendimi zor tutarken istesem de kusamayacağımı fark ettim. Midem boştu.

"Bu halde sana zevk falan veremem, çok açım."

"Çok umurumdaydı." Dedi ve beni yatağa itti. Kalçamdaki yarım kerpeteni hissettim. Güçlüydüm, dövüşmeyi biliyordum. Buradan sağ çıkacaktık. Üstüme çullandı birden, kazağımı iki eliyle yanlardan çekerek yırttı. Aç bir şekilde vücuduma bakarken iğrentiyle bana dokunmasına izin verdim.

Dudaklarını sütyenimden taşan göğüslerime bastırdığında bir elim saçlarına gitti fark etmemesi için. Kalçamı ona sürtüyormuş gibi yaparak havaya kaldırdım ve arka cebimdeki kerpeteni elime aldım. Kalbim hızla atarken , titreyen elimi havaya kaldırdım ve tüm gücümle kerpetenle ensesine vurdum. Bir an şaşırıp tepki verecek gibi olsa da saçlarını tutarak kafasını göğsüme bastırarak kafasını kaldırmasını engelledim. Kerpeteni defalarca kafasının arkasına geçirdim.

Çıkan ses mide bulandırıcıydı. Kerpetenin ucu çok sivri olmasa da şiddetli vuruşlar kafasını delmeme yetmişti. Bitmişti, ölmüş müydü? Nefes almıyordu. Vakit kaybetmeden cebindeki anahtarları çıkardım. Aşağı geri koştum. O pis kokulu hücrenin önünde durdum. Kapıyı açacaktım ki kapının zaten açık olduğunu gördüm.

Nasıl olurdu? Temkinli adımlarla ilerlemeye başladım. Elimden kan damlaları yere düşüyordu, onun dışında hiçbir ses yoktu. Aralık olan kapıdan içeri girdiğimde gördüğüm şey kanımı dondurdu.

Ali yerde yatıyordu, alnın ortasında bir kurşun deliğiyle. O an evde Levent'in tek olmadığını anlamıştım ama anlamamı sağlayan tek şey Ali'nin cesedi olmamıştı. Aynı zamanda ensemde hissettiğim silah namlusu da bunu anlamama yardım etmişti.





Bugün 16 Ekim. Bugün Kiralık Cehennem'in birinci yıl dönümü. Bölümü hafta sonu değilde yıl dönümünde yayınlamak istedim, umarım çok bekletmemişimdir güzel okurlarımı.

Bölümü yayınlamak için Wattpad hesabıma girdiğimde Kiralık Cehennem'in yıl dönümünde, yine birinci sırada olduğunu fark ettim. O kadar mutlu oldum ki... Hepinize çok teşekkür ederim. Tamı tamına bir yıl geçti ve bu bir yılda hepiniz yanımda oldunuz.

Bölüme gelecek olursak, ilk defa Ilgar'ın bakış açısından bir kısım yazdım. Bu konuda başlarda biraz tereddütlü olduğumu itiraf etmeliyim.

Evet, Ali öldü. Üzüldünüz mü yoksa olmasa da olur mu?

Efsa'nın kafasına silahı kim dayamış olabilir?

Ilgar, Efsa'yı bulabilecek mi?

Efsa bir cinayet daha işledi, bu daha ne kadar devam edecek dersiniz?

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur. Yorum ve görüşlerinizi bekliyorum. Bir daha ki bölüme kadar kendinize iyi bakın, hepinizi çok seviyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

62.6K 5.5K 10
Laçin'i yatağına bırakırken gözlerini açmış babasının elini tutmuştu."Baba beraber uyuyalım mı? Hem kitapta okursun bana."dedi uykulu bir sesle.Kabus...
23.5M 1.4M 77
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
88.2K 6.6K 32
Biz adımız gibi özgür bir timdik. Hür Timi. Kendi kurallarımızı koyardık. Bu askeriye işleyişine ters olduğu için de sürekli azar işitirdik. "Hangi...
5.3K 863 6
Zehirli zihnimde yarattığım karanlık kâbusların aydınlığı'nın sen olduğunu bilseydim,zihnimi zehrinle zehirlerlerdim,seni kendimde yaşatabilmek için...