Yaramızda Kalsın ♣️

Por PeriZekali

90.5K 4.4K 351

Tamamlandı ✔️ "Bu kitabı; 24 yıllık hayatım boyunca, içimde sürekli takılıp düşen o küçük kıza ithaf ediyorum... Más

Yaramızda Kalsın
İlk Bakış.. Bölüm 1
Biat.. Bölüm 2
Katil.. Bölüm 3
Kleptomani.. Bölüm 4
Medcezir.. Bölüm 5
Acı zanaatçısı.. Bölüm 6
Hesaplaşma.. Bölüm 7
Acı Sarmalı.. Bölüm 8
Sır.. Bölüm 9
Rüya.. Bölüm 10
Madde.. Bölüm 11
İhanet.. Bölüm 12
Kayboluş.. Bölüm 13
İz.. Bölüm 14
Güvenin Acı Tadı.. Bölüm 15
Geçmişe Takılı Gelecek.. Bölüm 16
Veryansınlar.. Bölüm 17
Kefaret.. Bölüm 18
Katran Karası Düşler.. Bölüm 19
Siyaha Bulanmış Kelebek.. Bölüm 20
Kayıp.. Bölüm 21
Pembe Mezarlık..Bölüm 22
Karamsar.. Bölüm 23
Kafes.. Bölüm 24
Sahte.. Bölüm 25
Gözleri kör boşluk..Bölüm 26
Kirlenmiş Gökkuşağı.. Bölüm 27
Kaçmak İçin Savaş..Bölüm 28
Yaşamak İçin Öldür..Bölüm 29.
Seni Seninle Aldattım.. Bölüm 30
İki İnsan Bir Yanlış..Bölüm 31
Kendini Feda Et..Bölüm 33
Onun İçin Ondan Vazgeç..Bölüm 34
Final.. Part 1/2
Final.. Part 2
Perizekalı'nızdan Veda

Ölüme Tutsak Özgür..Bölüm 32

1.6K 94 5
Por PeriZekali

"
Yaşam ve ölüm arasında ki o ince çizgi, hayatımın tamamını belirleyen bir rotaydı. Çıplak ayaklarla üzerinde yürürken ayaklarımın kesilip kanamasına sesimi çıkaramazdım. Çünkü tek bir hareket beni düşürmeye yeterdi. Düştükten sonra ölür müydüm, kalır mı burası hep bir muammaydı. Ben bu bilinmezliğin içinde kaybolmuştum.

Bu gece düşüncelerimi bir balona bağlayıp gökyüzüne emanet ettim. Sanki hiç yaralanmamış gibi, hiç ihanete uğramamış gibi, hiç terkedilmemiş gibi nefes alacak, ayaklarım yere daha sağlam basacaktı. Çünkü düşünülmeden verilmiş sözler, geriye yalnızca korkuyu getirirdi.

Korkuyu hissediyordum. Bacaklarımdan başlayıp kasıklarıma kadar çıkan o ince keskin his beni tamamen ele geçirmek üzereydi. Bunun adı korkuydu. Bir kere kapıldın mı kurtulmak epey çetrefilli olurdu. Aniden algınızı kaybeder ve düşebilirdiniz.

Düşer,
Düşer,
Ve buna devam ederdiniz.
Ta ki çakılana kadar.

Havanın aydınlanmasına neredeyse iki saat kalmıştı. Yorgun ve uykusuzdum. Dört kişiydik. Kilisenin sayısını bilmediğimiz korumalarına karşı sadece dört kişi. Bu oran düşündükçe gözüme daha korkutucu geliyordu. Çünkü orayı görmüştüm.

"Teçhizat arabanın arkasında, gelin." Dedi İz. Belli ki bunu da hesaba katmıştı. Hala ona güvenmiyor, olabildiğince göz hapsinde tutuyordum. Arabasının bagajını açtığında neredeyse dilimi yutacaktım. Bilimum tüm kesici, patlayıcı aletler vardı.

"Bir kadın arabası için fazla erkeksi şeyler." Diye mırıldandım. Ama İz ikisini de taşıyabilecek bir kadındı. Giyinmeyi iyi biliyor, aynı zaman da timde yer alıyordu. Kabul edilirse, bu biraz sinir bozucuydu. 

"Sen ne olsun isterdin?" Diye sorduğun da Emir çoktan bagajdan dişine keskin metalleri ayırmaya başlamıştı. Arabanın kaputuna yaslandım.

"Birkaç ruj iyi olurdu." Dedim ve omuz silktim. Makyaj artık gözüme en gereksiz şey gibi görünse de her kadının ihtiyaç duyduğu bir şeydi. İz bagaja uzanıp küçük bir siyah çanta çıkarıp bana fırlattığın da şaşkınlıkla; "ciddi olamazsın." Dedim. Ama ciddiydi. Çantanın içi makyaj malzemeleriyle doluydu. Tamda İz'den beklenilir bir hareketti. Minnet duymadım desem yalan olurdu. Onlar silahlarla ilgilenirken arabanın camından bordo bir ruju dudaklarıma sürdüm. Her zaman söylerim; alkol değil, makyaj bütün kötülüklerin anasıdır.

"Eylül silah kullanamaz. Ama bıçağı iyi kullanıyor. O yüzden ona keskin bir şeyler verelim. Hiç yoktan kendini koruyabilsin." Dediğin de Emir'e hak verdim. Silah tutmuşluğum bile yoktu. Emir'in evinde ki o günü saymazsak, bunlar hayatımda gördüğüm ilk büyük silahlardı. Gerçekten daha önce hiç bu kadar çok silahı bir arada görmemiştim. Babamın ki hariç. O bunların yanında oyuncak kalırdı. Bana uzun sivri bir bıçak verdi. Bir çakıyı da cebime koydu. Onlar ise silah almayı tercih ettiler.

Yarım saatin sonunda artık herkesin elinde bir silah vardı. Ve gün doğumuna yalnızca bir buçuk saat kalmıştı. Bu işi gün doğmadan halletmek zorundaydık. Gündüz ortaya çıkmamız demek hemen yakalamamız demekti. Hepimiz Barış'ın arabasındaydık. Çünkü takip edilmeyen tek araba onunkiydi.

"Kilisenin içinden girelim. Oradan kestirme bir yol biliyorum. Direk girişe açılıyor." Dedim ve kafamda iyice tasarladım. Kenan'la geçtiğimiz yolları, katları, kaldığımız odaları tek tek gözümün önüne getirdim. Hepsi daha tazeydi. Unutmam imkansızdı. "Eğer Kenan'ı bulabilirsem...."

"Kenan mı?" Diye araya girdi İz. Tanıyor gibiydi. "O kimseye boş yere yardım etmez. Onu tavlamak kolay değildir." Dediğin de Emir dikiz aynasından bana baktı. Hala aklında kalan soruların izlerini görebiliyordum. Her biri beni idam ediyor, sandalyemi ayaklarımın altından itiyordu.

Başımı camdan tarafa çevirdim. İz'e cevap verecek değildim. Çünkü ne söylesem yanlış anlaşılacak ve ben bunun içinden çıkamayacaktım. Halbuki Kenan'a hiçbir şey vadetmemiştim. 

"Şurası." Dedi Emir ileride kilise görünmüştü. İçimde huzursuzluk bir fidan gibi büyüyor, korku onu besliyordu. Oradan kaçtığım gün gözlerimin önüne geldiğin de yutkunmak zorunda kaldım. Buradaydılar. Sözümü tutmuş geri dönmüştüm.

"Hadi yapalım şu işi." Dedim bıçağı elime iyice kavrayıp. Tam elime göreydi ve ışıkta keskinliği parlıyordu. Bir kere kullanmıştım ama ikincisini nasıl yapacaktım, emin değildim.

"Herkes dikkatli olsun. Kimse kahramanlık yapmasın. Yavaş ve seri hareket edeceğiz. Önce çocuklar. Unutmayın. Onlara zarar gelmeyecek." Diye ikazda bulundu Emir. Buna sevinmiştim. Bir tek Ceyda'yı alıp çıkalım demiyordu. O pislik çukurundan çocukları da kurtaracaktık. Sonunda özgür olacaklardı. İçim gururla kabardı.

Arabadan indik. Herkes silahını çekip alacağı yere sakladı. Kilisenin içinden geçeceğimiz için dikkat çekmek istemiyorduk. Önce kiliseye girdik. Burada ki korumaların hiçbirini daha önce görmemiştim.  Bu yüzden geçmemiz fazlaca kolay oldu. Sonuçta burası bir kiliseydi. Ve dünyada çok fazla günahkar vardı. İçeri girdiğimiz de loş bir ışık bizi karşıladı. Tam da bıraktığım gibiydi her şey. Kafası inik insanlar, dualar, günahlar hepsi buradaydı. Ön sıralardan birine arka arkaya oturduk. İçeriye açılan kapı sol tarafda ki bölmedeydi. Kitaplık gibi görünen kapı bizi oraya götürecekti ama dikkatli olmamız gerekiyordu. Çenemin ucuyla kapıyı Emir'e gösterdim. Yavaşça başını eğip yavaşça ayağa kalktığın da bende peşinden kalktım. Sesimizi çıkarmadan kapıya yaklaştık ve yavaşça içinden geçtik. Çok geçmeden İz ve Barış da bizi takip etmeye başladı.

"Burası ne garip yer böyle." Diye yakındı Barış. Bu gördüğü hiçbir şeydi. Bende burada kaç gün yaşamıştım. Tabi ona yaşamak denilirse. Çamur ve ıslaklık kokan yerden uzunca bir yürüyüş yaptık. Herbir adımım da daha da geriliyor, kendimi zar zor zaptediyordum.  Teoride hepimiz birer kahramanlık ana pratikte Tanrı bizi korusundu. Yada.. yada belki de... bize Allah yeterdi.

"Şurası!" Dedim kapıyı itip açmaya çalışırken. Ama kapı beton dökülmüş gibi yerinden bir nebze oynamamıştı. "Çekil." Dedi Emir ve beni arkasına aldı. Silahın kabzasıyla birkaç kez kilide vurdu ama fazla ses çıkarmamak için tüm kuvvetini uygulayamıyordu.

"Birde ben deneyeyim." Dedi İz ve kafasından bir tel toka çıkardı. Neredeyse hepimiz gülecektik. Şans bazen gerçekten başka yerleriyle gülüyordu. İz o kapıyı birkaç denemede açınca gülmek üzere olan dudaklarımızı oynatmaya bir son verdik. Bir tel tokanın yapamayacağı şey yoktu. Buna bir kez daha şahit oluyorduk. Kapı yavaşça açıldığın da içeriye neredeyse parmak uçlarında girdik. İçerisi temiz görünüyordu ama korumaların nereden çıkacağı belli olmazdı. Biraz daha yürüdüğümüz de yukarıdan bir çığlık koptu. Yerimde dona kaldım. Çocuklardan biri son ses bağırmaya başladığın da yerimde duramayıp ani gelen aptal cesaretiyle koşmaya başladım.

"Eylül!" Diye bağırdı Emir ama ben çoktan merdivenleri çıkmaya başlamıştım. Yüreğim ağzıma kadar gelmiş, gümleyerek dışarı çıkmaya çalışıyordu. Korumalar dört bir yandan çıktığında aşağısı aniden karıştı. Emir onları savuşturarak bana gelmeye çalışsa da korumaların biri gitmeden biri geliyor, hepsiyle baş etmesi zor görünüyordu. Ama Barış ve hatta İz bile nasıl kavga edileceğini biliyorlardı. Ben zaten onlara ayak bağı olmaktan başka bir işe yaramazdım. Yapacak bir şeyim yoktu. Bende merdivenleri çıkmaya devam ettim.

Nefes almak ciğerlerimi yırtıyor, tüm vücudum resmen bana isyan ediyordu. Arkama bile bakmadan buradan kaçtığım gün de aynı bu sahneyi yaşamıştım. Dişlerimi sıkıyordum. Sanki bütün gücümü kullansam burayı yıkmayı başarabilirmişim gibi. Adımlarımın gücü yeri titretiyor gibi hissediyordum ama titreyen sadece bendim. İçeride günlerimi geçirdiğim deponun kapısını var gücümle açtığım da nefesimi tutmuştum.

"Geleceğini biliyordum." Bir kahkaha sesi iç tırmalayıcı bir tını da kulaklarıma doldu. "Gerçekten bazı kararsızlıklarım vardı ama yine de biliyordum." Tesa'nın yüzü dışarıdan vuran sokak lambası altında yırtıcı bir hayvana benzesede ilk saldırı için hazır bekleyen bendim.

"Çocuklar nerede?" Diye sordum. Kelimeler ağzımdan bir küfür gibi çıkıyor, karşımdakinin yüzüne çarpıyordu. Gözlerim etrafı hızlıca taradığında depoda sadece ikimizin olduğunu farketmemle neredeyse sendeleyecektim. Aşağıda büyüyen kavganın gürültüsü arttı. Ama ben ne düşünebiliyor, ne hareket edebiliyordum. Ağzımdan tek bir kelime fısıltıyla çıktı. "Ceyda."

"Çocukları ne yapacaksın?" Yaslandığı duvardan kalkıp bana doğru yürüdü. "Arkadaşını bile sormuyorsun. Her zaman kötü arkadaş olmak zorunda mısın?" Her sözü tenimi sıcakta yanmış bir demir gibi dağlıyordu. Ne zaman bu kadar acımasız olmuştu? Gözleri ne zamandan beri böyle keskin bakar olmuştu? Anlayamıyordum.

Titreyen ellerimi yumruk yaptım. Aklıma gelen kötü senaryolar bir bir beynime hücum ettiğin de öfke de aynı hızla ellerimde toplandı. Daha önce öfkeyi hiç bu denli saf hissetmemiştim. Sanki beni esir almış gibiydi. Sırtımdan başlayıp boynuma kadar ilerliyor beni kamçılıyordu. Koluma sakladığım bıçağı çıkarıp Tesa'ya salladım.

"Seni gebertirim! Ceyda nerde? Çocuklar nerede? Söyle yoksa acımaz seni burada gözümü bile kırpmadan doğrarım!" Tükürürmüşçesine üzerine atıldım ve Tesa bu ani hezeyanımı beklemiyor olacak ki gözlerin de bir şimşek patladı. Ama bu çok kısa sürdü. Kısa sürede kolumu hava da yakalayıp bıçağı düşürmeme sebep oldu.

"O bir kere olur!" Diye bağırdı. Ben bıçağın düşüşüne bakarken, o benden hızlı çıkıp silahını burnuma vuruna kadar bunun nereden geldiğini anlayamamıştım. Büyük bir sızı burnumda bir volkan gibi patladı. Gözlerim katran dökülmüş gibi karardığın da acıyla inledim. Daha önce fiziksel olarak canımın bu kadar acıdığını hatırlamıyordum. Sanki bütün kanım burnumdan dökülüyordu. Neredeyse kendimden geçecektim ki cam kenarında ki Alaska'nın her zaman oturduğu yere kayarak oturdum. Canım inanılmaz yanıyordu. Burnumu tutarak daha fazla kanın akmasına engel olmaya çalıştım. Ama bu midemin bulanmasından başka hiçbir işe yaramadı. Kan sanki ellerimden boşalıyordu.

"Senin sorunun ne biliyor musun?" Diye sordu karşımda eski bir sandalyenin üzerine otururken. O kadar eskiydi ki sürekli gıcırdıyordu. Aşağıda ki sesler durmak bilmeksizin devam ederken kendimi ona bakmaya zorladım. Bu çok zordu. Canımın acısı bana hükmediyor gibiydi. "Her zaman daha akıllı olduğunu sanıyorsun. Ama o kadar aptalsın ki herkes seni kolayca kandırabiliyor. Baban bile seni senelerce aptal yerine koymuş. Emir başında beri bunu biliyormuş ama o bile seni kandırmış. Sen küçük aptal bir faresin. Ve bu gece burada öleceksin."

Anlamıyordum. Bana bu kadar düşman olacak ona ne yapmıştım bilmiyordum. Sırtımda ki ter tenimi yaktığın da yavaşça soluk aldım. Her hareketimde etime iğneler batıyor gibi hissediyordum. Burnum daha ne kadar kanamaya devam edecekti?

"Ben sana ne yaptım?" Diye sordum bu cümleyi kurmak bile burnumda büyük bir sızı oluşturmuştu. Ama öğrenmek zorundaydım. Öleceksem bunu bilmeye hakkım vardı.
"Bu düşmanlığın niye?"

Kuruyan damağım neredeyse alev alacak beni bir yangına çevirecekti. Yutkunamıyordum. O bile canımı yakmakta ustaca davranıyordu. Tesa'nın bakışları o saniyede eğildi, büküldü, alayla kıvrıldı. Daha önce hiçbir suratı böylesine dağıtma arzusuyla yanmamıştım. Hayali bile bana büyük bir haz veriyordu.

"Hala anlamıyorsun değil mi? Bende bu oyunun bir parçasıyım Eylül. Patronun dediğinin aksine Time yeni girmedim. Buda bir şaşırtmacaydı. Başından beri timdeydim. Benimle bu sayede tanıştın. Yoksa asla takılmak isteyeceğim bir kız olamazdın. Babanı yakından takip için gönderildim. Çünkü tim zaten başından beri ona güvenmiyordu. Sonunda yapacağını yaptı. Paraları alıp ortadan kayboldu. Neden biliyor musun? O bozuk kalbini tamir etmek için. Herkes senin yüzünden ölmek zorunda kaldığı için kendinden nefret ediyor olmalısın."

Kusacak gibi hissediyordum. Karanlıkta bir ormanda kaçarken yüzüme sert bir dal çarpmış da olduğum yere çakılmış gibiydim. Bu acıyı tüm benliğimle hissediyordum. Bir bıçakla içimi delse bu kadar canım yanmazdı. Bu konuşma beni karşılaşmak istemeyeceğim korkularımla baş başa bırakmıştı. Yüzleşecek kadar bile gücüm yoktu. İçine düştüğüm bu oyun bir ölüm tuzağıydı. Ayağım kaymıştı. Artık yere bassam bile bir yere ait olamazdım.

Elimi duvara koyup kalkmaya çalıştım. Ama bozuk kalbim başta buna izin vermedi. Tesa haklıydı. Zaten her şey bu bozuk kalbim yüzünden değil miydi? Annem hep bu yüzden benden nefret etmemiş miydi? Sonra babam benim için ölüme atlarken bile tek sorun ben değil miydim? Şimdi Emir bile benim yüzümden aşağıda savaşıyor belki de çoktan yara almıştı. Kalbim acıyla kıvrıldı. Savaşmaktansa belki de teslim olmak bazen herkes için daha iyi olabilirdi. Elimi tekrar duvara koyup artık bana bile ait olmayan bu bedenimi ayağa kaldırmaya çalıştım. Ama duvarda gördüğüm bir yazıyla neredeyse bayılacak gibi oldum.

Artık özgürüm.

"Alaska." Diye fısıldadım. Elimi bozuk yazının üzerine koyup iki kelimelik yazıyı defalarca okudum. Anlamı beni intihara sürüklüyor, ayağımı kaydırıyordu. Boğulacak gibi hissediyordum.

"Evet. Yazık oldu. Halbuki Baba'nın en gözdesiydi. Kendini çatıdan aşağıya atmış. Birinin kafasını karıştırdığını söylüyorlar. Ah Eylül. Resmen intihara teşebbüssün."

Bütün kanın beynimde toplandığını hissettim. İçimde ki canavar sanki elbiselerimi yırtıp dışarı çıkmaya çalışır gibi hırlıyordu. Onu duyabiliyordum. "Hayır!" Diye bağırdım. Bu bir feryat aynı zaman da bir krizdi. O an tüm acımı unuttum. Kafamda dolaşan tilkilerin ayak sesleri büyük bir gürültüyle beynimde coşuyordu.

Onu kurtaramadım.

Bağırmak, yerlere yatmak, kendimi oradan oraya atmak istiyordum. Ama bu öfkemi nasıl yatıştıracağımı bilemiyordum. Gözüm dönmüştü. Adeta yırtıcı bir hayvan gibi ne olacağını düşünmeden Tesa'nın üzerine atladım. Cebimde ki çakıyı bir an bile düşünmeden büyük bir çığlıkla bacağına sapladım. O acıdan ben ise duygularımı dışarı vurmak adına bağırıyordum. Bu bağrışma saniyelerce sürdü. Ta ki Tesa acıdan kendini yere atana kadar.

Elinde ki silahı acısından faydalanarak çekip aldım ve hiç düşünmeden ona doğrulttum. Yerde acıyla kıvranıyor bıçağı çıkarmak adına hiçbir güç gösteremiyordu. Ne kadar aciz, ne kadar zavallı görünüyordu. Ellerim titriyordu. Ama bu sefer ki korkudan değildi. Nefretin verdiği açlıktandı. Acıdan gözleri çakmak çakmak yanarken onu da kendimi de öldürmeyi düşündüm. Bu hastalıklı ruh hali beni sarıp sarmaladı. Delirecek gibi hissediyordum.

"Eylül." O an da hayata geri dönmüş gibi hissedip irkildim. Emir'in sesi beni bulunduğum bu kara baloncuktan bir anlık bile olsa çıkarmayı başardı. "Bırak o silahı."

"Onu öldüreceğim. Her şeyi göze aldım. Ben." Kelimeler ağzımdan birbirine dolanarak çıkıyordu. Algım tamamen bozulmuş, gerçek ve hayal arasında gidip geliyordum. Hayalimde onu öldürüyor ve bundan hiç pişmanlık duymuyordum. Bu yakıcı tadı ağzımda hissediyordum. Onu öldürmek istiyordum. Bunu arzuluyordum.

"Hayır. Öldürmeyeceksin. Unuttun mu? Biz adam öldürmeyiz." Umutla elini bana uzattı. Eli öyle çok yakındı ki daha da tedirgin oluyordum. Gözlerim bir onun eline birde yerde acıdan kıvranan Tesa'ya gidiyordu. Hangisinin daha çok baskın geldiğini bilemiyordum. Ama bir şeyi çok iyi biliyordum. Tesa'nın üzerine tükürdüm.

"Senin için değmez!" Dedim ve yavaşça silahı Emir'e çevirdim. Yerimde adeta sallanıyordum. İçimde bir yerlerde artçı depremler oluyordu. Tamamen dağılmış, her yer yakılıp yıkılmıştı. Artık içimde bile barınacak bir yerim kalmamıştı. "Bana yalan söyledin! Başından beri her şeyi biliyordun. Hepiniz beni kandırdınız! Babam, annem hepsini biliyordun! Ama sustun!"

"Eylül, sana hiç yalan söylemedim."

"Saklamak da bir çeşit yalandır." Dedim

"Bazen susmak karşındakini korumaktır Eylül. Anla bunu. Söylesem de bir şey değişmeyecekti. Bu bok çukuruna daha da batacaktın. Kusura bakma ben buna izin veremezdim. Beni vurmayacağını ikimiz de biliyoruz. Şimdi bırak o silahı." Dediğin de kimi vurmam gerektiğini artık algılayamıyordum.  Belki de kafama sıkıp kurtulmak en kolayıydı ama Emir damarıma basmaktan hiç çekinmiyordu.

"Neden seni vuramayacağımı düşünüyorsun? Ben bunu yapabilecek biriyim." Cümlenin içinde ki tanıdık kelimeler bizi sanki görünmez bir ip gibi birbirimize bağladı. O an bunu yapamayacağımı anladım.

"Hayır değilsin. Hiç olmadın." Dedi Emir ve bana iyice yaklaştı. "Sen kötü biri değilsin." Elimde ki silahı alırken ben çoktan pes etmiştim. En dipteydim. Ve yeni bir dip daha keşfetmiştim.

Emir boşta olan eliyle boynumdan doğru bana sarıldı. Deli gibi nefes alıp veriyordum. Ve buna oldukça şaşırıyordum.

Biliyordum ki; ben artık, ölüme tutsak bir özgürdüm.

Seguir leyendo

También te gustarán

31.6K 3.5K 70
Bir düş kocaman kanatlı, upuzun boylu, gök gözlü bir kuş getirdi penceremin önüne. Kartal dediler adına ama gülen gözlerinin kenarına sığınmış çocuğu...
12.8K 1.1K 9
Modern zamanın Ferhat ile Şirin'ini okumaya hazır mısınız?
5.8M 192K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
Temassız Por Tuğçe

Historia Corta

255K 15.7K 16
Sayıner Ailesi #3# Bu hikâyede bir kadının kendiyle çatışmasını, reddedilemeyecek sonunu ve yürek yakacak bir aşkı okuyacaksınız. Ve şunu anlayacak...