Yaramızda Kalsın ♣️

By PeriZekali

90.6K 4.4K 351

Tamamlandı ✔️ "Bu kitabı; 24 yıllık hayatım boyunca, içimde sürekli takılıp düşen o küçük kıza ithaf ediyorum... More

Yaramızda Kalsın
İlk Bakış.. Bölüm 1
Biat.. Bölüm 2
Katil.. Bölüm 3
Kleptomani.. Bölüm 4
Medcezir.. Bölüm 5
Acı zanaatçısı.. Bölüm 6
Hesaplaşma.. Bölüm 7
Acı Sarmalı.. Bölüm 8
Sır.. Bölüm 9
Rüya.. Bölüm 10
Madde.. Bölüm 11
İhanet.. Bölüm 12
Kayboluş.. Bölüm 13
İz.. Bölüm 14
Güvenin Acı Tadı.. Bölüm 15
Geçmişe Takılı Gelecek.. Bölüm 16
Veryansınlar.. Bölüm 17
Kefaret.. Bölüm 18
Katran Karası Düşler.. Bölüm 19
Siyaha Bulanmış Kelebek.. Bölüm 20
Kayıp.. Bölüm 21
Karamsar.. Bölüm 23
Kafes.. Bölüm 24
Sahte.. Bölüm 25
Gözleri kör boşluk..Bölüm 26
Kirlenmiş Gökkuşağı.. Bölüm 27
Kaçmak İçin Savaş..Bölüm 28
Yaşamak İçin Öldür..Bölüm 29.
Seni Seninle Aldattım.. Bölüm 30
İki İnsan Bir Yanlış..Bölüm 31
Ölüme Tutsak Özgür..Bölüm 32
Kendini Feda Et..Bölüm 33
Onun İçin Ondan Vazgeç..Bölüm 34
Final.. Part 1/2
Final.. Part 2
Perizekalı'nızdan Veda

Pembe Mezarlık..Bölüm 22

1.7K 108 0
By PeriZekali

"

Seçme şansı bize sunulsaydı bu dünyada, önce ölümle mücadele ederdim. Kaburgalarıma ok gibi saplanan acının doyumsuzluğuyla yüzleşir, sancılarına gebe kalırdım. Çünkü alışmıştı bir kere beden acı çekmeye, yumruk yaptığım elimi sineye vura vura yasını tutar, parmak boğumlarımın morlaşan kısımlarını tenimde bir mücevher gibi taşırdım.

Yapardım. Eğer dünyaya bu kırık bedenle gelmeyip, güçlü bir bedenle gelseydim. Acizce atan kalbimi sıkıp parçalar, elime bulaşan kanın tadıyla beslenirdim. Yine de göstermezdim kimseye acı çeken yanımı. Ama değildim işte. Gerçeğin yansıması şuan tam karşımda oturuyordu. Kalbimden sızan boşluklar da ki ışığı görebiliyordum. Bir kaç kez parçalanmıştı besbelli ki cılız ruhum. Bu bendim. Aynada ki yansımamın ta kendisi. Bu görüntüye  daha fazla dayanamayıp elimde ki makası anlık patlayan öfkemle karşımda ki boy aynasına fırlattım.

Bu, ben olmak istemiyordum.

Ben, bu olmak istemiyordum.

Büyük bir patlamayla etrafa sıçrayan cam kırıklarında ki binbir yüzüm de gördüğüm bu bakışlar kimdi?

"Eylül!?" Evet bu bendim. "İyi misin? Ne oluyor?"
Emir endişe içinde kapıyı kırarcasına açtığın da ben soğuk ve cam kırıklarıyla dolu zeminde oturuyordum. Yüzüne bakmadım. Çünkü ona baktığım da korktuğum şey yüzünde göreceğim şey değildi, onun bana baktığın da kimi göreceğiydi.

"İyiyim." Diye geveledim. Herkese aynı yalanı söylemeyi başarmış dilim, bunun da üstesinden gelebilirdi. O ölüm kokan yerden buraya nasıl geldim bilmiyordum. Sanki zihnim tüm acılara kendini kapatmış önüne koskoca duvar örmüştü. "Saçlarımı keser misin?" Kırıkların arasından elimin kesilip kanımın soğuk zemine akmasına aldırmadan makası aldım. Emir sessizdi. "Anneme gitmem gerekiyor." Sesim soğuk duvarlara çarpıp bir kaos gibi üzerime çöküyordu. Dilim beton gibi sert olsa da gözlerim de felaketimin imzasını taşıyordum.

"Kesemem." Dedi yalın bir sesle. Bana acıyor muydu? Yoksa umursamıyor muydu? Anlayamamıştım. Kırık camların üzerinde paramparça gözüken yüzüne bakıp bir neden aradım. Gözlerimiz birleştiğin de yıkımın büyüklüğü altında ezildim.  "Saçlarını seviyorum." Eğer bu durum içinde olmasaydım bu söylediğine gülerdim. Emir'in bana ait bir şeyi sevme olasılığı bile komikti. Ama yine de makası elimden aldı.  "Çok istiyorsan biraz kısaltabiliriz." Dedi ve saçlarımın uçlarını tutup kaşlarını çattı. Saçlarımı kesmek ne kadar zor olabilirdi ki? Sonra yaptı. Bir karış uzunluğunda bir tutam saçı ellerinin arasına aldı. "İşte." Dedi "Şimdi anneni görmeye gidebilirsin." Sessizce ayağa kalktım ve uzun saçlarımın artık omuzlarımda olduğunu gördüm.  İstediğim bu değildi. Bu saçları istemiyordum. Yaşadığım müddetçe bana annemi hatırlatacaktı.

Hayat denen bu kasırgada yaralı bir kış gibi çırpınıyor ama asla özgür olamıyordum. Çünkü ben içine hapsolmuş bu kafesi kendi ellerimle kurmuştum.

"Kendin gitmek istediğine emin misin?" Diye sordu Emir. Emin olurca başımı salladım ve evden çıktım. Emir anahtarlarını bana hiç düşünmeden vermişti. Şoförlüğüm konusunda endişeliydi ama yavaş süreceğime söz vermiştim. Telefonun navigasyonunu açıp gideceğim yeri belirledim ve gaza bastım.

Üç gün olmuştu. Annem alkolden zehirlenmiş ve ölüsünü dışarıya yayılan koku sayesinde bulmuşlardı. Yani annem yine giderayak kokusunu bırakmıştı. Emir anlatıyordu ama algılarım o kadar kapalıydı ki onu tam olarak anlamıyordum. Mesela bunları nasıl öğrenmişti? Bilmiyordum. Beni oradan alelacele çıkarmış ve arkasına bile bakmadan eve götürmüştü. Sorgulamadım. Çünkü zaten orada durmak istemiyordum.

Arabayı yavaşça toprak yolda durdurdum. İnmek için biraz zaman tanıdım kendime. Bu yüzleşme kolay olmayacaktı. Arabadan indim ve ayakkabılarımı elime alarak yürümeye başladım kimsesizler mezarlığında. Yutkunamıyordum. Eğer yutkunursam boğazımda ki düğümün çözülüp beni hıçkırıklara boğmasından korkuyordum. Ölümün soğuk nefesi arasında kırk ikinci mezarlığı ararken acele etmedim. Elimde ki ayakkabıları geri de bırakıp yürümeye devam ettim. Ayağıma takılan taşları, toprakla kirlenen ayaklarımı umursamadan sadece yürüdüm. Belki olurda toprağa karışırsam kolay olsun diye üzerimde ki ceketi de arkamda bıraktım.

Gecenin karanlığı arasında bir umut ararmışçısına, her rüzgar tenime çarpıyormuş ve ruhumdan bir şeyler eksiltiyormuşçasına yürüdüm ve sonunda onu buldum.

"Buradasın." Dedim sanki beni duyabilirmiş gibi. "Buradasın anne!" Diye inledim ve yanında ki toprağa çöktüm. O anda toprağın beni içine çekmesini ve yok olmayı öyle çok istedim ki, bu istekle titredim.

"Ben geldim. Memnun olmadığını biliyorum ama saçlarımı bile kestim." Sokak lambası ışığında gölgem mezarın üzerini örtüyordu. "Bir kere beni sevmeni istedim. Bir kere saçlarımı okşamanı." Sonra dudaklarımı güçlükle sabit tutmaya çalıştım. Neredeyse gülecektim. "Doğru ya sen saçlarımı sevmezdin." Kuruyan boğazımda ki düğümlerin sayısı gittikçe artıyordu. Bir urgana dönüşüp beni boğmasından korktum.

Annemin bana neden sahip olmak istediğini biliyordum. Hiç buna gerçekten inanmaya cesaret edemiyordum ama gün gibi ortadaydı. Etrafa gösterdiği o mükemmel eş olayının bir çocukla mühürlenmesini istemişti.  İşte o zaman tam anlamıyla mükemmel bir aile olabilecekti. Yaptığı her şey yapmacık ve avamdı. Hiçbiri üzerinde durmuyor hepsi bir emanet gibi bir bir geri alınıyordu. Hiç istediği gibi bir kız olamadım. Hep başına buyruk, asi bir kız oldum. Birde hastalığım ortaya çıkınca annem için tamamen hayal kırıklığıydım.

Farkında olmadan annemin yanında ki yarım bırakılmış mezarı eşelemeye başladım.  Sinirim bir nebze olsun yatışsın diye ellerimle kazıdım o boş yarım  mezarı. Tırnaklarım da ki silinmeye yüz tutmuş pembe ojeler kırılan tırnaklarımla beraber toprağa karıştı.  Bu ojeyi bana Buse yapmıştı.  Şimdi oda benden nefret ediyordu. Hırsla biraz daha kazıdım ve soluk soluğa sırt üstü mezara yattım. 

"Bunların hepsini hakettin anne." Kırılan tırnaklarım sızlıyordu. "Keşke mükemmel olmak yerine sadece anne olmaya çalışsaydın."

İlk kez annemle konuşuyordum. Onu beni dinlediğine emin olarak konuşuyordum.  Bağırıp çağırmak istiyordum.  Herkese bu kimsesizler mezarlığında yatan kadın benim annem diye göstermek istiyordum. Bu kadın benim annem ve beni hiç sevmedi.

Ayağa kalktım. Üzerimde ki tişörtü çıkardım. Yağmur yavaş yavaş çiselemeye başladı ve ben durmadım. Pantolonumu da çıkardım. Boş mezara geri yatıp cenin pozisyonunda öylece yattım. Ne üşüyor, ne yanıyor, nede bir şey hissediyordum. Hiç intihar etmeyi düşünemiştim. Çünkü intihar etmek muazzam bir aptal cesareti gerektiriyordu. Bu boş mezarda kaldığım müddetçe Tanrı'nın bana acıyıp buna bir son vermesini bekledim. Uzun bir süre bekledim.

Sonra üzerime birkaç papatya düştü. Öleceğimi düşündüm. Bir an için buna gerçekten inanıp gözlerimi kapattım. Papatyalar üzerime yağarken onların bir battaniye gibi beni ısıttığını hissettim. Ölmek bu kadar kolay mıydı? Sokak lambasının önünü kesen bir gölge üstümde belirdiğin de gözlerimi açtım.

"Kimin cenazesine geldim bilmiyorum ama burada yaşayan bir ceset var." Dedi. Nede güzel bir tabir.  Beni anlayan tek insanın üzerime papatyalar atması, beni bu çukurdan çıkarmak yerine çukura girmesi.

"Ölmedim mi?" Diye sordum aptalca. Ölmenin bu kadar kolay olacağını kim söylemişti ki? Bu kadar günahkar bir kadının papatyalarla uğurlanacağını nasıl düşünmüştüm?

Emir ceketini çıkarıp arkama yattı. Sıcak nefesi kulağıma çarparken titredim. "Henüz değil sarışın."

Sadece,canım isteyince ölmek elimde olduğu için yaşıyordum. İntihar fikri olmasa, kendimi çoktan öldürmüş olurdum. Bunun zevkini kimseye yaşatmazdım. Ama o muazzam aptal cesareti bende yoktu.

"Affet anneni Eylül." Dedi Emir. Elleri beceriksizce karnıma değdi. Sesi hala kulaklarımda bir yerlerde geziniyordu. "Affet yoksa asla iyileşemeyeceksin."

"İyileşmek mi?" Ama ben hasta değildim ki, yıkık döküktüm. Aynı şey değildi, anlamıyor muydu?. Üstelik hangi birini affetmeliydim? Aç kaldığım geceleri mi, beni hiç sevmemesini mi, boşandıkları zaman beni çoktan gözden çıkarmış olduğunu mu? "Affedersem asıl bir daha asla kendim olamam Emir. Affetmek iyi insanların işi."

Vicdanın bekaretini bozduysa bir kere insan, ruhunun kirini artık kimse temizleyemezdi.

"Affetmek iyi insanların değil, cesur insanların işidir." Dedi. Kestiği saçlarımı kenara toprağın içine bırakarak. "Ve sen benim gördüğüm en cesur kızsın." Sanki bu saçların bir şeyler kanıtlayacağını düşünmüş gibi. Tüm kızların saçlarını omuzlarına kadar kestirdiği bir dönem olurdu. Bu ruhun intiharıydı. Yaşayan bir bedenin ölü ruhunun temsili.

Ben cesur falan değildim. Ben artık yıkılmam sanıyorken, yerlerde süründüğümü farkettim. Hep en dipteyim daha var mı diye düşünürken bugün bir dip daha keşfettim.

Dudaklarım titriyordu. Kalbim acıyla sarsılıyordu. Ağlamamak için sıktığım bedenim de ki herbir kas ağrıyordu.

"Korkuyorum Emir." Dedim sonunda bir damla göz yaşım toprağa karışırken. "Çok korkuyorum."

"Korkmak iyidir Eylül. Sana kim olduğunu hatırlatır." Kolları şimdi daha sıkı tutuyordu beni sanki bıraksa yok olacakmışım, buhar olup havaya karışacakmışım gibi. "Ağla. Bu gece dilediğin gibi ağla. Yarın daha güçlü kalkacaksın ayağa. Bu gece öyle bir düş ki, yarın ayakların daha sağlam bassın toprağa. Çünkü bu toprak bu gece seni alamadı."

"Beni iyileştirmek için fazla kırıksın." Dedim ona dönerek. Ellerimi kirli sakallarına koydum ve yaşlı gözlerimle ona baktım. Yıkımım şu an onun gözlerinde sallanıyordu.

"Sen beni boşver. İyileşmek için fazla yaşlıyım." Kelimeleri geçmişten gelen bir esintiyle dalgalandı. Çok şey yaşamıştı belli ki. İyileşemeyeceğini düşünüyordu çünkü artık iyileşmek istemiyordu. Böyle yaşamak belli ki daha kolayına geliyor bazı gerçeklerden kaçması kolay geliyordu.

"Herkes için biri umut vardır Emir." Dedim ve keşke oda ağlayabilse diye düşündüm. Bütün acılar nasılda akıyordu gözlerden. Nasıl da karışıyordu ıslak toprağa. Uzanıp elini tuttum ve yüzüğün hala bir pranga gibi parmağında durduğunu gördüm. "Bırak Hayal'i Emir." Dedim kelimeleri özenle seçerek. "Bırak gitsin." Elini kurtarmadı ama bedeni sırt üstü toprağa devrildi.

Zamanın ruhunda açtığı yaraları saramazdım ama artık kaldığı yerden devam etmesi gerektiğini ona gösterebilirdim. Hayat devam ediyordu. Belki artık pek görmüyor, biraz aksıyordu ama devam ediyordu işte. Olan hep kırık ruhlu bizlere oluyordu.

"Affet onu."

"Ona kırgın değilim."

"Ama kızgınsın. Seni bırakıp gittiği için, bunu kendine yaptığı için kızgınsın. Affet Emir. Böyle olmasını istemezdi. " eliyle yüzünü örttü ve sıkkın bir nefes aldı. Emir bununla hiç yüzleş miydi? Emin olamıyordum. Bazen her şeyi aşmış, sadece geçmişiyle yaşayan bir adam gibi gözüküyordu. Sonra bir bakıyordum o geçmeyen yarasını kanatıyor, sanki iyileşmemesini istiyordu. İyileşirse unuturdu. Unutursa bir daha asla kendini affetmezdi. Bu duygular hep bana tanıdıktı. Artık hepsi bana birer ahbaptı.

"Gel bugün burada bitsin her şey. Herkesi affedelim. Düştüğümüz kadar düştük zaten." Dedim ve yavaşça yüzük parmağında ki o prangayı çıkarmaya başladım. Defalarca beni durduracak sandım. Belki kızacak. Belki arkasına bile bakmadan kaçacak sandım. Ama öyle bir şey olmadı. Yüzüğü sonun da çıkarıp kesik saçlarımın üzerine koydum.

Bir yara bandı misali belki birbirlerini sarar umuduyla üzerlerine biraz da toprak attım. Bir gün olurda hatırlarsa burada ki insanlar bizi o gece burada ikisi de öldü bilsinler. Canlarından bir parça kopararak ama herkesi affederek.

Emir ayağa kalktı ve dağılmış yüzüyle, ince ince yağan yağmurda ıslanan saçlarıyla darmadağın. Sonra elini uzattı. "Artık zamanı gelmişti." Dedi. Kendine yaptığı bu itirafla elini tutup ayağa kalktım.

Üzerimde kalan bir papatyayı dikkatlice alıp annemin toprağının üstüne koydum. "Afettim anne." Dedim ve soluklandım. "Seni affettim."

"Duyun bizi! Diye bağırdım her yerimde toprak kokuyordu. "Herkesi affettik!" İki kırık bedenle biraz kör, biraz sağır o mezarlıktan çıktık. Artık asla daha iyi olmayacaktık belki ama bir daha asla bu kadar dibe de düşmeyecektik.

Arabaya geldiğimiz de Emir kolumdan tutup kendine çevirdi. Elini frida dövmemin üzerinde gezdirdi. Bunu sık sık tekrarlıyordu. Dövmem ona ne anlam ifade ediyordu bilmiyordum ama bundan hoşlanmaya başlamıştım.

"Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak." Dedi.

"İyi ya, eskisi gibi olmasını isteyen kim. Eskisinden daha beter olur belki. " dedim Emir'in gözleri yumuşadı. Nerdeyse gülecek sandım ama bu ortamda bu bana fazla gelirdi.

"Sen delisin." Dedi tüm samimiyetiyle. "Ve ben bunun için çok memnunum." Garip bir sessizlikle ikimiz de durgunlaştık. Gecenin yoğunluğu ve soğuğu bizi kilitlemiş olmalıydı. İlk gözlerini kaçıran Emir oldu.

"Gidelim. Ölüme meydan okuyan kız."

Continue Reading

You'll Also Like

683K 45.4K 31
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
267K 15.7K 29
"Hep kaderimin akını diledim Allahtan. Namazlardan sonra oturur uzun uzun dua ederdim. "Allah'ım benim için en hayırlısı kimse onu yaz kaderime" Ka...
680K 45.2K 43
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...
6.7K 1.4K 35
Çiçekli cümleler yazacağım Aylan, Çiçeklerle devrim yapanlara ithafen. Kurşun değil, şiirler salacağım zalimin üstüne, Ben nasıl savaşılır bilmem ki...