KİRALIK CEHENNEM

By cerennmelek

3.9M 234K 129K

Aksiyon 1. sıra 30.09.2017 Yalnızdı. İlk doğduğu andan itibaren, emeklemeye başlarken, ilk harflerini söyler... More

1.Bölüm: YABANCI
2.Bölüm: TEKLİF
3.Bölüm: ILGAR
4.Bölüm: YEDİ TEPELİ ŞEHİR
5.Bölüm: KİMSESİZ
6.Bölüm: EĞİTİM
7.Bölüm: SAVAŞ ÇANLARI
8.Bölüm: İLK İŞ
9.Bölüm: BAŞLANGIÇ
10.Bölüm: DAVET
12.Bölüm: GEÇMEMİŞ
13.Bölüm: ANNE
14.Bölüm: YENİ YAŞ
15.BÖLÜM: ÖFKE
16.Bölüm: HARABE
17. Bölüm: SERGİ
18.Bölüm: UNUTMAK VE UYUŞMAK
19. Bölüm: RUHTAKİ İZLER
20. Bölüm: BİR ADAM BİNLERCE HAYAL
21. Bölüm: İLKLER
22.Bölüm: GÜVEN
23.Bölüm: BOYNUZ KULAĞI GEÇER
24.Bölüm: Cennet Ve Cehennem
25.Bölüm: YAŞAM OYUNU
26.Bölüm: SON PİŞMANLIK
27. Bölüm: İNTİHAR
28.Bölüm: TUTKUYLA HARMANLANMIŞ BEDENLER
29.Bölüm: VURGUN
30.Bölüm: ALEDA
31.Bölüm: KATİL
32.Bölüm: ILGAR HARİKALAR DİYARI
33.Bölüm: AYRILIK
34.Bölüm: TALİHSİZLİKLER SERÜVENİ
35.Bölüm: TANRININ UNUTTUĞU YER
36.Bölüm: İKİLEM
37.Bölüm: BİLİNMEZLİKLER TEKNESİ
38.Bölüm: İHANET
39.Bölüm: MERAK
40.Bölüm: RUH KATİLLERİ
41.Bölüm: SATILIK CENNET
42.Bölüm: İNTİKAM ATEŞİ
43.Bölüm: ŞEYTAN VE İBLİSLERİ
44.Bölüm: KIR ZİNCİRLERİNİ
45.Bölüm: SON PLAN
46.Bölüm: VAHŞİ
47.Bölüm: BOYNUZ KULAĞI GEÇTİ
48.Bölüm: KÖRDÜĞÜM
49. Bölüm: ÇIPLAK RUHLAR
50.Bölüm: SONUN BAŞLANGICI
51.Bölüm: YARA
52.Bölüm: FİNAL
Teşekkür
Özel Bölüm
ÖZEL BÖLÜM: ADALET BEKÇİLERİ
2.Kitap: ADALET BEKÇİLERİ
2. Kitap Yayında!

11.Bölüm: VANİLYA

71.9K 4.7K 2.3K
By cerennmelek

Hurts - Stay

İkiye On Kala - Sonra Kül Tablasında Yer Arıyorsun

Küçük çocuk elindeki boya kalemini bıraktı ve şaheserine baktı. Küçük elleriyle çizdiği, büyük hayallerine baktı. Üç tane çöp adam çizmişti, biri hiç tanımadığı babasıydı, biri annesiydi ve en kısa olanı da kendisiydi.

Babasını hiç tanımamıştı ama arkadaşlarının söylediğine göre herksin babası varmış. Büyük yeşil gözlerini beğeniyle gezdirdi resminin üzerinde. Annesi gelir gelmez bunu ona göstermeliydi. Küçük elleriyle yerden destek alarak doğruldu.

Yerdeki kuru boya kalemlerini toplamaya başladı, annesi dağınık görürse kızabilirdi. Alnına düşen sarı saçlarını geriye itti küçük çocuk ve annesi gelene kadar topladı tüm odayı küçük bedeniyle. Resmini alıp, koltuğa oturdu. Hevesle ayaklarını sallandırarak koltukta annesini beklemeye başladı. Diğer eline de annesinin ona aldığı tek oyuncağı, küçük kahverengi ayısını aldı. Bu ayıyı çok seviyordu, annesi yokken ona sarılıp yatıyordu.

Uykusu gelmeye başlamıştı ama o annesine resmini göstermek istiyordu. Resmi tutmaktan elleri terlemişti. Elindeki resmi yanına bıraktı ve tekrar baktı çizdiği yerlere.

Evin kapısı gürültüyle açıldı, küçük çocuk hevesle ayağa kalktı, resmini eline aldı. Kapıya koştu minik ayaklarıyla. Annesi gelmişti ama yalnız değildi, yanında daha önce hiç görmediği bir adam vardı.

"Anne." Dedi küçük çocuk annesinin onu fark etmesi için. Annesi kafasını eğdi ve ona baktı. Hevesle elindeki resmi uzattı annesine. "Bak anne ben yaptım." Annesi duygusuzca baktı resme, yere attı resmi.

"Neden uyumadın şimdiye kadar?" Diye bağırdı küçük çocuğa. Çocuk yere düşen resmin baktı.

"Özür dilerim annecim, seni kızdırmak istememiştim." Dedi dolu dolu olan gözleriyle.

"Hemen git yat." Annesi yanındaki adamla birlikte odasına girdi. Her gece böyle oluyordu, kimdi bu adamlar bilmiyordu. Sabah her şey güzel oluyordu, annesi onu giydiriyordu, öpüyordu ama akşamları değişiyordu. Her akşam başka bir adamla eve geliyordu, çocuk onlar kimdi bilmiyordu.

Yerdeki resmini aldı hüzünle, hayal kırıklığıyla. Halbuki ne hevesle yapmıştı.

Odasına gidecekken annesinin çığlık sesini duydu, küçük kalbi korkuyla tekledi. Annesine bir şey mi olmuştu? Koşarak annesinin odasına gitti ve kapıyı açtı. Adam annesinin üstündeydi. Adam annesine zarar mı veriyordu?

"Annemi rahat bırak." Diye bağırdı küçük çocuk. Adam durdu ve karşısındaki küçük çocuğa baktı. Ardından altındaki kadına.

"Şu veleti yolla başımızdan yoksa gideceğim." Kadın dağılan üstünü düzeltirken yataktan kalktı.

"Hallediyorum." Küçük çocuğu kolundan tutarak dışarı çıkardı.

"Ne arıyorsun orada?" Dedi bağırarak kadın, küçük çocuğa.

"Bağırdın, bir şey oldu sandım sana. O adam sana ne yapıyordu?"

"Git yat beni iyice sinilendirme." Diye bağırmaya devam etti kadın.

"Ama anne o adam sana zarar veriyordu, gitme." Yalvararak konuşmuştu küçük çocuk.

"O adamlar sayesinde açlıktan ölmüyorsun, bir evin var." Çocuk annesinin dediklerin idrak edecek kadar büyük değildi. Annesinin bacağına sarıldı, annesi gitmesin diye. Birden itti annesi onu yere. "Sen çok oldun." Dedi küçük çocuğun minik yanağına acımasız bir tokat atarken. Küçük çocuk hissettiği acıyla ağlamaya başladı. "Ağlama! Senin sesini mi çekeceğiz birde. Müşteriyi kaçıracaksın."

Küçük çocuk hıçkırıklarla ağlamaya devam etti. İçeride ki adam çıktı sinirle.

"Piçinin zırlayışını çekemeyeceğim."

"Sen odaya git o susar şimdi." Dedi kadın, yerde ağlayan çocuğa bakarken. Adama çocuğun sesi olukça sinir bozucu geliyordu. Zaten evdeki çocuklarının seslerini çekiyordu, bir de burada uğraşamazdı. Aldı ceketini, çıktı evden adam.

Kadın şaşkınlık ve öfke arasında kaldı. Öfkeyle oğluna baktı. Aldırmak istediği ama parasızlıktan aldıramadığı oğluna. Müşterisini kaybetmesinin siniriyle karşısındaki çocuğa bir tokat daha attı. Çocuk daha da çok ağlarken bir tekme geçirdi küçük çocuğun küçük bedenine.

"Anne." Dedi çocuk acı içinde.

"Kemeri mi özledin?" Hayır, hayır çocuk kemeri özlememişti. Kemerden nefret ediyordu. Hemen televizyon masasının yanında duran kemeri aldı kadın. Küçük çocuğun sırtına acımasızca vurdu kemerle.

"Anne." Dedi iç yakan bir sesle. "Anne canım acıyor." Kadın durmadı. Çocuk ağladı. Bu ilk ona kemerle vuruşu değildi ve son da olmayacaktı. Çocuk sırtında iz kalacağını bilmiyordu, ruhunda iz kalacağını da bilmiyordu. O sadece masum bir çocuktu işte hiçbir şey bilmiyordu. Canı çok yanıyordu. Hem annesi kemer bile takmazdı ki!

Çocuk hıçkırıklarla ağlarken, annesi onu yerden sürükleyerek kaldırdı. Dolabını açtı ve kanlar içinde kalan küçük çocuğu dolabına kilitledi.

Küçük çocuk tüm gece acıyla inledi, dolapta olmanın korkusuyla annesinden kendisini çıkarması için yalvardı. En sonunda ağlamaktan ve acıdan bitap düştü. Çırpınmayı bıraktı. Kimse duymamıştı sesini, kimse kurtarmamıştı onu oradan.

Annesinin dolabı vanilya kokuyordu. Bu koku onu artık rahatlatmıyordu, korkutuyordu.








Bir şeyler eksikti, hiç dolmamıştı bu şeylerin yeri küçüklüğümden beri. Kalbim sevgiye açtı. Sevmek ve sevilmek, söylemesi ne kadar kolaydı. Peki söylendiği kadar kolay mıydı bunları eyleme dönüştürmek.

Ben büyümüştüm, boyum uzamıştı, yüz hatlarım değişmişti, düşüncelerim değişmişti ama içimde hala sevgiye aç o küçük çocuk yaşıyordu. Aile sevgisini hiç tatmayan, yaşıtları aksine sıcak bir yuvada yetişmeyen, kısa saçlı küçük bir kız vardı içimde. Adı Duru'ydu.

Duru hiçbir zaman tam anlamıyla yok olmayacaktı.

Karşımda sarı saçları terden anlına yapışmış adama baktım. Üstünde tişörtü yoktu, altındaki bol pijaması üstünden düşecek gibi duruyordu. Ter damlaları vücudundan süzülüyordu. Benim varlığımdan habersiz karşısındaki cansız mankene benzeyen hedefi yumrukluyordu. Her bir yumruğunda hedef geriye kadar sertçe yatıyordu, o yumrukların hedefi olmak istemezdim.

Onu bu şekilde izlemek doğru değildi. İçeri girdim, bakışları hemen beni buldu. İlk önce yarı çıplak vücuduna baktı, ardından benden uzaklaştı. Arkasını döndü, yerdeki tişörtünü almak için. Sırtını boydan boya kaplayan dövmeleri yine dikkatimi çekmişti. Hepsini teker teker incelemek istiyordum ama bu imkansızdı. Terden çıkardığına emin olduğum tişörtü geri giyindi. Onu taciz ediyormuşum gibi davranıyordu. Sinirle nefesimi üfledim.

"Çok meraklıyım vücuduna." Dedim üstümdeki hırkayı çıkarırken.

"O zaman sessiz sedasız belirme." İlerde duran sebilden kendisine su doldurdu ve tek dikişte bitirdi.

"Demir ne zamandır çalışmadığımızı fark etti, zorla yolladı beni." Elindeki bardağı bir kez daha doldurdu ve yine aynı iştahla içti. Dudağından kaçan damlalar çenesine doğru yol alıyordu.

Karşıma geçti ve ringi işaret etti. Ringe çıktım, burada son olarlar aklıma gelince yine elimde olmadan gerildim. Kafası dik, kendinden emin bir şekilde karşıma geçti.

"Bu saçma dövüş eğitimi ne zaman bitecek?" Ben ne olduğunu anlamadan ayağını bacağıma doladı ve kendimi yerde buldum. Beni tamamen yere sermesi bu kadar kolaydı işte.

"Konuştuğumuzu zannediyordum." Yanıma eğildi, bir dizini yere yasladı. "Beni yere yatırmayı başardığın zaman." Boyunu ve kilosunu düşünürsek imkansız gibiydi. Derin nefesler alarak yerden doğruldum. Doğrulunca elimde olmadan ona yakınlaşmıştım. Kötü kokmuyordu, halbuki terlemişti. Yeşil gözlerine daldım uzun bir an ta ki o kendini geri çekene kadar. Doğru ya bana tahammül edemiyordu.

Onun ardından ayağa kalktım bende. Ringten indi.

"Bugünlük kendin çalış, akşama avımız geliyor. Bir yerini sakatlarsam, Demir'in dilinden kurtulamam."  Doğru ya bu akşam Ali gelecekti. İçimde huzursuzluk oluşurken giden Ilgar'ın arkasından baktım.

Beni umursamayan bir adamı ben neden bu kadar umursuyordum? Neden kokusu hoşuma gidiyordu? Neden gözlerine dalıyordum? Neden bana bir kez gülmemiş olsa bile gülüşünü seviyordum?

Bilmiyordum.





Salonda kucağında köpek ve kedisiyle oturan Aleda'ya baktım. Ensemdeki havluyla alnımdaki ter damlalarını dilerek yanına oturdum.

"Hemen duş al, hazırlanman gerek." Kafamı yorgunca salladım.

"Bu işi yapmak istemiyorum." Aleda kucağındaki sevimli şeylerden kafasını kaldırdı.

"Bunun için çok geç, girdin bile işin içine."

"O bir sanatçı, kibar ve gözlemlerim doğruysa duygusal bir adam. Böyle kendi halinde bir adama neden bulaşıyoruz anlamıyorum." Aleda sarıya dönük saçlarını karıştırdı bir eliyle. Mavi gözlerini kısarak bana baktı. Benim kahve rengi saçlarım aksine onun saç rengi oldukça açıktı.

"O kendi halinde bir adam değil. Uyuşturucu taciri ya da öyle olacak. Sonuçta babasının şirketinde ne haltlar döndüğü belli ve artık bu şirketin yarısı onun. Bu işin sonunda üzülenler suçsuz insanlar olmayacak Efsa." Ona inanmak istiyordum. Şimdilik inanacaktım da, başka yolu yoktu.    

Çağkan salondan içeri girdi. Dışarıdan geliyordu. Üzerindeki ceketi çıkartarak yanımdaki koltuğa oturdu.

"Demir seni çalıştırmam gerektiğini söyledi, malum akşama hazır olmalısın." Aleda yanımızdan kalktı, Çağkan'ı saçlarını karıştırarak yanımızdan ayrıldı. Çağkan sinirle kaşlarını çatarak Aleda'nın arkasından baktı.

"Çok sessiz olma ama geveze de olma. Yerinde ve mantıklı konuş. Zeki gibi gözük." Ensemdeki terli havluyla ona vurdum. Zeki olmuş.

"İstemiyorum çalışma falan." Dedim yanından kalkarak.

"Akşam beni dinlemediğin için çok pişman olacaksın." Bu sefer havluyu yüzüne attım.

Yukarı çıktım. Aleda beni hazırlayacağı için onun odasına girdim.

Gördüğüm manzarayla utançla kafamı eğdim. Birden dalmak çok kabacaydı. Karan, Aleda'yı duvara yaslamıştı, çok yakınlardı. Neredeyse dudakları birbirine değecekti. Ben odaya girer girmez ayrılmışlardı. Aleda kafasını utançla eğdi.

"Özür dilerim, gidiyorum." Dedim tekrar kapıyı kapatacakken.

"Gerek yok Efsa, sen gel. Ben çıkıyorum." Karan yanımdan geçti ve çıktı odadan. Aleda'ya baktım. Utançtan kızarmıştı.

"Siz birlikte misiniz?" Alt dudağını dişleri arasına aldı, kafasını iki yana salladı.

"Değiliz Efsa. Neden bu kadar güçsüzüm bilmiyorum. O bana acı çektiriyor ama ben deli gibi onu arzuluyorum.  Gururum falan kalmadı bu adam yüzünden. Oyuncak bir bebek gibi oldum. Ben önceden böyle birisi değildim." Kızıyordu, kendine kızıyordu. Sıkıntıyla yatağına oturdu, yanına oturdum. "Beni seviyor Efsa." Evet, Karan Aleda'yı seviyordu hem de deli gibi. Aleda'da onu seviyordu ama Karan'ın sevgisi acı çektiriyordu Aleda'ya. "Bende onu seviyorum ama olamıyoruz Efsa. Çıldıracağım, her halt oluyoruz ama biz olamıyoruz." Öfkeyle bağırdı. Onu ilk defa bu kadar öfkeli görüyordum.

"Sen ve o siz olacaksınız. Sadece çetrefilli bir yolunuz var. Bunu aşmanız gerekiyor." Kafasını omzuma koydu.

"Sence sevgimiz bu yolu aşabilecek kadar kuvvetli mi?" Dedi aynı küçük bir çocuk kadar masum bir ses tonunda.

"Bunu bize zaman gösterecek."











Siyah kısa elbisemin açıkta bıraktığı boynuma Aleda'nın parfümlerinden birini sıktım. İçimden bir ses bu parfümün çok pahalı olduğunu söylüyordu. 

Sıkıntıyla ensemi ovuşturdum. Aleda'nın özenle düzleştirdiği saçlarımda gezdirdim elimi, yüzümdeki hafif tondaki makyaja baktım. Bu Duru değildi işte, o küçük bir kızdı. Bu görüntü Efsa'ya aitti.

Hayatım ikiye ayrılmıştı. Demir girmeden önceki ben ve Demir girdikten sonraki ben. Çalan kapının sesiyle aşağı indim hızla. Ali gelmiş olmalıydı, ona mükemmel bir aile gibi görünmeliydik.

Hepsi kapının önünde Ali'yi karışıyorlardı güler yüzle. Hepsi fazla iyi oynuyorlardı rollerini ve bu beni korkutuyordu.

"Hoş geldin." Hepsinin bakışları bana döndü.

"Hoş buldum." Dedi gülümseyerek. Saçları sarıya dönüktü ama Ilgar'ın saçları kadar sarı değildi. Kulağının altına kadar gelen saçları yine parlak duruyordu. Üstünde beyaz bir gömlek, siyah bir pantolon vardı. İyi görünüyordu.

Hep birlikte salona girdik.

"Eviniz çok güzel." Dedi etrafı incelerken. Elindeki şarap şişesi çekmişti dikkatimi. Çağkan uzandı ve aldı Ali'nin elindeki şarap şişesini.

"Bunu ben alayım, elinde kaldı." Direk özenle hazırlanmış masaya oturduk, yemekleri bugün evin temizliğine arada bir gelen kadınlar yapmıştı. Demir o kadınlara yüklü bir para vermişti. Ne yaptığını anlıyordum, insanlar kendinlerini kötü hissetmesin diye küçük bir iş ayarlıyordu ve fazlasıyla para veriyordu.

Ali hemen yanımda oturmuştu. Aleda ve Karan yan yana oturmuşlardı. Masanın en başında yine Demir vardı. Karşıma oturan Ilgar'a baktım. Ali'yle güler yüzle bir şeyler konuşuyordu. Gülüşü gerçek değildi, bunu anlayabilecek kadar tanıyordum onu.


Masada koyu bir sohbet dönüyordu. Ali'ye bu sahte ailemizi sevdirmiştik.

"Şirketin başına ne zaman geçeceksin?" Diye sordu Demir. Ağzından laf almaya çalışıyordu.

"En kısa zamanda geçmem gerekiyor ama dürüst olmak gerekirse bu işlerden hiç anlamıyorum." Bu konuda sıkıntı çektiği belliydi. "Hisselerimi satabilirim." Bu tüm planı bozardı.

"Bu büyük bir karar." Dedi Demir elindeki çatalı bırakırken.

"Öyle, babamın emeğine saygısızlık yapma istemiyorum. O yüzden en azından deneyeceğim. Yapamazsam satabilirim. Yeni açacağınız otelle de en yakından ilgileneceğim, her ne kadar bu işten pek anlamasam da." Demir gülümsedi.

"Bir kardeşin var mı?" Dedi Ilgar, Ali'ye bakarak. Ali kafasını iki yana salladı.

"Maalesef, bir kardeşim olsa şirketi ona bırakırdım ama şimdi öyle bir seçeneğim yok. Siz çok şanslısınız, hep bir kardeşim olsun istemişimdir." Bize imreniyordu, içimden güldüm. Biz mükemmel bir aile değildik, biz aile bile değildik.

"Kardeş olmak için kan bağına gerek yoktur." Dedi Karan. Ali'ye baktım, ona baktığımı fark ederek kafasını bana çevirdi. Samimi olduğunu umduğum bir şekilde gülümsedim ona, o da aynı şekilde karşılık verdi. Bu işin sonunda hangi taraf daha çok zarar görecekti kestiremiyordum.

Kafamı bakışları üstümde olan Ilgar'a çevirdim. Gözlerini kısmış, iki elini de çenesinin altında birleştirmişti. Bir şeyler düşünüyordu. Belki o da bu işin sonunda hangi tarafın daha çok zarar göreceğini düşünüyordu, belki de başka bir şey, kim bilirdi.











Tavla oynayan Ali ve Demir'i seyrediyorduk. Az önce Ilgar'la oynamıştı Ali ve yenilmişti. Her şeyde mükemmel olmak zorundaydı sanki. Daha önce hiç oynamamıştım ama seyretmesi çok zevkliydi. Bu sefer Ali kazanmıştı. Ali gülerek zaferini kutlarken, Demir yüzünü buruşturmuştu.

Bardağımdaki koladan bir kaç yudum aldım.

"Oynamayı biliyor musun?" Dedi Ali bana yönelik. Kafamı iki yana salladım. "Böyle ağabeylerin var ve sen tavla oynamayı bilmiyor musun?" Diye sordu hayretle. "İstersen öğretebilirim." Demir oturduğu yerden kalktı, eteğimin açılmamasına dikkat ederek az önce Demir'in oturduğu yere geçtim.

Her şeyi en ufak ayrıntısına kadar, anlayabileceğim bir şekilde anlatmaya başladı. Anlamadığım yerleri sabırla tekrar ediyordu. Bir el oynarsak anlayacağımı söylemişti. Oynarken her yanlış yaptığımda düzeltiyordu ve kısmen anlamıştım oyunu. Basit bir oyundu.

Oyunun sonuna geldiğimizde ben kazanmıştım. Daha doğrusu kazanmama izin vermişti.

"Gördün mü harika oynadın?" Kıkırdayarak arkama yaslandım.

"Bilerek kaybettin, saymıyorum." Gözleri çok yanlış bir şey söylemişim gibi hayretle açıldı.

"Böyle bir şey düşündüğünde inanamıyorum." Abartılı tepkilerine daha çok gülerken kafamı bizi izleyen Ilgar ve Çağkan'a çevirdim. Ilgar yine sert bir şekilde bana bakıyordu, bu sefer ne yapmıştım hiç bilmiyordum ama Ali'nin yanında şu hareketlerini kesmeliydi.  "Uzun zamandır bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum."

"Her zaman bekleriz." Dedi Demir bir içki bardağı Ali'ye uzatırken. Ali bardağa baktı.

"Araba kullanacağım, içmemek daha iyi." Demir bu sefer kola uzattı, bu sefer almıştı. "Bir ara lütfen ailecek bana gelin."

"Tabi müsait olduğumuz bir zaman geliriz." Dedi Ilgar elindeki bardakla, içki mi diye merak ettim. Ne olduğunu buradan anlayamıyordum. Ali salondaki büyük saate baktı, saat gece yarısına geliyordu. Zaman nasıl bu kadar çabuk geçmişti anlayamamıştım.

"Ben kalkayım artık, saat epey geç olmuş." Ali kalkarken bizde onunla birlikte ayaklanmıştık. Kapıya yürürken herkesle tokalaşmıştı. Diğerleri kapıya kadar eşlik ettikten sonra geri içeri dönmüşlerdi. Ben ise aynı Demir'in bugün söylediği gibi Ali'yle kalmıştım.  Soğuk havaya rağmen onunla dışarı çıktım. Elini hemen soğuyan koluma koydu.

"Üşüyeceksin, içeri gir."

"Gidene kadar bekleyeceğim." Bu sözler, bu hareketler benim değildi. Bunlar Demir'in söyledikleriydi. Ali ne kadar yakışıklı bir adam olsa da, ona karşı hiçbir şey hissetmemiştim. Sadece sempatik ve masum olduğunu düşünüyordum, onu kandırmak istemiyordum.

"Hala numaran yok bende." Elimi uzattım telefonunu vermesi için, gülerek cebindeki telefonu çıkardı. Yeni ezberlediğim numaramı, telefonuna kaydettim. Ona geri uzattım, bana bakıyordu. Etrafı kolaçan etti, sanırım sözde ağabeylerim etrafta mı diye bakıyordu. Kulağıma eğildi.

"Bugün yine göz alıcıydın." Dedi ve geri çekildi. Utanarak kafamı eğerken, güldü. İlerde duran arabasına doğru yürümeye başladık. "Bu akşam çok eğlendim."

"Bende." Arabasının önüne geldiğimizde durduk. Birden eğildi yüzüme doğru. "Yanağından küçük bir öpücük alırsam kızar mısın?" Normalde izin vermezdim ama bir oyunun içindeydik ve ben ona yakınlaşmak zorundaydım. Kafamı iki yana salladım. Yanağıma küçük bir öpücük bıraktı ve hemen geri çekildi. "İyi akşamlar, kendine iyi bak."

"Sende." Dedim o arabaya binerken. Evin büyük bahçesinden çıkarken arkasından baktım. Hiçbir şey hissetmediğim bir adamın yanağımdan da olsa öpmesi güzel hissettirmemişti, huzursuzdum. Neden bu işin içindeydim ki, burada ne arıyordum?

Sıkıntıyla nefesimi dışarı verdim. Soğuk hava, açıktaki bacaklarımı, omuzlarımı ve kollarımı üşütmüştü. Derin bir nefes aldım, boğazın kokusunu çektim içime. Rüzgarın şiddetiyle sallanan ağaç dallarına baktım, içeri girmeliydim.  

Tam arkamı döndüğüm sırada evin en üst katındaki camlardan birine takıldı gözüm. Odanın beyaz perdesi aralanmıştı, kimin baktığını seçemiyordum ama o odanın Ilgar'a ait olduğunu biliyordum. O siulete bakıp kaldım, bunu neden yapıyordu?

Benimle aynı yerde olmaya bile tahammül edemiyordu ama hiç ummadığım bir zamanda onu beni izlerken buluyordum. Perdesi çekildi ve içeri girdi. Bende eve hızlı adımlarla yürüdüm, rüzgar saçlarımı dalgalandırıyordu.

Ne kadar üşüdüğümü eve girdiğimde bir kez daha fark ettim. Evin kapısını kapattım, salona girdim. Az öncenin aksine sadece Demir vardı. Hepsi odalarına çekilmiş olmalılardı. Demir'in önünde durdum, elinde bu akşam hiç düşürmediği içki bardaklarından biri vardı. Kafasını kaldırıp bana baktı.

"Demir ben masum bir insanı kandırmak istemiyorum." Güldü duygusuzca. Bardağında kalan son yudumu kafasına dikti.

"Öyle bir seçeneğin yok Efsa."  Daha fazla bu işin içinde olmak istemiyordum. Demir ve diğerleri, hepsi mükemmel yalancılardı. Bu kadar iyi yalan söylemeleri, insanları bu kadar kolay kandırmaları beni korkutuyordu.

"Eğer istersem gidebileceğimi söylemiştin, artık bu grubun bir parçası olmak istemiyorum." Kaşlarını çattı, elindeki bardağı bıraktı ve ayağa kalktı. Tam dibimde durdu, kafasını bana doğru eğdi.

"O kabul etmeden önceydi. Hele ki bir işin ortasındayken asla çıkmayı düşünemezsin."

"Beni zorla tutacak halin yok ya." Yüzüne sinirle baktım. Beni gruba alırken o kadar anlayışlıyken, çıkmak istediğimde üzerime yürüyordu. "Yarın ilk ışıkla gideceğim Demir." Arkamı döndüm ve bir adım attım.

"İyi git seni zorla tutamam ama Efsa kalırsan ailenin kim olduğunu söylerim sana. Sen daha yeni doğmuş bir bebekken, kimin seni bir yetimhanenin kapısına bıraktığını söylerim." Taş kesildim. Annem ve babam, onlar yaşıyorlar mıydı?

Hemen arkama geri döndüm. Bu kadar şeyi nereden biliyordu? Demir aslında kimdi?

"Onları tanıyor musun?" Omuz silkti.

"Kim olduklarını biliyorum. Eğer bu işi bitirirsen sana onların kim olduğunu söyleyeceğim. Sonra istersen gidersin." Dolu dolu olan gözlerimle ona baktım. Ben her zaman öldükleri için beni bıraktıklarını düşünmüşüm.

"Yaşıyorlar mı?"

"Bunu şimdilik söyleyemeyeceğim." Rahat tavrı sinirlerimi bozarken ona doğru bir adım attım.

"Bu kadar çok şeyi nereden biliyorsun? Yalan söylemediğini nereden bileceğim." Birden kollarını boynuma dolayarak, beni kendisine çekti. Sarıldı sıkıca.

"Onların yaşama ihtimalinden korkuyorsun, seni isteyerek bırakmış olmalarından korkuyorsun. Değil mi?" Gözümden bir damla yaş onun omzuna akarken sessiz kaldım. Saçlarımı okşadı şefkatle. "Hayat bu Efsa, adaletsiz." Gözümdeki yaşlar hızlandı, canım acıyordu. "Saat tam on iki, tüm ailemi kaybettiğim tarih Efsa. Çocuklarımın ve karımın gözümün önünde öldüğü tarihi benim hiçbir şey yapamadığım tarih." Şaşkınlık vücuduma yayılırken bir kaç damla da onun için düştü gözlerimden.

Bende sarıldım ona sıkıca. Saçlarımda ıslaklık hissediyordum, ağlıyordu. Ben ailemi hiç tanımamıştım, ölseler bile pek bir şey hissedemezdim ama Demir çocuklarını kaybetmişti, karısını kaybetmişti.

"Bu acı öyle bir acı ki ölmeden yanıyorum Efsa, diri diri gömülüyorum. Her gün ölüyorum, her dakika ölüyorum."

"Ağla Demir." Dedim kısık ses tonumla. "Bu gece ağla." Öyle de yaptı, Demir gibi güçlü bir adam, yorgun düşene kadar ağladı.





Koltukta uyuya kalan Demir'in üstüne battaniye örttüm. Siyah saçları dağılmıştı, nemli yanakları ağladığını beli ediyordu. Yorgunlukla ve öğrendiklerimin verdiği sarsıntıyla yukarı çıktım. Aleda'nın kapısının önüne geldiğimde, bu sefer kapıyı çaldım. Hiçbir ses yoktu. Sanırım uyumuştu, kapıyı yavaşça araladım.   

Büyük çift kişilik yatakta Karan, kollarını Aleda'ya sarmıştı. İkisininde üstünde hala bu akaşm giyindikleri kıyafetler vardı. Karan burnunu Aleda'nın saçlarına gömmüştü, Aleda'da kollarını ona dolamıştı. Huzurla uyuyorlardı. Onları uyandırmamak için sessizce kapattım kapıyı.

Kendi odama gitmek için bir adım attım, sora durdum. Üst kata çıktım, Ilgar'la konuşmak istiyordum. Neden bizi izlediğini sormak istiyordum, belki de görevimi düzgün yapıyor muyum diye bakıyordu. Kapısının önünde durdum, kapıyı çaldım. Ses veren olmadı, tereddütle kapıyı araladım. Odada kimse yoktu ama banyodan su sesler geliyordu. Tam kapıyı geri kapatacağım sırada Ilgar'ın yatağındaki küçük, kahverengi ayı dikkatimi çekti.

Odaya girdim ve yatağına yanaştım. Küçük ve eski kahverengi bir oyuncak ayıydı. Elime aldım ayıyı, onu gibi birisinin oyuncak ayıyla ne işi olduğunu anlamak güçtü. Ayının altındaki resim dikkatimi çekti bu sefer. Üç tane çöp adam vardı resmin üstünde, küçük bir çocuğun elinden çıktığı belliydi. Eski ve buruşmuş kağıdı da diğer elime aldım.

Hemen arkamda duyduğum sesle yerimden sıçradım, odasına izinsiz girmiştim. Hemen arkamdaydı ve benim ona dönüp bakmaya bile cesaretim yoktu. Ne söylese haklıydı. Biraz daha yakınlaştığını adım seslerinden anladım, tam arkamda durmuştu. Konuştu ve kulağımda nefesini hissettim.

"Kimsesiz, vanilya kokuyorsun."







Bu bölümün aslında geçen hafta gelmesi gerekiyordu fakat sakar bir insan olarak dizüstü bilgisayarımın üstüne bu bölümü yazarken kahve döktüm. Bilgisayarım tam anlamıyla çöp oldu ve ben masaüstü bilgisayarımda yazmak zorundaydım. Bu yüzden bölümler eskisi kadar düzenli gelmeyebilir.

Bölüme gelecek olursak, evet o acı dolu çocukluk Ilgar'a ait. İlerideki bazı bölümlerde Ilgar'ı daha iyi tanımanızı sağlayacak, bu şekilde bazı kesitler olacak. Umarım bölümü beğenmişsinizdir.

Kendinize iyi bakın.

Continue Reading

You'll Also Like

12.6K 1.1K 45
Önünde sıralanmış olan dolaplara doğru baktı. Çantasını omzundan çıkardı ve kendini dolabın önüne atarak olduğu yere oturdu. Çantasını önüne koyarak...
142K 4.9K 6
Annemin kanı avuçlarımın arasından süzülüp giderken, onun dudaklarında kaybolmanın nefretini içimde bir kere daha yaşadım, yaşattım. Bu duyduğum sons...
49.3K 2.9K 25
Ben İpar Gök, İpar yüksek dağların kar tutmayan yerlerinde yetişen bir çiçekti. İsmimi babam koymuştu, annemle karşılaştıkları ilk gün ona İpar hatun...
2.5M 134K 15
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.