good night miss. terry

By nosensesus

515K 21K 3.4K

More

1 // complaint
2 // who are you
3 // doesn't concern you, mr. bieber
4 // gift
5 // happy new year, baby
6 // fire
7 // i'll be your devil
8 // whore
10 // six years
11 // guest
12 // family
13 // evidence
14 // sissy
15 // imagery
16 // kiss me
17 // new friend
18 // blondie
19 // hero
20 // i'm yours
21 // sorry
22 // roses
23 (part 1) // you're my big baby
23 (part 2) // i'm cameron
24 // nightmare
25 // picnic
26 // it's over
27 // you still love him
28 // drunk
29 // shut up and hug me
30 // i love you
31 // overwhelming
32 // dinner
christmas ♛ mistletoe
33 // camp
34 // lips won't let me go
35 // damn, don't cry
36 // friend
37 // grey
38 // england or spain
39 // valentines day
40 // plane
41 // i can't remember
42 // just stay with me
43 // carson
44 // us
45 // i will miss you
46 // it isn't mine
47 // you're the love of my life
48 // you make me complete
49 // ring
50 // pregnant
51 // our baby
52 // fiance
53 // being family
54 // what do you want
55 // babies
56 // only mine
57 // will you marry me?
not
aktif miyiz?

9 // radio

11.8K 373 49
By nosensesus

Elimdeki hediye kutusunu arkama saklayarak kıkırdadım. Bugün Brad'le yıldönümümüzdü ve hediyesini bilerek ondan kaçırıyordum. Büyük ihtimal etrafta beni arıyordur veya Jessica'ya nerede olduğumu soruyordur.

Justin'in beni taciz ettiği, pardon ayak üstü becerdiği günden beri pek bir şey çaktırmamaya çalışıyordum. Fakat içimde kötü bir his vardı. Beni rahatsız etmemişti şu günler içerisinde ama varlığının hissi bile ondan ürkmem için yeterli bir neden bence.

İçimdeki kötü hissin bir sebebi var tabi ki. Justin'in yemekhanedeki sözleri noktası virgülüne kadar aklımdaydı maalesef. Günlerdir dedikleri aklımdan çıkmıyordu. Brad'e söylemek istiyordum ama korkuyordum.

"Afiyet olsun, Bayan Terry," Justin'in alaylı sesi duymamla yediğim patatesin boğazımda durması bir oldu. Öksürerek önümdeki sudan birkaç yudum aldım. Yemekhaneye kısa bir göz atarak Brad ya da Jessica'nın buralarda olmamasını diledim içimden.

O hiç burada değilmiş gibi yemeğimi yemeye devam ettim. Çatal ve tablet tabağın sesinden yanıma oturduğunu anlamam fazla sürmedi.

"Tuzu uzatabilir misin?" Dedi kolumu dürtüklerken. Peçeteliğin yanındaki tuzluğu elime alarak hışımla önüne koydum. Çıkan 'Tak!' sesinden çoğu kişinin bize baktığına eminim.

"Götüme soksaydın?" Dedi hışımla.

"Amacım oydu zaten," Diyerek tabağımla ilgilenmeye devam ettim. Burnundan soluyarak tabağındakileri yemeye başladı. "Umarım boğulup geberirsin," Diye duymamasını umarak mırıldandım.

"Bunu duydum!" Ağzını açıp yüzümün dibine sokarak çiğnediklerini gösterirken kusmamak için elimi ağzıma kapattım.

"Leş herif," Fısıldadığımda gülerek yemeğini yemeye devam etti. "Harry sana nasıl dayanabiliyor?" İğrenme duygumu bastırarak kaşığımı makarnama daldırdım.

"Brad sana nasıl dayanıyorsa Harry'de bana dayanıyor,"

Onu hiç dinlemeden tabağımı yavaştan bitirmeye başladım. "Brad demişken," Dedi peçetelikten bir peçete alıp ağzını temizlerken. "Bence onunla son günlerde fazla vakit geçirmelisin." İstemsizce elimdeki kaşık masaya düştüğünde başımı ona döndürdüm.

"Ne demek istiyorsun?"

Omuzlarını silkerek umursamazca devam etti. "Bulamayacaksın çünkü." Ayağa kalktı ve üzerini silkip yemekhane kapısına yöneldi.

Bulamayacaksın derken?

Zaten o günden sonra etrafta bir bokluk döndüğünün farkına varmıştım. Tek yaptığım Brad'e söz verdirmekti.

"Hmm, Brad?" Dedim başımı yattığım göğsünden kaldırarak.

"Efendim, bebeğim?" Başını yattığı yastıktan kaldırdı ve bakışlarını yüzüme çevirdi.

"Söz verir misin?" Elimi kolundaki dövmelerde gezdirirken gözlerimi kolundan yavaşça çektim ve Brad'in gözlerine odaklandım.

Kaşlarını soru sormak amacıyla çattı. "Ne sözü?" Dedi merakla.

"Şu iğrenç şeyleri bir daha satmasan?" Dedim yutkunarak. Gözlerini devirerek nefesini verdi. "Lütfen, senin için endişeleniyorum. Seni de kaybetmek istemiyorum." Mırıltı gibi çıkan sesim gittikçe fısıltıya döndüğünde iki eliyle yüzümü avuçladı.

"Bebeğim, yapma böyle," Üst dudağıma güven verici bir öpücük kondurarak tebessüm etti. "Bana bir şey olmaz, olmayacak. Merak etme." Yanağımdaki elini ittirdim ve kaşlarımı çatıp dudaklarımı büzdüm.

"Yalan söylüyorsun,"

Başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır, güven bana,"

"Bundan vazgeçmenin zor olduğunu sanmıyorum Brad. Yaptığın bu iğrenç iş ilişkimizden daha mı önemli?" Yavaşça ona sırtımı dönerek battaniyeyi kafama kadar çektim.

"Öyle demek istemedim," Fısıltı gibi çıkan sesiyle arkamdan yanaşıp kolunu belime sardı. Elini saçlarımda hissettiğimde başımı biraz ondan uzağa kaydırdım. "Eğer istemiyorsan..."

Kolunu göğsüme koyarak beni kendine çekti. "İstemiyorsan yapmam," Başımı bilerek ona hala çevirmedim. Ondan uzaklaşmak istedikçe gülerek beni kendine çekmesi hoşuma gidiyordu, istemsizce gülüşlerine katılıyordum. "Pekala, yapmayacağım. Bırakıyorum."

"Söz mü?" Dedim ona dönerken.

"Hiçbir şey senden değerli değil. Söz."

"Yakaladım seni!" Belimde hissettiğim ani baskı ile Brad'in beni bulduğunu anlamıştım. Ben kollarında çırpınırken o ise elimdeki kutuyu kapmaya çalışıyordu.

"Hayır, Brad! Sana kendi elimle vereceğim!" Ayağına bilerek bastım ve hızla Jessica'in yanına koştum. "Yanıma gelmemesini sağla Jess! Bir şey söyle ve onu oyala!"

Arkama bakmadan Jessica'yı ittirerek kapıyı kırarcasına açıp merdivenlere yöneldim ve aşağıya doğru inmeye başladım. "Brad, Lydia-" Jessica cümlesini tamamlayamadan sesinin kesilmesi aptalımın buraya geldiğinin işaretiydi. Arkama baktığımda ise Brad'in Jessica'yı ittirip yolunu açtığını ve kahkaha atarak bana doğru geldiğini gördüm.

Sert bir şeye çarptığımda birkaç adım geriledim. Kaçarken öne bakılır değil mi Lydia? Ah, evet. Öne bakılır. "İyi misin?" Brad'in bana yaklaşan sesinin tınısını duymamla gözlerimi kapatarak bayılmış numarası yaptım. Sanırım duvara çarpmıştım.

Brad endişeli bir şekilde konuşurken bir yandan ya titrek soluğuyla konuşmaya çalışıyordu. Onu kandırma planlarım başarıyla işliyor galiba. "Bebeğim?" Bilerek hiç ses vermeyince bu sefer onu daha da telaşlandırmış olmalıyım ki başımı bacağına koydu. "Lydia?" Ses vermemeye devam ettim onu korkutabilmek için. Ama sabırsz bir kişiliğe sahip olduğum için daha fazla dayanabileceğimi sanmıyordum.

"Tamam Brad, ölmedim, merak etme." Yavaşça doğrularak ona baktım. Yüzündeki korku gülümsemeye çevrildiğinde isteğini anlamıştım sanırım. "Pekala Brad, hediyeni vereceğim. Ama 'ben' vereceğim. Kaçırmak yok. Anlaştık?" Kafasını evet anlamında sallayarak ayağa kalktı ve elini bana uzattı. Ona tutunarak kalktım ve kanepeye yayıldım. "Gel," dedim elimi yanıma doğru vururken.

Çocuk gibi gülerek geldi yanıma. Hediye kutusunu ona uzattığımda büyük elleriyle küçük kutuyu kavradı ve merakla açıp paketin içindekini eline aldı. "Ama bu," Mırıldanarak kutuyu parçalarcasına açtı. "Bu çok pahalı." Dedi sessizce. Elindeki saate şaşkınca bakıyordu. "Alamam bunu," Dedi birden. Saati bana uzatıp yüzüme ifadesizce bakmaya başladı.

Kaşlarım çatıldığında direk saati ona tekrar verdim. "Hayır Brad, alacaksın."

Başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır, olmaz,"

"Al şunu. Yoksa beğenmedin mi?"

"Beğendim tabi. Teşekkür ederim fakat zahmet etmişsin."

"Hediyenin zahmeti olmaz, Brad. Anladın mı? Beğenmişsin zaten. Al şunu yoksa kafanda parçalarım." Zorlukla saatini koluna takip gözlerimi kısarak koluna baktım.

"Çok yakıştı. Evet evet. Baya yakıştı," Dedim kıkırdayarak.

"Bana ne yakışmaz ki?" Diye övdü kendini. Omzuna yumruk atarak güldüm.

"Yıl dönümümüz kutlu olsun." Yanağına bir öpücük kondurduğumda başımı çevirerek dudaklarımı öptü ve gülümsedi.

"Hadi bakalım. Giyin,"

"Ne?"

"Duydun işte, giyin,"

"Niye ama?"

"Acaba neden olabilir?" Salak kafam. Lunaparka gidecektik tabi ki de. 'Hmm' tarzında bir ses çıkararak kanepeden kalktım ve merdivenlere yöneldim.

Merdivenlerden inerken ellerini beline koymuş sinirli Jessica'yı görmemle duraksadım. "Nereye?" Dedim merakla.

"Göt sevgilinden uzak bir yere. Bir taraflarımı kırdı." Sinirli bir şekilde inerken Brad'e baktığımda ilgisizce oturuyordu hala koltukta. Arkamı dönüp kıkırdayarak odama ilerlemeye başladım.

Nedenini bilmiyorum fakat heyecandan ölüyorum şuan.

Brad Manson

"Martin artık benimle değil, Aldrich. Bundan sonra tek başımayım," dedim telefondaki müşteriye.

"Kötü olmuş, üzüldüm," Sözünün altında yatan alayı anlamamak elde değildi. Eğer şuan burada olsaydı yüzünün ortasında sağlam bir şekilde geçirirdim. Aslında onun Martin konusunda benimle alay etmesini anlıyordum. Aldrich, Martin'i benden çok istemişti fakat Martin benimle olmaya karar vermişti.

O hapise gidince çok savunmasız kaldım gibi geldi bana. Her şeyimizi onunla yapıyorduk çünkü. Aldrich'te bizim müşterimizdi fakat son günlerde fazla olmaya başlamıştı. Lydia'ya söz verirken emin değildim. Söz verdim ama Aldrich ona istediği maldan götürmediğim için beni durmadan rahatsız ediyordu. Sadece Aldrich değil, diğer müşterilerde.

"Kes sesini Aldrich. Peki, istediğini getireceğim," Sessizce konuşuyordum Lydia'nın duymaması için. Onu hayal kırıklığına uğratmak en son istediğim şey.

"Brad, Brad, Brad, Brad... Güçsüz Brad. Pekala. Nereye getireceksin?" İçimden gelen sinir ile dişlerimi sıktım.

"Şehir lunaparkında. Beni girişte bekle. Korku tüneline girdiğimizde de içeri gel."

Kesilen hat yerini monoton sese bıraktığında sinirle soluyarak telefonu cebime sıkıştırdım. Merdivenlerden gelen ayak sesleriyle hiç bozuntuya vermeden koltuktan gerilerek kalktım ve Lydia'nın yanına ilerledim. "Ben tamamım," Dedi şirince gülümseyerek. Başımı olumlu anlamda sallayıp ona centilmence yol verdim.

Ayakkabılarımı giydiğimde kapının kolunu yavaşça kavrayarak isteksizce açtım. Gitmek istemiyordum, evet. Eğer Lydia, Aldrich'i fark ederse neler olacağını tahmin bile etmek kötü hissettiyordu. Lydia hırkasına sarıldığında ceketimi düzeltip yavaşça kapıyı kapattım.

İğrenç biriyim.

Justin Bieber

Harry'nin bedenini dürtüklemekten parmağım paslanmıştı galiba. "Kalk şu lanet yataktan! Tatilin bitti diyorum, anlamıyor musun?" Sinirden tepesine çıkarak bacağını ona göre ters yönde çevirip uyanmasını sağladım. Uyandı ama yüzüme geçirdiği sağlam tekmeyle yere düşüp parke zeminle öpüşmem bir oldu. "Sen istedin," Öfkeyle mırıldanarak ellerim yardımıyla ayağa kalktım ve banyoya ilerledim.

Banyonun kapısını kırarcasına açtım. Gözlerim direk kirli sepetini aradı. Kirli sepetini gözüme kestirdiğim de hızlı ama küçük adımlarımla sepete yönelip sepeti kucakladım ve ayağımla zor da olsa kapıyı kapatmaya çalıştım. Ciddiyim, bunu sen istedin Harry.

Yüzümdeki sırıtmam ile Harry'nin yanına geldim. "Hala kalkmamakta ısrarcı mısın Harry?" Bana götünü gösterip sırtını döndüğünde bir daha sordum. "Uyanmıyor musun?"

"Sikerim işini! Bitmedi benim tatilim. Resmi olarak bitmiş olabilir ama benim için bitmedi," Kafasını soktuğu yastıktan isyankar bir ses tonu ile bana bağırdığında elimdeki kirli sepetini kucağımda güzelce sabitleştirdim.

Kolumun altına koyduğum sepeti ters bir vaziyette havaya kaldırdığımda kapağı açıldı ve içinde ne var ne yok hepsi Harry'nin üzerine döküldü. "Seni erkek sürtük-" Harry yatağın üzerinde karaya vurmuş balıklar gibi hareket ederken boş bulunduğunda elimde kalan sepeti kafasına geçirdim. "Tamam!"

Çaresizce bağırdığında sepeti kafasından çekip çıkardım ve kenara bıraktım. "Tamam, kalkıyorum. Yeter ki şu boklu donlarını üzerimden al!" İğrenircesine yataktan kalkıp üzerini silkti. Bana garip bir yüz ifadesi ile bakarken 'Ne?' anlamında ellerimi kaldırdım.

"Yine ne bok var?"

Gözlerimi devirip ona yaklaştım. "Çabuk giyin, gitmemiz gerekiyor." Gözlerini ovdu ve sessiz bir küfür fısıldadı.

"Niye?" Komidinin üzerindeki telefonumu alıp temizlikçinin numarasını tuşladım. Eğer aramazsam biz gelene kadar çürürdü burası. "Yolda anlatacağım,"

Nihayet polis arabasına bindiğimizde Harry'e olan biteni anlatma fırsatı yakalamıştım."Evet?" Dedi merakla. Anahtarı kontağa sokup arabayı çalıştırdım.

"Brad ile bir müşterisinin telefon konuşmasını ele geçirmişler. Konuşmada Brad müşterisine malını şehir lunaparkına getireceğini ve korku tünelinden alabileceğini söylemiş. Bay Wilson sabah aradı ve erkenden hazırlanmamızı istedi. Şehrin tüm polisleri bizimle beraber orada olacaklarmış. Bu yani. Bu sefer gerçekten işi bitiyor gibi. Çünkü elimizde kanıt var. Tünelin kamera kayıtları."

Harry başını yasladığı koltuktan kaldırıp gözlerini açarken ofladı. "Ne konuştun be," Gözlerimi devirerek direksiyonu çevirdim. Yan aynadan gelen korna sesi ile başımı oraya çevirdim. Bizden birkaç kişi daha bizimle geliyordu.

"Harry kızmazsan sana bir şey soracağım," Boğazımı temizleyerek hınzırca kıkırdadım.

Başını olumlu anlamda sallayıp ellerini çenesine koydu. "Hala Lydia'nın göğüslerini istiyor musun?" Ellerini çenesinden kaldırdı ve saçlarımı yolarcasına çekti. "Sadece şakaydı!" Acıyla karışık garip çığlığımdan sonra ellerini geri çekti ve yerine oturdu.

"Lydia'nın göğüslerini götüne deptiğimde anlarsın isteyip istemediğimi."

Gülerek elimi omzuna koydum. "Tamam, sustum. Geldik zaten." Polis arabasını ilgisizce kullanıyordum. Ama konu benim bebeğime gelecek olursa, sanırım ileride bir araba ile evleneceğim gibi görünüyordu. Harry, emniyet kemerini çıkarıp önündeki torpido gözüne uzandı ve kapağını açıp silahını aldı. O daha kapatmadan bende hızlıca davranıp kendime ait olanı aldım.

Arabayı yavaşça lunaparkın arkasına -pek fazla görünmeyen bir yerine- park ettiğimde diğer gelen polis arabalarının da arkamıza veya yanımıza durduğunu gördüm. Heyecanlı mıyım? Tabi ki de hayır.

Lydia Terry

Yol boyunca hiç sesini çıkarmayan Brad'e bir şeyler olduğunun farkındaydım. Yüzü bembeyazdı. Gergin biraz gibiydi. Yolculuk süresince tek yaptığı önüne bakmak olmuştu. İçimden gelen sese güvenerek onu rahatsız etmek istemedim ve bende Brad gibi susmayı tercih ettim.

Karların yeni yeni erimesi nedeniyle etraf biraz ıslaktı. Çok fazla olmayan çamuru lunaparkın kuru kumları kapatıyordu. İşte bugünler tam günleriydi lunaparkın. Sezonu açılmıştı bile diyebiliriz aslında. En çokta bu ayları seviyordum. Kışın yavaştan bahara geçme başlangıcını.

Arabadan indiğimizde Brad gülümseyerek lunaparkın girişini gösterdi. "Gidelim?" Yanına gittim ve ona sarıldım. Beni kendine çekti ve kolunu omzuma sımsıkı sardı. Yüzünü saçlarıma gömerek saçma saçma sesler çıkarmaya başladığında istemsizce güldüm. "Yiyeceğim bunları,"

Yüzünü kafamdan uzaklaştırıp elinden tuttum ve gişeye koşturmaya başladım. "Hadi Brad, bir şeylere binelim!" Onu arkamdan çekiştirmeye devam ederken bir yandan da Brad'e 'Çabuk ol' gibi şeyler mırıldanıyordum. Gişenin önüne geldiğimizde Brad önüme geçti ve cebinden cüzdanını çıkardı. O, gişe memurundan bilet isterken ben ise etraftaki insanların seyrek olmasına kafa yoruyordum.

"Evet bakalım, önce neye binelim?" Omzumda bir el hissettiğimde birleştirdiğim kollarımı mutlulukla açtım ve düşüncelerimi kovup saldığım kollarımı Brad'in boynuna sardım. "Dönme dolap olabilir," Brad önce bir düşündü fakat aklına bir fikir gelmişcesine gülümsedi.

"Bence korku tüneline binelim," Dedi dudaklarını büzerek. Benim için fark etmezdi.

"Olabilir," dememle başını olumlu anlamda sallayarak onayladı. Brad tünele doğru hızlı adımlarla ilerlerken onun hızına yetişmek bir hayli zordu . "Hey, beni bekle!" Dedim gülerek.

Basamakları çıkarak tünele giden vagonlara ulaştığımızda Brad adama biletleri uzattı ve bize eliyle vagona binmemizi işaret etti. Vagona bindiğimizde kemerimi bağlarken Brad'in kolumu dürtüklemesiyle ona yöneldim. "Ne oldu Brad?" Dedim merakla.

"Seni sevdiğimi biliyorsun değil mi?" Sıkıntılı gibi bir hali vardı.

"Biliyorum da, bir sorun mu var? İyi değilsin sanki?" Ona güven vermek için elimi elinin üzerine koydum.

"Bir şey yok. Im... Sadece söylemek istedim,"

Lafına atladım hemen. "İçinden geldi yani?" Başını evet anlamında sallayarak dudaklarıma tutkulu bir öpücük yerleştirdi. Tünelin başında bekleyen adam düdüğünü çaldı ve vagonları hareket ettirmeye başladı. Brad'le konuşurken insanların vagonlara bindiğini gerçekten hiç fark etmemişim.

Vagon yavaş hareketlerden hızlı hareketlere geçtiğinde önümüze çıkan iskelet, çarşaftan hayaletler veya azrail kıyafetli maketler gibi şeyler çıkmasıyla arkamızdaki ve önümüzdeki insanların çığlıkları gitgide artıyordu. Kırmızı ışıklı alanlardan çıktığımızda direk siyah ve karanlık odalara girdiğimizde bende istemsizce tırsmıştım diyebilirim.

Hepimizin koluna veya kafasına çarpan uçan maket yarasalar çığlıkları dahada arttırmıştı. Kafamızdan aşağıya dökülen kemiklerle kulak zarımın patladığını sandım bir an. Brad'in sesi hiç çıkmıyordu. Karanlık odalara girdiğimiz için onu göremiyordum. Brad'in oturduğu koltuğa doğru elimi uzattığımda tek hissettiğim bir boşluktu. "Brad?" Diye seslendim sesimi yükselterek. "Brad!"

Arkamı dönüp diğer insanların arasına baktığımda yine yoktu. Karanlıkta zor görünüyordu ama eminim, orada değildi. "Brad neredesin?" Avazım çıktığı kadar bağırdığımda ön vagonlara da bakmayı ihmal etmedim. Yoktu. Hiçbir yerde yoktu. Nereye gitmiş olabilirdi ki? Bir metrelik vagonlardan düşecek değil herhalde?

Karanlık odadan çıkıp tekrar kırmızı odaya girdiğimizde uzaktaki beyaz ışığı gördüm: çıkışı. Umarım çıkıştadır. Önüme gelen saçları kulağımın arkasına tıkıştırıp boynumu ovdum. Tanrı aşkına, daha on dakika önce yanımda olan çocuk anında nereye kaybolabilirdi?

Çıkışa geldiğimizde yakınlardan duyduğum polis telsizi ile içimden bir ses başını kaldırma dese de başımı hızla kaldırdım. İçimdeki ses haklıydı aslında.

Keşke kaldırmasaydım.

Continue Reading

You'll Also Like

12M 585K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
27.2K 4.2K 36
vücuduna küçük dövmeler yaptırmayı seven felix ve yıllardır gittiği dövmecisi minho.
204K 8.4K 38
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
16K 1K 32
Jungkook; Dolabımın şifresini değiştirip üstüne bir de içini prezervatiflerle dolduran orospu çocuğu sendin değil mi? Jungkook hoşlandığı kıza çok ya...