34 // lips won't let me go

6K 316 43
                                    

Bir insandan hoşlanmayabilirsiniz. Ondan haz almayabilirsiniz. Tabi bu kişi Cameron Adamson ise neden nefret etmeyesiniz ki? Onu affetmeme rağmen peşimde dolanması fazlasıyla sinir bozucuydu. Bazen onu affetmese miydim diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum değil.

Jessica ve ben, otobüsten indiğimizde Cameron'ı görmüştük. Matt'in ondan ve yaşadıklarımızdan haberi yoktu fakat Jessica, ona küçük bir açıklamayla durumu özetlemiş görünüyordu.

Cameron'dan nefret eden bir kişi daha demek, dünyaya ve insanlığa iyilik demektir.

İnsanlar çadırlarını kurmuşlar, hatta ateş yakmak için çalı çırpı toplamaya çıkmışlardı ve ben hâlâ kendi çadırımı kuramıyordum. Çadır ile uğraşan tek tük insan vardı. Sıkıntıyla yanaklarımı şişirdim. Jessica ile Matt de ortalarda görünmüyorlardı.

Yardım isteyebileceğim birini düşünürken önümden geçen sarı kafa kendimi bağırmaya teşvik etti. "Bruno!"

Mavi gözleri beni buldu arkasını döndüğünde. Tebessüm ederek hızla yanıma geldi ve 'seni dinliyorum' anlamında gözlerime baktı.

"Çadırımı kurmamda yardımcı olur musun?"

Başını olumlu anlamda salladı. Aslında sorduğum soru daha çok, 'sen çadırı kur, ben seni izleyerek sana yardım ederim' gibiydi. Fakat Bruno, cidden bunu anlamamış veya anladığı hâlde görmezden gelmiş olmalıydı.

Çadırı dakikalar sonra kurduğunda küçük bir teşekkür ile onu kovaladım ve hemen ardından hızla çadırıma giriştim. Rehber tarafından verilen yastık ve çarşafımı yerleştirip üzerine yığılakaldım.

Açıkçası buraya gelmemizden saatler geçmesine rağmen ben kendimi hâlâ aç hissetmiyordum. Yorgun da değildim. Yapacak hiçbir şey yoktu ve üstelik telefon çekmiyordu. Ne yani, hepimiz kamp bitene kadar böyle mi duracaktık?

Telefonumu bir kez daha kontrol etmeye niyetlenmiştim fakat yine her zaman ki gibi hüsrana uğradım. Sıkıntı ile nefesimi verdim. En azından yanımda getirdiğim kitabımı okuyabilirdim. Bu, sıkıntımı biraz geçirebilirdi.

Çantamı eşeleyerek kitabımı buldum ve elime aldım. Kabartılarla yazılmış Game Of Thrones yazısı üzerinde elimi gezdirmek tebessüm etmemi sağlamıştı. Dizisini izlememe rağmen kitaplarını dahi almıştım.

Yere bağdaş kurarak oturdum ve kaldığım yeri açarak gözlerimi kelimelerde gezdirmeye başladım.

Dakikalar gibi gelen saatlerin ardından dışarıdan gelen seslenme ile tutulmuş boynumu elimle ovarken çadırımın fermuarı hızla açıldı. Jessica'yı karşımda görünce kitabı kapattım ve kenara bırakıverdim. Arkasından görebildiğim kadarıyla hava kararmıştı ve Jessica'nın elindeki yemek tableti de yiyecek saatinin geldiğini vurguluyor gibiydi.

"Geldiğimizden beri burada mısın sen? Çok şey kaçırdın, bebek! Matt, bir tane tavşan buldu ve o kadar tatlı ki!" Dedi heyecanla elini bana doğru sallayarak. Gelmemi işaret eder gibi bir hâli vardı ve üstelik gözlerinde ki 'gelmezsen yemeğini ormandaki hayvanlara veririm' bakışını yoğun olarak üzerimde hissedebiliyordum.

Bir şey demeden emekleyerek dışarıya çıkarken ayakkabılarımı da ayağıma geçirip yüzüme vuran yanık kokusuyla doğruldum. Ateşin başına yuvarlak şeklinde kurulmuş topluluk, ellerindeki yemeğe odaklanmıştı. Karnımdaki baskı ile Jessica'nın elime tutuşturduğiu tableti aldım ve bende boş olan bir pofuduk mindere oturdum.

Telefonumu şortumun arka cebine koymuş olduğum için oturmamı engellememesi adına cepten çıkardım ve minderimin altına koydum. Kucağımdaki yemeklerden yiyebileceklerim adına gözlerim yardımıyla iyice süzdüm tabağımı. Pilav, patates -yanında ketçap ve mayonez- ve tavuk vardı.

good night miss. terryWhere stories live. Discover now