50 // pregnant

3.9K 313 112
                                    

"Ben iyiyim, baba,"

Telefonumun melodisi ile uyandığım monoton bir güne babamın azarlamalarıyla devam etmek daha da tat katıyordu sanki. Ya da bende kusma isteği mi demeliydim?

Birkaç gün öncesi annemle uzunca konuşmuştuk. Biraz benim hakkımda, biraz da Justin hakkında yine aynı öğütleri alsam da, birileriyle konuşmak bana iyi hissettiriyordu.

Son 2 hafta kadar bir süre boyunca kendimi oldukça yorgun hissediyor ve baş ağrılarıyla karışık içimde sürekli kusma isteği gelişiyordu. Arada küçük çaplı kusmalarım oluyordu ve tabi ki de bundan anneme bahsetmemiştim.

Büyük ihtimal annem, bunları direk babama söylemişti. Zaten bunu telefonumu açtığım gibi babamın bana "küçük hasta bebeğim" gibi ifade kullanması da açıklıyordu.

"Söz ver. Hastaneye gideceksin." Dedi babam tehdit edercesine bir ses tonu kullanarak.

"Söz," Diye cevap verdim geçiştirmek için.

Babam artık kapatması gerektiğini anlayınca, "Seni seviyorum, hayatım," dedi ve telefonu hızlıca kapattı. Sanırım yine o aptal toplantılarından birine yetişmeye çalışıyor olmalıydı.

Telefonu kulağımdan indirdim ve cebime sokuşturdum. Yüksek bar taburelerinin birine oturdum. Önümdeki mısır gevreğine kaşığımı daldırarak biraz karıştırdım. Mutfakta çıkan tek ses kaşık sesiydi.

Justin'in gitmesinin üzerinden birkaç hafta geçmiş olmalıydı. Bana yıllar gibi gelen günleri hâlâ nasıl geçireceğimi merak etmiyor değildim. Sıkıcıydı, onun olmadığı her gün canımı sıkmaktan başka bir şeye yaramıyordu.

Ama onu hiçbir şey için suçlayamazdım. Hatta böyle isyan etmeye bile pek hakkım olduğu söylenemezdi. Çünkü gitmesini kendim istemişken ona gittiği için kızamazdım.

Bazen onun hayatına karışmış gibi bir hisse kapılıyordum -ki sanırım galiba öyleydi. Yani, buradan illa ki bir gün gidecekti. Bir işi ve daha yapması gereken binlerce şey varken beni ve kaprislerimi bekleyemezdi.
Bitmiş kaseyi bırakmak için tam ayaklanmışken birden başım dönmüştü. Düşmemek için sandalyeye ve masaya sıkıca tutundum. Yine zemin ayaklarımın altından çekiliyormuş gibi hissediyordum. Birkaç saniye böyle bekledim ve kendime gelmem için gözlerimi sımsıkı kapatıp şakaklarımı ovuşturmaya başladım.

Tamam, hastaneye gideceğim cidden kesinleşti.

Biraz sakinleşince ayağa gayret göstermeden kalkabilmiştim. Yine de sersemlik hissi bedenimi bırakmak istemiyordu. Kaseyi lavabonun içine bıraktıktan sonra yukarıya çıktım ve üzerime kendimi ağır hissetmeyeceğim bir kazak ve pantolon geçirdim.

Hasta olmaktan nefret ediyorum.

Köşeden bir taksi çevirdim ve ağır adımlarla bindim. Burayı eskisi kadar iyi bilmesem de merkezde bir hastane olduğunu hatırlayabiliyordum. Büyük annem rahatsızlandığında veya tansiyonu yükseldiğinde hep oraya giderdik. Aslında neredeyse her gün orada olurduk.

Taksiciye adresi söyleyip parayı verdikten sonra sessizliğime geri büründüm. Taksideki tek ses, benden sonra binen bir kadın ve taksici arasında geçen sakin konuşmaydı. Onlara kulak misafiri olurken hastaneye çabuk vardığımızı bile fark etmemiştim.

Hastane kokusuyla başbaşa kalkmak gerçekten berbat.

Girişteki kadına annemin önerdiği doktorun adını söylediğimde burada olduğunu, fakat hastası olduğunu söylemişti. Sorun olmayacağından bahsederek bekleme odasına çekildim ve sıkıcı magazin dergilerini incelemeye koyuldum.

good night miss. terryWhere stories live. Discover now