KİRALIK CEHENNEM

By cerennmelek

3.9M 234K 129K

Aksiyon 1. sıra 30.09.2017 Yalnızdı. İlk doğduğu andan itibaren, emeklemeye başlarken, ilk harflerini söyler... More

1.Bölüm: YABANCI
2.Bölüm: TEKLİF
3.Bölüm: ILGAR
4.Bölüm: YEDİ TEPELİ ŞEHİR
5.Bölüm: KİMSESİZ
7.Bölüm: SAVAŞ ÇANLARI
8.Bölüm: İLK İŞ
9.Bölüm: BAŞLANGIÇ
10.Bölüm: DAVET
11.Bölüm: VANİLYA
12.Bölüm: GEÇMEMİŞ
13.Bölüm: ANNE
14.Bölüm: YENİ YAŞ
15.BÖLÜM: ÖFKE
16.Bölüm: HARABE
17. Bölüm: SERGİ
18.Bölüm: UNUTMAK VE UYUŞMAK
19. Bölüm: RUHTAKİ İZLER
20. Bölüm: BİR ADAM BİNLERCE HAYAL
21. Bölüm: İLKLER
22.Bölüm: GÜVEN
23.Bölüm: BOYNUZ KULAĞI GEÇER
24.Bölüm: Cennet Ve Cehennem
25.Bölüm: YAŞAM OYUNU
26.Bölüm: SON PİŞMANLIK
27. Bölüm: İNTİHAR
28.Bölüm: TUTKUYLA HARMANLANMIŞ BEDENLER
29.Bölüm: VURGUN
30.Bölüm: ALEDA
31.Bölüm: KATİL
32.Bölüm: ILGAR HARİKALAR DİYARI
33.Bölüm: AYRILIK
34.Bölüm: TALİHSİZLİKLER SERÜVENİ
35.Bölüm: TANRININ UNUTTUĞU YER
36.Bölüm: İKİLEM
37.Bölüm: BİLİNMEZLİKLER TEKNESİ
38.Bölüm: İHANET
39.Bölüm: MERAK
40.Bölüm: RUH KATİLLERİ
41.Bölüm: SATILIK CENNET
42.Bölüm: İNTİKAM ATEŞİ
43.Bölüm: ŞEYTAN VE İBLİSLERİ
44.Bölüm: KIR ZİNCİRLERİNİ
45.Bölüm: SON PLAN
46.Bölüm: VAHŞİ
47.Bölüm: BOYNUZ KULAĞI GEÇTİ
48.Bölüm: KÖRDÜĞÜM
49. Bölüm: ÇIPLAK RUHLAR
50.Bölüm: SONUN BAŞLANGICI
51.Bölüm: YARA
52.Bölüm: FİNAL
Teşekkür
Özel Bölüm
ÖZEL BÖLÜM: ADALET BEKÇİLERİ
2.Kitap: ADALET BEKÇİLERİ
2. Kitap Yayında!

6.Bölüm: EĞİTİM

79.3K 5K 2.6K
By cerennmelek

Of Verona - Breathe

Halsey - Hurricane






Yağmurla karışık kar evin büyük camlarına hızla vuruyordu. Soğuk gecede elimdeki kahve ve hemen ilerimde harla yanan şömine beni ısıtmaya yetiyordu ama beni ısıtan sadece bunlar değil gibiydi. Onunla ilk defa düzgün bir şekilde konuşuyorduk bu diğer insanlar için oldukça normal bir şeydi. Ne olduğunu bilmiyordum ama boyunum ve yanaklarım yanıyordu, sıcak basmıştı.

İkimizde sessizdik, ev sessizdi, boğaz sessizdi, tek ses şömineye ve hala çalmaya devam eden mükemmel piyano sesine aitti.

"Hani bana kimsesiz diyorsun ya." Dedim ona bakarken. Bakışları dikkatlice yüzümü taradı. "Aleda bana bu gruba katılan kimsenin bir ailesi olmadığını söylemişti. Yani sende kimsesizsin." Yutkundu. İşte onun zayıf noktasını bulmuştum, bu benimde zayıf noktamdı. Aslında ailesi olmayan herkesin zayıf noktası buydu. Aile kelimesi onun gibi, iri ve kudretli bir adamı bile incitmişti.

Aile, ne kutsal bir kavramdı. Ailesi olan ve ailesinin değerini bilmeyen binlerce insan vardı ve birde bizler vardık. Kimsesizler. İnsanoğlu aptaldı, bir şeyin değerini onu kaybetmeden anlayamazdı. Ben ailenin değerini doğduğumda anlamıştım.

"Ailem yok ama kimsesizde değilim. Sana hayat hikayemi anlatmayacağım."

"Anlatmanı istememiştim." Dedim hazır cevap vererek. Elimdeki biten kahve kupasını önümdeki pufun üstüne bıraktım. Boğazın nefes kesen manzarasına çevirdim gözlerimi. Gökyüzüne baktım ama aradıklarımı bulamadım. "Yıldızlar neden hiç yok?" 

Bronz tenine düşen sarı saçlarını umursamadan kafasını kaldırdı ve o da gökyüzüne baktı. "Yıldızlar ordalar ve tüm ihtişamlarıyla parlıyorlar. Sadece hava kirli olduğu için artık onları göremiyoruz. O kadar yapay ışık var ki doğalını göremiyoruz." Derin bir nefes çekti ve gökyüzünden gözlerini ayırdı, tam gözlerimin içine baktı. "Bizim gibiler kirlidir Efsa, içlerinde en parlak şey bile kaybolur." Bizim gibiler derken ne demek istediğini anlamamıştım ama sorgulamadım da. Gözlerinin derinliklerine daldım kısa bir süre, dalınmayacak gibi değildi gözleri.

"Ama güneş kaybolmaz. En kirli havada bile kudretle parlar." Güldü ve olmayan yıldızlara baktı yine.

"Güneşin gücü anca gündüze yeter." Dedi net bir tavırla. Ayağa kalktı ve başka hiçbir şey söylemeden çıktı salondan. Ne değişik adamdı. Tek başıma uyuyamayacağımı bildiğim için kafamı koluma yasladım ve karanlığın altında şehir ışıklarıyla parlayan boğazı seyrettim.

Sadece bir ay önce tüm başıma geleceklerden habersizdim. Yaşam çok değişikti bir dakika sonrası bile ne olacağı belli değildi. Belki de hayatı yaşanabilir kılan buydu, sürprizler ve bilinmezlikler. Hepimiz sonunu bildiğimiz bir hikâyeyi hevesle yaşıyorduk ve hikâyenin içinde kalmak istiyorduk.

Bundan sonra hayatımın nasıl değişeceğini bilmiyordum ama pişman olmamayı diliyordum.




















Kahvaltı masasında gergin bir hava vardı. Bunun nedeni dün gece çıktıları işin başarısız olmasıydı, dün gece geldiklerinde hepsinin sinirleri gerilmişti. Az daha yakalanacaklarını söylüyordu Aleda.  Hepsi hala gergindi.

Karan elindeki telefonu bıraktı ve Demir'e döndü.

"Seren buraya geliyormuş." Seren sanırım Karan'ın sevgilisiydi. Aleda'nın çatalı ilk önce havada kaldı, yutkundu ardından ve derin bir nefes aldı. Sanki bir şey olmamış gibi kahvaltısını yapmaya devam etti. "Efsa'yı kim olarak tanıtacağız?" Demir elindeki kahvesini bıraktı.

"Kuzenin diyemeyiz. Evdeki herkes kuzenin olarak tanıttık, şüphelenmeye başlayabilir." Dedi Demir bana bakarken aynı zamanda gözlerini kısmış düşünüyordu. Çağkan hemen atladı konuşmaya.

"Benim sevgilim olsun." Dedi hevesle. Ben utanmakla kızmak arasında kalırken Demir kafasını iki yana salladı.

"Ona hiç inanmaz." Dedi Aleda dalga geçerek. Çağkan elindeki zeytini fırlatmak için kaldırdı ama Demir'in ona olan ters bakışıyla hemen zeytini bırakıp sevimlice gülümsedi. Çağkan aynı küçük çocuklar gibiydi.

"Önüne gelen her iki bacağı olan dişi canlıya asıldığın için bence de inanmaz." Dedi Demir'de dalga geçerek. Çağkan onlara sahte bir sinirle baktı.

"Öyle olsun." 

"Benim sevgilim olduğunu da söyleyemem çünkü daha geçen gün teyzesiyle takıldım." Dedi Demir rahat bir şekilde. Çağkan gözlerini kısarak ona baktı.

"Bana diyene bak. Ben en azından sadece asılıyorum." Öne doğru eğildi Demir'e yakınlaşmak için. "Bana da nasıl yapıldığını anlatsana." Demir yine takmadı onu ve hemen ardından kapı çaldı. Çağkan kapıyı açmak için ayağa kalktı. Sanırım o kız gelmişti ve beni ne olarak tanıtacaklarına karar vermemişlerdi.

"Bu akşam babasıyla tanışırken yapman gerekenler unutmuyorsun." Dedi Demir kısık bir sesle Karan'a eğilirken.

Salona Çağkan ve Çağkan'ın yanında esmer bir kız girdi. Kızın kısa saçları çenesinin altında bitiyordu, uzun boylu ve alımlı bir kızdı. Ama Aleda'dan güzel olduğunu kesinlikle söyleyemezdim, sadece değişik bir havası vardı.

"Selam millet." Dedi sevimli bir şekilde gülümserken. Karan'ın yanına gitti ve herkesin masada olmasını umursamadan öptü Karan'ı dudaklarından. Gözüm Aleda'ya kaydı istemsizce. Kafasını eğmişti ve çatalıyla sessizce tabağındakilerle oynuyordu. Kızın gözleri bana kaydı.

"Sanırım tanışmamıştık, ben Seren." Dedi elini uzatarak. Uzattığı elini sıktım. Kendimi kim olarak tanıtacağımı bilmiyordum.

"Efsa." Dedim kısaca ve hemen ardından Demir söze girdi.

"Ilgar'ın sevgilisi." Gözlerim şaşkınlıkla açılırken dudaklarım aralanmıştı. Kızın fark etmemesi için hemen kendimi toparlamaya çalıştım ama Ilgar benim kadar kendini toparlayamamış olacak ki kaşlarını çatmış sinirle Demir'e bakıyordu.

Sabahtan beri kahvaltıda ağzını açıp tek kelime etmemişti ama şu an Demir'in üstüne atlayacakmış gibi duruyordu. Kızın tek kaşı havalandı.

"Öyle mi?" Dedi hayretle. Ilgar'a ve bana baktı. Sanırım ikimizin birbirimizden en uzak köşelere oturmamıza anlam verememişti. "Tebrik ederim." Dedi sinir bozucu bir şekilde. Aslında kızın sinir bozacak hiçbir davranışı yoktu ama Aleda'yı üzüyor olmasını bilmek ona karşı ön yargılı hissetmeme neden oluyordu. Karan'ın yanına oturdu ve üzerindeki kalın ceketi çıkardı.

"Kahvaltıdan sonra Karan'ı çalıyorum." Dedi kız Karan'a sokularak. Karan'da kayıtsız kalmadı, kolunu kızın omzuna attı. Aleda ise kafasını kaldırmıyordu, kafasını kaldırırsa ağlayacağını biliyordu.

"Karan ailenle buluşacağını söylemişti." Dedi Demir kıza ilgiyle.

"Evet." Dedi gülümseyerek Seren. Kafasını Karan'ın boynuna gömdü. Sanırım Karan'ı gerçekten seviyordu.

"Annemde yüzük sorup duruyor ama Karan Beyden hala bir tepki yok." Dedi Seren hem sitemle hem de şaka yaparak. Demir güldü. Bir genç kızın duygularıyla oynuyorlardı, bu berbattı. Evet onlar hırsızlıkta iyi oldukları kadar insanların duygularıyla oynamakta da iyiydiler.

"Siz ne zamandır birliktesiniz?" Dedi Seren ben ve Ilgar'a bakarak. Ilgar'la gözlerimiz kesişti. İkimizde aynı anda cevap verdik.

Ben "İki hafta." Derken Ilgar'da aynı anda "Üç hafta." Demişti. Kız gözlerini kısarak ikimize baktı.

"Yani iki hafta önce tam anlamıyla çıkmaya başladık ama ondan öncede zaten yakındık. Yani tam bir ad vermemiştik." Ilgar'ın kıvrak yalanıyla hayrete düşerken kafamı sallayarak onayladım onu.

"Seni daha önce bir kızla görmemiştim. Tekrar tebrik ederim." Dedi ve ayaklandı. "Yediysen kalkalım mı bebeğim?" Karan'da kalktı ve kalkarken kısa bir anlığına gözleri Aleda'yı buldu. Aleda'nın kafası hala eğikti.

"Akşama görüşürüz millet." Dedi Karan salondan çıkarken. Seren'de onun koluna girdi.

"Gece bendesin." Demişti kısık bir ses tonuyla ama hepimiz duymuştuk. Onlar çıktıktan hemen sonra Aleda kafasını kaldırmadan hızla kalktı masadan ve salondan çıktı. Yine odasına gidip ağlayacaktı, sonra makyajını yapacak ve yalandan gülümseyecekti. Onu çözmüştüm. İçi kan ağlarken gülümsemeyi başaran güçlü bir kadındı.

Masa daha da gerilmişti. Kalkıp Aleda'nın yanına gidecektim ki Ilgar kaşlarını çatarak Demir'e baktı. Fazla öfkeli duruyordu. İlk önce bizim sevgili olduğumuzu söylediği için kızacak zannettim.

"Ne yapıyorsun Demir?" Dedi adeta kükreyerek. "Bunu onlara neden yapıyorsun?" Demir sakinlikle kafasını kaldırdı ve Ilgar'a baktı.

"Onlar sadece görevlerini yapıyorlar Ilgar. Onlara hiçbir şey yaptığım yok." Ilgar güldü sinirle, bu korkutucu bir sinirle. Ayağa kalktı sinirle. O kadar hızlı kalkmıştı ki sandalyesi geriye doğru düşmüştü. Masanın üstünden Demir'e doğru eğildi.

"Birbirlerini ne kadar sevdiklerini görmüyor musun?" Hırlayarak konuşmuştu kelimenin tam anlamıyla. "Her geçen gün ikisinin de mahvolduğunu görmüyor musun?"

"Belki şu an anlam veremiyorsun ama bu onların iyiliği için." Demir'in sakinlikle söyledikleri Ilgar'ı daha fazla öfkelendirmekten başka bir şey yapmıyordu.

"İyilik mi?" Dedi kükreyerek Ilgar. Yerimden sıçramıştım elimde olmadan. "İkisinin birbirlerine nasıl baktığını görmüyor musun?" Biraz daha eğildi Demir'e doğru. "Bencil herifin tekisin." Son cümlesini de söyleyip salonu terk etti. Sadece üçümüz kalmıştık masada. Demir onda daha önce hiç görmediğim bir öfkeyle kalktı ve çıktı.

"Aleda'ya baksam iyi olacak." Dedim kalkarken ayağa. Çağkan sessizce ve üzüntüyle kafasını salladı. Aleda ve o sürekli didişen iki kardeş gibiydiler. Çağkan bir şey söyleyemese de Aleda'nın bu durumuna çok fazla üzülüyordu.

Merdivenlerden hızlıca çıktım ve Aleda'nın odasının önünde durdum. İlk önce kapıyı çaldım.

"Gelebilir miyim?" Dedim ardından.

"Gel." Demişti Aleda'nın ağlamaklı çıkan sesi. Yatakta oturmuştu, kafasını önüne eğmişti ve ağlıyordu. Hıçkırarak ağlıyordu. Yanına oturdum.

"Dayanamıyorum Efsa. Ben ona dokunamazken, o kız onun koluna giriyor, saçlarına dokunuyor, onu öpüyor. Ben kokusunu duymak için gizlice odasına girerken o kız onu istediği gibi kokluyor. Haksızlık bu." Demir'in onlara yaptığı bu şey çok kötüydü. "Beni biraz yalnız bırakır mısın?" Dediğini yaptım ve ısrar etmeden çıktım odadan. Demir belki sinirliydi ama onunla konuşmak istiyordum.

Hiç çıkmamıştım ama Demir'in odasının üst katta olduğunu biliyordum. Merdivenlerden yukarı çıktım ama hangi oda olduğunu bilmiyordum. Rastgele gördüğüm ilk odanın kapısını çaldım.

"Gel." Lanet olsun. Bu Demir'in odası değildi. Bu ses Ilgar'ın sesiydi. Yanağımın içini ısırdım ve neden titrediğini anlayamadığım ellerimle kapıyı açtım.

Ilgar yatağın ortasında uzanmış tavanı izliyordu. Odasında gezindi bakışlarım. Beyaz ve siyahın hâkim olduğu odada tek renkli şey beyaz kitaplığın içinde olan kitaplardı. Odanın bir duvarı füme rengi ve baklava desenli bir aynayla baştan aşağı dekore edilmişti.  Çok şıktı odası. Tam Ilgar'a bakacaktım ki büyük siyah dolabın yanındaki kahverengi gitar dikkatimi çekti. Gitar kırık ve eskiydi ama o kadar özenle koyulmuştu ki odanın en güzel yerine gitarın önemini anlayamadım.

"Neden geldin?" Diye kabaca sormuştu dikkatimi üzerine çekmek için.

"Demir'in odasını arıyordum, kusura bakma rahatsız ettim." Kalktı yatağından.

"Evet rahatsız ettin ve etmeye de devam ediyorsun." Sinirle bir nefes aldım. Kendini beğenmiş, kibirli şey. Sinirimi gizleyemedim.

"Sorunlusun sen." Dedim dilime hâkim olamayarak. Bana doğru birkaç adım attı ve tam karşımda durdu.

"Ne?" Böyle bir çıkış beklemediği açıktı, bende beklemiyordum.

"Kendini ne zannediyorsun? Dünya senin etrafında mı dönüyor?" Bende ona doğru bir adım attım, biraz yakındık. Ve bu yakınlığımızdan rahatsız olduğunu gerilen yüz hatlarından anlamıştım. "Şu kaba hareketlerini kes, belki sonradan katıldım bu gruba ama bu sürekli beni aşağılayacağın anlamına gelmez." Ona doğru bir adım daha attım, daha da yakınlaşmıştık. Nefesini hissedebileceğim kadar yakındım ona. Geriye doğru bir adım attı ve bende ona doğru bir adım attım. İnsanlarla yakın olmayı sevmezdim ama şu an öfkeliydim.

Neden geri kaçtığını anlamıyordum, onun gibi heybetli adamın geri adım atması komikti. Hele ki karşısındaki kız onun çeyreği kadar bile değildi. Kadınlarla ciddi anlamda sorunu vardı. Bir adım daha attım ve o da geriye doğru bir adım daha attı. Gözlerim ellerine kaydı, sıkıyordu yumruklarını ve eğer o yumruğunu kaldıracak olursa büyük ihtimalle beynim dağılırdı.

"Beni sevmek zorunda değilsin ama saygı duymak zorundasın. Aynı çatı altında yaşıyoruz ve buna alışmak zorundasın." Dedim ondan uzaklaşmaya başlarken. Sıktığı dişlerini serbest bıraktı, kasılan çenesi gevşedi.

"Sana alışmayacağım Efsa. Nasıl çabuk girdiysen hayatımıza öyle çabuk çıkacaksın. Ne olduğunu dahi anlamayacaksın. Buraya fazla alışayım deme." Dedi hem sakin hem de tehditkâr bir şekilde. Gözlerimi kısarak baktım güzel yüzüne.

"Bence sen geçmişini atlatamamış acınası birisin." İnkâr etmedi, bir şey söylemedi.  Daha fazla konuşmadan çıktım odasından.

Tam Ilgar'ın kapısının önündeyken, kattaki odalardan birisinin kapısı açıldı. Demir altında siyah bir pijama üstünde siyah dar bir atletle çıkmıştı. Ev sıcak olsa bile dışarısı çok soğuktu. Demir'in ne kadar kalıplı bir adam olduğunu tekrar anladım, baya iriydi.

"Ilgar'ın odasından mı çıktın ben mi yanlış gördüm?" Dedi şaşkınlığımı gizlemeden.

"Senin odanı ararken onunkine girdim yanlışlıkla. Seninle konuşmak istediğim bir şey vardı." Az önce kapattığı odanın kapısını geri açtı ve girmem için bekledi. Yanından geçerek girdim odasına. Oldukça sade ve büyük bir odası vardı.

Odasındaki deri kahverengi koltuklardan birine oturdum ve o da karşıma oturdu. İlgiyle baktı yüzüme.

"Evet Efsa?"

"Ben Aleda hakkında konuşmak istiyorum." Bıkkınlıkla nefesini verdi ve arkasına yaslandı. Sanırım gruptaki herkes onunla bu konuşup duruyordu.  "Birbirlerini seviyorlar Demir ve sen onlara sadece zarar veriyorsun."

"Bunu onların kötülüğü için yapıyormuşum gibi davranmayın, bu onların ve grubun iyiliği için." Kararı kesindi, ne desem boş gelecekti. "Bu konuyu bir daha kimsenin açmasını istemiyorum." Dedi net bir tavırla. "Her neyse üstünü değiştir ve biraz çalışalım." Silah kullanmaktan bahsediyordu çalışmak derken. Eğitimi tamamlamadan onlarla hiçbir işe çıkamazdım ve dövüşe daha başlamamıştım bile.

"Hemen hazırlanırım." Ayağa kalktım. Birkaç adım atmıştım ki gördüğüm çerçevelerle durdum. Odanın her tarafında çerçeveler vardı. Birinin önünde durdum. Demir vardı ve yanında çok güzel bir kız çocuğu vardı. Birbirlerine bakıyorlardı gülümseyerek.

Demir'de tam yanımda durmuş buğulu gözlerle bakıyordu. Onu ilk defa bu kadar duygusal görüyordum. Diğer bir fotoğrafa baktım, aynı yerdelerdi aynı pozdu ama bu sefer bir de fazladan erkek çocuğu vardı. Sarılmışlardı Demir'e.

"Onlar?" Kafasını eğdi ve sessizce cevap verdi.

"Çocuklarım." Şaşkınlıkla baktım tekrar fotoğraflara, gerçekten Demir'e benziyorlardı. İzin istemeden diğer fotoğraflara da baktım. Bu fotoğrafta da arabadaydılar, Demir önden onlarla birlikte fotoğraf çekmişti. Gülümsedim.

"Çok tatlılar." O da gülümsedi ama bu acı dolu bir gülümsemeydi. Başka bir fotoğraflarına baktım. Bu fotoğrafa da Demir eğilmişti ve çocuklar arkasında bir sandalyeye çıkmış duruyorlardı. Çok güzellerdi üçü birlikte.

"Onları hiç görmedim, neredeler?" Yutkundu sessizce. Gülümsedi ama bu acı dolu bir gülümsemeydi.

"Annelerinin yanındalar." Başka bir fotoğrafa daha baktım. Bu sefer bir çocuklar ve Demir'in yanında bir de kadın vardı. Demir arkadan sarılmıştı kadına ve çocuklara. Sanırım boşanmışlardı kadınla.

"Anneleri nerede?" Dedim ona bakarken. Az önce benim baktığım fotoğrafa dalıp gitti. Çocuklara baktı, o kadına baktı.

"Cennette." Donup kaldım, nefes bile alamadım. Karşımdaki fotoğrafta duran mutlu aileye baktım.

"Demir." Dedim kısık bir ses tonuyla. Kafasını eğdi, ağlamamak içim kasıyordu kendisini. Erkekler de ağlardı, hatta en gerçek erkekler ağlardı. Ailenin olmamasından daha kötü bir şey varsa o da olan aileni kaybetmekti şüphesiz. Sarıldım Demir'e, buna ihtiyacı vardı. Ağlamamak için kendini kasmaya devam ediyordu, gözleri kan çanağına dönmüştü. Ama ağlamadı, sadece sarılışıma sıkıca karşılık verdi. Demir güçlü bir adamdı. Nasıl öldüklerini sormadım, sormak gibi bir aptallık yapamazdım. Zaten hatırlatıp yeterince acı çektirmiştim ona.

"Özür dilerim hatırlattığım için." Dedim kısık bir sesle. O ise daha güçlü sarıldı.

"Sorun değil, zaten hiç unutmuyorum ki." Demir ağlamıyordu ama ben gözümden akan yaşa engel olmadım. Göğsüne değen yaşı hissetmiş olacak ki geri çekildi. "Onlar benim yüzümden öldü Efsa, benim iş hırsım yüzünden. Ve onların intikamını hala alamadım." Bir de öldürülmüşlerdi. Nefes alamadım, kim böyle küçük çocukların saç telin zarar vermeye kıyabilirdi ki. İnsanlar vahşiydi, insanlar canavardı. Bunu bizzat tecrübe edinmiştim.

"İntikam alman onları geri getirmeyecek, acını dindirmeyecek ama dünyadan birkaç pisliği arındıracak. O yüzden arkandayım Demir. Eğer bana ihtiyacın olursa elimden gelenin en iyisini yapacağım." Karşımdaki yaralı adam baktım. Bana sıcak bir şekilde gülümsedi.

"Teşekkür ederim Efsa." Yanağımdan akan yaşı sildi eliyle. "Bu kadar zırladığımız yeter." Dedi gülmeye çalışarak. "Çalışma zamanı."

"Bugünlük sen çalıştırmasan da olur Çağkan'dan yardım isterim." Demir kafasını iki yana salladı.

"O berbattır atışlarda." Tek seçenek Ilgar kalıyordu, az önce tartıştığım adam.

"Ilgar'ın kolu daha iyiydi, rica edersem çalıştırabilir. Sen dinlen." Aslında Ilgar'ın beni çalıştıracağını hiç ama hiç düşünmüyordum.

"Sen üstünü değiştir ben Ilgar'a söylerim." Dedi odanın kapısın benim için açarken.

"Tamam." Açtığı kapıdan çıktım ve alt kata indim. Odama girip spor yapmak için aldığım kıyafetleri giyindim. Koyu gri bir tayt ve gri askılı badimi hızlıca giyindim. Badinin üstüne yine gri, spor, bol ve kalçamı örten bir hırka giyinmiştim. Güzel bir spor takımıydı.

Aleda normalde saçımı toplamama kızıyordu çünkü kuaför saçımı çok ve sıkı topladığım için seyrekleştiğini söylemişti. Tokamı bileğime geçirdim. Spor yaparken takabilirdim.


Odamdan çıktım ve aşağı salona indim. Ilgar'ı beklemeye başladım, geleceği de belli değildi gerçi. Çağkan elinde cips tabağıyla geldi ve yanağımı acıtacak şekilde sıktı.

"Çağkan!" Dedim acıyan yanağımı ovuşturarak. Yanıma oturdu sırıtarak. Ağzına üç tane cipsi birden atarak cips tabağını bana uzattı. Kafamı iki yana salladım, pek iştahım yoktu. Cips tabağını sanki çok kutsal bir şeymiş gibi havaya kaldırdı.

"Hangi aklı başında insan bunun gibi büyüleyici bir şeye hayır diyebilir?"

"Aleda'yla konuştun mu?" Dedim manikürlü ellerime bakarak. Hayatımda ilk defa yaptırmıştım ve ellerim resmen parlıyordu. Öncede şekilsiz olan tırnaklarım fazlasıyla bakımlı duruyordu artık.

"Konuştum. Ona kilo almışsın dedim ve o beni boğmaya çalışmadı. Kesinlikle çok üzgün." Dedi cipsi yerken. Yüzümü buruşturdum.

"Ağzında yemek varken konuşma." Yine bir avuç cipsi ağzına tıktı ve biraz çiğneyip gülümsedi bana. Çok komik duruyordu. Gülerek kafamı başka yere çevirdim ve Ilgar'ı görmemle gülüşüm solmaya başladı. Ilgar salonun kapısında duruyordu. Sanırım Demir onu ikna etmişti. Altında bol, üstünden düşecekmiş gibi duran koyu gri bir eşofman vardı. Üstünde ise aynı grilikte dar bir badi vardı. Üstüne o da benim gibi hırka giyinmişti. Kafamı eğdim ve üstümdekilere bir daha baktım. Aynı renkti üzerimizdekiler ve hatta aynı modeldi. Sadece benimkisi baştan aşağı dardı, onun sadece altına giyindiği tişörtü dardı.

O da fark etmiş olacak ki kaşlarını çattı ama bir şey söylemedi.

"Ne bunlar böyle çift takımları falan mı?" Diye sorarak dalga geçti Çağkan. Ilgar'la birbirimizden haz etmediğimizi biliyordu ve bilerek yapıyordu. Ilgar bir şey söylemedi sadece gözlerini kısarak, ürkütücü bir şekilde Çağkan'a baktı. Çağkan gergince ve sevimli bir şekilde gülümsemeye çalışarak koltukta aşağı doğru kaydı, Ilgar onu görmesin diye. Gülmemek için yanağımın içini ısırdım ve ayağa kalktım.


Ilgar bana baktı kısa bir süre ve merdivenler işaret etti. Alt kata inen merdivenler işaret etmişti. Hemen alt katta kocaman bir spor salonu vardı ve spor salonun yanında ses yalıtımıyla kaplanmış küçük bir poligon vardı. Hatta dövüş ve savunma sporlarını çalışmak içinde bir oda vardı. Her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü. 

Onun arkasından bende merdivenlerden aşağı indim. Spor salonunun olduğu yeri geçerek direk poligonun kapısını araladım. Evin bir alt katı daha vardı ve orası otoparktı. Kocamandı. Ağır demir kapıyı zorlukla açarak girdim içeri.

Elinde iki gözlük ve iki büyük siyah kulaklık vardı. Gözlüğün ve kulaklığın birini almam için hemen ilerimizde duran masanın üstüne bıraktı.

"Abdestli falan mısın?" Gözlüğünü takarken bana baktı. Çok kısa bir an gülecek gibi oldu ama gülmedi. "Temas kurmamaya çok fazla dikkat ediyorsun." Hemen ilerimizde duran büyük silah dolabından iki silah çıkardı ve yanıma geri geldi.

"Hayır sadece bana dokunmana tahammül edemiyorum." Saçlarını geriye atarken ne kadar yakışıklı görünürse görünsün ona uyuz olmuştum.

"Ben zaten sana dokunmak için ölüyordum." Benim için bıraktığı kulaklığı da taktım. Yanımızda duran tuşlardan birine bastı ve karşımızdaki hedefin uzaklığını ayarladı. En uzağa almıştı. Hemen yanımda durdu ve ustaca bir duruş alarak ateş etti. Karşıdaki hedefin tam kafasından vurmuştu. Birkaç kez daha hiç ıskalamadan ateş etti ve silahı bana uzattı. Elindeki silahı ona dokunmamaya dikkat ederek elinden aldım ama nasıl vurduğunu anlamamıştım. Demir gibi dikkatle her yaptığını anlatmamıştı.

Silahı sağ elimle tuttum ve ateş ettim ama hedefin yanından bile geçememişti. Ilgar bıkkınlıkla nefesini vererek hedefi çok daha yakına çekti ama yine tutturamadım.

"Berbatsın." Dedi yüzünü buruşturarak.

"Sende çok iyi bir öğretmen sayılmazsın." Bana verdiği silahı almadı, dolaptan çıkardığı diğer silahı eline aldı. Bacağını biraz açtı.

"Bacaklarını omuz genişliğinde aç." Dediğini yaptım. Dik durdu. "Dik dur ve kendini kasma." Duruşumu dikleştirdim, kendimi kasmamaya çalıştım. "Silahı kuvvetli olan elinle tutacaksın ve diğer elinle de destek vereceksin." Dediğini yapmaya çalıştım ama başaramamış olacağım ki kaşlarını çattı. Bu sefer yaptığı her şeyi eliyle teker teker göstererek anlatmaya başladı. "Kuvvetli olan elin baş ve işaret parmağı arasında avuç ayasına, tabancanın kabzesi oturtulur. Diğer üç parmak birbirine bitişik olarak kabzeyi kavrar. Kuvvetsiz olan elin işaret parmağı, tetik korkuluğuna destek olurken, diğer üç parmak bitişik, kuvvetli olan elin kabzeyi kavrayan elin üç parmağı üzerine konulur." Teker teker gösterdiklerini yaptım. Bu sefer daha iyi olmuştu.

"Şimdi arpacığa odaklan." Yüzüne boş boş baktım.

"Arpacık neresi?" Silahın üstündeki u şeklindeki yeri gösterdi.

"Arpacığı tam hedefin izahasında tut ve atış yaparken hedeften çok arpacığa odaklan." Anlatırken çok sakin ve sabırlıydı. Sanırım bir an karşısındakinin ben olduğumu unutmuştu, bana karşı pekte sevecen değildi. "Birkaç kez derin nefes al." Dediğini aynı zamanda uyguluyordu da, bir gözü de bendeydi. Dediğini yaparak birkaç derin nefes aldım. "Nefes almayı kestikten birkaç saniye sonra korkmadan tetiği çek." Tetiği çektim. "Ve ateş." Ateş ettim.

Hedefi karnından vurmuştum. Başarmıştım. Kahkaha atarak elimdeki silaha baktım. Ilgar ise kaşlarını çattı.

"Buna seviniyor musun?" Dedi küçümser bir şekilde. Tabi ki de seviniyordum. Günlerdir Demir öğretmeye çalışıyordu ve bir kez bile isabet etmemişti. Bu benim ilk başarılı atışımdı. Ilgar'ın suratsız hali bile mutluluğumu bozamazdı.

"Bu ilk atışım." Dedim gururla o ise daha da küçümser bir şekilde baktı. "Ne o sen anne karnında mı öğrendin ateş etmeyi?"

"Hayır ama ilk daha önce bana kimse ateş etmeyi göstermediği halde hedefi on ikiden vurdum." Dedi dalgınca. Hedef neydi? Bunu sormak istedim ama sormadım. Cevap vermeyeceğini biliyordum."

"Bu kadar yeter bence." Gözlüğünü ve kulaklığını çıkardı. Arkasını döndü odadan çıkmak için.

"Daha dövüş eğitimi vereceksin." Dedim o çıkmadan. Durdu, benden fazlasıyla sıkılmıştı.

"İyice bela oldun sen başıma." Bende gözümdeki şeffaf ağır gözlüğü ve kulaklığı çıkardım. Elimdeki silahı bırakıp peşine takıldım.

"Bende sana çok meraklı değilim, Demir tutturdu senin eğitmen için."


Poligondan çıktık ve biraz ilerimizde dövüş eğitimi için olan salona girdik. Etrafta cansız mankenler, kum torbaları ve hatta salonun ortasında küçük bir ring vardı. Ilgar üzerindeki hırkayı çıkardı ve yere attı. Kısa kollu tişörtüyle kaldı. Bileğimdeki tokayı çıkardım ve saçımı tepeden bir at kuyruğu yaptım hızlıca.

Alt kat olduğu için yukarılara göre biraz daha soğuktu. Terleyene kadar hırkamı çıkarmayı düşünmüyordum.

Ilgar ringin ortasında durdu, bende onu takip ettim yine. Bacaklarını omuz genişliğinde açıp bana döndü. Bir bacağı önde diğer bacağı ise biraz daha gerideydi.

"Hesapta olmayan bir dövüşe her zaman hazır olmalısın. Kiminle kavga edeceğim diye düşünme, yeri geldiğinde kendinden iki kat iri adamları etkisiz hale getirmek zorundasın." İşte bunu yapabilir miyim pek emin değildim. Biraz ilerimizde duran büyük dövüş eldivenlerini aldı. Kırmızı çifti bana uzattı. Diğer çifti de o taktı. "Asla karşındaki kişiye acımamalısın." Dik bir şekilde durdu. "Kuvvetli elini öne al, diğer eli ise kendini savunmak için kullan." Dediklerini yaptım, aynı onun durduğu gibi durdum.

"Rakibinle göz teması kur her zaman." Dedi yeşil gözlerini gözlerime kitlerken. "Gerektiğinde göz, burun, kasık, diz ve kaval kemiği gibi hayati noktaları hedefle. Rakibini güçsüz bırakmaya çalış, yapamıyorsan dikkatini dağıt."

"Nasıl dağıtacağım?" Bir adım yakınlaştı.

"Gerek sözlerinle gerekse hareketlerinle." Kokusu burnuma doluyordu, gözleri çok yakındı. Yeşil gözleri çok güzeldi. Eldivenli eli belime gitti ve belimi öne doğru iterek dik durmamı sağladı. Ben onun hareketlerinin ne kadar ustaca oluşuna dalmıştım ki birden kendimi yerde buldum. Sadece tek bacağını bacağıma dolayarak sert bir şekilde düşmeme neden olmuştu. Kafamı sert çarpmıştım. İnleyerek kafamı kaldırmaya çalıştım.

Ilgar ise yanıma eğildi. "İşte böyle dağıtacaksın rakibinin dikkatini." Elimdeki eldiveni çıkardım kafamı acıyla ovuştururken.

"Deli misin?" Dedim bağırarak. Canım çok yanmıştı, resmen beynim zonkluyordu. "Amacın beni sakat bırakmak mı?"  Gevşekçe sırıttı. Resmen acı çekmemden zevk alıyordu, sorunlu.

"Madem Demir bana seni dövüşte eğitme görevini verdi, biraz zevkini çıkarmalıyım değil mi?" Elindeki eldivenleri çıkardı. Cidden sorunluydu.

"Bu eğitimin hemen bitmesini istiyorum." Kafamı ovuşturmaya devam ederken, kolumun da kızardığını fark ettim.

"Bu eğitim sadece beni o ringe yatırmayı becerdiğinde biter." Dedi yerdeki hırkasını alırken. "Şimdi ben çıkıyorum sende şu cansız mankenlerle çalış."  Resmen hiçbir şey göstermemişti. Silah ve dövüş toplam yarım saat bile sürmemişti. Halbuki Demir her derste en az bir saat uğraşıyordu. Terlememiştim bile.

Cansız mankenlerle de uğraşacak halim yoktu, sanırım bugünlük bu kadar yeterdi. Üst kata çıktım ve salona girdim, Çağkan'la da çalışmam gerekiyordu.





Çağkan hala bıraktığım yerde oturuyordu, televizyon izliyordu kucağında içi boş cips tabağıyla. Saçlarımı açarken yanına oturdum. O an Ilgar'ın da salonda olduğunu fark ettim. Çağkan'ın biraz ilerisindeki koltuğa yayılmıştı.

"Ne çabuk bitti işiniz." Dedi Çağkan elindeki tabağı koltuğun üstüne bırakırken. İki elini birbirine sürttü ve sırıttı. "Sıra bende, gel bakalım." Yanına oturdum. Çağkan, Ilgar'a baktı.

"Odana çık da çalışalım." Ilgar, Çağkan'ı pekte takmadı.

"Televizyon izliyorum, rahatsız oluyorsanız siz gidin." Resmen gıcıklığına yapıyordu ama sanırım Çağkan'ın da gıcıklık yapası tutmuştu.

"Tamam rahatsız olmayız biz." Ilgar'ı yok sayarak bana döndü.  "En iyi olman gereken konu bu Efsa, rol yapmak." Koltuğun üstünde bağdaş kurdu. "Eğitimin bir yalanı bana inandırdığın zaman bitecek." Yalan söyleyebilirdim ama rol yapmak konusunda pek emin değildim. "Her zaman konuşurken karşındaki kişinin gözlerini içine bak, yalan dahi olsa söylediklerin sakın gözlerini kaçırma. Gözler güveni sağlayan en büyük araçtır. Bir yalan söylerken, ilk önce ona kendin inanmalısın ki karşındaki insanı da inandırabilesin." Bunları söylerken bir kez olsun göz temasını kesmemişti. Ilgar'ın bir gözünün bizim üzerimizde olduğunun farkındaydım. "Gerektiği zaman sevimliliğinle insanların güvenini kazanmalısın kimi zaman da ciddiyetinle." Sevimlilik konusunda pek kendimden emin değildim, mendeburun tekiydim.

"Nasıl sevimli olacağım?" Ciddiyetle sorduğum soruya kahkaha atarak cevap verdi.

"Bence bunu sorarken bile yeterince sevimlisin." İltifatlara pek alışık değildim. "Samimice gülümse, arada gözlerini kırpıştır ve bazen utanmış gibi kafanı eğ." Hem söylüyor hem de dediklerini yapıyordu, gerçekten sevimli olmuştu ama ben bunu yapamazdım. "Rol icabı bazen erkekleri etkilemen gerekecek."

"Neden?"

"Bizim işimiz insanları kandırmak ve bunu yaparken onların dikkatlerini çekmeliyiz, yakın olmalıyız. Ben bile erkek halimle daha önce yapmıştım bunu." Son söylediği cümleyle aklına çok kötü bir anısı gelmiş gibi silkeledi kendisini. Bense kahkahama engel olamadım. 

"Her neyse biz işimize dönelim. Bir erkeği etkilerken her zaman naif olmalısın. Ne çok istekli olmalısın ne de isteksiz. Yine bakışlar çok önemli, sürekli göz teması kur. Saçını yavaşça kulağının arkasına sıkıştır." Dediği gibi saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Arada bir gözlerini kırpıştır. Çok komik bir şey olmadığı sürece kahkaha atma sadece zarifçe gülümse." Yine dediği gibi gülümsedim. "İltifat ettiğinde ilk önce kafanı yere eğ, dişlerini gösterecek şekilde gülümse ardından kafanı yavaşça kaldır ve kaldırırken gözlerine bak." Ben boş boş Çağkan'ın yüzüne bakarken bıkkınlıkla nefesini verdi Çağkan. Sanırım bugün herkesi bıktırıyordum.

"Şimdi sana iltifat ettiğimi farz et ve dediklerimi yap." Kafamı eğdim ve dediği gibi dişlerimi göstererek gülümsedim ardından kafamı yavaşça kaldırdım ama gözlerim yanlış bir yere takılmıştı. Yeşil bir çift göze, Ilgar'ın gözlerine takıldı. Bakışlarımı ondan ayırmadan kafamı kaldırdım. Gülüşüm yavaşça solarken tebessüm halini almıştı ve saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.

"İşte böyle!" Dedi Çağkan heyecanla ve alkışladı beni. "Böyle kesinlikle aptal olmayan her erkeği etkilersin. Allah var, güzel kızsın." Bu sefer gerçekten utanmıştım.

Sanırım bu eğitim düşündüğümden daha uzun ve zorlu geçecekti.


Continue Reading

You'll Also Like

1.5M 43.5K 82
sse-sen uzak dur benden!! "Benden kaçışın yok" diyerek adamlarını üzerime saldı..
39.8K 3.2K 22
Biz adımız gibi özgür bir timdik. Hür Timi. Kendi kurallarımızı koyardık. Bu askeriye işleyişine ters olduğu için de sürekli azar işitirdik. "Hangi...
3.3M 192K 69
Üsteğmen GÖKÇEN TOPRAK, Çok zor şartlara karşı vermiş olduğu mücadelede hayatı yenmiş bir kadın... Bu buruk kadının aile sıcaklığını bulma yolunda ka...
581K 16.7K 19
Zamanın elinden söküp aldıkları ne kadar çoksa sahip oldukları da pek az, pek acınasıydı. O soğuk geceyi hatırlıyordu, sonbaharın sonları, hayatını...