AH SENDE (TAMAMLANDI)

By asosyalimbenn

5.3M 220K 16.4K

Kor olmuş elem dağı bir semer misali sarmıştı bedenlerini... Kalp ağrıtıcı feryatlar dilleri zorluyor, bir tü... More

Bölüm 1: 'Yürekli Bir Kadın, Akıllı Bir Adam'
Bölüm 2: 'Dayanamıyorum'
Bölüm 3: 'Çiyeşan Konağına'
Bölüm 4: 'Oylama Yapalım'
Bölüm 6: 'Asla! Asla Dilencilik Yapmam'
Bölüm 7: 'Emirhan Benim Kardeşim'
Bölüm 8: 'İkiniz Evleneceksiniz'
Bölüm 9: 'Kabul Ediyorum'
Bölüm 10: 'Dönmek İçin Artık Çok Geç Miroğlu'
Bölüm 11: 'Evlendiğini de Evlilik Cüzdanından mı Öğreneceğim?'
Bölüm 12: 'Lütfen Affet Beni. Affet... Lüt-fen...'
Bölüm 13: 'Fazla Zorluyorsun Miroğlu'
Bölüm 14: 'Sen Kim Olduğunu Sanıyorsun?'
Bölüm 15: 'Şekerpare'
Bölüm 16: 'Senin Karın'
Bölüm 17: 'Ağabeyim Ellerine Sağlık Diyor'
Bölüm 18: 'Kahve İçin Teşekkürler'
Bölüm 19: 'Sevmek İçin Geç Ölmek İçin Erken'
Bölüm 20: 'Günler Akıp Giderken'
Bölüm 21: 'Bunun Hesabını Sorarım Ama Ben'
Bölüm 22: 'Ahsen -Karahan- Miroğlu'
Bölüm 23: 'Yine Elime Düştün Miroğlu. Felek Yine Benden Yana'
Bölüm 24: 'Unutmadan Ahsen Arkadaşım Değil Karım!'
DUYURU!!!
Bölüm 25'ten ALINTI
Bölüm 25: 'Merak etme ikinci hatta üçüncü bir çocuğum daha yok.'
Bölüm 26: 'Kimsin lan sen? Karımla nasıl konuşuyorsun?!'
Bölüm 27: 'Yeter miydi gücün Cihan soyadına, aşirete?'
Bölüm 28: 'İlerde anlayacaksın da dilerim Rabbim'den geç olmasın'
Bölüm 29: 'Evlendiğimizden beri'
Bölüm 30: 'Dengesiz, dikkatsiz, sakar ne olacak'
Bölüm 31: 'Ahsen, seninle konuşmaya çalışıyorum'
Bölüm 32: 'İçinde ufacık bir insanlık olmasını öyle çok dilerdim ki...'
Bölüm 33: 'Ahtım olsun sana, sana bir zarar gelmesine izin vermeyeceğim'
Bölüm 34: 'Benden bir şey saklıyorsun, öğrenmeden gitmeyeceğim'
Bölüm 35: 'Lütfen kurtar, lüt-fen'
Bölüm 36: 'Belki başka sefere'
DUYURU!!!
Bölüm 37: 'Ateş'in namlusunun ucundaki bir hiçsin'
Bölüm 38: 'Murat Karahan geliyor, Murat Karahan!'
Bölüm 39: 'Çok derin bakıyorsun Miroğlu, dikkat et boğulacaksın'
Bölüm 40: 'Sen de gel evimize gidelim'
Bölüm 41: 'Ahsen'den, Emirhan'dan farkın yok gözümde, kardeşimsin benim'
Bölüm 42: 'Arkandayım aslanım, ne olursa olsun hep yanındayım'
Bölüm 43: 'Öyle bir şey yapacağız ki duyan küçük dilini yutacak'
Bölüm 44: 'Ağa-ağabey... Be-ben bi-bir şe-şey yap-yapmadım...'
Bölüm 45: 'Ağabeyimin yüzüne nasıl bakacağım ben?'
Bölüm 46: 'Bu adam benim kız kardeşimin canını yaktı, canını!'
Bölüm 47: 'Adamlarını da al ve defol konağımdan!'
Bölüm 48: 'Bana kendimi korumayı sen öğrettin ağabey, unuttun mu?'
Bölüm 49'dan ALINTI
Bölüm 49 : 'Şu kapıdan içeriye olaysız girdiğiniz gün kurban keseceğim '
Bölüm 50'den ALINTI
Bölüm 50: 'Gitme Turnam'
Bölüm 51'den ALINTI
Bölüm 51: 'Önünüzden kim gelirse vurun!'
Bölüm 52'den ALINTI
Bölüm 52: 'İkisi evlensin, töre buna izin verir, öyle değil mi?
Bölüm 53'ten ALINTI
Bölüm 53: 'Getir kızlarımı bana, sağ sağlim getir onları'
AÇIKLAMA
Bölüm 54'ten ALINTI
Bölüm 54: 'Her şeyin düzeleceğine olan inancını kaybetme'
Bölüm 55: 'Vallahi romanlara konu olacak bir aşk sizinkisi'
Bölüm 56: 'Bütün bunlar bittiğinde yüzünü bile görmek istemiyorum'
Bölüm 57 Part 1: 'Sen anne deyince geçiyor'
Bölüm 57 Part 2 : 'Suçum neydi benim anne?'
Bölüm 58'den ALINTI
Bölüm 58: 'Elimden tut yoksa düşeceğim...'
Bölüm 59 : 'Kokun... Kokun beni benden alıyor kadın. Dayanılmaz kokun...'
Bölüm 60 : ' O bu dünyada şeytanın vücut bulmuş hali'
Bölüm 61'den ALINTI
Bölüm 61 : 'Ben yazılanı yaşıyorum, ilerde hak ettiklerimi yaşamak için'
Bölüm 62 : ' Senin bende bıraktığın izlerden bir tanesi sadece'
Bölüm 63 : 'Gazamız mübarek olsun Miroğlu'
Bölüm 64 : 'Bir yalanın cezasını çektirmiş, acısını tattırmış'
Bölüm 65 : 'Benim vicdanım çok uzun zamandır azaplarla dolu'
Bölüm 66'dan ALINTI
Bölüm 66 : 'Seni seviyorum'
Bölüm 67'den ALINTI
Bölüm 67 : 'Son bir kez bakayım, daha bakmaya doyamadığım yüze...'
Bölüm 68'den ALINTI
Bölüm 68 : 'Ba-ban... Baban artık bizimle değil'
Bölüm 69'dan ALINTI
Bölüm 69 : 'Ahsen Miroğlu'nun işini bitirin!'
Bölüm 70 : 'Bencillik biliyorum ama çok acıyor ağabey, çok...'
Bölüm 71'den ALINTI
Bölüm 71: 'Karının leşini bile bulamayacaksın çünkü!'
Bölüm 72 : 'Aşkın gözyaşları ıslatırken sevgilinin omzunu... '
DUYURU ve 73. Bölümden KESİT
Bölüm 73 : 'Buradayım ben, seninleyim.'
Bölüm 74'ten ALINTI
Bölüm 74 : 'Ahım vardı sende, almaya geldim'
Bölüm 75'ten ALINTI
Bölüm 75 : 'Lanet olsun içimdeki sen sevgisine'
Bölüm 76 : 'Günaydın her haliyle dünyanın en güzel kadını '
Bölüm 77 : 'Kızım düğün deyince aklına ne geliyorsa hepsini yapacak adam'
Bölüm 78 : 'Ne zaman yağmur yağsa hep hatırla, yanında ben olmasam da'
FİNAL'den ALINTI
FİNAL : 'Ben sensiz kaldığım her dakika üşüyorum ki zaten'
DUYURU!!!
ÖZEL BÖLÜM : 'Ah bir evet desen, ah bir desen...'
ÖZEL BÖLÜM : 'İyi ki doğdun Mihri!'
MÜJDE!!!
KARAKTER TABLOSU
DUYURU!!!
DUYURU!!!
ÖZEL BÖLÜM: 'Çok sonra buldum seni, bir daha asla bırakmam...'
YAZAR'dan

Bölüm 5: 'Kork Güzelim'

92.5K 3K 728
By asosyalimbenn






***


Onunla kavga etmeyi başkasıyla gülmeye değişmem.


***



        Eve geldiğinde girdiği çalışma odasından henüz çıkmamıştı. Bugün yaşananları tekrar tekrar düşünüyor tarafların asıl amacını saptamaya çalışıyordu. Ahsen'in amacını biliyordu ama Aybar Ağa... İşte o tam bir kapalı kutuydu. Ne yapacağı hiç belli olmayan bu adama hiç güvenmiyordu. Ölmeden önceki zamanlarda obabasının bazı imalarda bulunduğunu hatırlıyordu Çiyeşan için fakat ne kadar araştırmaya çalışırsa çalışsın bir türlü bir yere varamıyordu. İşin peşini bırakmaya da niyeti yoktu.

        Eline geçtiğinden beri defalarca kez okuduğu dosyayı tekrar okumak için çalışma masasının çekmecesinden çıkardı. Ahsen Karahan'ın kendisini vurmasının ardından yakın adamından istediği kız hakkındaki her şey bu dosyadaydı. Kızın yirmi dört yıllık yaşamını kelimesi kelimesine birçok kez okumuştu.

        Okudukları zaman zaman onu şaşırtıyordu. Tıpkı yaşını öğrendiğinde şaşırmış olması gibi. Ahsen kesinlikle yaşını gösteren bir kız değildi. Gerçek yaşından küçük duruyordu. Öyle ki Yavuz kızı ilk kez gördüğünde on sekizden büyük olduğunu düşünmemişti bile.

        Annesini kendi doğumunda kaybetmişti. Bütün ailesi babası, babaannesi ve ağabeyinden ibaretti. On dokuz yaşına kadar ailesiyle birlikte yaşamış babasının vefatından sonra ağabeyi tarafından İstanbul'a üniversiteye gönderilmişti. Üniversitede mimarlık okuyan Ahsen üniversiteden iyi bir dereceyle mezun olmuştu. Beş yıllık üniversite hayatını anlatan, içinde okul notlarını da barındıran ayrı bir dosya bile mevcuttu. Yavuz ise o dosyanın çok fazla üzerinde durmamıştı. Onu ilgilendiren buradaki hayatıydı.

        Onu hiç görmüş olamaması ise Antep'te çok fazla zaman geçirmemiş olmasındandı. Tatillerde geldiğinde bile zamanını bağ evinde geçiren bir kızdı Ahsen. Yavuz'u şaşırtan bir diğer konuysa kızın usta denebilecek bir şekilde silah kullanıcısı olmasıydı. Bir ağa kızının bu kadar iyi silah kullanıyor olması görülmüş şey değildi. Ateş kardeşini bu konuda da en iyi şekilde eğitmişti. Ateş ve Ahsen arasında ağabey-kardeşten de öte bir ilişki vardı. Bu, anne ve babalarını kaybetmiş iki kardeşin birbirine olan düşkünlüğüydü.

        Kızın başına buyruk ve dediğim dedik hareketleri hayatının her evresinde mevcuttu. Ateş'in bir ağabey olarak bu kızla nasıl başa çıktığını gerçekten merak ediyordu. Kendi kız kardeşleri, Melek ve Berfin'den herhangi biri bile böyle olmuş olsa iki gün dayanamaz çıldırırdı Yavuz. Allah'a şükür ki öyle değillerdi. Küçük kız kardeşi Berfin biraz fazla konuşurdu ama yinede böyle huyları olmadığı için mutluydu genç adam. Zaten Yavuz, Serhat hariç hiçbir kardeşinden şikâyetçi değildi. Seviyordu kardeşlerini, Serhat'ı da seviyordu fakat yaptığı hatalar bu sevgisini günbegün azaltıyordu. Birinin ölümüne sebep olması ise son noktaydı. Karahanlara karşı vicdanı rahat değildi. Küçüklüğünden beri o ailenin düşman olduğu empoze edilmeye çalışılmış olsa da insanların birbirine düşman olmasını kabullenemiyordu. Büyüdükçe de bunu ailesine anlatmaya çalışıyordu.

        Annesi babasını kaybettiğinde bitirmişti bütün düşmanlığı. Elinde çocukları kalınca bir anne olarak çocuklarından daha önemli bir şey olmuyordu. Mihriban, genç kızken en yakın arkadaşıydı Meryem Hanımın. Nasıl olurdu da onun ailesini düşmanı bilirdi? Ataların başlattığı bir şeyi nasıl olurda başkalarına mal edebilirdi? Mihriban ile olan arkadaşlığı iki düşman aileye gelin olduklarında bitmişti. Sözde bitmiş olan bir şey kalpte biter miydi?

        Bitmemişti. İki genç kızda evlendikten sonra bile Meryem Hanımın kayınvalidesi Melek Hanım öğreninceye kadar gizli gizli konuşmayı sürdürmüşlerdi. Mihriban ilk çocuğu Ateş'i kucağına aldığında aracıyla bir altın bile yollamıştı Meryem Hanım. Mihriban ise Ateş'ten sonra doğan Yavuz için küçük sandık hazırlamış içine de altınını iliştirmeyi unutmamıştı. Sandığın Melek Hanım'ın eline geçmesiyle bütün irtibatları kopmuştu iki arkadaşın. Kayınvalidesi öldükten sonra bile cesaret edememişti Meryem Hanım. Yeni doğan kızı Meleği bütün meşgalesi oluyordu. Zaten de cesareti yoktu Mihriban ile görüşmeye. Kocası Zafer Ağa'ya yakalanacak olursa başına iyi şeyler gelmeyebilirdi. Kocasının, başka bir kadından olma oğlu Serhat'ı konağa getirmesiyle de başka şeyler düşünmeye fırsatı bile olmuyordu.

        Birkaç yıl sonra Mihriban'ını kaybetmişti. Haberi aldığında yıkılmıştı Meryem Hanım. Arkadaşı, can yoldaşı bebeğini doğururken ölmüştü. Bundan daha acı ne olabilirdi ki Meryem için? Bir şekilde Mihriban'ın kızını gizlice görmüş kardeşi bildiğinin emanetine bir kez sarılmıştı annesi adına. Öyle çok benziyordu ki Ahsen bebek annesine büyüyünce Mihriban'ın tıpkısı olacağına emindi Meryem Hanım. O günden bu güne ne Ateş'i görmüştü Meryem Hanım ne de Ahsen'i. Oğlunu vuran kızın Ahsen olduğunu bile çok sonraları öğrenmişti. Düşündükçe haklı olduğunu anlıyordu Ahsen annesine çok benziyordu. Bunu o zaman anlayamamış olması tuhaftı.

        Serhat'ın Ateş'i öldürmüş olması ise Meryem Hanımı daha birçok üzüyor, Mihriban'a karşı kendini suçlu hissediyordu. Öbür tarafta bunun hesabını nasıl verirdi işte onu sadece Allah biliyordu.

        Oğlunun, kan davalı diye öğrettikleri aileye karşı kin beslemiyor oluşu şükür ettiği şeylerdendi. Yavuz, Babasıyla ne zaman bu konuları konuşmaya çalışsa her zaman susturuluyor, kendisini ilgilendiren bir durum olmadığı ve bu olaylara karışmaması gerektiği yönündeki ikazlar baş gösteriyordu. Babasının yanında konuşamadığı bu konuları babası yokken kız kardeşlerine anlatıyor onların da körü körüne bu düşmanlığa inanmalarını engellemeye çalışıyordu. Evdeki hiç kimsenin babalarının ölümünden birilerini suçladıklarını düşünmüyordu. Her iki tarafında acısı büyüktü ve ailesi bunu olgunlukla karşılıyorlardı. Eğer ki Serhat olur da uyanırsa onu elleriyle polise teslim edecek cezasını sonuna kadar çekmesini sağlayacaktı.

        Dosyayı okumayı bitirip, koltuğundan kalktığında aylar önce kitaplıktaki eski bir kitabın içinde bulduğu anahtarı çıkardı ve sanki bir şey bulabilecekmiş gibi tekrar incelemeye başladı. Bu anahtarı kitabın içine babasının koyduğundan emindi. Böyle eski ve fark edilmeyecek kadar sıradan bir kitap seçmiş olması akıllıcaydı. Yavuz bunu yıllar önce nasıl bulamamıştı anlamıyordu. Bir kasanın veya bir kutunun anahtarı olduğu açıktı ama hangisinin ve neredekinin? Evdeki ve şirketteki bütün kasaları denemişti. Hiçbirinden sonuç alamamıştı. Babasının ne sakladığını gerçekten merak ediyordu. Yakında bunu da çözecekti. Sadece biraz zamana ihtiyacı vardı o kadar.

        Anahtarı ilk kez bulduğu yere koyup kitabı aldığı rafa tekrar yerleştirdi. Odadan çıkıp yemek için aşağıya indi. Kardeşleri avludaki masayı hazırlarken ellerini yıkmak için alt kattaki banyoya girdi. İşini bitirip avluya döndüğünde annesini masada otururken buldu.

     ''Meryem Sultan nasıllar bakalım?''

        Masaya yerleşirken sorduğu soru annesini gülümsetmişti. Yavuz'dan başka kimse ona Sultan demezdi. Bu Meryem Hanım'ın hoşuna gidiyordu.

     ''Yavuz... Ben bir şey soracağım?''

     ''Sor sultanım.''

     ''Şu, seni vuran kız. Ondan hiç haber alıyor musun? Yani şikâyetçi falan olmayacak mısın?''

        Yavuz, annesinin bu konuyu ne zaman açacağını merak ediyordu günlerdir. Olaydan sonra, olay hakkında konuşulmasını evdeki herkese yasaklamıştı. Kimsenin konuyu açmasına izin vermemişti. Ona göre yaşananlar geçip gitmişti. Yaşanmasaydı daha güzel olurdu ama ağabeyini yeni kaybetmiş bir kızın kriz geçirip böyle davranmış olması da normaldi. Allahtan kötü bir şey olmamıştı. Bir sıyrıkla atlatılmıştı. Yavuz için bu sorun değildi.
Serhat'ın yaptığının diyeti olarak sayabilirdi. Fakat Serhat'ın yaptığının herhangi bir karşılığı olmadığını gayet iyi biliyordu. Sadece vicdanını biraz olsun rahatlatmaya çalışıyordu o kadar.

     ''O konuyu kapattık anne artık. Tekrar tekrar açılmasını istemiyorum.''

     ''Oğlum yok yanlış anladın. Ben kızı merak ettim. Nasılmış diye sordum. Biliyorsan eğer...''

        Yalan söylemeyi sevemezdi ama bazen gerçekten mecbur kalıyordu. Annesi cümlesini bitirmeden araya girip konuyu tekrar kapatma çabasındaydı.

     ''Yok, haberim yok. Artık kapatsak konuyu.''

     ''Şikâyetçi olmadın değil mi oğlum.'' Her ne kadar oğlunu yaralamış da olsa suçsuz bir kızın boşuna ceza çekmesini istemiyordu hele de bu kız en yakın arkadaşının, kardeşi gibi gördüğü Mihriban'ının kızıysa.

     ''Hayır, şikâyetçi olmadım, olmayacağımda. Lütfen kalbini kırmak istemiyorum anne.''

        Arslan masaya gelince konu kapanmış, yemek boyunca da açılmamıştı. Oğlundan istediği cevabı alan Meryem Hanım içi rahat bir şekilde yemeğini yiyebilmişti. Dün gece gördüğü rüya onu çok etkilemişti. Rüyasında Ahsen beyaz bir elbise içinde Miroğlu konağının ortasında elinde silahla ağlıyordu. Bunu hiç hayra yormayan Meryem Hanım bütün gece uyuyamamış sabahı sabah etmişti. Oğluna daha önce sormak istemişti ama konağın her yerini aramasına rağmen oğlunu bulamamıştı. Eve gelmesini iple çekmiş, geldiğinde direkt çalışma odasına girdiğini görünce de vazgeçmişti. Şimdi merak ettiklerini öğrendiğine göre içi rahat edebilirdi.

        Yavaş yavaş herkes yemeğini bitirdiğinde Melek tatlıları getirmek için mutfağa gitmişti.

     ''Eee Meryem Sultan tatlı olarak ne yaptın bakalım bugün?'' Yavuz annesinin yemeğin başında sorduklarını çabucak unutmuş eski halini alıvermişti.

     ''Baklava var ağabey. Annem elleriyle açtı kimseyi bulaştırmadı yaparken. Bütün her şey kendisine ait. Yemekten önce tadına bakmamıza bile izin vermedi. O kadar saat onun hayaliyle yandım durdum valla.''

        Berfin'in ellerini birleştirip ağzını şapırdatarak anlattıkları annesini sinirlendirmiş ağabeyini ise güldürmüştü.

     ''Şunun yaptığına bak! Ayıp kızım ayıp. Hem nasıl bir konuşma öyle o? Günah değil mi nimetten bahsediyoruz? Senin bu yaptığını şu küçücük çocuk bile yapmıyor.'' Dedi eliyle Arslan'ı göstererek Meryem Miroğlu.

     ''Ben küçük değilim ki Meryem babaanne. Niye bana küçük diyorsun?'' Arslan birinin kendisine küçük demesine dayanamıyordu. O küçük değildi ki. Kocaman dört yaşında çocuktu.

    ''Yok, yavrum küçük değilsin, hiç küçük olur mu benim oğlum.'' Arslan'ın gönlünü alması kolay değildi ama küçük çocuk Meryem babaannesine hiç dayanamazdı.

     ''Aman anne ya sen de. Hevesim kursağımda kaldı. Ne var yani çok seviyorum biliyorsun.''

     ''Ağabeyinde seviyor, Arslan da seviyor, onlar böyle davranıyor mu?''

     ''Tamam ya yemiyorum ben oldu mu?''

        Mutfaktan elinde tepsiyle gelen Melek, kız kardeşini somurturken bulunca bir şeyler olduğunu anladı. Tatlıları servis ederken ağabeyine ne oldu der gibi baktı.

     ''Önemli bir şey yok ya. Berfin baklava yemeyecekmiş de.''

        Ağabeyine 'inanmam' dercesine bakarken ''Berfin ve baklava yememek? Hayırdır iddia falan mı var yoksa ondan aşağısı kurtarmaz da.''

        Maaile gülerken Berfin somurtuyordu.

     ''Ben evlatlık falan mıyım? Bakın söyleyin, bunun başka bir açıklaması olmaz çünkü. Niye benimle alay ediyordunuz ki?'' Berfin gözleri dolu dolu konuşunca dayanamayan Yavuz sandalyesini kız kardeşinin sandalyesine yaklaştırıp önündeki tatlı tabağındaki bir dilim baklavayı elleriyle kız kardeşinin ağzına götürdü.

     ''İstemiyorum, git.''

        Pes etmeyen Yavuz bir kez daha baklavayı dudaklarına yaklaştırıp ''Küsüyorum ama.'' Diyerek kardeşinin gönlünü almaya çalıştı.

        Başını diğer tarafa çeviren genç kız baklavaları yemeye başlayan annesi, kız kardeşi ve Arslan'ı görünce derince bir yutkundu. Şimdi o baklavayı ağzında çiğniyor olmak varken tavır yapıyor, burnunun önüne kadar gelen dilimi reddediyordu. İçinde adeta kendiyle savaş veriyor, ağabeyi daha ısrar etsin diye Allah'a yalvarıyordu.

     ''İyi ben de yemiyorum.'' Diyen ağabeyine hızla başını çevirdiğinde yüzündeki şaşkın ifade oscarlıktı.

     ''Ne demek yemiyorum?''

     ''Yemiyorum işte. Benim can kardeşim yemek istemiyor ben nasıl yerim bu harika çıtır çıtır bol fıstıklı baklavayı? Nasıl yerim söyle bana?'' Yavuz'un da oyunculukta Berfin'den aşağı kalır yanı yoktu. Üniversitedeyken tiyatro kulübünde baya iyi iş çıkarmıştı hatta birkaç firma reklam filmi teklifinde bile bulunmuştu ama Yavuz bütün arkadaşlarının kabul etmesi yönündeki ısrarlarına rağmen reddetmişti. Her zaman göz önünde olmayı yeğleyen biri olmamıştı. O hayatını geri planda yaşamayı seviyordu.

     ''İyi madem sen ben yemiyorum diye yemiyorsan sırf senin için yiyeceğim. Sadece senin için ama.''

        Yavuz bıraktığı dilimi tabaktan alıp kardeşine verdi. Gözbebeğini daha fazla kızdırıp, küstürmek istemiyordu. Berfin gözlerini kapatmış, aldığı bir ısırıkla mest olurken diğerleri gülmemek için ağızlarını kapatıyorlardı. Arslan ağzını iki eliyle kapatmış, gülüşü duyulmasın diye Melek halasının kucağına yatmıştı. Meryem Hanım kızın şu hallerine bakıp hem iç çekiyor hem de dudaklarını ısırıyordu. Eliyle diğerlerine işaret etmiş, gülememeleri için sessizce uyarmıştı. Berfin güldüklerini anlarsa bir daha bozulacaktı. Hoş gerçi şuan hiçbir şeyi fark edecek durumda değildi. Gözleri kapalı ağabeyinin elindeki dilimden ikinci beklide üçüncü ısırığını alıyordu.

        Kendine geldiğinde koca dilimden küçük bir ısırık kaldığını görünce ellerini Yavuz'un elinin üstüne koyup kalan küçük dilimi ağabeyinin yemesini sağladı. Koca dilimden küçücük bir parça yiyen genç adam içinden annesine bir kez daha teşekkür etti. Neyse ki bir koca tepsi dopdoluydu. Gerçi şimdi yiyebildiği kadar yemezse tepsi sabaha çıkmazdı. Berfin'in her baklava yapışlında yaptığı şeydi.

        Berfin'in gönlü alınıp yemek masası toplandıktan sonra Arslan, Berfin ve Melek büyük oturma odasındaki televizyonun karşısına geçmişti.

     ''Berfin hala ya neden bunu izlemek zorundayız?''

     ''Şışşttt... Arslan sessiz ol. En önemli sahne şuan.'' Genç kız eliyle sus işareti yapmış, sahnenin heyecanına kapılıp elini dudaklarından geri çekmeyi unutmuştu. Ağabeyi odaya girdiğinde de işaret parmağı hala dudaklarındaydı.

     ''Bunun hali ne böyle yine?''

     ''Şışşttt... Sessiz ol Yavuz baba. En önemli sahne şuan.'' Küçük çocuk Berfin'in taklidini yaparken Meleğin verdiği meyveleri çiğniyordu. Melek kendisini uyarınca sessizce özür diledi ve ağzındakileri çiğnemeye devam etti.

        Yavuz kanepelerden birine oturup Meleğin uzattığı meyve tabağını eline aldı. Küçük bir dilim armudu çiğnedikten sonra Berfin'in dikkatini çekmek için konuşmaya başladı.

     ''Bugün yanıma İsmail Amca geldi.'' Arslan ve Meleğe göz kırpınca oyun oynadığını belli emiş oldu.

     ''Hani şu uzaktan kuzenimiz şişko...'' Genç kız boğazını temizledi. Normalde asla böyle tabirlerde bulunmazdı ama şu an oyun oynuyorlardı ve Melek bu oyunun keyfini çıkarmalıydı. Fazla vakit kaybetmeden cümlesini tamamladı. ''İshak'ın babası İsmail Amca mı?''

     ''Evet, ta kendisi. Neyse işte bu geldi yanıma ne haber, nasılsın falan konuştuk biraz.''

     ''Eeee...'' Melek oyunun sonunun çok komik olacağına emindi. Ağabeyinin bir an önce sadede gelmesini istiyordu. Konunun küçüklüğünden beri Berfin'e âşık olan İshak olduğunu biliyordu.

     ''Sonra geliş sebebini açıkladı. Ben önce bi şaşırdım. Olmaz falan dedim. İkna etti beni, tamam dedim bende. Haftaya bize geleceklermiş.''

     ''Niye geleceklermiş ağabey? Hayırdır?''

     ''Hayır, hayır... Hayırlı bir iş için gelecekler.''

     ''Hayırlı bir iş mi? Ne ki bu iş?'' Berfin hipnotize olmuş gibi televizyona odaklanmış esas oğlan ve esas kısın sahildeki ayrılık konuşmasını dinliyordu. Konuşulanlardan haberi var mıydı o muammaydı ama eğer gerçekten duymuyorsa çok harika bir oyun suya düşecekti.

     ''İsmail Amcam, oğlu İshak'a Berfin'i isteyecekmiş.''

     ''Neeee?!!!'' Televizyondan gözlerini sonuna kadar açıp ayıran ve ağabeyine bakan Berfin izlediği dizinin büyüsünden hemen çıkıvermişti. ''Ne diyorsun sen ağabey? Şaka yapıyorsun değil mi? Şaka?''

        Ağzına bir elma dilimi attı Yavuz. ''Hayır, şaka değil. Haftaya cumartesi geliyorlar valla. Bir aya nişan, üç aya düğün diyorum ben. Gerçi annem ne der bilemiyorum ama onunla da konuşmak lazım.''

     ''Ne konuşacakmışsınız benle?'' Diye içeri girince Meryem Hanım, Arslan hemen atıldı.

     ''Berfin halamı istemeye geliyorlarmış Meryem babaanne. Hem de İshak ağabeyim.'' İstemenin tam olarak anlamını bilmese de Arslan, babasının ve halasının oyununa ortak oluyordu.

     ''O da nereden çıktı şimdi?'' Dedi, Yavuz'un yanına otururken.

     ''Anne şaka yapıyorlar değil mi? Bir şey söyle anne uğraşmasınlar benle.''

     ''Kızım şaka yapmıyorum diyorum. Anne doğru söylüyorum gerçekten. Çocuk zaten küçüklükten yanık buna. Akrabamız da İshak. Hem yabancıya gitmemiş olur işte.''

     ''Ne biçim konuşuyorsun evladım sen. Mal mı benim kızım? Gelsinler edebiyle istesinler uygun  bulursak veririz.'' Meryem Hanım oyunun farkında değildi. Gerçek sanmıştı her şeyi.

        Berfin işin ciddiyetinin farkına varınca televizyona arkasını dönüp oturduğu yerden kalktı. Herkesi karşısına alan genç kız işaret parmağını karşısında meyve yiyen ailesine sallamaya başladı.

     ''Ölümü görün kabul etmeyeceksiniz. Bak ciddiyim ben. Evlenmem o koca gözlü şişkoyla. Öldürün daha iyi.''

     ''Ağzından yel alsın kızım, aptal aptal konuşma. Neyi varmış İshak'ın? Okumuş etmiş çocuk. Durumu da iyi. Ondan iyisini mi bulacaksın?'' Annesi Yavuz'un oynadığı oyunun farkında değildi belki ama o da kendince bir oyun oynuyordu şimdi. Yoksa kızını bu genç yaşında evlendirmeyi düşünmüyordu hemde görücü usulüyle hiç.

     ''İşte abla hiçbir şeyi yok. Sorun bu ya. Hem çok istiyorsan sen evlen. Hem sen büyüksün neden önce sen evlenmiyorsun. Ben evlenmek istemiyorum. Duydunuz mu? Arayın vazgeçtik deyin, gelmesinler.''

     ''Kızım manyak mısın, nasıl denir vazgeçtik gelmeyin? Gelecekler, isteyecekler, ben de vereceğim. Konu kapandı.''

     ''Ağabey... Sen... Sen... Ciddisin. Gerçekten vereceksin beni. Ben daha okuyorum. Nasıl evlenirim?''

     ''Orasını ben bilemem. Evlendikten sonra kocan karar verir. Devam etmene izin verirse devam edersin, vermezse etmezsin. O artık ikinizin arasında.''

        Berfin annesinin meyve tabağındaki bıçağı kaptığı gibi şah damarına tutmuş, ailesinin şaşkın bakışları altında konuşmaya başlamıştı.

     '' Öldürürüm kendimi. Gerçekten öldürürüm. Beni İshak'a verirseniz kıyarım canıma. Yemin olsun kıyarım.''

        Yavuz kardeşinin bıçağı boğazına dayamasıyla yerinden fırlamıştı. Berfin'in böyle bir tepki vermesini beklemiyordu. Bilseydi başından böyle bir şeye kalkışmazdı.

     ''Kızım ne yapıyorsun? Bırak şu bıçağı, elinden bir kaza çıkacak.''

     ''Yaklaşma ağabey, valla kıyarım canıma. Evlenmeyeceğim ben.''

     ''Berfin bırak şunu bak kötü olacak. Şaka yaptık sana. Yok evlenme falan.'' dedi Melek.

     ''Berfin!'' Annesinin kükremesi bile fayda etmemişti.

     ''Yalan söylemeyin. Yemin ver doğru değil diye.''

     ''Ya yemin ederim yok evlenme falan. Öylesine söyledim. Hay söylemez olaydım. Şaka diyorum bırak şunu.''

        Berfin elindeki bıçağı ağabeyine verir vermez Yavuz'un ne yapacağını anlayıp koşarak odadan çıktı. Berfin önde Yavuz arkasında konağı turluyorlardı.

     ''Gel buraya. Berfin! Kime diyorum ben! Hele bir yakalayayım seni gör bak damara bıçak dayamak nasılmış anlarsın.''

    ''Ya ağabey valla korkudan yaptım. Ciddi değildim. Ben kendimi öldürebilecek biri miyim? Bir düşün. Ağabey bırak, lütfen.''

        Söyledikleri Yavuz'u daha da çok sinirlendiriyor, aklına gelen görüntüler yumruklarını   sıkmasına sebep oluyordu.

     ''Kızım, bak gittikçe sinirleniyorum. Gel şuraya. Adam gibi çek cezanı.''

     ''Ya ağabey ne yaptım ben?'' Diye sordu aralarındaki mesafeyi dikkatlice koruyarak.

     ''Ne yaptığını detaylıca anlatacağım ben, sen dur. Hele bi yakalayayım.''

        Berfin göz ucuyla odasının kapısını baktı. Odası ağabeyinin arkasında kalıyordu. Mümkün değil odasına ulaşamazdı. Alan genişti ama atletik vücutlu ağabeyi alanı daraltıyordu. Odasına doğru atılsa tek adımda yakalanırdı. Kısa boyuna küfretti içinden. Aslında çok da kısa değildi. Standartların bile üstünde sayılabilirdi ama Yavuza göre devede kulak kalıyordu bir kere. Ağabeyi bu kadar uzun boylu olmak zorunda mıydı sanki? Başka çaresi olmadığından bu işi anlaşarak halletmeliydi.

     ''Ağabey korkuyorum, lütfen.'' Yavuz'a yakalandığı vakit kaçışı yoktu. Bir şekilde cezasını çekerdi. Yavuz zorba biri değildi. Asla da olmamıştı. Kadına el kaldırmak yoktu onun sözlüğünde. Onunki sözde hırpalamaktı. Yalandan birkaç kere vurur, şaçlarıyla –Berfin'in hoşlanmayacağı bir biçimde- biraz uğraşırdı. Ama asla fiziksel acı verecek şeyler yapmazdı. Bazen bütün bunlara bile gerek kalmaz, Berfin'in harçlığını kısardı. Bu zaten Berfin'e en büyük darbe olurdu. Bazı zamanlar annesi dayanamaz el altından biraz yardım ederdi fakat ağabeyi öğrenirse o yardımı misliyle geri alır, kısılmış harçlığı biraz daha kısardı. Paranın ailesinin hayatında büyük yer edinmesinden her zaman kaçınırdı Yavuz.

     ''Kork güzelim. Başka bir seçeneğin de yok zaten. Şimdi tıpış tıpış gel. Yoksa cezan iki katına çıkacak. Harçlığına dokunmak istemiyorum.''

        Harçlık kelimesini duyduğu anda beynindeki bütün şalterler yanınca ustalıkla konuyu başka yöne çevirme kararı aldı. ''Ağabey harçlığıma dokunamazsın. Valla bak ablama hazırladığın sürprizden bahsederim yoksa.''

     ''Sakın! Sakın öyle bir şeyi aklından bile geçirme çok fena olur. Ciddiyim. Melek ben söyleyene kadar okul işini bilmeyecek anladın mı?''

     ''Bir şartla kabul ederim. Bırak beni yoluma gideyim.'' Suçluyken suçsuz duruma geçmek Berfin için çocuk oyuncağıydı. Şu dünyada isteyip de elde edemediği bir şey yoktu. Şimdilik.

     ''Sen hayatımda gördüğüm en şeytan kız kardeşsin biliyorsun değil mi? Hatta şeytana bile taş çıkartırsın.'' Yavuz pes etmişti.

     ''Ağabey kaç tane kız kardeşin var Allah aşkına? Bir ben bir de ablam. Ablam zaten melek, ağzı var dili yok. Hayır, en çok merak ettiğimde bu kızın adını müneccim mi koydu? Bir insan ancak bu kadar adını yansıtır. Gerçi babaannemin ismiydi ama. Her neyse geriye de bir tek ben kalıyorum. Ne kadar mükemmel bir kardeş olduğumu tartışmayalım istersen.''

        Yavuz ellerini ceplerine sokup, mevzu bahis Berfin Miroğlu olduğunda kız kardeşinin her zaman yaptığı gibi kendinden geçişini izledi. Her ne yaparsa yapsın kızamıyordu, canının canına kıyamıyordu.

     ''Gel buraya, bilmiş şeytan.'' Kollarını açıp kız kardeşini, sarılması için bekledi. Berfin önce biraz tereddüt etse de sonunda dayanamamış koşmuştu kucağında kendini en huzurlu hissettiği adama. Hayatında o olmasaydı ne yapardı kim bilir?

        Ağabey kardeş kol kola çıktıkları odaya geri dönerken Melek'in sürprizinin detaylarını konuşuyorlardı. Yavuz Melek'in hayali olan çocuk yuvası için kardeşine büyük bir sürpriz hazırlıyordu. Yuvanın iç dizaynı bitmiş sayılırdı ama hala eksik eşyalar vardı. Yuvanın çok az bir işi kalmıştı. Tastamam olduğunda sadece Melek öğretmenini bekliyor olacaktı. Kardeşler odaya yaklaşınca Melek anlamasın diye konuyu kapatmıştı. Berfin kaldığı yerden dizisine dönerken, Yavuz kaldığı yerden meyve yemeye devam ediyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

381K 11.9K 14
Şimdi bir çığlık olsanda sussam seni .Bir ağaçtan yabani içime saldığın kökleri, ellerimle kestiğimi görsende utansan. İlerde birgün , çok acımasız b...
1.3M 100K 27
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
TOHUM By P!NK

General Fiction

3.3M 101K 48
"BAĞIRMA BOŞUNA! BABAN SENİ SATTI!" Duyduğum sözlerle, biraz önce sinirle bağırdığımda gürleyen sesim, aniden içime kaçtı. "Ne... Ne saçmalıyorsun?" ...
34.8K 706 4
Kayıplarına rağmen hayatına sevdikleriyle devam eden Fırat ın kızı Hazal'ı bekleyen kabus daha yeni başlıyordu. Yaşadığı onca acıyı gömdüğünde daha...