ULUSLARARASI İLİŞKİLER

By pandacigil

11.2K 671 153

"Bana bak lahana turşusu, lafını geri al yoksa seni öldürürüm." dedi Mileyna sert bir tonla. "Bak kızıl..." d... More

Giriş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
DUYURU
23. Bölüm
Bölüm 24

Bölüm 22

328 22 8
By pandacigil

Beste

Merhaba uzuuuuuun bir aradan sonra yazarınız B konuşuyor! Evet oldukça geç kalınmış bir bölüm. Maalesef okul, tatil ve ailevi problemler derken çok yoğundum. Sonunda yazmaya fırsat buldum. Lütfen vote vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Bu arada, ya Beste için kullandığım baağyan çok hoş değil miiii <333

"Artık benimlesin."

Kai'nin bu cümlesi beynimde yankılanırken beni tutup çıkışa doğru sürüklemesine karşı çıkamamıştım. Beni Pascal'dan köpek gibi kıskandığını biliyordum. Doğum günümde bunu çokça belli etmişti zaten ama bu sefer iki terslemeyle gider sanmıştım. O ise beni hırçın bir Türk çocuğu edasıyla peşinden sürüklemeyi seçmişti.

Terasa çıktığını anladığım merdivenlerde bir kaç kez kolumu kurtarmayı denemiş ama başarılı olamamıştım. Hızlı hızlı onun peşinden giderken merdivenlere takılıp düşmemek için büyük çaba harcıyordum. Aynı zamanda Kai'nin beni neden peşinde sürüklediğini bildiğim için ne kadar özür dilese de onu peşimden koşturacağıma dair kendi içimde bir mücadele veriyordum.

Merdivenlerin sonundaki terasa açılan cam kapıyı sertçe ittikten sonra terasa girerek beni de yanına çekti. Terasa kısa bir göz gezdirdiğimde en fazla 3-5 kişinin olduğunu fark ettim. Gerçi onların da bizi pek umursayacaklarını sanmıyordum çünkü hepsinin kafası bir dünyaydı. Ve bunu kayan gözlerinden, birbirlerine sürtünüp delicesine dans etmelerinden anlamıştım. İşin garip tarafı, terasta müzik yoktu.

Kolumdan sertçe çekerek korkulukların yanına gelmeme neden olmuştu. Fazla yüksek bir bina değildi, yine de aşağıya baktığımda insanları ufak ufak görüyordum.

Bu sefer kolumu kurtarmayı denediğimde başarılı olmuştum. Tuttuğu yeri ovuşturup sertçe Kai'ye baktım. "Derdin ne senin?"

"Beni dinleyeceksin." Tereddüt etmeden çok değişik bir ses tonuyla söylemişti bunu. Ne sesini herkese duyurmak istermiş gibi bağırıyor ne de beni kırmaya çalışır gibi sertçe konuşuyordu.

Yüzüme onu küçümsermiş gibi bir ifade yerleştirdim. "Seni mi?" Yapmacık olduğu her yerinden belli olan bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. "Peki ya dinlemezsem?"

Onun ifadesi ise hiç bozulmuyordu. "Dinleyeceksin."

"Sen o hakkını çoktan kaybettiğini biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum." dedi gözlerini yere çevirerek. "Çok zamanını almayacağım."
Öyle kırık söylemişti ki bunu, terasa çıkarken kendime verdiğim 'onu affetmeyeceğim' sözlerine odaklanmaya çalıştım. Hayır, verdiğim sözleri bozduramazdı.

Başını yerden kaldırarak gözlerini gözlerime sabitledi. "Lütfen."

"Tamam." diye bir kelime çıkıverdi ağzımdan. Hani karşı çıkacaktım? Hani affetmeyecektim onu? Hani söz vermiştim asla dinlemeyecektim? Sert ifademe ne oldu benim? Yine kendime yenildim işte. Ben böyleydim zaten. Dışarıya karşı o kadar güçlü görünmeye çalışırdım ki, aklım çıkardı birisi benim güçsüz yanımı görecek veya zaaflarımı öğrenecek diye.

"Seni buraya özür dilemek için getirmedim."

Kaşlarım affaladığımı belli edercesine çatılmıştı. Konuşmadan, diyeceklerini beklemeye başladım. Çünkü eğer konuşsaydım 'ne sikim yapmaya getirdin o halde?' falan diyecektim, gerek yoktu.

Sessizliğimden cesaret alarak konuşmaya başladı. "Senden ve kızlardan yeterince özür dilediğimi düşünüyorum. Affetmek size kalmış. Benim seni buraya getirme amacım çok daha farklı."

Kai'nin ukalalığı az önce yumuşayan ifademi ezip geçmişti. Bir kez daha salaklığıma küfrettim. "Ben de burda durmuş seni dinliyorum ya yazık." Sinirden gülümserken terastan gitmeye yeltendim. Bir dakika daha Kai'yi dinleyecek halim yoktu. Ne olduğunu anlamadan Kai kolumdan çekerek beni terasın korkuluklarını ittiğinde sırtımı sert bir şekilde demirlere çarptım. Ağzımdan acı bir inleme dökülmesine rağmen o buna aldırışı etmeden beni korkuluklara bastırmaya devam ediyordu. O kadar yakınımda duruyordu ki nefeslerimiz birbirine karışıyordu.

"Ne yapacaksın beni dinlemeyip? Pascal şerefsizinin yanına mı gideceksin? Daha mı önemli o benden?" Bağırıyordu. Ses tonu, olduğum yere sinmeme neden olacak kadar korkunçtu. Yüzüme çarpan nefesinden alkol kokusu geliyordu. Bizi izlerken baya alkol almış olmalıydılar.

Sırıttım. "Evet Pascal beni bekliyor. Ona şerefsiz deme Kai." Sırıtmaya devam ederek konumumun el verdiği kadarıyla yüzümü ona yaklaştırdım. "İnanır mısın, o kadar iyi bir insan ki..."

O an beni korkuluklara öyle bir yapıştırdı ki sırtımın acısından mı yoksa dibime kadar giren Kai yüzünden mi nefes alamadığımı anlayamadım. Kolumu sertçe sıkıyordu. "Kim iyi lan o orospu çocuğu mu? O mu iyi lan söyle! Yemin ederim öldürürüm onu Beste! Beni delirtme!"

O öfkeyle bağrınırken böyle sert bir çıkış beklemediğim için susup onun konuşmasını bekledim. Zaten bu durumda susmaktan başka seçeneğim de yoktu. Bağırmasını bitirince onun gözlerine bakmamaya çalışarak konuştum.
"Sarhoşsun sen. Sırtım acıyor çekil." Kolumu Kai'nin sert tutuşundan kurtarıp ellerimi göğsüne koyarak onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım.
Yerinden milim kıpırdamadan çırpınışlarımı izliyordu.
"Çekilmeyeceğim." sesi az öncekine göre daha sakin geliyordu.

Söylediklerimi kafası basmıyor diye düşündüğüm için bu sefer yavaşça ve tane tane konuştum. "Canım acıyor Kai üzerimden çekil. Ve bu konuşmayı başka bir zaman yapalım çünkü sarhoşsun."

"Söyleyeceğim şeyin anlamını bilecek kadar ayığım." Bir adım geri çekilerek beni korkuluklardan uzaklaştırdı. Acıyan omzumu ovarken gözlerim gözlerine takıldı. Ufak bir pişmanlık kırıntısı geçer gibi oldu gözlerine sonra yine eski öfkeli halini aldı.

"Dinle."

Gözlerinin içine bakarak derin bir iç çektim. "Dinleyeceğim."

Bir müddet gözlerime bakarak sessiz kaldı. Söyleyeceği şeyi kafasında toparlıyor gibiydi.

"Senden hoşlanıyorum." Hiç tereddüt etmeden, çekinmeden söyledi bunu.

"Biliyorum." Aynı tereddütsüzlükle karşılık verdim ben de. Evet, biliyordum. Aptal kızı oynamaya hiç gerek yoktu. Bunu kızlardan çok duymuştum. Zaten Kai de hareketleriyle yeterince belli ediyordu. Saf ayağına yatıp bilmemezlikten gelecek bir kız değildim.

Eliyle saçlarını karıştırarak gülümsedi. Kırgın bir gülümsemeydi bu. "Biliyorsun."

Başını yere eğdi ve biraz bekledikten sonra tekrar gözlerini gözlerime kenetledi.

"Seni Pascal'dan kıskanıyorum. Sadece ondan değil. Baktığın, konuştuğun veya gülümsediğin her erkekten seni kıskanıyorum. Çünkü bana hiçbir zaman öyle bakmıyorsun, gülümsemiyorsun. İlgini çekebilmek için yırtınıyorum ama sanki sen beni görmemeye yeminliymişsin gibi, fark etmiyorsun bile beni."

Biraz kırgın biraz da yorgun bir gülümseme vardı yüzünde bunları söylerken. Kai'yi bir kızla aynı gülümsemeyle konuşurken görsem, hiç düşünmeden kızı yere vura vura döver ve 'sen bu çocuğa ne yaptın?' diye cevap alana kadar kafasını yere sürterdim.

"Öyle bir şey yok." Sesim çatlamıştı. İşte sert duruşumdan verdiğim ilk ödün.

"Öyle bir şey var!" Alkolün de verdiği etkiyle ses tonu biraz artmıştı. Ama sanki hata yapmış gibi durup kendine gelmek için biraz bekledi. "Öyle bir şey var Beste. Bunu da çok iyi biliyorsun. Soğuk bir insan sandım hep seni. Sert bir yapın var sandım. Ama fark ettim ki aslında sen sadece bana öyleymişsin. Ve bu, senin beni sevmeyişinden daha çok yaktı canımı."

Onun gülümseyerek kurduğu her cümlede benim kalbim eziliyordu. Buğulanan görüşüm bana gözlerimin dolduğunu belli ediyordu. Ve işte bu da kendimden verdiğim ikinci ödün.

"Hayır..." cümlemin devamını getiremedim. Ne diyecektim ki? Daha kendime bile açıklayamadıklarımı sesli bir şekilde nasıl dile getirecektim?

"Bak... Sen bile sustun. Sen bile acıdın halime değil mi?" Kahkaha attı bu sefer. Gözleri kıpkırmızıydı. Onun bu haline bakınca 'ulan Beste... bi insan bu kadar üzülür mü? hiç mi insafın yok?' diye geçirdim içimden. Ben miydim bunu sorumlusu? Ben mi kırdım Kai'yi bu kadar? Gözümden akan bir damlayla başımı yere eğdim.

Yanağıma temas eden sıcak bir el, yüzümü hafifçe yukarı kaldırdı ama çekilmedi ordan. "Ağlıyor musun?"

O kadar ilgili bir sesle sormuştu ki bunu, bir kaç damla yaşın daha düşmesini engelleyememiştim.

"Ağlama." Yanağımdaki sıcaklık yerini soğuğa bırakınca anladım Kai'nin elinin artık orada olmadığını.

Başımı tekrar yere eğdim ve ellerime bakarak ses çıkarmadan, dikkat çekmeden ağlamaya başladım, tıpkı her zaman yaptığım gibi.

"Ama biliyor musun? Hoşlanmak değil sanırım bu." Yanıma gelip ellerini demirlere dayayıp şehri izlemeye başladı. Hala çok yakınımdaydı.

"Farklı bir şey. Daha önce de birilerinden hoşlanmıştım. Hoşlanmak bir insanın canını bu kadar yakmaz biliyorum, bu kadar çok aklını başından almaz. Aşk bu..."

Ona bakmak için başımı yana çevirdiğimde onun bana bakıyor olduğunu gördüm.

"Hoşlanmak değil, seni seviyorum. Ve bunu korkmadan, çekinmeden söylüyorum. Her şeye rağmen seni seviyorum." Durmadan akan göz yaşlarımla ve irileşen gözlerimle ona bakarken, yaslandığı yerden doğrularak tekrar önüme geçti ve elimi ellerinin arasına aldı.

"O yüzden senden bir şey istiyorum. Çok çaresiz görünüyorum gözünde belki ama beni sevmeyi deneyebilir misin? Bir kes olsun, sevsen ya beni?"

Sevmek? Birine aşık olmak? Ben daha bu duygularla yüzleşmekten korkarken birinin bana karşı bu duyguları hissetmesi haksızlık değil miydi? Kai'yi sevebilir miydim? Yoksa çoktan seviyor muydum?
Onu görünce kalbimin yerinden çıkarcasına atması, onun sürekli benimle ilgilenmesini istemem, onu elin şırfıntılarından kıskanmam ya da onu sürekli peşimden koşturmak istemem onu sevdiğim için miydi? O gülünce benim de gülmem, üzülmesine dayanamamam da bu yüzden miydi? Yoksa ben bu ufak şeyleri aşk sanacak kadar aptal mıydım?

Bomboş bakıyordum Kai'nin suratına. O da anlamıştı zaten sessizliğimden. Daha anlamını bilmediğim duyguları ona karşı hissedemeyeceğimi anlamış olmalıydı. Ellerini yavaşça çekti ellerimden.

"Kai ben..." Elini susmam için kaldırdı.

"Tamam. Sorun yok." Saçlarını karıştırdı gülümseyerek. "Zaten neyi çok istesem olmuyor." Arkaya doğru adım atarken ağlamasın diye gülümsediğini biliyordum çünkü dolan gözlerini saklayamamıştı benden. El sallayarak arkasını döndü ve terasın çıkışına doğru yürüdü.

Ben ise sadece izliyordum. Hem ağlıyor hem de Kai'nin gidişini izliyordum. Salak mıydım? Evet. Pişman olacak mıydım? Sonuna kadar. Kalbim parçalara ayrıldı mı? Evet, paramparça.
Neden durdurmadım peki? Ne zamandan beri acizim bu kadar?

--

"Bugün de mi gelmeyeceksin?" Balım istediği kadar bağrınsın yine de bu yataktan çıkmaya niyetim yoktu. Geçen gece ne kadar ağladıysam artık vücudum sıvı kaybından halsiz düşmüştü sanırım. Ayrıca Kai ile yaşadığımız o korkunç konuşmadan sonra yüzüne bakacak cesaretim yoktu. Bu yüzden ben de okula gitmemeyi tercih ediyordum.

"Gelmeyeceğim aşkım." Yorganı bacaklarımın arasına alarak yatakta yan döndüm.

"Zaten seni bulduğumuzdan beri iyi değilsin. Okula gel bari hava alırsın."
Beni terasta bulduklarında hem ağlıyor hem de şehri izliyordum. Ne kadar üşüdüğümü hatırlayınca zatürre olmadığıma şükrediyorum.
Mileyna ve Balım beni ilk kez ağlarken gördükleri için ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Onların haline gülümsemek istesem de halim yoktu işte.

"Hava almak için okula mı gideyim?" Gözlerim kapalıyken mırıldandım.

Banyo kapısının kapanış sesi ve ardından Mileyna'nın bağrışları doldurdu kulaklarımı. "Dersleri kaçırıyorsun it. Sınavda kopya istersen kamyon çarpsın ki vermem."

Gözlerimi açıp gömleğini giymeye çalışan Mileyna'ya baktım. Onun bana kopya verip vermemesi sorun değildi. Zaten ayakkabı numarasının yarısı kadar not alabiliyordu en fazla.
"Memeler lens mi Milo?"

Mileyna bir kaç küfür savurup arkasını dönerek gömleğini iliklemeye devam ederken Balım kollarını çaprazlayarak bana baktı. "Ben de vermem."

İşte bu sorundu!
"Hani kardeştik?" diye bağırarak doğruldum yataktan. Lanet olası sarışın sınıfta en çalışkanlar arasındaydı. Ona güvenip devamsızlık yapıyordum ben.

"Beni ilgilendirmez. Bugün okula geleceksin."

Yatarak yorganı üstüme çektim. "Hayır!" Sesimin boğuk çıkması umrumda bile değildi.

Kısa bir sessizlikten sonra üstümde bir ağırlık hissettim. Yaklaşık olarak 3.5 tonluk bir ağırlık. Lanet olsun bunlar ne ile besleniyordu böyle?
Yorgan üzerimden çekilince can havliyle üzerimdeki Mileyna'yı yan tarafıma ittim. "Ne yiyorsun kızım sen?"

"Hadi Besto hazırlan da gidelim." Mileyna yan tarafımda oturur pozisyona geçerek kalkmam için beni itmeye başladı. Balım da ona destek verircesine kolumdan çekiyordu.

"Bu kadar ev hapsi yeter. Hadi mızmızlanma." Dalgaya vurmaya çalışıyordum sürekli ama beni anlamıyorlardı. İç çekerek kolumu Balım'dan kurtardım ve yatak başlığına yaslandım. "Cesaretim yok."

"Neden?" diye sordu Mileyna.

"Bilmiyorum. Karşısına çıkamam işte."

Balım saçımı okşayarak gülümsedi. "Bir şey olmayacak ki Beste. Bak biz bile bütün bu olanlara rağmen sevgili sayılırız."

Ben de gülümsedim. "Aynı şey değil ki. Sizinkisi mutlu sondu. Benimkisi mutlu bitmedi."

"Seviyorsun değil mi?" Balım sorduğunda artık cevabından emin olduğum soruya cevap verecek cesaretim vardı. "Evet." dedim tereddüt bile etmeden. "Ama sanırım gururuma yenildim."

"Biliyordum!" Mileyna koluma yumruk attığında Balım gülerek söyledi.

"Tamam sen bugün de dinlen." Mileyna yanağıma bir öpücük kondurduktan sonra yanımdan kalktı. İkisi de çantalarını hazırlayıp makyajlarını yaptılar. Kapıdan çıkacaklarken Mileyna bana döndü. "Gelmeyeceğine emin misin?"

Gülerek el salladım. "Her boş bulduğunuz yerde yiyişmeyin. Göktuğ abazandır, biliyorsun."

"Şerefsiz! Seni uyarmadım mı ben?"
Kahkaha atarak yorganıma iyice sarıldım. Evet uyarmıştı. Kafamı kesip köpeklere yedirmekle ilgili bir şeylerdi sanırım tam hatırlayamıyordum.

Kapı sesini duyduğumda gittiklerini anladım. Yatağımdan kalkıp mutfağa giderken -ki bir gün boyunca yataktan çıkmadığım için çarpılmış gibi yürüyordum- aynada kendimi gördüm. Zaten bir başkasını görsem sıkıntı olurda, altıma sıçardım. Sonuçta oda şuan boştu.
Neyse. Saçlarım yağlanmış, makyajım akmış ve burnuma kötü kokular geliyordu. Tamam depresyonda olabilirdim ama hiçbir kuvvet benim bu şekilde ortalarda dolaştıramazdı. Biraz yemek yiyip bir kaç film izler, ardından da duşa girerim diye planlarımı çoktan hazırlamıştım bile.

--

Acaba giydiğim deri büstiyer çok mu iddialı olmuştu? Akşam akşam bu dekolte çok abes kaçar mıydı? Omuz silkerek makyajımı da tamamladıktan sonra çantamı aramaya başladım. Okula bile gitmeyip depresyon triplerine girdiğim için kendimi o kadar acınası hissetmiştim ki, derhal duşa girip temizlenmek ve süslenip gecelere akma gereği duymuştum. Evet tüm bunları izlediğim filmdeki kız, aşk acısı çekerken kendini yerden yere atınca ona sinir olduğumu fark ettiğimde planlamıştım.
Ani değişimim kızları şaşırtacaktı belki ama onlar haklılardı. Daha fazla bu modda takılamazdım. İşte ben de tam bu sebepten, bir bara gidip sarhoş olacaktım.

Hava yeni kararmıştı ve Balım'ların çoktan eve gelmiş olmaları gerekiyordu. Arayıp gelmeyeceklerini haber bile vermemişlerdi ama onlara kızmıyordum. Sonuçta sevgililileri vardı ve ben onların annesi değildim. Her yaptıklarını bana rapor etmek zorunda değillerdi.

Altın rengi zincirleri olan küçük çantamı ararken kapı bir gürültüyle açılmıştı. Yerimden sıçrayarak sonunda bulabildiğim çantamı elime alarak kimin geldiğine bakmak için hızla salonun ortasına geldiğimde Balım ve Mileyna'nın telaşla bana doğru koşturduklarını gördüm. Yüzlerindeki ifadeden anladığım kadarıyla kesinlikle kötü bir şeyler olacaktı.

"Ne oldu?" O kadar çok endişeliydim ki şuan her ihtimali kafamdan geçirmeye başlamıştım.

"Beste..." Balım kıyafetlerimi görünce biraz duraksasa da devam etti. "Sana söylememiz gereken bir şey var."

"Sakin ol ama tamam mı?" Mileyna'nın sesindeki endişe bile beni meraklandırıyordu.
"Aklım çıkacak korkudan söyleyin artık."

"Beste Kai gidecekmiş."

"Ne demek gidecekmiş?" diye sordum Balım'a.

"Kore'ye geri dönüyormuş bu gece." Mileyna söylediğinde ikisine de kaşlarımı çatarak baktım. Ne diyordu bunlar? Ne gitmesinden bahsediyorlardı kafam basmıyordu. Anlamıyordum ya da anlamamak için olağanüstü bir çaba gösteriyordum.

"Ne saçmalıyorsunuz?" diyebildim sadece çatlayan sesimle.

Balım gözlerime bakarken yavaşça söyledi. "Kardeşi rahatsızlanmış. Bu gece dönecekmiş ama uzun bir süre gelmeyecekmiş."

"Temelli olarak gidiyor da olabilirmiş." dedi Mileyna onu tamamlayarak.

Donup kalmıştım. Ne kıpırdayabiliyor ne de bir şeyler söyleyebiliyordum. Sahiden gidecek miydi? Kızların yüzündeki ifade o kadar perişandı ki 'şaka mı bu' demeye gerek bile duymamıştım. Şansımı denemek istemiştim umutsuzca. Zorla da olsa gülerek "Dalga mı geçiyorsunuz benimle?" diye bir şeyler geveledim. Ve eğer bu bir şakaysa, kendimi banyoya kilitleyip bir şakayla bile nasıl bu kadar yıkılabildim diye saatlerde ağlayacaktım.

"Bu işin dalgası mı olur?" diye bağrındı Balım içimdeki son umutları da yakarak.

Elimdeki çantayı var gücümle sıktım. Sesimin titrememesine engel olmaya çalışarak şu an en umrumda olmayan şeyi sordum. "Okulu ne olacakmış peki?"

"Cidden bunu soruyor musun?" diyerek kolumu tuttu Mileyna. "Git ve hissettiklerini söyle. Bir daha yapacak fırsatın olmayacak çünkü."

Gerçekler yüzüme dalga dalga çarparken duruşumu bozmamaya çalışıyordum. 'Hayır' diyordum içimden. 'Bugün de ağlamayacaksın.'

Balım beni kapıya doğru itti. "Pişman olmak istemiyorsan git."

Pişman olmak? Çoktan olmamış mıydım zaten? Peki daha fazla pişmanlık istiyor muydum? İlk defa birine karşı bir şey hissediyordum ve bunu da söyleyemeden gitmesine izin verecek miydim? Çantamı koltuğa atarak topuklu ayakkabılarımın izin verdiği hızda koşmaya başladım. Nereye gidiyordum sahi? Kapıdan çıkacakken durup arkama döndüğümde kızlar Kai'nin bahçede olduğunu söylediler.

O kadar çaresizce koşuyordum ki gidecek korkusuyla asansör bile bekleyememiştim. Merdivenleri ikişer üçer indikten sonra bahçeye çıkarak Kai'yi aramaya başladım. Ön tarafta olmadığını fark edince geç kalmış olabileceğim geldi aklıma. Göğsüme öyle bir ağırlık çöktü ki, arka tarafa nasıl gideceğimi şaşırdım. Koşarken ayağımı burkmam sorun değildi. Şu an önemli olan onu bulmamdı.

Oradaydı. Arkası dönük bir şekilde manzaraya bakıyordu. Gitmemişti. Ona doğru koşarken arkasını döndü. Beni gördüğü için afallamış gibi bir hali vardı.

"Beste?"

Koşarak yanına geldiğimde soluklanmak için ellerimi dizlerime dayayıp biraz bekledim. Kalbim patlayacakmış gibi atıyordu.
Kai kolumdan tuttuğunda başımı kaldırdım. "İyi misin? Bir şey mi oldu?" Endişeyle sordu.

Sanki giden o değilmiş gibi sakindi.
"İyi miyim? İyi gibi mi görünüyorum?"
Kolumdaki elini ittim. "Kore'ye gidiyormuşsun."

Kaşlarını çatarak yüzüme baktı. "Evet. Gidiyorum. Birazdan yola çıkacağım."

Güldüm. "Geri gelmemeyi düşünüyormuşsun Kai!"

"Evet Beste temelli olarak gidiyorum. Umrunda mı?" Sessiz kaldığımı görünce iç çekerek önüne döndü. "Yurda geri dön."

O manzarayı izliyor ben de onu izliyordum. Sakinleşebildiğimde kısık bir sesle mırıldandım. "Gitme desem..."

"Giderim." dedi tek nefeste. "Gitmek zorundayım çünkü."
Gideceğini biliyordum. Kardeşiyle ilgili bir durumdu ve onu durduramazdım.
"Çok kalmasan..." Kendimin bile zor duyacağı bi sesle mırıldanırken o beni duyuyordu.

"Kalacağım Beste."

Sırtını izlemeye devam ederken çaresiz kalmış gibi bahaneler sunmaya çalışıyordum. "Okulun?"

"Orada okurum."

"Arkadaşların?"

"Yenilerini bulurum."

Kabul, tükenmiştim. "Ben?"

Sessiz kalmayı tercih etmişti bir süre. Ben onun sırtını izlemeye devam ederken yavaşça bana doğru döndü.
Başımı kaldırıp gözlerine bakmasam da yüzümü incelediğinin farkındaydım.
"Sen ne?"

"Beni de bırakacak mısın?" Yüzsüz gibi konuşuyordum işte.

Güldü. "Senin diğerlerinden farkın ne? Neden bırakamayayım?"

"Çünkü beni seviyorsun..." sesim artık duyulmayacak kadar kısılmıştı.

Bu sefer daha sesli güldü. "Öyle. Seviyorum. Ama beni sevmeyen bi insan için bu kadar çabalamaktan yoruldum Beste." İç çekerek devam etti. "Benden bu kadar."

İki yol vardı karşımda. Ya 'tamam' diyecektim. 'iyi yolculuklar sana. kardeşine selam.' ya da gururu bir kenara atıp uzun zaman önce yapmam gerekeni yapacaktım.
Ve bu sefer hangi yoldan gideceğimi biliyordum.

Başımı kaldırıp gözlerimi gözlerine sabitledim. "Hayır beni seviyorsun. Hep seveceksin Kai." Ona yaklaştım. Bu pozisyonumuz bana geçen gece olanları hatırlatıyordu. O gece de bu kadar yakındık birbirimize. Ama bu akşam, kötü bitmeyecekti. "Tıpkı benim seni sevdiğim gibi."

Kai'nin gözleri irileşmiş, ciddiyetimi sorgularcasına yüzümü inceliyordu. "Ne?"

"Daha önce kimseye karşı böyle şeyler hissetmemiştim. Aşk nedir nasıl bir şeydir bilmiyorum. Ama gülüşünü her gördüğümde bayılacak gibi oluyorum. Peşimden koş diye şekilden şekile giriyorum. Seni göreyim diye her tenefüs okulda 35 tur atıyorum. Maçlarda yaralanacaksın diye ödüm kopuyor. Yanımda olman bana huzur veriyor Kai. Eğer tüm bunlar aşkın belirtisiyse... evet sana aşığım."

Şaşırdığının farkındaydım ama bu cesareti her zaman geçiremiyordum elime. Bir şey söyleyecekken konuşmasına fırsat vermeden devam ettim. "Çok yabancıyım bu duyguya. O yüzden neler olduğunu anlamam biraz uzun sürdü. Bunları sana şimdi söylüyorum çünkü bir daha söyleyecek fırsatım olmayacağını biliyorum. Özür dilerim. Seni seviyorum."

Parmak uçlarımda yükselerek, hayatım boyunca bunu duyunca kızaracağım bir şey yaptım. Onun şaşkın bakışları arasında dudaklarına ufak ama anlamlı bir buse kondurdum. İlk ve son öpücüğümüzdü bu belki de. Ve böyle söyleyince daha da çok yakıyordu insanın canını.

Kai'nin yüzündeki şaşkınlık yerini büyük bir tebessüme bırakırken beni kendine çekerek sıkıca sarıldı. Bir an bile düşünmeden kollarımı boynuna dolayarak onu daha da çok çektim kendime. "Seni seviyorum." diye defalarca fısıldadı kulağıma.
O an zaman durmuş gibiydi. Hiçbir şeyin bu anı bozmasını istemiyordum. Ama duyduğum sesler yüzünden Kai'den ayrılıp arkama baktım. Kai ise belimdeki elini sanki kaçacakmışım gibi sıkılaştırmıştı.

Duyduğum sesler daha da artınca yakından geldiklerini anladım. "Sen de duyuyor musun?" Kai'ye sorduğumda "Bir şey duymuyorum." demişti ama sesleri çok net duyuyordum. Bahçedeki büyük heykelin arkasından geldiğini anladığım seslere odaklanmaya çalışırken heykele doğru yaklaşıyordum ve Kai'yi de tüm çabalarına rağmen peşimden sürüklüyordum. Heykele iyice yaklaştığım da birden bir gürültü koptu. Bir şey yere düşmüştü. Dikkatle düşen şeye baktığım da bunun Osman olduğunu görüp şoka girmeye hazırlandım.

"Güldürmeyin düşeceğim demiştim dimi amın evlatları." Poposunu ovup yerden kalktığında göz göze gelmiştik. Suratımda nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ama Osman beni görünce kaçmaya yeltenmişti. Ama tabi ki onu yakalamıştım. "Sen bizi mi dinliyorsun Osman? Ayıp değil mi lan.."

"Valla dinlemiyordu..." Heykelin arkasından gelen bir başka sesle artık kafayı sıyırma noktasına gelmiş olsam da bunun Göktuğ olduğunu anlayabilmiştim. Osman'ı bırakarak sakinleşmem için bir kaç adım geri çekildim. "Çıkın şurdan."

Evet bunu söylerken beklediğim kişiler Göktuğ ve Matt'di. Balım ve Mileyna'nın hangi ara buraya geldiğini anlayamamıştım ve biliyordum ki anlayamayacaktım.
"Hangininiz açıklamak ister?"

Suçlu gibi elleri önlerinde ve başları eğik bir şekilde önümde dizilmişlerdi.
"Ben istemem." Mileyna'ya öfkeyle baktığımda kaldırdığı başını tekrar eğmişti.

Kai belimi tutarak beni kendine çekti. "Boşver bunları. Hadi başka bir yere gidelim biz."

"Boş falan veremem!" Bağırdım ama elini itmedim. Yerini sevmiştim çünkü orada kalabilirdi. "Duyduklarınız çok mu hoşunuza gitti de gülüyorsunuz? Çok mu acınası görünüyordum yoksa? Kai gidiyor diye mi neşeniz?!"

Nefeslerimi kontrol altına almaya çalışırken Göktuğ'nun mırıldanmasını duymuştum. "He götüme gidiyor he."

"Ne?" Ne diyordu bu?

"Gel biz başka yerde konuşalım." Kai beni götürmeye çalışırken zorla onu durdurup çocuklara baktım.
"Açıklayın yoksa birinizi öldüreceğim."

"Balım'ı öldürme!" Matt'e 'gerçekten mi?' dercesine bir bakış attım. Sahi bu kadar kılıbık mı olmuştu?

"Sanırım ben açıklamak zorundayım."
Osman'ı dinlemeye odaklandım.
"Kai'nin seni sevdiğini tüm Türkiye biliyor zaten. Senin de sevdiğin besbelli. Ama tek sorun sen sevgini açıklayamıyor olmandı. Biz de böyle bir plan yaparak şey yaptık..."

"Sıçtın Osman." Balım Osman'ın koluna vurarak onu susturmuştu. Ben ise olayın 'plan' kısmına takılmıştım.

"Plan mı?"

"Kai'nin gitmesi falan yalan işte."

Duyduklarımı sindirmeye çalışırken Kai'nin gitmeyecek oluşu beynimde yankılanıyordu. Herkes benden gelecek bir şey bekliyordu. Sinirlenmemi ve büyük ihtimal Kai'yi veya Osman'ı dövmemi bekliyorlardı. Ben bile ağlayacağımı sanıyordum çünkü tüm dengem bozulmuştu. Ama benim tek yaptığım Kai'ye dönüp gülümsemekti. "Gitmeyecek misin yani?"

Şaşırsa da gülümsemişti. "Gitmeyeceğim. Seni bırakıp asla gidemem zaten."

"Seni seviyorum Kai. Bu aşk mı Kai? Öp beni ye beni yala beni yut beni Kai..." Göktuğ edepsizce benim taklidimi yaparken Kai'den biraz uzaklaşıp Göktuğ'nun kasıklarını sert olmasını umduğum bir tekme attım. "Ne kadar korktum biliyor musunuz şerefsiz köpekler."

Eski yerime geçerek yüzümü Kai'nin göğsüne gömdüm. Az önce Göktuğ piçinin yaptığı taklitten sonra onu öptüğüm aklıma gelmişti ve muhtemelen kıpkırmızı olmuştum. Kai kollarını etrafıma sararken Göktuğ'nun bir kaç küfür mırıldandığını duydum ama umursamadım. Çünkü şu an tam da olmak istediğim yerdeydim.

Continue Reading

You'll Also Like

60.6K 5.7K 66
Asi ve Alaz Twitter üzerinden tanışırlar.
123K 8.9K 25
Kızının varlığından bile haberdar olmayan iki baba ve babasının kim olduğunu bilmeyen bir kız.
41.7K 926 18
Bakışları geceliğin açıkta bıraktığı tenimde dolanırken ona yaklaştım boynuna doladığım kollarımla ona daha çok çekilip "Özledin mi beni?" diye fısıl...
753K 12.7K 7
Yıllarca aile baskısı gören , aile sevgisinden mahrum kalan Peri. Babasına gelen telefon ile doğumda karıştırıldığını öğrenir. Peki bundan sonra ne o...