Sondan bir önce
O günün sabahına kadar ne benim ne de Akif'in gözüne uyku girmemişti. Bütün bir gece boyunca öylece oturmuş, düşünmüştük.
Gitmemişti, ilk defa onu kovacak gücü de kendimde bulamıyordum. Yanımda durmaya pek istekli görünmüyordu zaten, Ömer'in gitmeden son isteğinin bu olduğunu o söylemeden de anlamıştım.
Gece boyunca sadece bir kere konuşmuştuk, onda da 'sen bu kadar şeyi nerden biliyorsun' soruma verdiği yanıttı. Dediğine göre ben Ömer'le konuştuktan sonra o da Akif'e anlatmıştı olayı.Akif ona mesajalaşmayı kesmesini çünkü benim görünce niyetini bile dinlemeden yol göstereceğimi söylemişti. Ömer ise zaten ben dedikten sonra çocuğa bir şey demeden konuşmayı kesmişti.
Melih'le olan son konuşmalarında da zaten sohbet birden kesiliyor, kaç kere yazsa da görüldü atıp bırakıyordu.
Sabah olmuş, içeriye güneş doğmuştu. Akif mutfağa girip saniyeler içinde geri çıkmıştı, dolabın içi boştu çünkü. Ne zaman gidecekti bilmiyordum ama Ömer'den kalan son şey gibi hissettiğim için gitmesini istemiyordum.
"Ne zaman gideceksin?" diye sordu Akif geçip koltuğa otururken. Erzincan'a gideceğimi biliyordu.
"Birkaç güne giderim." dedim yalnızca.
"İyi, gittiğin yerleri bir zahmet haber ver. Kaç ay sürerse sürsün, adam geldiğinde en azından izini kaybetmediğini bilsin."
Kaşlarım çatıldı, sanki durduk yere ona böyle yapmışım da beni azarlıyordu.
"Akif her şey benim suçummuş gibi konuşmayı kes, yeniden sinirlenmek istemiyorum. Ayrıca nereye gideceğimi de söylemeyeceğim, ne bok yersen ye." dedim öfkeyle.
"Beni yorma be solcu." diye mırıldandı kafasını koltuğun yaslanma yerine koyup. "Ömer senin bu nazlı haline nasıl dayanıyordu anlamıyorum."
"Sen Ömer misin? Anlamazsın." haydaaa daha düne kadar adını anmak istemiyordum, noluyordu şimdi.
O sırada zil çaldığında Akif'e baktım heyecanla, nedense içimden bir his Ömer'in geldiğini söylüyordu. Ama Akif bana farklı bir şekilde baktı, sanki kimin geldiğini biliyordu. Benimle beraber ayağa kalktı.
Heyecanımı belli etmek istemiyormuş gibi kapıya gidip hızla açtım. Karşımda Sivaslıyı beklemiyordum.
"Naber lan Sarı?" dedi gülerek. Elinde bir sırt çantası vardı.
"Ali?" dedim afallayarak. "Ne işin var burada?"
"Birkaç günlüğüne geldim, seni özledim." dedi ayakkabısını çıkarıp içeri girerken.
"Adresimi nerden biliyorsun sen?" diye sordum, görmeyi beklediğim son kişi olduğu için garipsemiştim.
Ali sırıtarak içeri girdi, Akif ise kafası eğik bir şekilde başka köşeye bakıyordu. Göz ucuyla birbirlerine baktılar, belki biraz özlemle.
"Erzincanlı'dan aldım." dedi yalnızca bakışlarını hızla çekip, gülüşü sokmuştu.
Ortamda garip bir hava varken, Akif hiç beklemeden o içeri girer girmez yanımdan geçip dışarı çıktı. Arkası dönük bir vaziyette ayakkabısını giyinirken konuştu.
"Şimdi gidiyorum, daha sonra gelirim yanına." dedi sadece, ardından kısaca bana bakıp arkasını dönüp gitti.
Yaşadığım bu saçma andan sonra Sivaslıya döndüm, çenesiyle oynuyordu. Ona baktığımı fark edince gülümseyerek bana döndü, kollarını açtı.
"Bakma öyle çipil çipil, gel." dediğinde derin bir nefes alıp kapıyı kapattım, iki adımda yanına gidip sıkıca sarıldım.
"Ali..." dedim gözlerimi kapatıp, onun güven veren kokusunu içime çekerken. İlişkisinde ne kadar kötü olsa da insan olarak çok iyiydi.
"Geldim Sarı." dedi boynumdan öpüp. Birkaç saniyelik sarılmanın ardından ayrıldık.
"Ömer gitti." dediğimde şaşırmış gibi yaptı, bunu anlamıştım.
"Ne görevine gitti?"
"Göreve gittiğini söylemedim ki?" dedim sakince. Gülümsemeye çalıştı.
"Komutanlar nereye gider en fazla, göreve gider işte." dediğinde çok fazla takılmadım.
İkimiz beraber koltuklara oturduk, ona olanı biteni anlattım. Dinlediği her şeyde bir dolu küfür etti, ardından ise yine beni suçlamaya başladı ama bu sefer dedikleri beni kızdırmak yerine daha fazla üzdü.
"Eğer sen öncesinde Melih'e söyleseydin bunlar olur muydu Erdal?" diye sordu aşırı yumuşak bir sesle. Gözlerimi yerdeki halıya dikmiş, ağladı ağlayacak gibi duruyordum.
"Herkes bana aynı şeyi söylüyor ama o an ve sonrasında söyleyemedim. O an o kadar kalabalık geldi ki bu düşünce, kendimce uzak tutarak halletmeye çalıştım." dediğimde sigarasından bir duman daha çektiğini gördüm.
"Sarı, senin yapacağın şey Ömer'i Melih'den uzak tutmak değildi. Adamın gözü senden başkasını görmüyor zaten." dedi çocukla konuşurmuş gibi.
"Gizli gizli ona yazmış." dedim ama artık beni bile etkilemiyordu bu dediğim.
"O anlamda yazmadığını biliyorsun ama tabi ki senden gizli konuşması hoş değil. Kardeşi gibi görse bile bilmiyorum, söylemeliydi." kendisi de pek emin değildi.
Karısını aldatan birinden ilişki tavsiyesi alıyordum ama haklı konuşuyordu.
Akşama kadar konuştuk, bana zorla yemek yedirdi. Daha sonra ise Erzincanlıyla konuşup son yaşananları anlatınca o da Ömer'e üzüldü.
Ve bu olaylar olurken benim aklımdan sadece Ömer'i nasıl bekleyeceğim sorusu geçiyordu.
***
1 ay sonra...
Anahtarı kilide sokup anahtarı çevirdim, bir aydır her bu kapıda durduğumda kalbim ağrıyordu.
Kapıyı açtım, iki gün önce temizlediğim evin güzel kokusu doldu burnuma. Ömer ile beraber aldığımız temizlik malzemeleri bitmek üzere olduğu için aynısından almış, evi onunla temizliyordum. Sırf içeri girdiğim ilk an, güzel bir anıya gideyim diye.
Kapıyı kapatıp sessiz eve kısaca baktım, Holmes koltuğun üzerinde uyuyordu.
Mutfağa çevirdim bakışlarımı, yutkundum.
Orada gibi hissediyordum.
Gitmeye korkuyordum çünkü olmadığını görünce bir ay boyunca her gün yeniden, bıkmadan yıkılacaktım.
Belki de bunu hak ediyordum.
Nefesimi tutup mutfağa ilerledim, kapının pervazından baktığımda kimse yoktu. Çenem titredi, gözlerim doldu.
Kapının pervazına çöküp bacaklarımı kendime çektim. Hıçkırarak ağlamaya başladım.
Onu çok özlemiştim.
Ve tek bir haberini bile alamıyordum.
Ben gittiğimde o benim haberimi iki günde bir aldığı için nefes alabiliyordu ama ben onun nefes aldığından bile emin olamadan öylece bekliyordum.
Her gün askeriyenin önüne gidip bekliyordum. Gelmeyeceğini bile bile.
***
7 ay sonra...
İşten gelip, direkt yatağımıza uzanmıştım. Kokusu yavaş yavaş siliniyordu odanın her bir köşesinden.
Yüzünü unutmaktan korkuyordum, bundan ne kadar korkuyorsam başıma geliyordu ve sanki yüzünü unutmuş gibi hissediyordum.
Ne kadar fotoğrafı varsa toplamıştım, annesi eve geldiğinde ondan bile fotoğrafını istemiştim. Garipsemesini umursamadan.
En çok baktığım ise, Akif'den istediğim son zamanlarda çektiği el ele olan fotoğrafımızdı.
Sesi kulağımdaydı, sarı bebeğim deyişi aklımdan silinmiyordu.
Yedi ay unutmak için çok kısa bir zamandı ama kendimi o kadar deli gibi hissediyordum ki sanki adımı bile unutacak gibi oluyordum bazen.
Zil çaldı, gözyaşlarım yanağımda kurumuş kalmışken yataktan hızla çıktım. Akşam olmak üzereydi ve bu saatte sadece Akif gelirdi. Annesi ve ablası sabahları geliyordu.
Heyecanla kapının önüne gittiğimde Akif'i gördüm. Her zamankinin aksine, suratsız bir ifadeyle içeri geçmedi. Garip bir halde bakıyordu suratıma.
"Yarın görevden dönüyorlarmış." dedi yalnızca.
İşte bu söz, yedi aydır içimdeki tüm acıyı götürüp yerine heyecanı bırakmıştı.
Sonunda derin bir nefes alabildim.
***
Diğer bölüm final.