"Komutanım şimdi biz yeniden askerlik yapamıyor muyuz?"
Ankaralı eskileri yâd ettikten sonra öyle bir gaza gelmişti ki yeniden askere dönme hevesi gelmişti. Sorduğu soru karşında gülmeden edemedik, Ömer ise tekli koltukta oturmuş bizi izlerken dümdüz baktı suratına.
"Sınavına girip yeterli puanı aldıktan sonra girebilirsin, ki alırsında." diye ciddiyetle yanıtladı Ömer.
"Ama böyle hepimiz dahil." dedi Ankaralı gözleri komutanında, eliyle hepimizi gösterip.
"Aynı yerde olmanız imkansız." Ömer niye bu kadar ciddi yanıtlıyordu ya.
"Salak sen altı ay askerliği zorla yaptın, bir daha tövbe billah gitmezsin gaza gelme." dedim sigaramı içerken.
"O da doğru." dedi Ankaralı.
Sırıtarak baktım, geldiğinden beri çok güldürmüştü beni.
Akşam yemeğinden sonra hepimiz salona geçmiş oturuyorduk, evin içi o kadar kalabalıktı ki bir zaman sonra Ankaralı hariç herkes misafir utangaçlığını kenara bırakmış, kimi balkonda sigara içip geliyor kimi mutfağa gidip çayını dolduruyordu.
Geldiğinden beri Erzincalı yanımdan ayrılmamıştı, ikimiz bir koltukta otururken Diyarbakırlı da yanımıza gelip oturdu.
Sivaslı ve Ankaralı ise diğer koltukta oturuyordu. Sivaslı sırıtarak muhabbet ediyor, herkesi sempatik konuşmasıyla güldürüyordu. Ömer'de dahil, kıskanmasın diye Sivaslının bizi bildiğini söylemiştim. Yani eğer yanlış bir hareketini görse onu dövmek için sebebi olacağından rahattı.
Ömer ise sadece benim mutlu olup olmadığımı izliyordu hemen karşımızda duran tekli koltuğa oturup. Herkes gülerken yeşilleri yüzüme değiyor, güldüğümü görünce rahatlıyordu.
Akif ise diğer tekli koltuğa oturmuş arada bir muhabbete katılıyordu. Şerefsiz benim arkadaşlarım geldiği için ikinci plana atılmıştı, iyi olmuştu.
"Çay olmuştur, gidip bakayım." dedim ayağa kalkıp, zaten herkes kendi arasında sohbet ederken beni pek takmadılar. Böyle daha güzel hissettiriyordu.
Ömer'in yanından geçerken gidene kadar beni süzdü, uzunca bir süre aynı askeriyede olduğu gibi kenarda köşede öpüşebilecektik. Neyse ki yedi ay boyunca beni öpmemeyi deneyimlemişti, şimdiki koymazdı umarım.
Mutfağa geçtim, onlar gelmeden önce gözlerim dolu dolu çıktığım mutfağa gülerek girmiştim resmen. Hayatımda ihtiyacım olan tek şey Erzincanlının bana sarı komutan demesiydi sanırım. Ya da kötü şeyler yaşadığım için bunu bile özlemiştim.
En çok Erzincalıyı özlemiştim ama bunu diğerlerinin bilmesine gerek yoktu. Sivaslıyla zaten her zaman konuşuyorduk, o arkadaştan öte ailem, kardeşim olmuştu.
Çayları tepsiye koyarken, bir an kendimi solcu mekanında gibi hissettim. Tüylerim ürperdi, onları düşünmek istemiyordum. Zaten askeriyeden sonra hayatımın bir döneminde hep birilerini unutmak zorunda kalıyordum. Bu da artık beni yıpratıyordu.
Acaba bende mi bir sorun vardı?
Çayları doldururken yine ortamdan uzaklaşmış kendi kendime düşünüyordum.
"Sarı," Sivaslının sesini duyunca düşüncelerimden ayrıldım. Omzumun üzerinden ona baktığımda elinde bir sigarayla içeri girdi. "Bana biraz açık koy çayı."
"Tamam."
Sivaslı çakmağı olmadığı için eğilip tüpü açtı ve dudaklarının arasındaki sigarayı yaklaştırıp ocağın ateşinde yaktı. Derin bir nefes çekip kafasını geriye çekti, ocağı kapatırken gözlerini kısıp ardı ardına sertçe içine çekti dumanı.
"Ömer sizi arayıp ne dedi?" diye sordum sesimi biraz kısıp, dedikodu yapma ihtiyacı hissettim çünkü merak ediyordum nasıl çağırdığını.
"Erdal kendini biraz kötü hissediyor, gelip onun yanında durur musunuz dedi." Sivaslı sırtını mutfağın tezgahına yaslayıp. "İstemedik ama uçak biletlerini falan hep o almış, yeter ki gelin diyor hesabına getirdi yani."
"Hepsi anında kabul etmiş mi?" diye sordum bu sefer.
"Evet la, Erzincalı biraz şok olmuş sadece öyle Ömer Komutan arayıp gelin dediğinde. Hepsi işinden gücünden izin alıp geldi aslanlar." dedi Sivaslı, Erzincanlının şok olmasını anlayabiliyordum çünkü aramızdaki husumeti biliyordu.
"Eee peki demediler mi Ömer Komutan ne alaka diye?" mutfağın kapısına kısa bir bakış attım, çocukların arkasından dedikodu yaparken yakalanmak istemiyordum.
"Valla gelirken bile sorguladılar ama Ömer demiş ki kimsesi kalmadığı için benim yanımda artık, kardeşimden ayırmıyorum falan." Sivaslı yüzüme karşı direkt söyleyebiliyordu her şeyi çünkü ben ondan bunu istiyordum.
"Aynen, kardeş." deyip güldüm, o da güldü.
"Hiç sevgili gibi durmuyorsunuz zaten, anlamazlar." dediğinde kaşlarım çatıldı.
"O niye?"
"Ne bileyim kimin aklına gelir ikinizin sevgili olduğu, tam kardeş arkadaş gibi davranıyor. Ama zaten belli etmeyin, Ankaralı biraz böyle şeyleri ters görüyor. Bana öyle geldi." dedi ufak bir bilgi aktarması ve uyarı yaparken.
"Yok ya, belli etmeyiz." dedim, sadece. Hem onunla sevgili değildik.
"İyi bebeciğim." dedi sadece.
Yeniden çaylara dönüp su koymaya başladım teker teker, o kadar sıcaktı ki çaydanlık tutmakta zorluk çekiyordum. Birkaç saniyelik sessizlik oluştu, ardından yine konuştu Sivaslı.
"Bu Akif denilen herif," dedi kafasıyla salonu gösterirken. "O da mı sizin gibi?"
"Yok, değil." dedim sadece. Akif'in oğlancı olma ihtimali yoktu, homofobikliğini yenmesi bile büyük başarıydı.
"Hee," dedi anladığını belirtip. "Sevgilisi neyin var mı?"
"Yok." dedim ama ardından ses tonundaki gereksiz merakı fark edip kaşlarımı çatıp ona döndüm, geriye yaslanmış gevşekce sigarasını içip dikkatle bakıyordu bana. "Hem sana ne lan?"
Güldü, yaslandığı yerde biraz dikleşip lavaboya doğru kolunu uzatıp külünü düşürdü.
"Sordum öylesine lan." diye geçiştirdi. Ama Sivaslıyı bilirdim, kimsenin hayatını o derece merak etmezdi.
"Bana bak..." dedim ama o hâlâ sigarasıyla uğraşıyordu. "Şşş." dedim çaydanlığı tuttuğum kolumla onu dürtüp.
"Ney lan?" diye sordu kafasını sallayıp.
"Ne diye soruyorsun?" kaşlarım gittikçe çatılıyordu.
"Lan merak ettim amına koyayım, bir tek onu tanımıyorum içeride. Sadece İstanbul'a geldiğimde Ömer'in yanında gördüm o kadar."
"İyi, öyle olsun." dedim gözlerimi ondan zorla alıp. "Gözüm üzerinde."
"Manyak." dedi Sivaslı sesli bir şekilde gülüp.
Çayları doldurmayı bitirip, çaydanlığı ocağa koyduğum sırada Akif içeri girdi uzun boyuyla. Bakışları ilk Sivaslıya daha sonra da bana değdi.
Sivaslı sigarasını içerken istifini bozmadan yüzüne bakmaya devam etti, gözleri kısılmış sigarasını dudağından uzaklaştırmıyordu.
"Solcu," dedi Akif yanıma gelip, uzanıp dolaptan bir su bardağı aldı. "Saat geç oldu, birazdan eve gideceğim."
"İyi, git." dedim umursamazca masadaki sürahiden kendine bir bardak su doldurdu.
"Ömer ile rahat edemeyecekseniz iki kişiyi alıp götüreyim benim eve," dedi suyundan bir yudum alıp.
Bir an düşündüm, sadece biri kalsa Ömer ile yakalanma riskim daha az olurdu.
"Yani, olabilir..." dedim zaten bulduğu ev iki sokak aşağıda kalıyordu. Hem diğerleri de rahat ederdi, komutanla aynı evde kalmak onları geriyordu.
"Diyarbakırlı ve Sivaslıyı götüreyim bizde kalsınlar, sabah erkenden geliriz." dedi Akif suyun hepsini içerken.
Sivaslıya dönüp baktığımda hiçbir şey demedi ve sigarasının külünü yeniden lavaboya düşürdü. Bu sefer yüzüne bakmıyor, benim ne diyeceğime dikkat kesilmişti. Göz ucuyla baktı yüzüme yaslandığı yere geri dönerken.
"Hayır." dedim aniden gelen sinirle. "Hepsi burda kalsın, bir şey olmaz. Ha dört kişi ha iki kişi, fark etmez."
Akif birkaç saniye yüzüme baktı, ardından bakışları Sivaslı ile birleşti. Ona öyle kısa bakmıştı ki anlayamamıştım bile.
"İyi." normal bir şekilde.
"Aynen." dedim ve tepsiyi elime aldım. Sivaslı o sırada sigarasını söndürmeden önce derin bir duman çekti ve suyu açıp ateşi söndürürken dumanı yandan sertçe bıraktı.
"De haydi çaylar soğudu." dedi kafasıyla içeriyi gösterip.
Kafamı sallayıp tepsiyi tek elimde tuttum, Sivaslı kapıdan çıkarken ikisi de birbirine bakmadılar. Belki de ben yanlış anlıyordum, aynı çarşı izninde minibüscunün bana yavşadığını düşündüğüm gibi. Ben erkeklerden hoşlandım diye etrafımdaki insanların hepsi aynı anda dönemezdi sonuçta.
Özellikte Sivaslı çünkü evliydi.
Kendi kendimi düşünce olarak rahatlattım ve salona geçtim. Sivaslı benim yerime oturmuş sohbete dahil olurken kendi çayımı alıp onların bardakların önüne ittim. Evin hanımı gibi davranmayı sevmiyordum.
Ömer çay içmeyeceğini belirttiği için ona getirmemiştim, geçip Sivaslının yanına oturup gözlerimi Ömer'e diktim. Sigarasını içiyordu ve baya uykulu görünüyordu.
Sigarasını küllüğe bastırıp kolundaki saate baktı, yarın kışlaya gidecekti ve sırf yanımda durmak için uyumamıştı adam.
"Gençler," dedi hepimize, herkes muhabbeti kesip komutana döndü. "Yarın kışlaya geçeceğim, vakit epey geç olmuş. Kusura bakmazsanız ben artık yatayım."
Allah'ım bu adamı şu an yemek istiyordum, nasıl tatlı oldu bu kadar?
"Estağfurullah komutanım," dedi Sivaslı ciddiyetle. "Tabii, yatın." diğerleri de aynı şekilde tepki verdi.
Ömer kafasını salladı ve ayağa kalktı, bana da içerdeyim anlamında bir işaret yaptı.
"Ömer çarşaflar senin odanda değil mi?" komutan hitabıyla konuşmadığım için hepsinin afallayan bakışları bana döndü.
"Evet." dedi Ömer sadece. Elimi dizime koyup ben de ayağa kalktım.
"Gelip onları alayım." dedim, gerçekten de almam gerekiyordu. Bugün onunla yatamayacaktım ve bu yüzden odasına girip uykusundan da uyandırmak istemiyordum.
"Tamam." dedi Ömer arkasını dönüp ağır ağır odasına giderken, peşinden gittim.
İkimiz odaya girdiğimiz anda kapıyı hafifçe kapattım, bana dönmüştü. İki adımda yanına gidip beline sıkıca sarıldım, anında kollarını vücuduma sardı.
"Eyvallah lan." dedim içten bir şekilde. Güldü.
"Sen iyi ol yeter sarı bebeğim." dediğinde kafamı omzundan çekip yüzüne baktım. Bu sefer aylar sonra ilk ben yapıştım dudağına, anında eli yanağımı buldu. Özlemle karşılık verdi.
Saatlerdir öpmemişti, öyle özlemiştim ki...
Saniyeler sonra ayrıldık, geri çekildiğim an dayanamayıp bir daha öptü. Gülümsedim.
"Sabah gitmeden beni de uyandır, üzerini düzeltirim." dediğimde gülümsedi.
"Yok, uyu sen." dediğinde kafamı iki yana salladım.
"Yok yok, uyandır." amacım farklıydı, gidene kadar onu öpmekti. Öperek teşekkür etmek belki de.
"İyi peki, uyandırırım." dediğinde yanağımdan öptü.
O gömleğini çıkarmaya başlarken ben de gidip hepimize bir çarşaf çıkardım, yastıklar ortalıkta görünmüyordu. Zaten bir misafir odası daha vardı iki tane baza duruyordu, iki kişi orda yatardı. Üçüncü kişide koltukta başlı kıçlı uyurdu.
"Sen kimseyle uyuma, tek başına yat."
"Tamam." dedim uyarısına kulak asıp. Dışarı çıkmadan önce ona göz kırptım.
İçeri geçerken o sırada Akif mufaktan çıktı.
"Gidiyorum ben solcu." dedi hiç salona geçmeden.
"Tamam, iyi geceler ülkücü." dedim, masum gelmişti birkaç saniye. Belki de az önce üstüne gittiğim için vicdanım acımıştı.
Kafasını salladı, gitmeden önce salonda muhabbet eden arkadaşlarıma dönüp elini hafifçe kaldırdı dikkat çekmek için.
"Gençler, iyi geceler hepinize." dedi.
Herkesin gözünün içine inatla bakan Sivaslı, ona dönüp bakmadı. Göz ucuyla baktı, sanki göz göze gelmek istemiyordu.
"İyi geceler reis." dedi bizimkiler.
"Eyvallah." diye mırıldandı Akif kapıya ilerleyip. Kapıya kadar gitmedim ama olduğum yerde onun çıkmasını bekledim.
Ayakkabısını giyinip dışarı çıktı ve bana göz kırpıp kapıyı çekip çıktı. O gidince yeniden salona döndüm.
"Sivaslı, Ankaralı ve ben salonda yatıyoruz. Diğerleri diğer odada." çarşafları kenara bırakıp bacaklarımı ayırıp oturdum.
"Fark etmez." dedi Diyarbakırlı.
Zaten hiç uyumadan sohbet edeceğimiz malumdu.
Çayımı yudumlarken fazla ses çıkarmadan onlarla gülmeye devam ettim. Tüm kötü düşüncelerden uzaklaşmıştım.