Anılardan Anılara İnce Çizikl...

By mermaidsareal

109K 12.4K 23.2K

seni kendimden tanıdım çocuk; yüreği sürekli çiğnenen bir yol. gövdesi acılardan acılara köprü. biraz öfke, b... More

neden kimse sana benzemiyor?
susmak ve beklemek müthiş, genciz namlu gibi.
yıllar gözlerinden hiçbir şey eksiltmedi, ben biraz daha yenildim.
dayanamam, kıskanırım seni. paylaşamam.
içim çok özledi seni.
her cevabım sensin, hem de her bilmecem.
yokluğun da varlığın da yetmiyor.
ah içimizde ne aç hevesler. arada hicaz, arada caz nefesler.
bir küçücük kumru kuşu büyüttüm, göğsümün gizlisinde.
nasıl da yılları buldu, bir mısra dolu maceram.
biri gelişin, dünyayı isteyen sorular. öteki gidişin, kırılmış kirpik tufanı.
biz sadece aynı yere saklanan iki çocuktuk, sen benim en güzel rastlantımsın.
güleriz, unuturuz öleceğini annelerimizin. annem ölürse bana sarıl.
ismimi fısıldayan, bazen şarkı mırıldanan o ses yok, gülüş yok.
yanlış karar yok, işin özünde sen beni istemedin.
sözlerim acıtır, gözlerime bakma. tek bir söz söyleme, varsa az utanman.
ben böyle sığındım sana, böyle kuş gibi.
bir gülsen ağlayacağım, bir gülsen kendimi bulacağım.
korkular da benim, umutlar da. beni bırakma.
gitme, ölürüm. gözlerinden, gözlerinden olurum.
kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti. gelmemiş kimselerin.
değiştim, sanki içimde bi şeyler öldü. istesem de dönemem geriye.
hangi kahpenin hançeri, saklı hançeri yaranda?
döşümde yıllarla büyüttüğüm acı, ben ki yıllardır bir seni bilirim.
sana gelicem beklemelerin bu acılı durağından. bu giz, bu karanlık biticek.
sargın yaprakmışım, dallarına. yangın toprakmışım, yağmurlarına.
ayyaş ruhum sayıklıyor, her zerrem sende çarpıyor.
sanırsın ki sende kendimden bir şeyler biriktirmişim.

bir sen varsın güvenebileceğim. bilen, anlayan, bağışlayan. gökyüzü kadar engin.

2.5K 160 487
By mermaidsareal


***

Uzun zamandan beri ilk defa her şey bu kadar güzel gidiyordu.

Annemden sonra benimle ilgilenmeyi iyice bir kenara bırakan babam evi bütün eşyalarımı da alarak terk ettiğimi henüz bilmiyordu. Jimin'in evine, evimize yerleşeli neredeyse iki hafta olmuştu. Babamın yüzünü görmüyordum, artık onunla ilgili öğreneceğimi öğrenmiş olmalıyım ki kimse çıkıp babam hakkında bana bilmediğim kötü şeyler anlatmıyordu. Babam yoktu. Ardında bıraktığı pislikleri temizlemek için uğraşan bir Jimin yoktu. Nihayet onu annemin ölümünden kendini sorumlu tutmaması için ikna etmiştim. Yaptığı tek yaramazlık bazı geceler yatakta birlikte yaptıklarımızdı. Benim de onlardan ufacık bir şikayetim yoktu.

Geçmişte yaşadığımız korkunç günleri ardımızda bırakabilmek için elimizden geleni yapıyorduk. Jimin bana gününü anlatan mesajlar atmaya da beni ne çok sevdiğini söylemeye de devam ediyordu. Konusu pek açılmıyordu ama farkında olmadan annemi kaybettikten sonra yaşadıklarımı ucundan anlatmaya başlasam beni pür dikkat dinliyor, benden defalarca kere özür diliyordu. Birkaç kere onu yanlışlıkla ağlatmıştım ama ağladıkça içinin rahatladığını gördüğümden müdahale etmiyordum. Jimin'i affetmeye çalıştığım bu evre beklediğimden çok daha hızlı ilerliyordu çünkü Jimin beklediğimden çok daha fazla çabalıyor, hiçbir şeyi geri döndüremeyeceğinin bilincinde, yanımda olduğu anları değerlendirmeye çalışıyordu.

Kaostan uzak, kendi halimizde tatlı bir düzen oturtmuştuk. Jimin sabaha karşı bara gidiyor, sabah on gibi gelip yüzümün her yanını öperek beni uyandırıyordu. Bazen de öpücükleri yerine o henüz banyoda elini yüzünü yıkarken geceden attığı mesajlara uyanıyordum karnımdaki ağrıyla birlikte. Bu iki haftadan beri bir gün bile şaşmamıştı. Beni yetişkin hayatına dahil edeceğine dair verdiği sözü elinden geldiği kadar tutmaya çalışırken günlük hayatta yaşadığı en ufak olayı bile bana anlatıyordu. Mutluydum. Beni mutlu ediyordu.

Bazen gece ondan ayrılmak istemediğimden peşine takılıp bara gidiyor çalışma süresinin bitmesini, uzaktan flörtleşerek onunla birlikte bekliyordum. Bu gece de onlardan biriydi.

Nedense onunla uzun uzun öpüştüğüm dakikaların sonu yatakta bitmiyorsa her zamankinden daha fazla yapışkan olasım geliyordu. Jimin dudaklarımızı yaklaşık on kere "İşe gecikiyorum." diye ayırmaya çalıştığında onu bırakamamıştım. Beni barda da öpmeye devam edeceğinden değil sadece onu yanımda istediğimden anca beni de bara götürürse onu rahat bırakacağıma ikna olmuştum. İşin ucu yine bana dokunmuştu çünkü patronu inanılmaz tatlı bir biçimde Jimin'i biraz daha erken gelmesi konusunda uyardığından Jimin bana içki koyamıştı. O barın arkasındayken içmemem gerektiği konusunda da çirkin bir ısrarı vardı. Gözlerini gözlerimde ağırladığım sürece pek önemli değildi içki falan. Bara gelmişken bir şeyler içmeyen tek kişi olduğum için biraz utanıyordum sadece.

"Hafta sonu çocukları kahvaltıya çağıralım diyorum."

Barın kalabalığı yavaş yavaş dağılmaya başlamışken nihayet pes edip önüme bir bardak içki uzatarak konuştuğunda Jimin'e gözlerimi devirmiştim. Belki de ayıkken önerisini ısrarla reddedeceğimi bildiğinden yapmıştı bunu çünkü henüz hazır falan değildim, herkes yaklaşık iki haftadır Jimin'le birlikte kaldığımı biliyordu. Çocukların hepsinin eşcinsel olduğumu bilmesi gibi. İkisini bir araya getirdiğimde akıllarından geçen cümleleri düşünmek bile beni utandırıyordu. Jimin haklıydı belki de, her gün seviştiğimizi düşünüyorlardı. Eh, her gün sevişiyorduk da ama bunu düşünmelerine de bilmelerine de gerek yoktu.

"Hani her gün seviştiğimizi düşünürlerdi?" diyerek terslendim. Tatlı bir kahkaha attı. Ben daha kahkahasının tadına varamadan tezgahın arkasında çalıştığı için görmediğim bir iş arkadaşı kızarık yanaklarıyla ayaklanıp panik halinde arka tarafa kaçtı. Kurduğum aptal cümle herifin paniğiyle birlikte kafamın içinde yankılandığında beni deli bir utanç bastı. En son bu kadar utandığımda tuvaletten bir türlü çıkmak bilmeyen çocuk yüzünden altıma işemiştim. Anaokulunda.

Bir daha bu bara adımımı atmayacaktım. Asla. Jimin'in dudakları ne kadar çekici gelirse gelsin. Beni kendine ne kuvvetle çekerse çeksin. Buraya. Bir daha. Asla. Gelmeyecektim.

Sanki müthiş trajik bir haber almışım gibi kaçan barmenin arkasından üzgün üzgün bakarken Jimin, "Her gün sevişiyoruz zaten." diye mırıldandı benim aksime. Omuzları oldukça dik, dişlerini açığa çıkaran gülüşü oldukça tatlıydı. Ağzımı kocaman açıp gözlerimi belerttiğimde barın üzerinden eğilerek yanağımdan bir makas aldı.

"Böyle anlarda öyle tatlı oluyorsun ki seni kimseye aldırmadan saatlerce öpesim geliyor."

"Jimin!"

Daha da kızaran yanaklarım eşliğinde adını bağırmam hiç de bir şeyler söyleyecek olmama alamet değilken "Söyle Kara'm." diye mırıldandı. Kaşlarımı çattım. Yanağımdan bir makas daha aldı ve halinden oldukça memnun bir biçimde sırıtmaya devam ederek "Bir şey olmaz." dedi, "Eninde sonunda görüşeceğiz çocuklarla. Bir an önce olup bitmesi sence de daha iyi olmaz mı? Yarabandı misali?"

Bunu neden bu kadar büyüttüğümü bilmiyordum. Sonuçta o gün evinde yaşamama ikna olsun diye Jimin'in akla yatkın cümlesini (her gün seviştiğimizi düşünecekler) "Öyle düşünmezler." diyerek savuşturmuş olan bendim. Oysa son zamanlarda çocukları eve davet etmekten söz ettiği her an söylediklerini düşünür olmuştum. Onlarla aynı sofrada yanaklarım kızarmadan oturmam pek mümkün değildi. Aylar önce Namjoon'a sorduğum soru sayesinde zaten ifşa olmuştum. Yoongi aklında binbir türden tilkinin dolaştığı biriydi ve gözlerimin içine bir saniyeliğine bile baksa Jimin'le hangi pozisyonlarda seviştiğimize kadar biliyormuş gibi hissettiriyordu. Seokjin'in hiçbiri umurunda olmazdı ama ne yaramazlıklar yaptığımı bildiğini mutlaka ima ederek beni delirtir, bu fırsatı elinin tersiyle itmezdi. Bir şekilde Hoseok'un Jimin'e olan hislerimi bildiğinden emindim, o bir şey söylemezdi. Tae ile yaşananlar, bizi sevişmemizin üzerinde basması sadece birkaç hafta önceydi ve Nora zaten Jimin'e olan hislerimi Taehyung dışında itiraf ettiğim ilk kişiydi. Aynı evin içinde ikisi de on sekizini çoktan doldurmuş aşık çocukların neler yapabileceğiyle ilgili tahmin yürütmesi hiç de zor olmasa gerekti. Parçaları birleştirmek de sonunda Jimin'e yenilmek de zor değildi yani. Öyle utanıyordum ki bilmelerinden, Jimin'in savunmasını, çocukluğumuzdan beri aynı evde yaşadığımız gerçeğini aklımdan tamamen silmiştim.

Çünkü yaşadığım onca şeyden sonra evi bırakıp Jimin'e kaçmıştım. Bu iki artı ikinin dört ettiği kadar bariz olan bir gerçeği bağırıyordu. Ağır işiten herhangi birinin duyabileceği kadar yüksek bir sesle.

Jimin'e kaçmıştım. Jimin beni terk ettikten kısa bir süre sonra hem de.

O yüzden Jimin birkaç kere bunu önerdiğinde hayatım buna bağlıymış gibi bir ısrarla onu reddetmiştim. Henüz arkadaşlarımın gözlerinin içine bakıp hakkımızda düşündükleri şeyleri tahmin ederek kızarmaya hazır değildim. Yakın gelecekte, önümüzdeki birkaç sene yani çocuklarla iletişimi kesecektim. Bu da iki artı ikinin dört etmesi kadar kesin bir şeydi.

Ama anlaşılan tavrımın kesinliği Jimin'in pek umurunda değildi. Evinde yaşamaya başladığımdan beri bunu bana belki de on defa teklif etmişti. Ben de teklifini bir o kadar reddetmiştim. Diyorum ya, pek haklı gerekçelerim sağ olsun kabul etmeye de hiç niyetli değildim.

Bu yüzden bir defa daha Jimin'i reddetmek için ağzımı araladığımda kalkan kaşlarına eşlik eden parmağıyla birlikte içeceğimi işaret ettiğini gördüm ve sustum. Amacı sahiden beni sarhoş edip ağzımdan tamam kelimesini koparmaktı ve bu konudaki ısrarı artık merakımı uyandırmaya başladığından sessiz emrini yerine getirip içeceğimden bir yudum aldım. Jimin elini beline koymuş pür dikkat beni izliyordu. Bardak henüz ağzımdayken kaşlarımı havalandırmama neden oluyordu ilgisi.

"Nasıl olmuş?" diye sordu, sessiz soruma bir cevap vermek yerine."Tadı çok sert olmasın diye uğraştım. Senin gibi yeni reşit olmuş veletler için."

Gözlerimi devirdim. İçeceği barın üzerinden ona geri yollarken dudaklarımı büküp "Bok gibi olmuş." dedim. "Hem zaten tadına katlanamayan içmez, buralara da gelmez. Alkolik alkolik konuşma."

Tatlı bir kahkaha daha atıp saçlarını alnından geri taradı. Etkileyici olduğunu düşündüğü anların cefasını hep saçları çekiyordu zaten. Ters ters yüzüne baktım, umurunda olmadı. Dudaklarını dişledikten sonra "Kaç yeni yetmeye ilk içkisini içirip tuvalette saçlarını tutuyoruz bir bilsen..." diye mırıldandı. Kanımda kaynamaya başlayan kıskançlığı bastırmaya çalışarak ona doğru eğilirken "Yazık," dedim. "Bebek bakıcılığı görevin seni burada bile takip ediyor demek."

Diyorum ya, kıskançlığımı bastırmaya çalışmıştım. Ama yürütmeye çalıştığımız ve adı konmamış ilişkimiz ilerledikçe özgüveni yerine gelen Jimin, içimi görme yetisini de yavaş yavaş yeniden kazanmaya başlamıştı. Bastırmaya çalıştığım kıskançlığın da pekala farkında olduğunu yüzüne yayılan geniş gülümsemeyi dudaklarını ısırarak gizlemeye çalışmasıyla anlamıştım.

O kadar da salak değildim. Kusan insanların saçlarını tutmasında kıskanılacak hiçbir şey yoktu. Beni kıskandıran sesindeki tondu. Beni kıskandırmak için konuşmasıydı. Onu kıskanmamdan garip bir haz duyuyordu ve benim de bu tatlı çabasını haksız çıkaracak halim yoktu.

Sanki dudaklarını dişlerinden bile kıskandığımı biliyormuş gibi birkaç saniye daha öyle durduktan sonra "Evet," diye mırıldandı. Nihayet dolgun et parçalarını serbest bırakıp konuştuğunda benim gibi eğilip hafif gürültülü ortamda dudaklarıma doğru fısıldamıştı. "Ben burada bakıcılık ederken neden sen de bilardo kısmını bir düzene sokmuyorsun?"

O konuşurken dudakları dışında hiçbir yere bakmadığımı da bardaki hafif gürültünün etrafı toparlayan çalışanlara ait olduğunun da gözlerinin hafifçe karardığının da kurduğu saçma sapan cümleden sonra farkına varmıştım. Benimle konuşurken yerinde duramıyormuş gibi iki yanına sallanmasa, dudaklarını öyle dişlemese ya da saçlarını geriye atıp durmasa flörtleşmek yerine beni iş için bu kadar süre yanında tuttuğuna inanacaktım. Yine de sinirlerimin bozulmasına engel olamadım.

Diyorum ya bar boşalmıştı, kapatmak için içeriyi toparlıyorlardı, gün yeni yeni ağarmaya başladığından ortam loştu ve beni kıskandırmak için elinden geleni yapmıştı. Tamam, zaten kıskanç biri olduğumdan çok çabalaması gerekmemişti ama çabalamıştı nihayetinde. Oturup bir şeyler içebilecekken ya da başka yaramazlıklar yapabilecekken beni iş yapayım diye kuytu köşelere mi gönderiyordu yani?

Kollarımı göğsümde bağlamamak için kendimi zor tuttum ama büzülmek için bana yalvaran dudaklarıma engel olamadım. "Patronuna şikayet edeceğim seni." dedim, ters ters. Kaşlarını havalandırdı, omuzlarımı salladım. "Yapman gereken işleri bana yaptırıyorsun. Maaşının yarısını kesip bana versin. Hem daha içkimi içmemiştim bile."

"Bok gibi bulduğun bir içkiyi neden içesin ki?" diye sordu, anında. Bir defa daha gözlerimi devirdim ama beni yine umursamadı. "Hem patronum bana bayılıyor, bugün gördüğün üzere, seni ciddiye almaz bile."

Sana bayılmayan kimse var mı acaba, dememek için aşağı doğru bükülmüş dudaklarımı dişledim. Onun da kıvrımları belli belirsiz yukarı kaydı. İstemsiz bir biçimde çattığım kaşlarım bu belirsiz gülümsemesinin tüm yüzüne yayılmasına neden oldu. Beni sinir etmeye bayılıyordu sahiden. Keyfi iyice yerinde, itiraz kabul etmeyen bir edayla sırıtmaya devam ederken kaşlarıyla içeriyi, bilardo bölümünü işaret etti. Bir defa daha gözlerimi devirdim.

"Patronuna şikayet edeceğim, sana dayanılmaz birisin diye para ödemediğinden eminim."

"Hmm," diye mırıldandı. "Dayanılmaz kişiliğim için barına gelen insanları kırmak istemez. Sen şikayetini yine et ama boşa çabalarsın gibi geliyor."

"Of!" dedim, ayağa kalkıp sinirli sinirli arka tarafa, bilardo masalarının olduğu yere giderken. "Hiç sevmiyorum seni, bilgin olsun."

Arkamdan attığı tatlı kahkahanın sesi kulaklarımda bilardo bölümüne doğru ilerledim.

Bilardo bölümünde toplam dört beş tane masa vardı. Burayı toparlamak beni yoracağından değil, birlikte geçirebileceğimiz bir zamanı böyle ziyan ettiğinden sinir olmuştum. Zaten başka zaman seve seve yaptığım bir şeydi, beni daha yaratıcı başka bir sürü şekillerde yorabilirdi... Oysa bana iş yaptırmayı seçmişti. Harika.

Zamanında adını beni utandıra utandıra öğrettiği istekaları, bütün topları sinirle toplamış Jimin'in beni bilerek kıskandırdığını kendime hatırlatmaya çalışsam da bu konuda pek başarılı olamamıştım. Elimdeki son topu da düzgünce yerine yerleştirip yeniden Jimin'in yanına gitmek üzere hareketlenmek istediğimde benim gitmeme gerek kalmamıştı. Ben daha arkamı dönemeden yumuşacık sesi, boş odaya fısıldamıştı.

"Sana bilardo oynamayı doğru düzgün öğretememiştim."

Öfkeden, kıskançlıktan ya da bir yudum aldığım içkiden çoktan sıcaklamış yanaklarım fısıltısını duyduğumda biraz daha sıcakladı. Öfkeli olsam da biraz önce çekici görünmek için dişleyip durduğu dudaklarının bana ait olduğunu kendime de ona da hatırlatmak istiyordum, kanımda dolanmaya başlayan arzuya engel olmadım bu yüzden. Karnım hafifçe ağrımaya başladı. Titremeye can atan elimin arasındaki son topu masaya yerleştirdiğimde arkamı döndüm. Benden en az üç adım uzaktaydı. Nasıl bu kadar güçlü fısıldayabiliyordu anlamıyordum.

Göz göze geldiğimizde nabzımı yoklar gibi gülümsedi. Nasıl bir karşılık aldı bilmiyorum ama bir saniye sonra aramızdaki o üç adımı kapatırken dibime kadar geldi. Ortam oldukça sessizdi. Hava yavaş yavaş aydınlanmaya başladığı halde bu kısmı aydınlatacak bir pencere olmadığı için etraf karanlıktı. Gerek yoktu. Gözleri arzuyla, yaramazlıkla öyle parıldıyordu ki yapay ya da doğal başka herhangi bir ışığa zaten gerek yoktu. Bakışları, ona trip atmam gerektiğini bana hatırlatmakla görevli beynimi tamamen uyuşturmuştu. Elleri belimin iki yanından masaya tutunduğunda bana doğru biraz daha eğildi. Fısıltısıyla birlikte karnıma yuvalanan sancıyı bu hareketiyle vücudumun her yanına dağıtmıştı.

Yine de "Senden bana bilardo oynamayı öğretmeni hiç istememiştim." diye konuştum zorla. Dudaklarımı büzmüştüm. Bana aşık olduğunu büzdüğüm dudaklarımla anlamamış mıydı? Biraz da onun kıvranmasını, heyecanlanmasını istiyordum. Ki ben fısıldar fısıldamaz karanlıkta parlayan göz bebekleri bana istediğimi verdi. Anında dudaklarıma kaydırdığı gözlerini yakalamaya uğraşmadım bile.

"Benim çok içimde kalmıştı ama." diyerek karşılık verdiğinde yutkunmamak için kendimi zor tutmuştum.

Biri emir vermiş gibi heyecanla tişörtüne tutunan parmaklarımın aksine "Tuvalette saçını tuttuğun yeni reşit olmuş veletlere öğretirsin oynamayı." diye mırıldandım. Dudak kıvrımları hafifçe titredi ve parmaklarımdan kurtulup yaramaz bir gülümsemenin ardından benden biraz uzaklaştı. "Belki de," diye mırıldandı, içeriye doğru yöneltiyormuş gibi yaptığı adımlarını onu kolundan yakalayarak durdurdum. "Belki de haklısın-"

"Seni öldürürüm, Park Jimin."

Hala parıldayan bakışlarıyla tatlı tatlı attığı kahkahası ciddiyetimi görünce anında kararırdı. Gözleri önce koluna tutunan parmaklarımda ardından da gözlerimde durakladı. Bir anlığına yüzüme onu gerçekten öldürüp öldürmeyeceğimi tartmak istiyor gibi baktı ve bakışları kadar karanlık sesiyle "Arkanı dön." diye fısıldadı bana. Sesi içimde hiç bilmediğim zerrelerime kadar titretti beni. Birileri yaz ortasında kaloriferi çalıştırmış gibi sıcakladım. Titreyen parmaklarımı, sardığım kollarından çözerken çaresizce emrini yerine getirdim; ona arkamı döndüm.

Düzenli aralıklarla ensemi yalayan nefesi içimdeki ateşin de karnımdaki sancının da hararetlenmesine neden oluyordu. Jimin arkamda hiçbir şey yapmadan beklemeye devam ettikçe heyecanımla birlikte titremem artıyordu. Arkamda sadece nefes alıyordu ve dizlerimin üzerinde güçlükle duracağım kadar bitirmişti beni. Ellerinin arasında, nefesine bile yenilen bir zavallıydım.

Beni yeterince beklettiğine emin olduktan sonra heyecandan sıçramama neden olacak bir şekilde üzerimden eğilip istekayı aldı. Kasığını kalçamla buluşturmuş, bir anlık sıçramam hoşuna gitmiş gibi kıkırdamıştı. Bedenimde dolaşan tüm gücü bacaklarımda toplama çabam kıkırtısına karışıp buhar olmuştu böylece. Yutkundum.

Jimin istekayı masaya sıkı sıkı tutunan ellerimin arasına bıraktığında vücudunu bana biraz daha yaslamıştı. Gereğinden fazla heyecanlandığım için dönüp de ona ne yapmaya çalıştığını soramıyordum. İçinde kalan tam olarak neydi? Kim birine vücudunu tamamen yaslayıp bilardo öğretirdi ki? Kıvranmam neden bu kadar çok hoşuna gidiyordu?

Hiçbirini soramadım çünkü ne kelimeleri zihnimin bir köşesinden çıkarıp önüne sermeye halim vardı ne de o kelimeleri bulabileceğim bir zihnim. Jimin kasığını kalçama belli belirsiz sürterken elimdeki üç kuruşluk aklımı da almıştı. Elleri tüm sıcaklığıyla ellerimde, gövdesi sırtımda ve sıcacık nefesleri ensemdeki saçlarımdaydı. Bu kadar vücudu küçücük gövdesinin arasında kaybolayım diye mi yapmıştım? Bacaklarımdaki kaslar ufacık bir yakınlığında kendini böyle koyverecekse Jimin'le senelerce nasıl yaşayacaktım?

"Sana açıyı göstermiştim."

Belli belirsiz fısıldadığında tüm odağımı vücuduma temas eden vücudunda topladığımdan söylediklerini oldukça güç anlamıştım. Bir eli kolumu okşayarak yukarı çıktı, elimi istekanın üst kısmına yasladı. Öteki eli istekanın ucunu, inanılmaz yavaş hareketlerle ayırdığı işaret ve orta parmağımın arasına soktu. Kendi orta parmağı da istekanın ucunda duruyordu. Gözlerimi yumdum.

"İlk atışın için açının pek bir önemi yok, önemli olan olabildiği kadar hızlı hareket etmen."

Sıcacık nefesini kulağıma üfleyerek fısıldadığında tüylerim diken diken olmuştu üstelik eziyetini sadece dudaklarıyla değil, her yanıyla sürdürüyordu. Vücudumu masaya doğru iyice eğip kasığını yeniden kalçama sürtmüş, dudaklarımın arasından titrek bir nefesin kaçmasına neden olmuştu. Bu bir defa daha Jimin'i güldürünce arkamı dönüp ona ters ters bakmak istemiştim ama benimle alay etmekte haklı olacağı kadar darmadağın bir halde olduğumdan buna ne cesaret edebilmiş ne de gücümü toplayabilmiştim. Ellerinin arasında bir yumak karın ağrısıydım sadece. Vücudumu hissetmiyordum bile.

Birazdan Jimin yukarıdaki elimi hızla hareketlendirip topları dağıttı. Sanırım birkaç top yolunu bulup deliklere girdi, emin olamıyordum çünkü gözlerimi yarı yarıya açmıştım ve önümü doğru düzgün göremiyordum.

"Şimdi bir topu deliğe sokmayı öğreteyim."

Kes şunu, demek istiyordum. Kes şunu diye çığlık atmak istiyordum. Bilardo oynamayı öğrenmek istediğim falan yok, tek istediğim beni bu masaya yatırman ve toplarla ilgilendiğin kadar ilgilenmen.

Ama diyorum ya, o an sadece bir yumak karın ağrısıydım. Konuşmak için gerekli uzuvlarımdan, o uzva konuşma emrini verecek zihnimden tamamen soyunmuştum.

Bu yüzden bir kere daha ellerimle uğraşıp hedeflediği topu deliğine soktuğunda konuşmak yerine vücudumun kontrolünü ellerine bıraktım. Birazdan elleri istekanın üzerindeki ellerimi serbest bıraktı. Bir kukla gibi masaya yığılan ellerimi görmesin diye tüm gücümü toparlayarak istekaya tutunmaya çalıştım. Çabamı engelleyen, belimin iki yanına sardığı elleri oldu. Bu defa beni kendine çekip kasıklarını kalçama çok daha belirgin bir şekilde yaslayarak sürttüğünde kulaklarıma doğru "Şimdi de sen dene." diye fısıldadı. Nefesi öyle sıcaktı ki gövdemin içinde bir yangın başlatmış gibi sıcaklamama neden oluyordu.

Yutkunup dursam da karnımda kaynayan arzunun kurutup geçtiği boğazımı bir türlü ıslatamıyordum. Karnım deli gibi ağrıyordu öyle ki kendimi o yumaktan oluştuğuma ikna etmeye başlamıştım. Dizlerimi hissetmiyordum, ellerimi istekanın üzerinde tutacak gücü bile kendimde bulamıyordum. Gözlerim kararmıştı, parmakları belimin iki yanından tenimi okşuyordu. Kulağımı yalayan nefesi aklımı buharlaştırmaya başlamıştı. Bir günah gibi fısıldıyordu. Koskoca barda fısıltısından ve kalplerimizin atış sesinden başka hiçbir şey duyamıyordum. Ve hepsinden önemlisi kalçama sürttüğü kasığını bu defa oldukça ciddi şekilde hissediyordum.

Benim kadar heyecanlanması aklımı başımdan uçurdu ama özgüvenimi biraz yerine getirdi. Bu yüzden isabet almamı söylediği topu vurdum ama deliğine sokamadım. Pek umurumda değildi. Çünkü anında karnıma doladığı kollarıyla doğrulmamı sağlayıp bana sürtünürken inler gibi "Berbat bir oyuncusun." diye mırıldandı. "Burada sana bilardo öğretmeye çalışmak biraz vakit kaybı olur doğrusu."

"Hmm," dedim. Sesindeki ihtiyaç dolu titremeyi duyduğumda. Elleri karnımı belli belirsiz şekiller çizerek okşuyordu. İki üç saniyede bir bana sürtmeye devam ettiği kasığının her hareketi kulaklarımda can veren sıcak nefeslerinin artmasına neden oluyordu. Bir elini çözüp bana arkadan sarılmaya devam ederken baldırımı okşadı. Baldırlarıma karşı tuhaf bir zaafı vardı ve bu beni çıldırtıyordu. Kafamı geriye, omuzuna atıp inledim.

"Eve gidelim." diye mırıldandım hızlı hızlı. Eve gidelim ve beni bir güzel sev.

"Ya da masanın güzelliğini israf etmeyelim."

Verdiği karşılıkla birlikte beni belimdeki elleriyle nazikçe tutup döndürdü. Başım da ellerinin arasında dönmüş gibi afallamıştım. Gözlerim sımsıkı kapalıydı. Açsam yere çakılacakmışım gibi hissediyordum. Jimin de düşmek üzere olduğumu fark etmiş gibi popomu masanın kenarına yasladı. Bacaklarımı ayırıp arasına girdiğinde tombul parmakları yüzümü bulmuştu.

"İyi misin?" diye mırıldandı. "Eve gitmek istiyorsan götürürüm."

Başımı sağa sola salladım. Eve gitmek istiyordum ama buna sabredebileceğimi sanmıyordum. Tek istediğim fısıldayıp duran çenesini kapatmaktı. Tek istediğim masanın hakkını verebileceğimi ona ispatlamaktı.

Nerede olduğunu bilmiyordum ama sıcak nefesinin görünmez yolunu takip ettim. O bir elini belime koyduğunda masaya tutunarak destek aldım ve dudaklarına doğru yükseldim. Beni yarı yolda karşıladı. Az önceki iddialı hareketlerinin aksine heyecanımı yatıştırmaya çalışır gibi usul bir biçimde öptü beni. Birkaç tatlı, küçük öpücük.

Sonunda masaya tutunan ellerimi çözüp onu ensesindeki saçlardan yakaladığımda öpücüğü biraz derinleştirdim. Yaramaz bir ısrarla dudaklarının üzerinde gezinen dilimi ağzını aralayarak içeri aldı. O kadar sıcak, o kadar ıslak, o kadar tatlıydı ki inleyerek içeride gezdirdiğim dilim diliyle her zamanki uyumunu yakaladı.

Karnım deli gibi ağrıyor, başım hızla dönüyordu. Jimin kot ceketimi üzerimden çabucak çıkarıp kolsuz tişörtümün içine ellerini soktuğunda benim gibi inledi. Daha fazla dayanamıyormuş gibi bu defa baldırlarımın iki yanından yakaladığı bedenimi hafifçe yükselterek bilardo masasına oturtu beni. Boynuna dolanmış kollarımla Jimin'i iyice kendime çektim. Onu içime sokmak istiyordum. Göğsümü yarıp içine Jimin'i koysam ona, dokunuşlarına, dudaklarına yine de doyamazdım. Bir gün delirecektim. O kadar çok istiyor, arzuluyordum ki onu öpmek beni öylesine heyecanlandırıyordu ki bir gün delirecektim sahiden.

Delirmenin eşiğinde olduğumu anlamış gibi ellerini yeniden baldırlarıma bıraktı ve bacaklarımı ayırıp kasıklarımızla birlikte göğüslerimizi de birleştirirken bana iyice sokuldu. Karnımdan bir yumak sancı sıcaklığıyla birlikte boğazıma kadar tırmandı. Bir eliyle bacağımı, arasına dolmuş arzumun eziyetini dağıtmak ister gibi okşarken öteki elini yeniden tişörtümün altına yolladı. Arzudan dönen başımı daha fazla taşıyamadım ve dudaklarımızı ayırıp adını bağırır gibi inlerken biraz önce dağıttığım topların üzerine Jimin'i de beraberimde sürükleyerek uzandım.

Diyorum ya baldırlarıma karşı farklı bir zaafı vardı ve bu beni deli ediyordu. Her anlamda. Beni kendi baldırlarımı bile ondan kıskanacağım kadar delirtmişti. Baldırlarıma duyduğu ilgi bacak aramda kabaran arzumu yaptığı diğer her şeyi geride bırakacak kadar çok harelendiriyordu.

"Beni deli ediyorsun." dedim, nefes nefese. "Sahiden delirdim."

"Sen bende akıllı tek bir zerre kaldı mı sanıyorsun?" diye sordu. Gözleri ortamdan daha çok kararmıştı. Dudaklarıma usul bir öpücük kondurdu ve dayanamıyormuş gibi bir hızla tişörtümü başımdan çıkarmaya çalışırken "Benim aklım başımdan gideli seneler oldu." dedi. Cümlesi kalbimin teklemesini, karnımdaki tatlı sancının artmasını sağladı. Onu ensesinden tuttuğum gibi çıplak gövdeme çektim ve kaldığım yerden deli olduğum dudaklarını öpmeye devam ettim. Bacaklarımı beline dolamıştım. Yaramaz elleri baldırlarımda, göğsümde, kalçamda, çıplak belimde, karnımda gezinmeye devam etti. Bu defa onun dili benim ağzımın her yerindeydi. Beni öyle öpüyordu ki daha önce hiç öpüşmemişim kadar toy, taze hissediyordum kendimi. Jimin sanki diline vücudundaki tüm arzuyu, tüm şefkati, tüm sevgiyi katıyormuş gibi öpüşüyordu benimle.

Birazdan bacaklarıma tutunup kendini bana iyice itti ve heyecanı vücudumuza pompayalan kasıklarımız birbirine değdi. Ağzımın içine boğuk boğuk inlerken kasığını benimkine biraz sürttü. Kasığından yolladığı elektrik akımını ağzımdan emiyormuş gibi heyecanlanmıştı. Bir saniyeliğine dudaklarımızı ayırıp boynumda soluklandı. Bir saniye sonra beni delirten dilini boynuma bastırdı. Önce boynumu, sonra çıplak gövdemi, sonra karnımı öptü usul usul. Dudaklarını kasıklarıma yönlendirdiğinde önce pantolonumun üzerinden beni kokladı. Ardından da kokladığı yere, kasığıma bir öpücük bıraktı. Utançtan kıpkırmızı, titreyen ellerimle kemerimi çözmeye çalışan ellerini durdurdum. Kapkaranlık gözlerini gözlerimle buluşturdu. Tüm vücudumu bir elektrik dalgası sardı. Nefesi karnımdaki ufak tüyleri gıdıklıyordu. Kirpikleri çok güzeldi, bana öyle bayık bayık bakarken dünyanın her şeyini seve seve yaparmışım gibi geliyordu, öyle güçlü. Ama utanmıştım. Barın ortasında açıktaydık. Her an biri gelebilirdi içeri. Bana aklımı kaybettirmişti belki ama o kadar da değildi.

"Birine yakalanırsak buraya adımımı atmam." diye mırıldandım pürüzlü sesimle. "Zaten çoktan durmalıydık."

"Herkes gitti," diye karşılık verdi aceleyle. Elini kasığıma bırakmış nefesimin boğazıma takılmasına neden olmuştu. "Barın anahtarı bende. İçeriden kilitledim. Kimse yok."

Basit cümleme verdiği bu basit ama düşünülmüş karşılık başımı öyle bir döndürdü ki adını inleyerek onu kendime çektim ve dudaklarımızı yeniden buluşturdum. Ellerim yüzünde onu kendime olabildiği kadar çok bastırıyor, dudaklarını açlıktan ölüyormuşum gibi ihtiyaçla öpüyordum. Göğsü hızla inip kalkarken çıplak göğsüme sürtüyordu. Baş döndürücü bir etkisi vardı. Başımı döndürüyordu.

Elleri kemerimde oyalandı, düğmemi çözdü, fermuarımı açtı. Mızmızlanmama neden olarak benimkilerden ayırdığı dudaklarını biraz önceki gibi yine boynumda, gövdemde, kasıklarımda gezdirdi.

Birazdan pantolonumu bacaklarıma kadar sıyırdı. Önce karnıma, sonra tekrar tekrar kasıklarıma masum sayılabilecek tatlı öpücükler bıraktı. Öpücüklerinin arasından "Çocukları kahvaltıya çağıralım." diye fısıldadı adımı inlemek yerine. Ve beni cevap vermekten mahrum bırakarak çamaşırımın üzerinden penisime de bir öpücük bıraktı. Onun aksine adıyla inleyip kafamı geri yatırdım. İstemsizce yerimde sıçramış, kasıklarımı dudağına bastırmıştım.

Jimin eziyet eden bir yavaşlıkla bacaklarımın içini okşarken dilini çoktan ıslanmış çamaşırıma değdirdi. Elleri yavaş yavaş yukarı çıkıyordu. Alev alevdi. Her şey öyle ateşliydi ki nefes alamıyordum.

Bir an gücümü toplayıp dirseklerimden destek alarak deli gibi dönen başımı kaldırmayı başardım. Bacaklarım bilardo masasından yere değmeyecek şekilde sarkıyordu. Çenesi baldırlarıma dayanmış, saçları kasıklarıma, karnıma dağılmıştı. Bakışlarımı ona doğrulttuğumda sanki bunu bekliyormuş gibi, simsiyah bir perde çekilmiş kadar kararmış gözlerini gözlerimden ayırmadan çamaşırımı sıyırdı. Açığa çıkan penisim hafifçe yüzüne çarpmıştı. Utançla gözlerimi yummak istedim ama penisimde boydan boya dolaştırdığı dili bana engel oldu. İstemsiz bir hareketle bacaklarımı içe doğru kıvırdığımda Jimin kaşlarını havalandırıp elleriyle bacaklarımı masaya sabitlerken "Hmm?" diye mırıldandı. Bir defa daha dilini tenimde dolaştırdı ve bu defa bacaklarımı içe doğru kıvıramadığımdan dirseklerimi bırakıp yeniden bilardo masasına uzanmamı sağladı.

Çocukları eve davet edebilelim diye bana sakso çektiğine inanamıyordum. İnanamıyordum ama aklım başımda olmadığından inlemelerimin arasında onu onayladım. Jimin bir köpeğe ödül maması veriyormuş gibi, onayımı alır almaz yavaş diliyle bana eziyet etmeyi bırakıp beni ağzına tamamen aldı.

Bir anlığına dünyam karardı. Bir an sonra batan bir gemi beni de beraberinde okyanusun diplerine sürüklüyormuş da tutunabildiğim tek şey oymuş gibi Jimin'in saçlarına sarıldım. Kafasını aşağı yukarı, diliyle beni delirttiği anlar kadar yavaş hareket ettiriyordu. Elleri de karnımı kafa hareketleri kadar yavaş okşuyordu. Saçlarından tutunduğum kafasını hızlandırmaya çalıştım ve her yanı alev almış yüzümü boşta olan elimle kapattım.

Ağzından dökülen günahkar inlemeler, garip sesler heyecanımı da ateşimi de artırıyordu. Bir an daha devam etsek bir aleve dönüşüp tüm şehri yakacaktım. Jimin hareketlerini hızlandırdı, ben de kalçamı kullanarak ona yardımcı olmaya çalıştım. Bir an. Alev olmama bir an kalmıştı ki saçlarını çekiştirip onu bacak aramdan ayırmaya çalıştım. Oysa ısrarla hareketlerine devam etti. Bir an sonra tüm ateşimi, ağzına boşalttım.

Utançtan ağlamak üzereydim. Ağzına boşalmıştım. Hem de o kadar çok boşalmıştım ki yeni yetme bir çocuk ilk mastürbasyonunu yapmış gibi. Yaşananı silebilecek gibi iki elimle de yüzümü kapattım. Jimin bana birkaç saniye izin verdi. Ardından ellerini şefkatle ellerimin üzerine bıraktı ve ormanda bir ceylan yavrusu bulmuş gibi ürkek, yüzümü açığa çıkardı.

"Özür dilerim." dedi, "İleri mi gittim?"

"Çok utanıyorum." diye mırıldanabildim sadece. Garip bir biçimde çok güzel hissettirmişti. Bu kadar çok boşalmamın sebebi ağzının o sıcacıklığından kaynaklanıyordu belki. Ama utanmıştım. Kim böyle bir şey yapardı ki? Midesi hiç mi bulanmıyordu?

"Özür dilerim." dedi yeniden. "Utanılacak bir şey yok bunda. Daha utanç verici bir şey görmek istiyorsan gözlerini açmalısın."

Omuzlarımı salladım. Birkaç saniye mızmızca orada öyle uzanmaya devam ettim ve söylediğinin aksini gözlerimi falan açmadım. Oysa Jimin hala nefes nefese göğsüme uzanıp yanaklarıma ufak bir öpücük bıraktı. Utancımı dağıtmak, beni sakinleştirmek ister gibi çıplak göğsümü okşuyordu. Nefesleri hala sıcacıktı ama bu defa beni sakinleştiriyordu. Birkaç dakika öylece durduk. Jimin sakinleştiğime emin olduktan sonra başını göğsümden kaldırıp terli alnıma bir öpücük kondurdu. Midesi hiç bulanmıyordu sahiden.

"Hadi aç gözlerini."

Israrına ve şefkatine dayanamayıp gözlerimi araladığımda pantolonunun önünü işaret etmişti. Islaktı. İlk seferde olduğu gibi bir defa daha ben ona dokunmamışken pantolonuna boşalmıştı.

Hem onunla alay edemeyeceğim kadar tatlı ve savunmasız göründüğünden hem de birinin ağzına boşalmanın daha utanç verici olduğunu düşündüğümden sesimi çıkarmadım. Kollarımı omuzuna doladım, kafasını yeniden göğsüme yasladı. Saçları çenemi kaşındırıyordu. Birkaç dakika burnumu saçlarına gömüp derin nefesler alarak sakinleşmeye, olanı unutmaya çalıştım.

Birazdan daha sakin hissettiğimde "Biliyor musun, zaten kabul etmek üzereydim." dedim. Kafasını hafifçe kaldırıp meraklı gözleriyle gözlerime baktı. Güçlükle de olsa sırıttım. "Çocukları çağırmayı öyle ısrarlı istiyorsun ki merakım baskın gelmeye başlamıştı. Bana boşuna sakso çektin."

Gülümsedi ve yanağıma bir öpücük kondurup "Biliyorum," diye mırıldandı. "Ama böylesi daha tatlı."

"İğrençsin." dedim, gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı. Onun da nefesi düzene girmeye başlamıştı ve daha sakin görünüyordu. Çok güzeldi. Öyle güzeldi ki ona asla doyamıyordum. "Ve yaramaz."

"Senin yaramazınım." deyip kolunu belime doladı.

"Her gün seviştiğimizi düşünecekler." diye mırıldandım güçsüzce. O diliyle bana dilediği her şeyi yaptırabilirdi. Dünya üzerindeki en güçlü kimyasallar bile beynimi Jimin'in dili kadar güçlü ele geçiremezdi.

Yorgunca "Her gün sevişiyoruz zaten." diye mırıldandı.

Jimin eve gidene kadar ceketimi beline bağladı. Utanç vericiydi sahiden.

***

Jimin'in son derece etkili ikna becerilerine yenilmemin üzerinden birkaç gün geçmişti. Hafta sonuydu, Jimin hafta sonları çalışmadığından çocukları kahvaltıya çağırmak için cumartesiyi seçmişti. Sözde kahvaltıyı o hazırlayacak mutfağı da ben toplayacaktım ama çocuklarla sözleştiğimiz saatten sadece yirmi dakika erken uyandığı için kahvaltı hazırlama işi bana düşmüştü.

Hem Jimin'in ısrarının altında bir şeyler yattığını bildiğimden hem de diğer sebeplerden ötürü saçma bir biçimde hala gergindim. Bir domatesi dilimliyor, aklımdan Yoongi'nin farazi cümlelerine farazi karşılıklar veriyordum. Masaya zeytini bırakıyor Seokjin'in farazi bakışlarındaki farazi imayı farazi göz devirmelerimle görmezden geliyordum ya da- Diğerleri hakkında pek bir fikrim yoktu açıkçası. Beni keyiflerinin sonsuzluğunca gıcık eden bir Yoongi bir de Seokjin vardı. Yine de farazi dünyamda beni sinir etmeyen tek kişi Namjoon'du. O yüzden bir tek Namjoon'un gelmesini dört gözle bekliyordum. Ki zil çaldı.

Belki de zor olanı hemen aşayım diye hayat bana herkesten önce Yoongi'yi göndermişti ya da belki de bir türlü kendimi bu hayata sevdirmeyi başaramamıştım. Yoongi, poğaça poşetini gözlerimin önünde sallayıp ellerime tutuşturduktan sonra içeri adımlamaya başladığında ardından sakin sakin onu bekleyen Taehyung'u görmüştüm.

Taehyung'la aramız eski samimiyetine geçen seferki baskından dolayı, yani benim yüzümden hala tam olarak dönememişti ama en azından birbirimizle konuşuyorduk ve ben buraya taşındığımdan beri eve gelmiş tek arkadaşımızdı. Eskisi gibi olmayı ne kadar çok istersem isteyeyim ikimizin de zamana ihtiyacı olduğunu biliyordum. Taehyung da bana istediğimi verirken beni öyle çok darlamıyordu ama arayı da açmıyordu. İyiydik. Daha iyi günlerimizin dönmesini bekliyorduk.

"Oldukça pejmurdeymiş eviniz."

Yoongi'nin ben masayla ilgileniyormuşum gibi yapmaya can atarken konuşması, istemeye istemeye ona bakmama neden olduğunda kendini beğenmişçe "Namjoon'un mola koltuğunu getirsek hiç sırıtmaz." dedi. Cümlesindeki tek tatlılık eviniz dediği kısımdı ama öfkelendiğim için üzerinde duramadım.

Bir aptal gibi öfkelendiğim zaman aklım dururdu. Yoongi'nin de taktiği buydu. Bizi avucunun içi gibi bildiğinden zayıf yanlarımıza oynardı. Jimin benim zayıf yanımdı ve dediğim gibi öfkelendiğimde aklım dururdu.

Ağzımdan "Jimin'den başka bir şeye ihtiyacım yok benim." cümlesi kaçtı. Ben konuşur konuşmaz suratına yayılan deli sırıtışıyla aslında beni bilerek öfkelendirmeye çalıştığından emin olmuştum.

"Babanın tüm arabalarını, parasını bir çırpıda bırakıp onun yanına geldiğine göre, bariz bir gerçek bu zaten."

Derin bir nefes aldım. Yoongi insanları köşeye sıkıştırıp işkence etmeyi çok severdi. Köşeye kendi isteğimle göz göre göre sıkıştığıma göre ağzımı açıp konuşma hakkım yok gibi geliyordu ama ben Namjoon değildim. Yoongi'ye o keyfi Namjoon kadar kolay vermeyecektim o yüzden "Hem sen Namjoon hakkında neden böyle rahat konuşuyorsun?" diye sordum, masayı bırakıp kollarımı göğsümde bağlamıştım. "Sizi son bıraktığımda birbirinizden köşe bucak kaçıyordunuz."

Atağım beklediğim kadar işe yaramadı. Sırıtışı eski içtenliğini kaybetti ama dağılmadı, yanakları da benimkiler kadar kızarmadı. Gözlerini benden uzaklaştırıp bir yerlere diktiğinde "O beni öpüp kaçtığı içindi." diye mırıldandı. "Ağzını burnunu kırmayayım diye uzak duruyordum."

Gözlerim istemsizce sonuna kadar açıldı. Taehyung şaşkınlığımı görüp bir kahkaha attı. Onu en son ne zaman kahkaha atarken duyduğumu hatırlamıyordum bile ama o an ortada Taehyung'un kahkahasından bile daha büyük bir bomba vardı. Odaklanamadım. Ağzımı da kocaman ayırarak "Seni öptü mü?" diye sordum. "Nasıl yani, nerenden?"

"Ağzımdan geri zekalı neremden olabilir başka?"

Aralarında bir şeyler döndüğü kesindi, açıktı, barizdi. Yine de bu tuhaf enerjinin Yoongi'den ve henüz farkına varmadığı hislerinden kaynaklandığını düşünüyordum hep. Oysa ilk adımı atan Namjoon olmuştu. Kedi gibi köşeye sıkıştırıp yanaklarını kızartmaya bayıldığı, alay etmeden duramadığı Namjoon. Yoongi'yi öpüp sonra da kaçmış mıydı?

"Yani zaten çok barizdi." diye mırıldandı Taehyung. "Ben sadece ilk adımı Namjoon'un atmasına şaşırdım."

Zihnimi okuyormuş gibi hissettirdiği için bir defa daha gözlerimi ayırıp Taehyung'a baktığımda arkadaşım yeniden kahkaha attı. O huzur dolu sesi duydukça aramızda geçen tatsızlıkların hepsi buhar olup havaya karışıyormuş gibi hissediyordum. Taehyung daha çok gülsün, bana daha sıcak davransın ve gözleri hep böyle kısılsın...

Ama daha önemli işlerim vardı. Masaya biraz önce bıraktığım tabaktan bir dilim domates alıp ağzına attıktan sonra arsız arsız çiğnemeye başlayan Yoongi'yi köşeye sıkıştırmak. Sorumu öyle kolay cevaplaması canımı sıkmıştı. İki sorumu da... Yanaklarını kızartmaktan daha iyisini yapabilirdim, bunu küserek masadan en azından on beş defa kalkıp kaçmış o tatlı, masum Namjoon'a borçluydum. Bu yüzden "Seviştiniz mi?" diye sordum istemsizce kaşlarımı çatmış dudaklarımı büzmüştüm. Gözlerini devirdi, yanakları iyice kızarmıştı ve bu defa kızarıklığını gizlemek için ağzına bir domates sokamadığından -eline vurmuştum çünkü- ters ters beni izledi.

"İnsanlara böyle özel sorular sormamalısın." diye mırıldandı önce. Sonra da ben sorumun cevabından utanıp içeri kaçamadan "Ama evet seviştik, bir kere. Beni öpüp kaçtığı için kavga çıkarmıştım-" diye anlatmaya başladı.

Taehyung "Detaya gerek yok diyerek araya girmiş olmasa muhtemelen sonuna kadar her şeyi anlatırdı da ama arkadaşım sağ olsun dramayı başlamadan bitirdi. Jimin banyodan ağzında diş fırçası koşa koşa yanımıza geldi.

"Köm sövöşmöş?" diye sordu. Bu sabahın dördüne kadar çalıştığı için uyumasına izin vermiş, kahvaltıyı ben hazırlamıştım. Diyorum ya daha Jimin uyanalı yirmi dakika bile olmamıştı. Gözleri, dudakları ve yüzü biraz şişti. Uzanıp her yerini sıktırarak sevmek istiyordum onu ama salona meraklı sorusuyla birlikte daldığında kimse ona cevap veremeden kapı çaldı ve Namjoon elinde koca bir kavanoz portakal suyuyla birlikte içeri girdi.

"Annem sıktı, taze taze içecekmişiz."

O içeri girerken Yoongi Namjoon'a bakıp sırıttı, sonra da Jimin'e döndü. Zafer kazanmış bir edayla "Namjoon'la ben seviştik." dedi. Namjoon'un çenesi neredeyse yere düşecekken Taehyung kavanozu da aynı kaderi yaşamaktan kurtardı ve onu Namjoon'un elinden alıp masaya bıraktı.

Amacım Yoongi'yi köşeye sıkıştırmaktı. Yoongi'nin canını sıkmak, Yoongi'yi utandırmak ve kızdırmaktı. Ama Namjoon'la alay etmek öyle ağız alışkanlığı olmuştu ki "Vay canına Namjoon, gerçek bir sevgilin var artık." diye mırıldandım istemsizce. Namjoon ağzını açıp bir şeyler söylemek üzereyken Yoongi bir kez daha araya girdi.

"Sevgili falan değiliz. Namjoon için fazla gerçek bu. Kaldıramıyor."

Namjoon'un suratı düşmüştü ama Yoongi bunu ya fark edememişti ya da eski sevgilisiyle alakalı yorum yaptığı için bozulduğunu düşünmüştü. Açıkçası Namjoon'un verdiği tepki pek umrunda olmadı. Karşısındakinin hislerini ancak kırgınsa görmezden gelirdi ve anladığım kadarıyla Namjoon'a çok kırgındı. Doğum günü partimde ondan köşe bucak kaçtığını hatırladım. O zaman da bana ağzını burnunu kırmamak için kaçtığını söylemişti. Sırıttım. Demek öpüşmüşlerdi o günlerde ha?

Yoongi "Ne sırıtıyorsun?" diye terslendi. Namjoon'dan çıkaramadığı sinirini benim üzerime yönlendirmişti. Keşke biri Yoongi'ye en çok umursamaz görünmeye çalıştığı anlarda umursuyor göründüğünü söyleseydi. "Tabi taşındın sevgilinin evine, sırıtırsın."

"Ne?" dedim, gayriihtiyari bir hararetle. Bu konunun açılıp konuşulması en büyük kabusumdu ve açıldığı gibi kapanmasını istiyordum. "Biz sevgili falan değiliz."

Diğerlerinin aksine Jimin, diş fırçasını şaşkın suratından uzaklaştırıp kaşlarını havalandıra havalandıra "Değil miyiz?" diye sordu. Pofuduk yüzü ciddiyetimi bozuyordu ama irademe hakim olmayı başarırken eziyet çekmesinden duyduğum inanılmaz hazla "Hayır, sadece takılıyoruz." diye cevap verdim ona. Kaşlarını derince çatsa da bu defa bir şeyler söylemedi, bunun yerine dişlerini fırçalama bahanesiyle banyoya yeniden gitti.

Çocukların rahatlığı tıpkı kimliğimle alakalı konuştuğumda olduğu gibi beni de inanılmaz rahatlatmıştı. Bu hayatımın en büyük dönüm noktalarından biriydi ve arkadaşlarımdan, Jimin'den başka ailem kalmadığından onların bu durumu da olduğu gibi kabullenmeleri benim için çok önemliydi. Şimdiye kadar beni aşırı utandıracak bir şey olmamıştı. Yoongi'nin "Asıl siz seviştiniz mi?" diye sormaması gibi. Bu yüzden mutluydum. Taehyung'la birlikte masaya eklenecek son şeyleri de eklerken sırıtıyordum hatta. Arkadaşlarımı deli gibi özlemiştim. Ve hepsini deli gibi seviyordum.

Birazdan döndüğünde Jimin, kendini beğenmiş bir biçimde "Sevgili değilsek, sadece takılıyorsak neden aynı evde kalıyoruz?" diye sordu. Bir elini beline koymuş, kaşlarını havalandırmıştı sorarken. Gülmemek için yanaklarımı dişledim. O kadar tatlı görünüyordu ki dişlemem gereken şeyler var gibiydi zaten. "Arkadaşlarımızı evimize davet edip kahvaltı falan hazırlıyoruz?"

"Hmm," dedim. "Niye az önce sormadın bu soruları?"

"Dişlerimi fırçalarken aklıma geldi." diye terslendi. "Hem cevap verecek misin sen?"

Omuzlarımı salladım. Taehyung'a dilimlemesi için bir ekmek daha uzattıktan sonra umursamazca "Sevgili değiliz, beni randevuya falan çıkarmadın." dedim Jimin'e. Kendini o kadar kaptırmıştı ki gözlerini ayırdı ve çocuklarla aynı odada olduğumuzu tamamen unutup "Daha geçen gün bilardo masasında-" diye söze başlamaya çalıştı. Ağzına bir salatalık sokuşturup ters ters yüzüne baktım. Salatalığını çiğneyip omuzlarını salladıktan sonra "Sen de beni randevuya çıkarmadın." diye mırıldandı. "Ben bir şey diyor muyum?"

"Senin için yaptığım onca şeyden sonra onu da sen yapıver bir zahmet." dedim. Bir şeyler söylemek için ağzını hararetle araladı ama Yoongi'nin "Tamam, tamam. Bizim için kavga etmenize gerek yok." diyen alaylı cümlesi yüzünden konuşamadı. Çatık kaşlarıyla masaya oturduktan sonra diğer herkesi beklemeye başladığında Yoongi, Tae ve Namjoon orada olmasına rağmen eğilip yanağına bir öpücük kondurdum. Suratı biraz gevşese de içinde, kollarını gövdesine bağlamak isteyen bir çocuk olduğunu görebiliyordum. Bugün çok tatlıydı. Beni deli ediyordu.

Birazdan sırasıyla Nora, Hoseok ve Seokjin de geldi.

Hoseok'la Jimin'in arasında garip bir gerginlik vardı, nedenini bir türlü anlayamıyordum. Göbek bağları bir kesilmiş gibi dolaştıkları, burunlarını aynı boka batırıp durdukları zamanlar çok uzakmış kadar soğuklardı. Jimin'in içten içe buna üzüldüğünü hissettiğimden durum canımı sıkıyordu. Yine de konusunu açıp bir türlü soramamıştım. Hoseok'la zaten hiç konuşmuyorduk. Dürüst olmak gerekirse Jimin'in kahvaltıya Hoseok'u çağırmasını bile tuhaf karşılamıştım. Birbirlerini her zamankinin aksine durgunca selamladılar. Sonra da Hoseok geçip masanın en uzak köşesine oturdu.

Nora oldukça neşeli ve sağlıklı görünüyordu. Vücudunun her yerinde ten rengi eşit dağılmıştı. Saçlarını tepesinden toplamış, sabahın erken saatlerinde olmamıza rağmen garip bir heyecanla bizi izliyordu.

Seokjin daha biraz önce Namjoon'la Yoongi'nin konuştuklarını duymuş gibi ikisine bakıp duruyordu. Namjoon'un bozuk suratı onu yeterince ele veriyorsa da Yoongi oldukça sakin görünüyordu. Onları incelemeyi bıraktığında Seokjin'le göz göze geldim ve bilmiş bilmiş sırıttım. O da sırıtışıma karşılık verirken Namjoon'a "Niye titriyorsun burnunun ucuna tüfek doğrultulmuş ürkek ceylan gibi?" diye sordu.

Namjoon kaşlarını çatıp ellerini masanın altına görmeyeceğimiz bir yerlere koydu. Bakışlarını masadan kaldırmadan "Uğraşma benimle." diye mırıldandı Seokjin'e. Sanki başını kaldırsa ve Seokjin'in birkaç santim yanında oturan Yoongi'ye kazara bakışlarını değdirse dünyanın sonu gelecekmiş gibi davranıyordu. "Canım sıkkın."

"Neden ne oldu?"

"Kedim ne istediğini bilmiyor."

Seokjin Yoongi'nin Namjoon'a attığı öldürücü derecede ciddi bakışlarını yakalayıp bir kahkaha attı. Tae masanın altından ayaklarıyla beni dürtmüştü. Göz göze geldiğimizde kocaman gülümsedi ve Namjoon'a dönüp "Kediler bazen böyledir." diye atıldı. "Biraz kendinden uzaklaştırman gerekir."

"Uzaklaştırınca da gelip ısırıyor ama."

Yoongi inanılmaz bir pot kırarak "Seni ne zaman ısırdım?!" diye bağırdı şaşkınlıkla. Peltek dili öfkelendiği zamanlarda her zamankinden daha çok peltekleşiyordu. Çok tatlıydı ama bunu ona söylersem muhtemelen cümlede bahsi geçen kedi gibi gelip beni ısırırdı.

"Mecazi konuşuyorum, benimle kavga etmiştin ya?"

Namjoon tatlı bir şaşkınlıkla açıkladığında Yoongi masadaki herkesle tek tek göz göze gelip "Bana bir daha kedi derseniz sizi öldürürüm." dedi, "Hele seni Namjoon, kimse alamaz ellerimden."

Gözlerini kocaman ayıran Namjoon ışık hızıyla bakışlarını yanıma, Jimin'e çevirdi. Yaşamı buna bağlıymış gibi acele acele "Jimin, senin bizimle konuşmak istediğin bir konu yok muydu?" diye sordu.

Konuyu üzerinden atmaya çalışması inanılmaz etkili olmuştu. Masadaki herkesin kafası Jimin'e döndüğünde Jimin yerinde dikleşti ve çatalıyla bıçağını tabağına bırakıp boğazını temizledi. Suratı da hareketleri kadar ciddileştiğinde "Hayır." dedim. "Ciddilik istemiyorum. Hadi Namjoon'la alay etmeye devam edelim."

"Jungkook!" diye mızmızlandı Namjoon. Benim onu umursamadığım gibi arkadaşlarımın da hiçbiri beni umursamamıştı. Hepsi bakışlarını müthiş bir ciddiyetle Jimin'e odaklamaya devam ettiğinde konuşulacak konu her neyse bir tek benim haberim yokmuş gibi hissettim. Yine. Karnım uzun zamandan beri ilk defa kaygıyla ağrımıştı, hayal kırıklığına uğramış bir biçimde Jimin'e baktım.

Bakışlarımdaki kırıklığı görmüş gibi gülümseyip çenemi okşadı Jimin önce. Sonra da "Hemen karalar bağlama." diye mırıldandı. "Senden gizli nefes bile almadım yemin ederim."

Konu ne kadar ciddiyse Seokjin bile bizimle alay etmedi. Yalnızca susup Jimin'in konuşmasını beklemeleri benden gizli nefes bile almadığına inanmamı zorlaştırıyordu. Oysa Jimin konuştuğunda bazıları sahiden şaşkınlık dolu tepkiler verdi. Olan bitenden haberi olmayan bir tek ben değildim anlaşılan.

Birine bir haber verilirken alıştıra alıştıra söylenirdi oysa Jimin içinde daha fazla tutamıyormuş gibi bir çırpıda, "So Min Anne Bay Jeon'un işleri yüzünden öldü." dedi. Tae, Namjoon ve ben hariç masadaki herkes "Ne?" diye cevap verdi bir çırpıda. Hepsinin suratları asılmış, gözleri büyümüştü. Nora bembeyaz kesildi. Tepkilerini az çok tahmin ediyordum ama Hoseok bile bilmiyor muydu sahiden?

"İnce ayrıntısını Namjoon sizinle konuşur. Dedikodu edelim diye çağırmadım sizi. Bunu açığa çıkarmamız gerek."

İçimi yavaştan kaplamaya başlayan karanlık, boğazıma kadar tırmandı. Titremek üzereymiş gibi görünen ellerimle uzanıp portakal suyumdan bir yudum aldıktan sonra Jimin'e "Bu polisin görevi sanıyordum." dedim ters ters. Diğerleri Jimin'in verdiği ilk bilgiyi sindirmekle uğraşıyorlardı muhtemelen. Bense her şeyin başa saracağı düşüncesiyle dehşete düşmüş Jimin'in canına okumayı bekliyordum. "Senin görevin değil, neden açığa biz çıkartacakmışız? Kendini bir şeylere mecbur hissetmen canımı çok sıkıyor."

"Mecbur hissettiğimden değil istediğimden yapıyorum bunları." dedi. İçine derin bir nefes çekip kenetlediği ellerine alnını yasladı. Birden bire eski günlerdeki kadar yorgun göründü gözüme. "Araştırmaya devam etmek istiyorum, babanı da o adamları da ait oldukları yere cehennemeye yollamak istiyorum."

"Babamı da o adamları da ait oldukları yere yollamaya gücümüz yetmez." dedim. Diğerleri neden bir şey söylemiyorlardı, delirecektim. Bunu akıl dışı ve çocukça bulan bir tek ben miydim? Bir cinayet varsa bunun faillerini bulmak da olayı aydınlatmak da polislerin işiydi. Bu zamana kadar babamın yediği boklardan haberlerinin olmaması mümkün olmadığı gibi bunu engellemek için de hiçbir işe girişmemişlerdi. Her şey bariz bir biçimde ortadaydı. Polis bizimle işbirliği yapmazdı. Polis işini de yapmazdı söz konusu denklemde.

"En azından denemek istiyorum." diye üsteledi Jimin. Yüzünü gizlediği ellerini tutup bakışlarını açığa çıkardığımda gözleri dolu doluydu.

"Denerken canının yanmayacağı ne malum? Seni yeni buldum, Jimin tekrar kaybetmek istemiyorum."

"Sana verdiğim sözü tutuyorum, hayatımda olan biten her şeyden haberdar ediyorum seni. Nereye gidersem, kiminle konuşursam hepsinden haberin olacak. Geleceğim dediğim saati bir saniye geciktirmeyeceğim. Belki bir yerlere gitmeme gerek bile kalmayacak. Neden anlamıyorsun? Bunu yapmazsam ölecekmişim gibi hissediyorum utançtan."

Titrek nefesleri eşliğinde bir çırpıda konuştuğunda önce gözlerimi yumdum. Jimin'in yokluğuna uyandığım bütün sabahları düşündüm. Daha dün yaşamışım gibi gelip kafamın en işlek caddesine kuruldular, acılarımı çamaşır asar gibi bir ipe, tek tek gün yüzüne çıkardılar. Gitmeyi basit bir eylem sanıyordu. Annem yoktu artık ama Jimin vardı, hiç olmadığı kadar yanımdaydı. Her şeyi sil baştan yeniden yaşamak beni nasıl etkileyecek hiç anlamıyordu.

Oysa ben anlıyordum. Bu konudaki ısrarını her ne kadar gereksiz bulsam da anlıyordum. Anlıyor olmam onu yeniden bilmediğim yerlere göndereceğim anlamına gelmiyordu ama. Bunu ancak bir koşulla kabul edebilirdim. Ben de teklifimi ettim.

"O zaman ben de bir şeyler yapacağım."

Orta yolu bulmama ya da teklifini kabul etmeme hiç ihtimal vermiyormuş gibi ben konuştuğumda şaşkınlıkla suratıma baktı. Omuzlarımı salladım. Eskisi gibi elim kolum bağlı dönüşünü bekleyecek değildim. Bir yere gitmekten bahsetmiyor olsa bile bir gün canımı yakacak şeyler yaşayacağımızdan emindim.

"Babamın yanında çalışabilirim. Ofisine girdim, kasasını açtım. Kimsenin ruhu duymadı. Bana güveniyorlar, Jimin. Hatta beni seviyorlar. Yanlarında durup sana hareketleriyle ilgili bilgi sızdırabilirim."

Jimin derin bir nefes alıp suratındaki şaşkınlığı sildikten sonra burun kemerini sıktırırken tüm bu yaşananlardan beri ilk defa sınanıyordu. Bana verdiği sözleri tutacak mıydı yoksa her zaman yaptığı gibi yutacak mı bilmiyordum. Dediği gibi beni yetişkin hayatına dahil edeceğine söz vermişti, bu sözünü şimdiye kadar tutmuştu da bir şekilde. Şimdi yol ayrımının başındaydık. Gözlerimi eğilmiş kafasına dikmiş, gelecek cevabı bekliyordum.

"Hadi fark ederse Jungkook?" diye sordu. Kafasını kaldırıp yeniden yüzüme baktığında biraz daha yorulmuş görünüyordu. Yorgun görüntüsüne yenilmemek için dudaklarımı dişledim. Ya beraber yapacaktık bundan sonra hayatta ne yapmamız gerekirse ya da her şeyi halı altına süpürüp devam edecektik. "Bu adamın neye nasıl tepki vereceğini artık hiç kestiremiyorum. Sırf bilgi toplama uğruna seni riske atmak aptallık olur. Hayatıma mal olacak bir aptallık."

"Sen hiç bilmediğim yerlerde saçma sapan insanlar tarafından incinirken elim kolum bağlı oturup evde dönmeni bekleyecek değilim." dedim. İçine derin bir nefes alırken gözlerimin içine yalvarıyormuş gibi baktı. Bu bakışları ona atan ben olsam muhtemelen oyunu galibiyetle bitiren de ben olurdum ama kendimi tuttum. "Bana söz vermiştin."

"Sana hayatımda olan biten hakkında bilgi vereceğim, demiştim. Canını tehlikeye atmak tam olarak bunun neresinde geçiyordu acaba?"

"Beni yetişkin hayatına dahil edeceğini söylemiştin." diye üsteledim. "Ben çocuk değilim, başımın çaresine bakabilirim. Üstelik takılacağım yer babamın ofisi, Jimin. Çocukken bile defalarca kere orada bulundum."

İçine derin, titrek bir nefes aldı ve bakışlarını diğerlerinden yardım istermiş gibi masada dolaştırdı. O ana kadar masada ikimiz varmışız kadar sessiz beklediklerinden arkadaşlarımı unutmuştum. Muhtemelen hala annemin nasıl öldüğü konusunda duyduklarını sindirmeye çalıştıklarından bu kadar sessizlerdi. Bir süre daha sessiz kaldılar, sonunda Jimin bakışlarını, Hoseok'un bakışlarında değil de Namjoon'un bakışlarında sabitlediğinde kaşlarını havalandırdı. Namjoon'un cevabını beklemeye başlaması sinirlerimi öyle bozdu ki "Sizden izin falan almıyorum." dedim. "Madem sen bir şekilde bunu açığa çıkarmayı kafaya koydun, ben de babamın yanında çalışacağım."

"Bence biraz haklı." diye mırıldandı diliyle dişinin arasından Namjoon. Diğerleri de ona hak veren mırıltılar çıkardı. "Jungkook artık çocuk değil üstelik her şeyi biliyorken eli kolu bağlı oturmasını beklemek haksızlık olur."

"Teşekkürler, Namjoon." dedim. Namjoon omuzlarını silkeledi. Jimin bakışlarını yeniden bana çevirdiğinde gözlerinde pes etmiş bir ifade vardı. Oldukça yorgun görünüyordu. İçinde nelerin savaşını verdiğine dair hiçbir fikrim yokmuş gibi hissettiren çökmüş omuzları daha da çöktü.

Hoseok Jimin'in pes ettiğini gördüğünde "Bay Jeon'un yanında ben de çalışabilirim. Jungkook'a göz kulak olurum istersen." dedi. Jimin bakışlarını usul usul ona çıkarınca sanki beni babamın ofisine değil de muharebe meydanına gönderiyormuş gibi bağladığı karaları çözdü. Aralarında ne geçmişti bilmiyordum ama Hoseok'a minnetle bakmıştı. Ve önerisini başını aşağı yukarı sallayarak kabul etti.

Kimsenin bana göz kulak olmasına ihtiyacım yoktu. Yine de çıkıntılık etmemek için "Harika!" diye karşılık verdim. "Planının devamını bize anlatacak mısın şimdi?"

***

Çocuklar evden ayrılıp bizi baş başa bıraktığında Jimin benimle aynı ortamda kalmaya tahammül edemiyormuş gibi mutfağa geçip ortalığı toparlamaya başlamıştı. Eh amerikan mutfağımız olmasaydı çabası boşa gitmezdi ama onu görebiliyordum.

"Küs müsün benimle?"

Beni duymazdan gelerek kahvaltılıkları kabına koyup dolaba kaldırdı. Bu halleri bana eski Jungkook'u hatırlattığından gülümsedim. Jimin gidip günlerce gelmediği zaman böyle huysuz oluyordum. Bana istediği kadar trip atabilirdi. Babam denen o herifi haftanın her günü görmek benim zaten can attığım bir şey değildi. Sadece Jimin'in anlaması gerekiyordu. Elim kolum bağlı oturup bekleyeceğim naifliği de yaşı da çoktan geçmiştim.

"Plandan vazgeçersen benimle küsmek zorunda da kalmazsın."

Beni bir defa daha duymazdan geldiğinde bulaşıkları lavaboda sudan geçirmeye başlamıştı. İçime derin bir nefes çektim. Uzun zamandır her şey güzel gidiyorken bir defa daha babam yüzünden moralimizin bozulmasına izin vermeyecektim. Olduğum yerden kalkıp yanına gittiğimde ellerimi Jimin'in beline sardım ve çenemi omuzuna yasladığımda "Hiçbir şey olmayacak." diye fısıldadım, "Bana biraz olsun güvenemez misin?"

Derince iç geçirdikten sonra bulaşıkları lavobada olduğu gibi bırakıp elini kuruladı. Beni yine görmezden gelecek sandım oysa kollarımın arasında bedenini döndürüp ellerini yüzüme çıkarırken gözlerimin içine beni bir şeylere ikna etmeye çalışır gibi baktı. Ben yine babamın yanında çalışma fikrinden beni vazgeçirmeye çalışacak sandım ama Jimin aksine "Sana dünyadaki herkesten çok güveniyorum, Jungkook." diyerek beni şaşırttı. "Bunun güvenle değil korkularımla alakalı olduğunu neden anlamak istemiyorsun?"

"Eve ağzı yüzü dağılarak gelen bir tek sendin." dedim, gözlerini devirdi. O zamanlar ne hissettiğimi anlaması için uğraşıyordum fakat bu konuyu başına kakmayı başka bir zamana erteledim. Gerçekten üzgün görünüyordu, sanki çoktan ölmüşüm gibi. Sanki nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumu bilmeden babamla senelerce aynı evde kalmamışım gibi.

"Adam dövmede oldukça iyiyim, bilgin olsun diye söylüyorum bu biraz senin sayende." dedim. Kaşlarını havalandırdı, omuzlarımı silkeledim. Ona biraz daha yaklaştığımda dudakları tarafından dikkatim dağılsa da büyük bir gayretle "Kum torbasını senmiş gibi hayal ediyordum." diye mırıldandım. "Nasıl keyif aldığımı tahmin edemezsin."

Dudak kıvrımları titreşir gibi oldu. Vücudumu ona iyice bastırdığımda mermere yaslanmasını sağladım. Bedenimi bedenine hafifçe sürterken ellerimi tişörtünün altından tenine yollamıştım. Bana böyle mahzun bakmasını istemiyordum. Ciddi işler yapacaksak bile suratı bu kadar ciddileşsin istemiyordum. Bana hep gözleri muzip alevlerle parıldayarak baksın, hep yaramazlıklar yapsın istiyordum.

"Belki de sana nasıl dövüştüğümü göstermem gerekiyordur."

Kafasını karıştırması umuduyla nefesimi dudaklarına üflediğimde hala yüzümde duran ellerini aldı ve tıpkı benim yaptığım gibi belime koydu. Burnumu yanağına sürttüm. Alt dudağını dişlerimle çekiştirip biraz geri çekildiğimde "Hmm?" diye sordum. "Belki yatakta biraz antreman yapabiliriz, ne dersin?"

"Sevgilinle yaparsın antremanını." diye mırıldandı. Sırıtarak ondan biraz uzaklaşıp kapıya doğru gidiyormuşum gibi yaptığımda "Belki de haklısın-" diyecek oldum ama beni belimden yakaladı.

"Yaramaz."

Bir elini belimde bırakıp ötekiyle ensemi yakaladıktan sonra dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

***

Kahvaltının birkaç gün sonrasında galeriye gittiğimde babam her zamanki gibi önemli görünen müşterileriyle ilgileniyordu. Kapıdan girdiğimi gördüğünde yerinde hafifçe dikleşip kaşlarını çatsa da sakinliğini koruyabildiği kadarıyla korudu ve ben ofisine doğru adımlarken hareketlerimi göz ucuyla takip etmek dışında bir şey yapmadı. Müşterisiyle ilgilenmeye kaldığı yerden devam etti.

Ofise geçip babamın gelmesini beklemeye başladım. Karnım son defa buraya geldiğimde olduğu kadar olmasa da heyecanla ağrıyordu. Midem o günkü kadar bulanmıyor, dizlerim kontrol edemediğim kadar çok sallanıp durmuyordu. Elbette gergindim. Hem babamla olanları öğrendikten sonra ilk kez yüzleşeceğimden hem de ona yapacağım teklifi kabul edip etmeyeceğini bilmediğimden korkuyordum. Olması gerektiği kadar, fazla değil. Korkuyor olsam bile bunu babama belli etmemeye kararlıydım.

Sanki o da bu yüzleşmeyi olabildiği kadar hızlı yapıp bitirmek istiyormuş gibi beni çok bekletmeden ofise girdi. Kapıyı sıkıca kapatmış, soru sorar gibi yüzüme bakmıştı. Benimkilerden daha gergin görünen adımlarıyla ilerleyip sandalyesine oturmasını bekledikten sonra boğazımı temizledim.

"Jimin'le birlikte yaşamaya başladım." dedim, ben konuşunca kaşlarını çattı. Önündeki kağıtlarla ilgileniyormuş gibi yaparak dediğimi de beni de birkaç saniye görmezden gelip sonunda "Biliyorum." diye mırıldandı. Biliyordu ve arama zahmetine girmemişti bile. Sakinleşmeye çalışarak derin bir nefes aldım. Burun kemerimi sıktırdığımda ellerim sinirle titriyordu. Babam da bunu fark etmiş gibi yüzüme merakla karışık bir ilgiyle baktı.

"Bizi birbirimize bağlayan tek bağın annem olduğunu bana bir defa daha hatırlattığın için teşekkürler." dedim. Yüzüne bakmak sinirlerimi bozduğundan parmaklarımla ilgilenmiştim. Bu defa o boğazını temizledi. "Benden özellikle uzak durmaya çalıştığın için yoluna taş koymuyorum sadece." diyerek kendini açıklamaya başladığında "Haklısın." diyerek onu susturdum. "Senden özellikle uzak durmaya çalışıyorum ama artık ikimizin de ortak bir amacı var."

Kendimi zorlayarak kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Az önceki meraklı ilgisi artmıştı. Açıkça kaşlarını havalandırarak amacımızı sorduğunda "Jimin bana her şeyi anlattı." dedim, yerinde dikleşirken darmadağın etmemek için yumruklarımı sıkmama neden olan yüzünü büyük bir kasvetle yüzüme çıkardı. Ona fark ettirmemeye özen göstererek içime derin bir nefes aldım. Bu derin nefes orama burama dağılan tüm düşüncelerimi birkaç saniyeliğine bir arada tutmama yardım etti ve büyük bir ciddiyetle "Annemin öldürüldüğünü biliyorum." dedim.

Onu başka türlü bir yalanla alt etmek mümkün değildi. Son zamanlarda çevremdeki herkesten aksini duyuyor olsam da babamı tanıyordum. Kim olursa olsun ona açık bir biçimde gelen kimseyi kovmazdı. Tüm kağıtları masada açıkmış gibi blöf yapar, her zaman oyuna gizli bir kartı sokardı. Onu kendi silahıyla vuracaktım.

"Ama detayını bilmiyorum. Tek bildiğim intikam almak istemem. Jimin bana katılmıyor. Ardımızda bırakalım ve bitsin istiyor." dedim. "Ben intikam alacağım, bunu anneme borçluyum. Bana nasıl yapacağımı öğret."

Yüzünün her yanından okunan endişe yavaş yavaş dağıldı. Gözlerine midemi bulandıran gururlu bir bakış yerleşti ve dudak kıvrımları havaya kalktı.

Onu kendime inandırmayı başarmıştım. Babamı biraz tanıyorsam gözlerindeki bu gurur, yalandan da sahtelikten de oldukça uzaktı.

Yemi yutmuştu, beni yanında tutacaktı.





***

ayyyy merhabalar merhabalar NASIL ÖZLEDİM SİZİ ve çizikler jikook'umu 😭😭😭 kanları kaynıyo vallayi bu bölüm seviştirmeyecektim ama bildiğiniz sevişmek için ısrar ettiler bana... kıramadım?? iyi yapmışımdır umarım... bundan sonra cilveler ve sevişmeler var yannızca. azıcık da drama görüldüğü üzere ama ACI KEDER GÖZYAŞI YOK finale kadar... dramaları da birlikte götürecekler o yüzden içiniz rahat olabilir.

bazılarınız 'gizemi' çözdükten sonra gitmiş ama kalan sağlar benimdir, sonuna kadar devam edecek fısdıklara çok teşekkür ederim öncelikle. sizi çuk seviyorum. sonnnraaaa üzülür müsünüz sevinir misiniz bilmem bir haberim var; çizikler'in finaline 4 bölüm kaldı... finalle birlikte 5 🥺 bu bölümleri elimden geldiği kadar hızlı yazıp okulum açılmadan vedalaşmak istiyorum bu bebişlerle 🥺🥺🥺🥺 bölüm uzunlukları da aşağı yukarı bunun gibi olur. o yüzden lütfen desteklerinizi eksik etmeyin, boll bol yorum yapın ve beni gazlayın ki her hafta bölüm atabilmek için bir motivasyonum olsun. bu kadarcık yolu benimle birlikte yürüyeceğinize inanıyorum 🥺🥺🥺🥺 ateşi harlayalım, bana curiouscat hesabımdan (perditaes) ve twitter hesabımdan da ulaşabilirsiniz (xmermaidsareal) umarım bölümü beğenmişsinizdir. umarım güzel yorumlarınızı eksik etmemişsinizdir ve umarım haftaya cuma yeniden buluşuruz. öptüm kocaman, iyi geceler diliyorum 💜💜

Continue Reading

You'll Also Like

26.3K 4.5K 13
"Başka birine aşık olmaktansa, fazlasıyla senin olmakla meşgulüm." "Bebeğim, ikimiz de biliyoruz."
162K 21.7K 22
taehyung'un ilk defa görmüş olduğu mercedes'in yıldız pilotu jeon jungkook'a verdiği tepkiler viral olur ve sonrasında jungkook tarafından fark edili...
218K 22.7K 35
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
65.9K 3.2K 42
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?