"Oğlum arkamı bir döndüm, baktım ikinci bölük silahlarını çekmiş bize bağırıyor..."
Erzincanlı kamp ateşinin altında, Kurtuluş Savaşı'nda bir askermiş gibi iki saat önce yaşadığımız anıyı anlatırken hamsi dahil diğerleri ciddiyetle dinliyordu.
"Teslim olmadım, üzerime yürüdüler." dedi Erzincanlı yeniden, Sivaslıyla göz göze geldik, göz kırpıp sırıttı ayağa kalktı ve onun oturduğu ağaç kovuğuna geçip oturdu. Bir kolunu omzuna attı.
"Sonra silahını bir doğrulttu askerlere, gözlerindeki korkuyu görecektiniz." Sivaslı onun yalanına ortak olurken daha fazla güldüm.
"Ula ne ara yaşadinuz bunlari?" hamsi çok inanmıyormuş gibiydi.
"Siz düşman askerleri tarafından yaka paça yakalanırken hamsim, lüferim." dedi Erzincanlı kafasını iki yana sallayıp, biz hariç diğerleri düşmanlar tarafından yakalanmıştı. Biz de şans eseri kurtulmuştuk. Hamsi homurdanıp önüne döndü.
"Erdal sen niye konuşmuyorsun hiç?" Diyarbakırlı sigarasını içerken sordu.
"Yorgunum ya." elimdeki küçük odunla toprağı kazırken.
"Süt gibi oğlanı gönderdik sizinle, ne yaptınız lan çocuğa?" dedi Adanalı yalandan hesap sorar gibi.
"Valla bir sikmişim." dedi Sivaslı, tam ona küfür etmek için kafamı kaldırmıştım ki ayakta duran Ömer'le göz göze geldim.
Daha doğrusu öfkeden deliye dönmüş, bizim oturduğumuz yere birazdan silahını çıkarıp bende dahil herkesi vuracak kadar öfkeli olan Ömer'le.
"Hep birden neden sigara içiyorsunuz lan! Söndürün!" aniden bağırınca uyumayan, sohbet eden komutanlar ve albay bile bizim tarafa dönmüştü.
Ömer aniden bağırınca herkes titreyerek ayağa kalktı, sigaralar yerlere fırlatılırken herkes esas duruşa geçti. Komutan olarak değilde Ömerden korktuğum için ben de aynı vaziyette duruyordum.
"Emredersiniz komutanım!"
Ömer şu an bir şey yapamadığı için öfkeden boynundaki damarlar çıkmış vaziyette özellikle Sivaslıya bakarken, millet bakışlarını yere indirmiş göz göze gelmemeye çalışıyordu. Ben bile korkmuştum amına koyayım.
Allah'ım inşallah kendini kaybetmez, yoksa bu kurtlar sofrasından sağ çıkamayız.
Burnundan solurken bana döndü, korkuyla kıpırdandım.
"Korkmaz," dedi sert sesiyle soyadımı söyleyip. "Yürü benimle, araçtan eşyaları alacaksın."
"Emredersiniz komutanım." bağıramamıştım bile.
Ömer onlara son kez öldürücü bakışlarını yollayıp önüne döndüğünde herkes derin bir nefes aldı, Hamsinin korkudan eli titriyordu.
Yanlarından geçip giderken ilk defa beni onunla yalnız bırakmasınlar istemiştim, üniversitede dövüştüğümüz zamanlarda sinirli oluyordu tamam ama bu kadar cinnet geçiren halini ilk defa görüyordum.
"Sesini çıkarma, bir şey deme şimdi zamanı değil." Erzincanlı yanından geçerken, aramızdaki husumeti bildiği için ona terslenmemem için beni uyardı.
"Tamam tamam."
Ömer'in arkasından gidip, askerlerin olduğu yerden uzaklaşırken ona yetişmek bile istemiyordum. Ama o gözden kaybolduğumuz an aniden bana döndü ve üzerime yürüdü.
"Erdal," dedi öldürücü bir sakinlikle, yeşilleri öfkeden kıpkırmızı olmuştu. "Seninle nasıl böyle konuşabiliyorlar?"
Tam dibimde durup bana hesap sorduğunda gözlerimi elimle kapatıp arkamı dönmek istedim. Çok fazla korkunç duruyordu.
"Espiri yapıyorlar." sesim içime kaçtı sanki.
"Yapmasınlar," dedi dişlerinin arasından, elini yanımızda duran ağaca vurdu."Yapmasınlar Erdal."
"Tamam, yapmazlar. Benim suçum yok." dedim yeşillerine bakıp.
"Yaklaştırma, dokundurma kimseyi yanına dedim sana."
"Abartma, askerdeyiz amına koyayım. Sanki bilmiyoruz, beraber soyunuyoruz." yani bir yere kadar haklı ama askeriye gibi bir yerde nasıl onun kıskançlığına çözüm bulabilirdim ki?
"Bunu yüzüme söylemen gerekmiyordu." çaresizlik ve sinir karışımı bir mırıltıyla konuşunca gülmeden edemedim.
"Bozkurt, dayan askerliğimin bitmesine az kaldı." elini beline koyup derin bir nefes aldı.
"Umarım o zamana kadar askerlerimin katili olmam." ciddi ciddi dua ediyordu, gözleri kapalıydı.
"Amin."
Gözlerini açıp, ay ışığında parlayan yeşil gözlerini manzara olarak sundu. Sakinleşmiş gibiydi, en azından başbaşa kaldığımızın farkındaydı.
"Gel biraz, tadına bakayım." elini uzattığında söylediği sözden ürksemde elini tuttum. Parmaklarımızı birleştirdi, ardından biraz daha uzağa çekiştirdi.
Karanlık bir köşeye geçtiğimiz an sırtımı hafifçe büyük ağacın gövdesine yasladı. Çok hevesli ve arzulu duruyordu, yanağımın biraz altını beni huylandırarak öptü.
Ardından elimi bıraktı, birini belime diğerlerini bacağıma yerleştirdi. Dudaklarını yaklaştırdı, sıcak nefesi yüzümü yakarken ölmeden öylece durdu. Dilimi çıkarıp yakınımda olan dudağının altını yaladım.
Bu onu delirtmişti, aniden dilimi yakaladı ve belindeki elimi kaldırıp yanağıma koydu. Dilimi bırakmadan yaladı, sıcak ağzıyla buluşan dilim tüm işlevini yitirmişti. Alt dudağımı kapıp dilimle beraber yaladı ve sıkı sıkı öptü.
Dudaklarımız birbiriyle uyumluca hareket ederken dakikalarca öpüştük ve dakikalar sonra bacağımı dürten sertlikle kaşlarım çatıldı. Belki o farkında değildir diye öpmeye devam ettim ama kendisini hafifçe sürttüğünde dudaklarımı ayırıp ters ters suratına baktım.
"Hayırdır?" diye sordum ıslak dudaklarımla. Neyi ima ettiğimi anladı ve bıkkın bir nefes aldı.
"Erdal, seninki de bana değiyor."
"Ama ben her an sikecek gibi durmuyorum."
Şimdi ikimizin aleti birbirine değiyordu.
"Bu hep böyle mi gidecek?" diye sordu, sinirlendi ama geri de çekilmiyordu.
"Evet?" dedim büyükçe.
"Saçmalama Erdal."
"Saçmalamıyorum, siktirmem kendimi." inatla konuştum, gerçekten istemiyordum siktirmek.
"Sikmekten bahsetmiyorum, vücudunu görüp hissetmek istiyorum. Korkma sonradan alay geçmeyeceğim seninle, nasıl siktim diye." dedi, beni iyi tanıyordu.
"Ya ben istersem yapmak?" bu sefer o da gerildi.
"İsteyeceksin zaten," istekli değildi ama mecburmuş gibi konuştu.
Evet, isterdim.
"Neyse böyle boş boş konuları konuşmayalım, benimle beraber olacaksan kendi işini kendin göreceksin." dedim omuz silkip.
Derin bir nefes aldı, birbirimize yapışık halde konuştuğumuz konuya bak.
"Tamam, en azından ufaktan bir dokunayım istediğim yere. Karanlık, görmem bile." huysuzca baktım ama artık o kadarda olur diyerek kafamı salladım.
Gözlerimin içine bakarken bacağımdaki eli okşayarak yukarı çıktı, kalçama uzandı. Askeri ceketimden içeri elini sokup, ordan pantolonumun üzerinden ilk defa hissederek ve hissettirerek kalçamı okşadı.
"Göreceğim de," tam itiraz edecektim ki devam etti. "Ama sonra, şimdi karanlık."
Kafamı salladım, elini pantolonumun ve baksırımın içine sokup çıplak tenime dokunduğunda gözlerimi kapatıp onu kendime çektim, kafamı boynuna gömüp sıkı sıkı sarıldım. Bu onunda işine gelmişti.
Kalçamı okşayıp, kalça arama dokunduğunda yutkundum. Dokunuşları beni öyle parçalıyordu ki, hayatımda hiç tahrik olmadığım kadar oluyordum.
"Pantolonun üzerinde durduğundan daha iyi." eli deliğime ulaştığında uyarmak için belindeki eti büküp sıktım.
Aldırmadı, biraz daireler çizerek de orada oyalandı. Omzuma küçük küçük öpücükler kondurup, kendini bana bastırıyordu.
"Yeter, çek elini." durdukça daha da azıyordu.
Onun çekmeye niyeti olmadığında bileğinden tutup zorla çektim, itiraz etmedi. Üstümü başımı düzeltirken ona ters ters baktım, az kalsın sikecekti.
"Senin önceden beri bende gözün varmış, a desem azıyorsun." kemerimi sıklaştırırken sırıtarak yanağımdan öptü.
Güldü, bir şey demedi ama bunun olmadığını belli eden bir gülüştü.
Birkaç dakika daha öpüştük, daha sonra ikimizde ayrı köşelerde rahatlamak zorunda kaldık. Buna da sinirlendi.
Kimse anlamasın diye araca gidip birkaç eşyayı aldıktan sonra kamp alanına döndük yeniden. Hâlâ aklımda çıplak tenimde gezen elleri vardı.