Anılardan Anılara İnce Çizikl...

By mermaidsareal

108K 12.4K 23.2K

seni kendimden tanıdım çocuk; yüreği sürekli çiğnenen bir yol. gövdesi acılardan acılara köprü. biraz öfke, b... More

neden kimse sana benzemiyor?
susmak ve beklemek müthiş, genciz namlu gibi.
yıllar gözlerinden hiçbir şey eksiltmedi, ben biraz daha yenildim.
dayanamam, kıskanırım seni. paylaşamam.
içim çok özledi seni.
her cevabım sensin, hem de her bilmecem.
yokluğun da varlığın da yetmiyor.
ah içimizde ne aç hevesler. arada hicaz, arada caz nefesler.
bir küçücük kumru kuşu büyüttüm, göğsümün gizlisinde.
nasıl da yılları buldu, bir mısra dolu maceram.
biri gelişin, dünyayı isteyen sorular. öteki gidişin, kırılmış kirpik tufanı.
biz sadece aynı yere saklanan iki çocuktuk, sen benim en güzel rastlantımsın.
güleriz, unuturuz öleceğini annelerimizin. annem ölürse bana sarıl.
ismimi fısıldayan, bazen şarkı mırıldanan o ses yok, gülüş yok.
yanlış karar yok, işin özünde sen beni istemedin.
sözlerim acıtır, gözlerime bakma. tek bir söz söyleme, varsa az utanman.
ben böyle sığındım sana, böyle kuş gibi.
bir gülsen ağlayacağım, bir gülsen kendimi bulacağım.
korkular da benim, umutlar da. beni bırakma.
gitme, ölürüm. gözlerinden, gözlerinden olurum.
kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti. gelmemiş kimselerin.
değiştim, sanki içimde bi şeyler öldü. istesem de dönemem geriye.
hangi kahpenin hançeri, saklı hançeri yaranda?
döşümde yıllarla büyüttüğüm acı, ben ki yıllardır bir seni bilirim.
sana gelicem beklemelerin bu acılı durağından. bu giz, bu karanlık biticek.
sargın yaprakmışım, dallarına. yangın toprakmışım, yağmurlarına.
ayyaş ruhum sayıklıyor, her zerrem sende çarpıyor.
bir sen varsın güvenebileceğim. bilen, anlayan, bağışlayan. gökyüzü kadar engin.

sanırsın ki sende kendimden bir şeyler biriktirmişim.

2.3K 234 404
By mermaidsareal



***

Korkunçtu.

Jimin'in koynumdan çıkıp apar topar giyinmesinin ardından Taehyung'a kapıyı açması, onu göndermek yerine içeri aldığı yetmezmiş gibi bir de beni yanlarına çağırması, uzun zamandan beri görmediğim arkadaşımın gözlerinden kaçmaya çalışarak harcadığım dakikalar ve içe doğru kıvırmaktan kendimi alamadığım ayak parmaklarımla orada oturmak feci halde korkunçtu.

Taehyung'un gelişi de Jimin'in onu içeri alışı da o kadar ani olmuştu ki değil duşa girmeye üzerime bir şeyler geçirmeye bile doğru dürüst vakit bulamamıştım. Ne kadar pis olduğumu ve pis koktuğumu düşündükçe odanın bir köşesine kıvrılıp sonsuza dek yok olmak istiyordum. Thanos parmaklarını tam şu anda şıklatsa hiç fena olmazdı. Böylesine utanç dolu bir anıyı ancak aradan beş sene geçerse unutup unutturabileceğimi düşünüyordum.

Üstelik durumdan rahatsız olan bir tek ben değildim; Taehyung da en az benim kadar rahatsız görünüyordu. Beni uzun zaman aradan sonra ilk defa gördüğü için mi yoksa sahiden alnımda "biraz önce seks yaptım" kelimeleriyle parlayıp sönen led ışıklı bir levha taşıdığımdan mı bilmiyorum, yerinde kıpırdanıp duruyor, dudaklarını dişliyordu. Bakışlarını ortada duran sehpanın bir köşesine sabitlemişti. Belki de hissettiğim kadar pis göründüğümden yüzüme bakmıyordu. Jimin'i sabaha kadar dövecektim. Evet. Onu dövecektim çünkü hem bu ortama sebep olmuştu hem de ikimizin aksine oldukça sakin görünüyordu. Sanki Taehyung'a daha önce binlerce kere seks sonrası duş almadan yakalanmış gibi...

Bu düşünce içimdeki duygu yumağına bir de kıskançlığı ekleyince sinirli bir nefesi dışarı üflemiş bulundum. İkisinin de bakışları üzerime dönmüştü böylece. Kendimi birden bire sabahtan beri kaçındığım durumun koynunda bulmuştum. Yanaklarım bir ahşap gibi çabucak yandı. İstemsiz bir hareketle koltuğumda biraz kaydım ve oturduğum yerde küçüldükçe küçülürken arkadaşım sanki kapının önünde biten benmişim de odada bulunan herkese bir açıklama borçluymuşum gibi bana beklentiyle baktı. Bir an sonraysa gözlerini yanıma, Jimin'e çevirdi. Bakışlarında biraz öncekinin aksine daha kuvvetli bir duygu, beklentinin yanına bir de ısrar eklenmişti şimdi.

Gözlerindeki bu ısrarı gördüğünden mi bunu öncesinde planladıklarından mı bilmiyorum boğazını temizledikten sonra Jimin, "Taehyung'un da sana anlatmak istediği bir şeyler var." dedi, sabahtan beri yaptığının aksine şimdi biraz tedirginlikle yerinde dikleşmişti. Ben odaya girip yanına oturur oturmaz arkama, kanepenin sırtına yasladığı elini de çekip kucağında birleştirdiğinde onun bu ufacık da olsa kaygı kokan hareketleri benim de yeniden dik oturmama sebep oldu. Taehyung'un gerginliğinin alnımda kırmızı led ışıklarla yanıp sönen o levha ile alakası olmamasına sevinme fırsatı bile bulamadım. Çünkü şaşırmakla meşguldüm. Hayatım son yirmi dört saatten beri rayından feci halde çıkmışken bir şeye daha şaşırabilmem beni iyice şaşırtmıştı. Bakışlarımı merakla arkadaşıma çevirdiğimde onu sanki biraz önce gözlerine beklentiyle bakan kendisi değilmiş gibi Jimin'i ters ters izlerken buldum. Tamam. Belki de beklentisi konuyu açmasıyla değil dağıtmasıyla ilgiliydi ama açılmıştı işte. Taehyung'a bile gerginlikten dudak dişletecek, Jimin gibi birinden medet umduracak, bakışlarını benden kaçırıp durmasına sebep olacak konu her neyse istese de istemese de açılmıştı.

Uzun zamandan beri böyle, bu kadar çok duyguyu bir arada hissetmiyordum. Arkadaşımı hiç böyle görmediğimden bir yay gibi gerilmiştim. Kafamın koparıp atmayı dilediğim bir yerinde utanç dolu led ışık hala yanıyordu. Konu neyse bana anlatmaya bu kadar çekinmesi garip bir biçimde korkmama neden oluyordu üstelik Jimin'in onu böyle bir günde bile eve almasını gerektirecek aciliyeti olduğundan merak etmiştim.

Merakım her nasılsa utancıma ve diğer tüm duygularıma baskın geldi. O an Taehyung'u kovup başka bir zaman görüşmeyi dilemek yerine benden kaçırıp durduğu gözlerini yakalamaya çalıştım. Nihayet pes etti. Kahverengi, güzel gözleri bir saniye sonra peşine takılmış gözlerimdeydi. İçeri girdiğim andan beri yaptığını yapmak yerine bu defa gözlerini benden çekmedi, aksine yanaklarını kızartacak kadar uzun bir süre izlemişti beni. İçimden "İşte," diye geçirdim. "Konu başka bir şey falan değil, biz içeride sevişirken odanın bir köşesinde oturup izlese bu kadar bilirdi seviştiğimizi."

Oysa arkadaşım kızarmış yanağını kaşıyarak onda daha önce hiç görmediğim bir çekingenlikle, "Evet," diye fısıldadı. İğrenç kokuyor olmama rağmen ona doğru biraz eğilmek zorunda kalmıştım çünkü sesi duyamayacağım kadar kısıktı. "Sana anlatmam gereken şeyler var."

Cümlesi bana Jimin'in çalıştığı barda yaşadıklarımızdan beri doğru dürüst görüşmediğimizi hatırlatınca içimde bir özlem birikti. Çok uzun süredir konuşmuyorduk. Çok uzun süredir karşılaştığımızda birbirimizi selamlamaktan başka bir şey yapmıyorduk ya da dilimize pelesenk olmuş klasik cümlelerle karşılık alacağımız soruların dışında birbirimize hiçbir şey sormuyorduk. Bana anlatması gereken şeyler mi vardı? Tamam, benim de ona anlatmam gereken tonlarca şey vardı. Jimin beni ilk defa öptüğünde ona anlatamamıştım. Jimin beni öpüp kaçtığında ona sığınamamıştım. Jimin beni dün evine çağırdığında ne yapmam gerektiği hakkında ona danışamamıştım. Onunla oturup saatlerce hangi Black kardeşin sevilmeyi daha çok hak ettiğini, en çok haksızlığa hangisinin uğradığını konuşabilir, belim ağrıyana kadar bilgisayar oyunları oynayabilir, ne kadar iğrenç bir tadı olduğuyla ilgili söylenmesine rağmen içkileri boğazına yuvarlarken onunla alay edebilirdim. Ya da Jimin'i çekiştirebilirdik. Çok uzun süredir bundan yoksundum. Belki en yakın arkadaş, belki hiç sahip olmadığım erkek kardeş... Taehyung benim için çok kıymetliydi. Onu çok özlemiştim. Onu çok özlemiştim ve bunu ancak incecik sesiyle çekingen çekingen konuştuğunda fark etmiştim.

"Babanla ilgili... Benimle ilgili."

Önce ne dediğini ya da neden bu kadar sessiz konuştuğunu anlayamayacağım kadar duygulara dalmıştım. Sonra dediğini anladım ve bu bir defa daha olan her şeyle birlikte saçma bir şekilde beni şaşırttı. Babamla ilgili öğreneceğimi öğrendiğimi sanıyordum ama işte onunla en alakasız kişinin bile bana, on sekiz yıldır birlikte yaşadığım adam hakkında anlatacak bir şeyleri vardı. Taehyung gibi özgüveni yüksek bir insanın sesini kısacak türden bir şeyler... Benim ruhumun duymadığı, gözümün görmediği korkunç şeyler.

Ama ben bu sabah o korkunç çukurun en büyüğünü zaten atlamıştım. Gelecek hiçbir şey beni üzemezdi, sinirlendirebilirdi ancak. Üzüntü yerine öfkeyi hissetmeyi elbette yeğlerdim. Önemli değildi. Taehyung'un böyle hissetmesine beni incitmekten korkmasına ya da sesindeki çekingenliğin sebebini hangi fikri taşıyorduysa işte... Böyle eğilip bükülmesine gerek yoktu, bu yüzden gülerek "Kardeş falan mıyız yoksa?" diye sordum, ortamı yumuşatmayı hedeflemiştim. Taehyung gönülsüzce yaptığım şakaya güldü ve rahatlamış bir nefesi içine çekmesinin ardından Jimin'i de işaret ederken "Siz ikiniz bu yaşa kadar nasıl geldiniz merak ediyorum doğrusu." diye mırıldandı. Anlamayan gözlerle Jimin'e döndüğümde tatlı gülüşüyle birlikte yanağımdan kopardığı makasla ödüllendirildim ve bu şaşkınlığımı yapmacıklıktan doğal bir duruma taşıdı.

"Ben de aynı soruyu sormuştum." dedi, ben elimi saniyesinde alevlenmeye başlayan yanağıma çıkarmamak için kendimle savaşırken. Eski günlerde olsa öfkelenerek anlatırdı bunu, şimdi dudakları yukarı doğru kıvrılmak için titriyordu. Buna tepkim mi sebep olmuştu yoksa Taehyung'la aradaki buzları eritmiş olması mı bilmiyordum. "Tanrıya şükür hayırmış, sorumun cevabı."

"Hayır, Jungkook. Kardeşim değilsin ama konuşmaya başlamadan önce şunu bilmeni istiyorum ki kardeşim olsan anca bu kadar sevebilirdim seni."

Jimin'in sevgiyle ışıldayan sıcacık gözlerinden kendimi zorla koparıp Taehyung'a döndüğümde silinmiş gülüşünün yerinde yeniden tedirgin çizgilere rastlamıştım. Açık konuşmak gerekirse bana anlatacağı hiçbir şeyden korkmuyordum ve bunu öylesine ya da ardı boş bir güvenle söylemiyordum. Yirmi dört saat içinde yaşayacağımı yaşamış, göreceğimi görmüştüm. Hiçbir şey beni incitemezdi. Taehyung'un da bunu anlamasını istiyordum bu yüzden ona güven verircesine gülümsedim. Daha önce bana beni sevdiğini söylediğini, hem de bu kadar açıkça söylediğini hatırlamıyordum. Korkunç şeyler anlatacağı kesindi ama bu cümlesi bile beklediği karşılığı ona vermemem için yeterliydi. Cümlesinde samimi olduğunu biliyordum. Kendim kurmuşum gibi. Bu da içimdeki özlemi körüklemişti. Gözlerinin içine hissettiğim kadar sıcak bakabilmeyi umarken "Hadi, anlat." dedim. "Söyleyeceğin hiçbir şey beni şaşırtıp üzemez artık."

Kurduğum cümleyle rahatlamak yerine sanki çok üzülmüş gibi derin bir nefes çekmişti içine. Bir saniye sonra da "Üzgünüm," diye mırıldandı sahiden. Omuzlarımı salladım, bakışları benimkiler kadar yumuşadı. "Keşke babanın üzdüğü tek çocuk ben olsaydım."

"Babam seni nasıl üzebilir ki?" diye sordum merakla. "Onunla daha önce hiç tanışmadın."

"Evet," diye mırıldandı yine ağzının içinde. "Onunla daha önce hiç tanışmadım."

Taehyung'un verdiği karşılık üzerine Jimin yanımda kıpırdanıp öne doğru eğilerek ona şakacı bir bakış attı ve "Gizem yaratma da her şeyi düzgünce anlat, serseri." dedi. Bunu her zamanki siniriyle ya da soğuk tonlamasıyla değil çok yakın bir arkadaşına söylüyormuş gibi rahat, tatlıca söylemişti. Taehyung'sa her zaman yaptığı gibi gözlerini devirdi ama dudakları hafifçe yukarı kıvrılmıştı bu defa. İkisini bu hale getirebilmek için zamanında ne kadar çabaladığımı hatırladığımda istemsizce kızmış, kıskanmıştım ama yine de garip bir biçimde sıcacık hissetmiştim. Uzun süre önce kaybettiğim aileme yeniden kavuşmuşum gibi. Ben olsam da olmasam da birbirlerinin yanındalardı ve bu kadarı yeterliydi.

"Sana ilk etapta yaklaşmamın sebebi, seni kullanarak babana zarar vermekti." dedi, Taehyung. "Sana zarar vererek babana zarar vermek."

Sesi ikinci cümlesinde o kadar zayıf çıkmış, bakışlarını benden kaçırıp yerine sinerken o kadar ufalmıştı ki gülümsedim. Söylediklerini kafamda oturttuğumda ona doğru yaklaşıp dizine şakacı bir şekilde vurduktan sonra "Babam gibi birinin düşmanlarının olması hiç şaşılacak bir şey değil." dedim. Böyle hissetmesini istememiştim. Taehyung kocaman biriydi. Çocuktu ama kocaman biriydi. Babam gibi biri yüzünden mahçup hissetmesine dayanamazdım. Bana hiç zarar vermemişti aksine bir en yakın arkadaş vermişti. "Beni asıl korkutan ona düşman olmanın sebebi."

Beklediğimin aksine rahatlamak yerine dokunduğum dizini sallamaya başlayıp dudaklarını dişledi bir süre. Bana zarar vermek istediğini söylerkenki sinmişliğinin belki iki katı kadar küçüldü olduğu yerde. Onun için anlatması çok güç bir şey olduğunu fark edip bakışlarımı suçlulukla Jimin'e çevirdim. Taehyung'u benden önce tanıdığını biliyordum. Sebebi benden aylar önce bildiğini biliyordum. Bunun kıskançlığını gütmeyi sonraya erteledim bu yüzden. Jimin de cevabı ondan beklediğimin bilinciyle önce Taehyung'a bi bakış attı, ardından da derin bir nefes alıp verdi ve omuzlarını salladı. Sanki Taehyung'un konuştuklarımızı duymaması mümkün olabilirmiş gibi bana doğru iyice eğilip fısıldayarak "Baban zamanında Taehyung'un anne babasını öldürmüş." dedi, "Taehyung'u büyükannesi büyütmüş. Buraya da sırf seninle yakınlaşmak için gelmiş. Baban takıntılı bir manyak olduğu için hayatına girip çıkan herkesi araştırmamı istiyordu benden."

Söylediklerini sindirebilmem birkaç dakikamı aldı. Taehyung büyükannaesiyle büyümüştü, anne ve babasından benden küçük bir yaşta babam yüzünden koparılmıştı. Başıma gelenlerle yaşamayı öğrenmem bu yaşımda bile beni öyle zorlamıştı ki iki ebeveynini bir anda kaybetmenin onu ne hale getirdiğini düşünmek göğsümü ağrıttı. O an kafamın içinde bir sürü ip birbirine tutunurken önüme bir görüntü çıkardı: Taehyung ailesi hakkında neredeyse hiç konuşmazdı. Sessinde bir buğu vardı çünkü çocukluğu elinden zorla alınan hiçkimse sesine kuşlar tünemiş gibi konuşmazdı. İlk tanıştığımız gün sırf beni uzaklaştırmak, korkutmak için gizemli olduğunu sanmıştım. Doğru değildi. Soğuktu çünkü benden nefret ediyordu. Soğuktu çünkü biri ellerinden annesini, babasını, neşesini ve en önemlisi çocukluğunu almıştı. Ben o birinin oğluydum. Taehyung bana zarar verse hakkıydı belki de. Yutkundum.

Göğsüme öyle bir ağrı dolmuştu ki neredeyse gözlerimden taşacaktı. Ne kadar süredir sessiz kaldığımı bilmiyordum. Hızlı hızlı soluyarak ağrının yerini havayla doldurmaya çalışsam da beceremedim. Beni üzemeyeceğini söylemiştim ama işte orada bir defa daha kendimi şaşırtırken acı çekiyordum. Yaşadıklarını tahmin etmeye çalışmak, kendimi onun yerine koymak, başına gelenlerle ilgim olmadığını bile bile suçluluk duymak... Hepsi kocaman ağrılar şeklinde gövdeme kuruluyordu. Burnumun ucu sızladı.

Ağlamaya başlamak üzereyken Jimin dolgun dudaklarını görüş açıma sokup sıcak nefesini dudaklarıma üfleyerek "O zamanlarda okula, hatta geziye bu yüzden geldim." dediğinde düşüncelerimden sıyrılmaya çalışırken ona, nefesine, dudaklarına odaklanmayı denedim.

Belki kafamı dağıtmak için bilerek yapmıştı ya da belki de ben düşündüğümden daha aptal, daha çocuktum. Yapmaya çalıştığı şeye izin verdim. Ağrımı sıcacık nefesine katıp vücudumdan ve düşüncelerimden uzaklaştırmaya çalışarak yüzüne baktığımda Jimin'i gözlerinde endişeyle beni izlerken buldum.

Düşüncelerimin yönünü Taehyung'dan uzaklaştırıp dudaklarının arasından son dökülenlere odakladığımda garip bir biçimde içimden gülmek geldi. Jimin alnıma dökülen bir tutam saçı orta parmağının ucuyla gerilere iterken demek beni Taehyung'dan kıskandığı falan yoktu, diye düşünüyordum. Dönüp Taehyung'a "Ben sana demiştim." demek istiyordum ama ağzımı açtığım an ondan özür dileyeceğimi biliyordum. Bizi sürekli izliyor, dibimizde bitiyordu çünkü bu onun göreviydi. Taehyung'dan hoşlanmamıştı çünkü muhtemelen onunla ilgili doğru düzgün bilgiler elde edememişti. Onu bir türlü sevememişti çünkü ona iş çıkarmıştık. Hiçbirinin çünküsü beni kıskandığıyla devam etmiyordu yani. Ben sana demiştim.

Oysa Jimin aklımdakileri okumuş da bir defa daha dağıtmak istiyormuş gibi kanepede bana biraz daha yanaşıp kolunu omuzuma sararak beni utanmazca göğsüne çekti. "Tabi benim de işime geldi." derken uzandığım gövdesi tatlı kıkırtısıyla titremişti, "Seni bu uzun herifle gördüğüm ilk an kıskançlıktan ikiye ayrılacağımı sanmıştım."

Benimle böyle açık seçik konuşabildiği gerçeği yarım saat öncesine kadar seviştiğimiz gerçeğinden daha çok heyecanlanmamı sağladığında yine gülesim geldi. Kan akışım hızlandı. Sanki kalbim vücuduma kan yerine sevgi pompalıyormuş gibi damarlarımda hapsetmeye zorlandığım bir sevmekle doldum. Başımı kaldırıp boynunu, çenesinin kıvrımlarını ve dudaklarını deli gibi öpmek istedim ama ne kadar öpersem öpeyim o sevgiyi içimde hapsedemeyeceğimi de Taehyung'un yanında olduğumuzu da bildiğimden direndim. Zaten bir saniye sonra arkadaşım boğazını temizleyince küçük çocuklar gibi olduğum yerde tepinerek ağlamamak için kendimi zor tutarken Jimin'in göğsünden bile ayrılmak zorunda kaldım.

Becerebildiğim kadar ciddi bir biçimde arkadaşımın yüzüne yeniden baktığımda "Annemle babamın babanla ne ilgisi var, ölmek için ne yaptılar bilmiyorum ama ne olursa olsun babandan nefret ediyorum ve acı çekmesini istiyorum, Jungkook." dedi Taehyung. Az öncekinden daha kendinden emin, daha güçlü konuşuyordu ama sesi hala çocuktu. "Bunu öyle çok istiyorum ki sana zarar vermek umurumda bile olmazdı."

"Özür dilerim." dedim, ortamdaki kasveti biraz olsun dağıtmak istemiştim ama belki de en çok duymayı hak ettiği şeyi söylerken bulmuştum kendimi. Hangi özür annesiyle babasını geri getirecektiyse işte. Denemiştim.

Taehyung omuzlarını salladı. Daha önce hiç görmediğim kadar kızararak yerine sinerken biraz önce damarlarımda dolanan sevgi kafasını uzatıp kendini bana yeniden hatırlattı. Kollarımı omuzuna sarmak istedim. Kafasını göğsüme yatırıp duymaya alışacağı kadar özür dilemek istedim ondan. Özür dilerim, Taehyung. Bana zarar vermek mi istedin, özür dilerim. Sana daha önce annenle babanı hiç sormadığım için özür dilerim. Benden acını gizlemek zorunda kaldığın için özür dilerim. Babamı yarattığı için Tanrı adına senden özür dilerim.

"Jungkook," dedi fısıltıyla. Güzel gözlerini çevreleyen uzun kirpikleri titremiş, elmacıkları kızarmıştı. "Sana zarar vermek istedim diyorum."

Neden özür dilediğime anlam veremiyormuş gibi şaşkın ama suçlulukla çekingen çıkmaya devam ediyordu sesi. O kadar üzüldüm ki kendimi gülümsemeye zorlayarak "Aşkından delirmişsin." dedim. Taehyung'u böyle görmeye duymaya alışkın değildim. Arkadaşımı özlemiştim. Gerçek Taehyung'u.

Hamlem biraz olsun işe yaradı. Bütün mahalleyi saran bir yangına bir damla su gibi bir şeydi bu ama bana iyi geldi. İkisi de aynı anda gözlerini devirdiğinde bu senkronize hareketleri gülmeme neden olmuştu hatta.

Bundan sonra birkaç dakika sessizlik içinde geçti. Normalde olsa Jimin, özellikle etrafta Tae varken susmaz, onu rahatsız edecek bir yol denerdi oysa bugün oldukça temkinliydi. Sanki bu konuşmayı arkadaşımla baş başa yapıyormuşum kadar sessiz. Biri ona dönmeden kendini hatırlatmıyordu bile. Sonunda ona saygı duyuyordu. Arkadaşımı seviyordu belki. Kıskanıyor olmama rağmen bu beni evimde hissettirdi.

Taehyung bu birkaç sessiz dakikayı "Babama inanılmaz benziyorum." diyerek bozduğunda neredeyse yerimde sıçrayacaktım. "Bu yüzden babanla hiç aynı ortamda bulunmamaya özen gösterdim."

Zihnimin beni yaralayan köşelerinde şöyle bir tura çıkıp istemeye istemeye düşündüğümde şaşkınlıkla fark etmiştim. Haklıydı. İkisi aynı ortamda bir saniyeliğine bile bulunmamıştı. Babam Taehyung'la hiç tanışmamıştı. Geziye gideceğimiz gün bile Taehyung sırtını cama çevirerek oturmuştu. Babamın eve gelmeye tenezzül ettiği günlerde Tae, yanımdan hep onun geleceği saatlere yakın ayrılırdı. Jimin ya da diğer adamları ona fotoğrafını sızdırmadılarsa babam Taehyung'u hiç görmemiş olmalıydı.

"Ama Jimin sürekli peşimdeydi. Hem biraz önce itiraf ettiği üzere kıskandığından hem de babanın isteğini yerine getirdiğinden. Annen öl- annenden sonra işler biraz değişti. Bana şüphelerini anlattı. Babana karşı birlikte hareket etme kararı aldık. Jaewha'larla dövüştüğümüz gündü. Sen mutfakta su ısıtırken üstünkörü konuştuk ve sonrasında sürekli birlikteydik."

Bir defa daha şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Kafa kafaya vermiş fısıldayarak konuştukları görüntü gözlerimin önünde belirdi. O hallerinin altından böyle bir şey çıkacağını kırk yıl düşünsem akıl edemezdim. Biraz kıskandım. Benden bunca şeyi gizledikleri için içimde ufak bir öfke hissettim.

"Üzgünüm." dedi, kafamın içindeki düşüncelerin sesi ona ulaşmış gibi. "Sana daha önce anlatmadığım için, Jimin'le seni incitip durmasına rağmen konuşmaya devam ettiğim için, ilk etapta seni incitmek istediğim için."

İçimden Jimin'in gidişini bile affetmeye çalışıyorum, bunlar için özür dilemene gerek yok diye geçirirken "Önemli değil, Taehyung." dedim, "Zaten seni çok özlemiştim."

Yine o yabancı, çekingen sesiyle "Ben de seni çok özledim." diye fısıldadı ama bu defa onu tanıdığım Taehyung'a daha çok benzettim. Nedense bu gözlerimi doldurdu. Eski hallerimizi, hepimizin eski halini deli gibi özlemiştim. Bunu yeniden ifade etme fırsatı bulamadan öne eğilip beni göğsüne bastırırken "Tamam, yeter bu sevgi sözcükleri." dedi sonunda Jimin. Bu kadar süre sessiz kalmasına bile şaşırdığımdan ona çıkışmak yerine gülmekle yetindim. Hem göğsü hem de gülüyor olmam gözlerimdeki yaşları gizlememe yetmişti.

Bir süreyi daha orada sessizce oturarak geçirdik. Hem annesiz hem babasız üç çocuk... Yaralıydık, eksiktik ama birbirimizde tamam olacaktık. Bunu delicesine istiyordum. Nasıl yapacağımız hakkında ufacık bir fikrim bile olmasa da üçümüzü bir arada tutacak mutlu anılar yaratmak istiyordum. Bizi bu hale getirmek için zamanında çabalamıştım. Yaşadığım bunca şeyin güzel bir yanı yoktu, yavaş yavaş bir şeylere alışmaya başlamışken kendimi yalanlarla kandırmak da istemiyordum ama içimden biri birbirimize bu kadar benzememizi sıcak buldu. Belki de evren bunca zamanı araya bu kıymeti anlamamız için koymuştu. Bilmiyordum.

İkisinin ne düşündüğünü de bilmiyorum. Orada öylece belki dakikalar belki saatler boyu oturduk. Sonunda Taehyung "Ben artık gideyim." diye ayaklandığında Jimin'in evinde olduğumu unutup gece kalması için ısrar edecektim neredeyse. Ama arkadaşım ağzımı açmama izin vermeden ayaklanmıştı bile. Kapının önünde bana sarıldı. O kadar sıkı sarıldı ki baştaki amacını açıkça bana anlatmış olmasına rağmen bir silahı ateşlemeye mecbur bırakılsa, karşısında bir tek ben olsam silahın namlusunu bana değil kendisine doğrulturdu. Kollarından böyle kuvvetli bir sevgi akıyordu bedenime doğru. Bundan emin oldum. Aynı şekilde karşılık verdiğimde yeni Taehyung'u sevdiğimi ama yine de eski Taehyung'u buna tercih edeceğimi fark ettim.

Zaman hepimize iyi gelecekti. Her şey değişmişti. Yenilikle bocalamıştık sadece. Eskisine dönmemizin de uzun zaman sürmeyeceğini biliyordum bir şekilde. Sadece her şeye alıştığımız gibi buna da alışmamız gerekti.

Nihayet Taehyung'u uğurlayıp kapıyı kapattığımızda Jimin sırtını arkasındaki duvara yasladıktan sonra sanki sahiden iyi olup olmadığımı anlamak istiyormuş gibi yüzüme uzun uzun baktı. Bakışlarında arzu yerine merhametin ateşi yanıyordu ama belki de yorulmaktan bıkmış zihnim konuştuklarımız yerine bana bu akşamı, o duvarda yaşananları hatırlattı. Yüzüm kızardı. Kollarımı göğsümde bağlayıp "Ne bakıyorsun bana öyle?" diye sordum. Böyle yapınca yüzümdeki kızarıklığı görmeyeceğine inandırmıştım kendimi. Oysa dudaklarında yandan bir gülüş belirdi. Sanki aklımdakileri okuyabiliyormuş da kafasının içinde çoktan beni utandıracak cümleler sıralanmış gibi... Tüylerim ürperdi.

"Ne uzun oturdu bu uzun herif." dedi, sırıtmaya devam ederken. "İçeri geçelim de biraz daha seveyim seni, içimde kaldı. Hem uzun süredir bakamıyordum yüzüne, vaktim varken biraz tadını çıkarayım istedim, ne var?"

Yukarı doğru kıvrılmak isteyen dudaklarımı yanaklarımın içini dişleyerek engelledim. Bana bundan sonra hep böyle açık seçik cümleler mi kuracaktı? Öyleyse bir an önce kalbimi de dudaklarımı da bunun için eğitmeliydim.

"Taehyung'u içeri almak yerine bir bahaneyle gönderseydin severdin beni!" dedim, kurduğu cümlelere rağmen içim rahat bir şekilde kollarına atlayamıyordum çünkü içeride geçirdiğim dakikalar hayatımın en korkunç dakikalarıydı ve öğrendiklerim de bana biraz daha acı dışında yeni bir şey katmamıştı. Babamın nasıl bir adam olduğunu zaten öğrenmiştim. Taehyung beni öldürmek mi istiyordu? Öldürseydi o zaman. İçeridekileri ilk dakikalarımı yaşamaya tercih ederdim.

"Sana ulaşamayınca Taehyung'u aramıştım." dedi, duvardan uzaklaşıp dibime kadar girmişti ama iğrenç kokmaya devam ettiğim için bir adım geri çekildim. Oysa anlamıyormuş gibi kaşlarını çatarak "Neden kaçıyorsun?" diye sordu.

Sorusu sinirlerimi bozduğundan "Buram buram seks kokuyorum çünkü." dedim, "İğrenç kokuyorum, kesin Taehyung da anladı. Duş almaya vaktimiz bile olmadı. Ne diye içeri aldın ki? 'Jungkook'u buldum sen şimdi gidebilirsin' demek çok mu zordu yani? Gülme. Öldürürüm seni gülm-."

Ben konuştuğum sırada gülmeye başlayıp az önce attığım adımla açılan mesafeyi kapamış, parmak uçlarını tenime sanki bilerek değdirirken tişörtümün eteklerini tutmuştu. Aptal kalbim yine hızlı hızlı atmaya başladı. Teninden dökülen alevleriyle tenim ısınmıştı, yarım aklımla ona ne yaptığını sordum. Halim onu bana biraz daha yaklaştırdı. Belli ki parmak uçlarında büyüttüğü alevlerin bir kısmını dudaklarında taşıyordu. Sıcacık nefesi çenemi yaladı. Gözlerimi istemsizce dudaklarına kaydırdığımda sanki sahiden yanıyormuş gibi içine derin bir nefes çekti. Bir an sonra öndeki yamuk dişini görebileceğim şekilde gülümsüyordu. Kendimi durduramadan, farkına varmadan ona doğru yaklaşmıştım. Yanakları boyunca sıralanan çillerini, gülümsediği için iyice yassılmış minicik burnunu, gözlerini çevrelemiş kırışıklıkları sanki tenime katmışım gibi net görüyordum. Dudaklarıma bir nefes daha üfledi. Sıcaklığı dudaklarıma üflediği nefesle birlikte her yanıma yayılırken müthiş bir mayışıklıkla gözlerimi yumdum. Bir an sonra sabırsızca ileri uzanmıştım. Onu neredeyse öpmek üzereydim. Kanımın şakaklarımdan parmak uçlarıma kadar izlediği her yolu damarların içinde gezinen benmişim gibi hissediyordum. Karnım beklentiyle kasıldı.

Ama öpücük gelmedi.

Bunun yerine elleri tişörtümün eteklerinden bir saniye olsun çekilmeyen Jimin "Taehyung'u gönderseydim, severdim seni öyle mi?" diye sordu. Bir yandan kollarımı kaldırmamı, tişörtümü çıkarmamı sağlarken öteki yandan kendinden emin sesiyle sinirlerimi bozdu üstelik tişört çıktığı gibi geri dönmüştü tenime. Kaşlarımı çatarak gözlerimi araladım. Sesinin aksine bakışları oldukça baygındı üstelik dudaklarımın üzerinde oyalanıyorlardı. Ağına bir defa daha düşmemek için geri çekilmek istedim ama Jimin bir saniye sonra beni omuzumdan hafifçe arkamdaki duvara iterken "Şimdi n'apıyorum?" diye sordu.

"Tişörtümü giydiriyorsun." dedim, sesindeki arzuya rağmen bozulmuş bir edayla. Gözlerini dudaklarımdan çekip bir anlığına gözlerime dikerken kalbimi tekletti. Bir an sonra o gözleri yine dudaklarımda ağırladım. Bir saniye sonra da dudaklarını. Elini saçlarıma kaydırıp beni kısaca öptükten sonra "Ters giymişsin." diye mırıldandı. Söylediğiyle birlikte aklım utancımı sakladığım kutuyu önüme koyup beni kendime getirdi. Jimin'in bana doğru yeniden yaklaşan dudaklarını "Kaç dakikadır içeride bu şekilde mi oturuyordum yani?" diye sorarak durdurdum. Bir defa daha nefesini dudaklarıma üfledi ama bu defa bıkmışlıkla yapmıştı bunu.

"İnanamıyorum." dedim, "Sahiden alnımda led ışıklı bir levhayla gezseydim ters giydiğim tişörtümden daha az anlaşılırdı seviştiğim."

"Seviştiğimiz." diyerek beni düzeltti, gözlerimi deviremeyecek kadar kahrolmuş haldeydim. Taehyung'un bunu bildiğini düşünmekle bunu bildiğine bir kanıt bulmak arasında ciddi bir fark vardı ve ben konuştuğumuz bütün o ciddi konuları bir kenara bırakıp utancımdan ölmek üzereydim. Aceleyle yanlarına giderken tişörtümü ters giymiştim. Tişörtümü. Ters. Giymiştim.

"Hepsi senin yüzünden." dedim, o da en az benim kadar kahrolmuş görünüyordu. Dudaklarıma doğru özlem dolu bir bakış attı. "Normalde olsa uzun herif aşağı uzun herif yukarı etmediğin laf kalmaz. İçeri alasın tuttu. Hem de böyle bir günde."

Bakışlarını yeniden gözlerime çıkardığında dudaklarını dişlemesinin ardından arsızca "Nasıl bir günde?" diye sordu, bu defa gözlerimi devirip yaslandığım duvarla Jimin'in arasındaki boşluktan sıyrıldım ve salona doğru ilerlemeye başladım. Uslu bir çocuk gibi arkamdan beni takip ediyordu. Sinirliydim yine de kendi kendime sırıttım. Rezil olmama rağmen varlığı uzun süre olumsuz şeyler hissetmemi engelliyordu. Ona belli etmemek için sinirliymişim gibi görünmeye çalışarak kanepeye oturduğumda "Yeni eşyalar lazım." dedim, "Taehyung'a o kadar yakın oturdum ki kokumu duyduğuna eminim."

"Hmm," diye mırıldandı. Yanıma oturmuştu. "Bu eve bir tek sen lazımdın."

Öylesine sohbet ediyormuşuz gibi rahatça konuştuğunda karnım bir defa daha ağrımıştı. Bütün vücudumu yine korkunç kuvvetli bir sevgi dolandı. Öndeki yamuk dişleriyle öyle derin gülümsedi ki içimde kaynayan sevgiye bu defa karşı koyamadım. Ona doğru eğilip açıkta kalan dişlerine bir öpücük kondurduğumda şaşkınlıkla titremişti. Bir an sonra "Bu ne içindi?" diye sordu. Gözleri şaşkınlığına rağmen gülüşüyle ortadan kaybolacak kadar kısılmıştı. "Bana kızıyordun biraz önce. Taehyung'u gönderseymişim seni severmişim diyordun."

"Bu dişini çok seviyorum." dedim, ben konuşurken sanki mümkünmüş gibi gülüşü biraz daha derinleşti. Yanakları al al olmuştu. "Benim yüzümden olmuştu. Sende benden bir şeyler bulabilmek evimde hissettiriyor."

Bana iyice yaklaşıp burnunu yanağıma sürttü, "Senin yüzünden değil," diye mırıldandı. Yanağıma bir öpücük kondurdu. Öyle masum ve doğal bir hareketti ki sevgisinin altında titrememek için zor durmuştum. "Senin için olmuştu."

Başını omuzuma yaslayıp nefesini boynuma üfleyerek konuştuğunda çocukluğumdaki korkunç ama tatlı o anıya giderken buldum kendimi. Başım omuzuma yasladığı başının üzerindeydi. Gözlerimi yumdum.

Eve üstü başı kan içinde gelmişti. Annem de ben de onu bu şekilde o kadar uzun süredir görmemiştik ki telaşla orasını burasını inceliyor, neyi olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Jimin hiçbir şey anlatmadı. Sadece pedalları yamulmuş, tekeri yarılmış bisikletimi elime tutuşturmakla yetindi. İlk defa bisikletimi tek başına sürmüştü ve ona güvendiğim halde bisikleti bu hale getirdiği için benden özürler diliyordu. Umurumda değildi. Onu kan içinde görmek canımı o kadar acıtmıştı ki eve sırf böyle gelmesin diye sahip olduğum her şeyi feda edebilirdim. Oysa Jimin o günlerde içimdeki kendini görebilme yetisini keşfetmemişti henüz. Gerçekten bisiklete üzüldüğümü sandı ben onun yaralarıyla delirirken.

Ertesi gün bisikletsiz gitmişti ama döndüğünde yine yüzü kan içindeydi. Bu defa annem onunla özel olarak konuşmuş, elinden tuttuğu gibi onu bir yerlere sürüklemişti. Uzunca bir süre sonra yalvar yakar öğrendiğim şuydu: Biri bisikletimin üzerinden arabasıyla geçmişti ve dönüp ardına bakmamıştı bile, Jimin arabanın peşinden koşarken düşüp yaralanmıştı. İlk günün yara hikayesi böyleydi. İkinci gün bütün mahalleyi tek tek dolaşıp arabayı bulmuş, sahibine bisikleti onarması gerektiğini söylemişti. Sonradan görmüştüm, iri yarı kocaman bir herifti. Bisikleti onarım yerine Jimin'in el kadar yüzüne bir yumruk hediye etmişti. Öndeki dişi yamulmuştu böylece. Doktor dişinin düzelmeyeceğini söylediğinde nasıl ağladığımı hatırlıyorum. Yamuk dişini her gördüğümde kendimi suçluyordum. Oysa o dişler açığa yalnızca Jimin gülümsediğinde çıkıyordu. O zamanlar sadece bana gülümserdi bir de. Zamanla alışmayı, sevmeyi, kendimden bir şeyler bulmayı öğrendim o dişlerde.

"O zamandan beri böyle uzak tutuyordun beni bir şeylerden." dedim, kafasına yaslandığım için hmmladığında yanağım titredi. Gülümsedim. "Bak bizi nereye getiriyor? Sayamayacağımız kadar çok yaraya."

Omuzumdan uzaklaşıp benimle göz göze geldiğinde tatlı bir şaşkınlıkla "Üzülmenden korkuyordum. Kendini suçlamandan. Hem biraz önce dişlerimi sevdiğini söyledin." dedi. Parmaklarımı karışmış saçlarında gezdirdim, dikkati dağıldı. Dudaklarına yine hayalet bir gülümseme gelip yerleşti.

"O kendimi gözünde hiç gördüğüm günlerdeydi." dediğim sırada dokunuşumla mayışmış bir halde bana doğru eğilmiş, dudaklarının kokusunu duyacağım kadar dibime sokulmuştu. Ellerini sanki bunu hep yapıyormuş gibi baldırlarıma bıraktı. İçimi de yeniden bir sıcaklık kapladı. "Şimdi beni sevdiğini söyledin. Dişlerinle avunmama gerek yok ki."

"Seni çok incittim öyle değil mi?" diye sordu, bir cevap beklemiyordu. Zaten bekliyor olsaydı bile sıcacık nefesiyle dokunuşlarından buhar olup havaya karışmış aklım kelimeleri haznesinden çıkarıp önüne seremezdi. Gücü yetmezdi. Jimin'in karşısında onun böyle basit hareketleriyle bile eriyip gidiyor olmak gülünçtü belki ama sonunda dudakları dudaklarıma kapanacaksa soytarı olmaya değerdi.

Beni hafifçe öpmeye başladığında gözlerimi yumup dokunuşlarına teslim olmak istedim. Sonsuza kadar anda kalabilir, dolgun dudaklarından akan o tatlı suları içebilirdim. Ama benden bir şeyleri gizleme huyundan nefret ettiğimi ona bildirmem için alt dudağını dişledim. Tam da tahmin ettiğim gibi sırıtarak geri çekilip "Yaramaz." dedi.

"Senin yaramazın da olurum." derken onu taklit ettim, güldü. Bir an sonra "Seninle ne yapacağım böyle?" diye sordu, normalde böyle soruları ben sorardım. Böyle çocuksu, meraklı, tatlı soruları... Oysa Jimin çok korkunç günler bizi bekliyormuş gibi kaygılı kurmuştu cümlesini. Kaygısını söküp çehresinden alabilmek için ona bir ders veriyor olduğumu unutup dudaklarına usul bir öpücük kondurdum. Bir öpücük daha. Birkaç tane daha. Doyamıyordum. Kıkırdayarak elini yanağıma koyup geri çekilinceye kadar öptüm onu. Sonra da gözlerinin içine bakarken "Sen benim yerime kararlar almayı bırakacaksın." dedim, mahçup mahçup yüzüme izledi. Gülüşü silinmemişti yine de. "Ben de buraya, yanına taşınacağım. Gül gibi yaşayıp gideceğiz sonsuza kadar."

Önce sırıttı, sonra bulutlanan bakışlarını gözlerimden kaçırdı ve ben konuşurken kulaklarına kadar uzanmış kıvrımları iki yanına düştü. Ne söyleyeceğini biliyordum. İkimize bakmaya yetecek kadar para kazanamadığını biliyordum. Okula onun da devam etmesi gerektiğini biliyordum. Beni incitmeden yanından uzaklaştırmanın yolunu bulacak bir şey önerecekti. İçim korkuyla burkuldu. Bu yaşıma gelmiştim. Hala babamdan değil de Jimin'in söyleyeceği kelimelerden korkuyordum. Üstelik babamın aslında nasıl biri olduğunu öğrenmiştim artık. Dünyada onun kadar korkunç hiçbir şey yok sanıyordum ama işte, gördüğüm en güzel yüze iliştirilmiş dolgun bir çift dudaktan beni incitecek sözler çıkacak diye korkuyordum.

Birazdan elini de yanağımdan çektiğinde kafasını geriye atıp tavanı izlemeye başladı. Ben de yanağımı elimin altına almış onu izliyordum. Yüzündeki dalgalanmaların ne anlama geldiğini bulmaya çalışırken kendime bu kadar ileri gittiğim için kızma şansı vermiyordum. Bunu hak etmiştik. Birbirimizden ayrı geçirdiğimiz her gün öncekinden ayrı bir felaketi getirip koymuştu kucağımıza. Ondan ayrılmak istemiyordum. Onsuz geçen her anı birbirine karışan nefeslerimizle uzaklaştırmak istiyordum.

Gözlerinden birkaç tane daha bulut geçti. Ufacık göğsü derin nefesiyle inip kalktığında "Gül gibi yaşayıp gidemeyiz." dedi, düşündüğüm her şeyi bir kenara atan bambaşka bir şeyi reddediyordu. Göğsüm sıkıştı. Birden bire dolan gözlerini gözlerime çevirmesi göğsümü sıkıştırmıştı. "Soo Min anneye borcumuz var."

Acımı buladığım nefesim boğazımda takıldı kaldı. Onu hiç dışarı atamayacaktım, biliyordum. Jimin de atamazdı. Yine de "Hiç kimseye borcun yok senin." dedim, benim belki vardı. Ama en çok babamındı o borç. Hem sebep olduğu için hem de annemin ölümünü aydınlatabileceği güç elinde olduğu için. Oysa içimden geçenleri yüksek sesle söylemedim. "Seni tutan tek düşünce buysa önemli değil. Buraya taşınıyorum."

Bir defa daha fısıldadığımda buğulu gözleriyle gülerek kalbimi kırarken "Çocuklar her gün seviştiğimizi düşünecek," dedi, sesi titremişti. Aklında annem vardı hala belki ama kalbi benimdi. Heyecanını gizlemeye çalıştığını anladım. Heyecanlanması iyi bir şeydi. Üstelik muziplik ediyordu. Hep yaptığı gibi beni utandırmaya çalışmıştı ama umurumda değildi. Öyle çok eşiği geçmiş, o kadar şeyi geride bırakmıştım ki başka biriydim artık. Öyle ki bu yeni kişi daima kapalı bir kutu gibi gördüğü Jimin'i şimdi herkesten net görüyordu. Her şeye alışabilirdim. Ona mızmızlanarak bağırdığım anların öpücükleriyle bölünmesine bile fakat Jimin'i bu kadar açık görmeye alışamıyordum. Hissettiklerini çözebilmeye, aklından geçenleri biraz da olsun duymaya alışamıyordum. Hiç alışamayacaktım da. "Bunu kaldırabilecek misin, bilmem. Evimize baskın düzenleyebilirler."

Evimize. Kelime sesiyle birlikte içimin duvarlarını dolaştı. Çiçek açmışım gibi hissettim. Taptaze. Beni yanına almayacağını düşünüp korkarak ne kadar çocukluk ettiğimi güven duygusuyla sıcacık çağlayan gözlerine baktığımda fark ettim. Evimiz.

Ben de birden bire duygulandığımı fark etmesin diye kolunu çimdikleyip her zamanki gibi abartmasını izlerken gözlerimi devirdim ve "Biz çocukluğumuzdan beri aynı evde yaşıyoruz." dedim. "Neden öyle düşünsünler?"

"Ama bu defa kaçıp bana geldin." dedi, "Üstelik ilk gecende seviştik, ikincisinde de."

Yanaklarım kızarırken dudaklarımı dişleyerek "Sürekli sevişmeyeceğiz." dedim, güldü. "Ama onlar öyle sanacak." derken kollarının arasında debelenip durmama rağmen koca gövdemi küçücük göğsüne yasladı. Saçlarımın arasına kondurduğu öpücüklerini zar zor hissetmiştim.

"Sanmazlar, susacak mısın sen?"

"Bilmem," dedi. "Susacak mıyım ben?"

"Bu enerjini beni yetişkin hayatına dahil etmekte kullansan fena olmaz."

"Nasıl yapacağımı bilmiyorum." dedi, "Seni tüm bunlardan uzak tutmak için bu kadar çabaladıktan sonra..."

Omuzlarımı sallayıp kafamı göğsünden kaldırdıktan sonra çenesinin kıvrımına bir öpücük bıraktım. Sırıttı. "Hayatında olup bitenleri gizlemeden bana anlatacaksın," dedim. "Duymak istemediğimi düşündüğün şeyleri bile."

O kanepede gecenin geç saatlerine kadar oturduk. Kafamı göğsünden çekmedim. Dudakları saçlarımı dolaştı durdu. Ellerini omuzlarıma öyle sıkı sarmıştı ki korkuyor olsa bile beni bırakmayacağını anladım. Güvenle gözlerimi yummuştum. Kulağımın altında usul usul atan kalbi, dinlediğim en tatlı ninnilerden biriydi. Neredeyse uykuya dalmak üzereyken kalkıp odasına götürdü beni. Kokusuna sarılarak uyudum.

Kokusuna sarılarak uyandım. Şimdiden dünyanın en şanslı insanı hissediyordum kendimi üstelik telefonu elime aldığımda yanaklarımı ağrıtacak kadar gülümsememe neden olan bildirimlerle karşılaşmıştım. Hayatında olan biteni atlamadan anlatmaktan kastımı biraz yanlış anlamıştı anlaşılan. Kalbim uzun zamandan beri ilk defa huzurla çarpıyordu.

Jimin bana sırasıyla şu mesajları atmıştı:

"Uyandım."

"Öyle güzel uyuyorsun ki seni izliyorum."

"Şimdi dişlerimi fırçalıyorum."

"Seni izlerken biraz daha oyalanırsam geç kalacağım ama bırakamıyorum."

"Üzerimi değiştirdim, bara geçmek için evden çıkıyorum."

"Seni düşünüyorum."

"Hâlâ seni düşünüyorum."

***


ayyy merhabalar efenim merhabalar. çok ara verdik çok aksattık bu bebekleri biliyorum, çizikler jikoo'm başta olmak üzere sizden özür diliyorum 🥺 önümüzde tahminimce beş altı bölümlük bir yol kaldı sadece hüüü okunma sayıları falan baya düşmüş sıkıldınız galiba YİNE durgun bi bölümle geldim napıcaz bilmiyorum... işalla sevmişsinizdir. biraz nefeslenelim istedim, yaralarımızı saralım... dediğim gibi çok az bölüm kaldı o kadar ay bölüm atma bir de gel sınır koy yüzsüzlüğe bak demezseniz çok yüksek sayılı bi sınır koymayı düşünüyorum sofmsğclsğvmwğf (üççüzoy)

çizikler'e bölüm gelene kadar might be dead by tomorrow jikook'umla tanışmak, kaynaşmak isterseniz oraya da beklerim sizi. o daha tazecik biri olduğu için bundan sonra allah belamı vermediği sürece haftalık bölüm atmayı düşünüyorum ona... iyi geceler 🥺 sizi çok özledim bolca yorum yapın olur mu 🥺💜

Continue Reading

You'll Also Like

51.4K 2.5K 15
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...
117K 20.3K 16
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
204K 21.4K 34
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
12.1M 588K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...