Anılardan Anılara İnce Çizikl...

By mermaidsareal

109K 12.4K 23.2K

seni kendimden tanıdım çocuk; yüreği sürekli çiğnenen bir yol. gövdesi acılardan acılara köprü. biraz öfke, b... More

neden kimse sana benzemiyor?
susmak ve beklemek müthiş, genciz namlu gibi.
yıllar gözlerinden hiçbir şey eksiltmedi, ben biraz daha yenildim.
dayanamam, kıskanırım seni. paylaşamam.
içim çok özledi seni.
her cevabım sensin, hem de her bilmecem.
yokluğun da varlığın da yetmiyor.
ah içimizde ne aç hevesler. arada hicaz, arada caz nefesler.
bir küçücük kumru kuşu büyüttüm, göğsümün gizlisinde.
nasıl da yılları buldu, bir mısra dolu maceram.
biri gelişin, dünyayı isteyen sorular. öteki gidişin, kırılmış kirpik tufanı.
biz sadece aynı yere saklanan iki çocuktuk, sen benim en güzel rastlantımsın.
güleriz, unuturuz öleceğini annelerimizin. annem ölürse bana sarıl.
ismimi fısıldayan, bazen şarkı mırıldanan o ses yok, gülüş yok.
yanlış karar yok, işin özünde sen beni istemedin.
sözlerim acıtır, gözlerime bakma. tek bir söz söyleme, varsa az utanman.
ben böyle sığındım sana, böyle kuş gibi.
bir gülsen ağlayacağım, bir gülsen kendimi bulacağım.
korkular da benim, umutlar da. beni bırakma.
gitme, ölürüm. gözlerinden, gözlerinden olurum.
kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti. gelmemiş kimselerin.
değiştim, sanki içimde bi şeyler öldü. istesem de dönemem geriye.
hangi kahpenin hançeri, saklı hançeri yaranda?
döşümde yıllarla büyüttüğüm acı, ben ki yıllardır bir seni bilirim.
sana gelicem beklemelerin bu acılı durağından. bu giz, bu karanlık biticek.
sargın yaprakmışım, dallarına. yangın toprakmışım, yağmurlarına.
sanırsın ki sende kendimden bir şeyler biriktirmişim.
bir sen varsın güvenebileceğim. bilen, anlayan, bağışlayan. gökyüzü kadar engin.

ayyaş ruhum sayıklıyor, her zerrem sende çarpıyor.

4K 294 742
By mermaidsareal


***

aşk yok olmaksa şimdiden yar ben yokum bende zaten.*

***

"Çok acıyor mu?" diye sormuştu. Korkuyla irileşmiş gözleri gözlerimi, elleri de sıkıca tuttuğu ellerimi bırakmıyordu. Bisikletten düşüp yara bere içinde kalan bendim ama nedense Jimin benden daha çok incinmiş görünüyordu. Bugün her şey bitmişti. Küçücük bir çantaya sığdırdığı eşyalarıyla birlikte Jimin, teyzesinin yanından annemlerin ricasıyla bizim eve gelmişti. Davanın sonucunu ona söylemek için can atarak sürdüğüm bisikletim beni ilk defa yarı yolda bırakırken heyecanıma alışkın olmadığından olsa gerek beni üzerinden atmıştı ama ağlamama rağmen bu biraz bile önemli değildi. Normalde olsa ağıdımı yarım saat boyunca oturduğum yerden sürdürürdüm, o gün o kadar heyecanlı o kadar mutluydum ki yaralandığıma, gözlerimden akan istemsiz yaşlara bir an bile aldırmadım.

Anında bisikletimi düzeltip Jimin'in teyzesinin evine kadar sürdüğüm için zorladığım yarayı iyice kanatırken pijamamın yaraya yapışmasına neden olduğum günün sonunda Jimin'i de alıp dönmüş, annemin bir güzel azarlarıyla karşılaşmıştım. Onu zaten babam alacakmış yakında. Buna da hiç aldırmadım. Jimin artık bizimle kalacaktı çünkü. Bitmişti, hepsi geçmişti. Babasıyla birlikte tüm o kötü günleri parmaklıklar ardında sıkışıp kalmıştı ya da en azından on bir yaşındayken ben buna inanmıştım. Çocuktum daha. Yaşadıklarını, bir köşeye bırakılacak kadar önemsiz, kolay şeyler sanmıştım.

O gün annem beni ağlata ağlata pansuman yaparken bırakmadığı ellerimi ben odama geldiğimde bile tutuyordu Jimin. Yatağımın ucuna oturttuğu bedenime iyice eğilip "Çok acıyor mu?" diye sorduğunda beş saniye önce kestiğim ağlamamı titreyen dudaklarımla ötelemeye çalışmıştım çünkü diyorum ya benden daha yaralı görünüyordu. Birçok konuda olduğu gibi bunda da kendini suçlayacaktı ve ben o an bu mahçup görüntüsünü de demir parmaklıklar ardına tıkmak istedim. Bu yüzden kafamı sağa sola sallayıp "Hiç acımıyor şimdi." dedim, konuşurken dudaklarım titrediği için yalanım pek inandırıcı değildi. Zaten Jimin de inanmadı. Bunun yerine eğilip diz kapaklarıma usul birer öpücük bıraktı. Yeniden ağlamaya başlamayayım diye burnumu çekerken "Kan olacak dudakların." demiştim, sargım taze olduğu halde. "Hem eğilme öyle."

Dediğimi yapıp doğrulduğunda onu eve getirdiğim andan beri ilk defa içtenlikle gülümserken yanıma oturmuş, biraz sessiz kaldıktan sonra da "Ben nerede uyuyacağım?" diye sormuştu. Davanın nasıl sonuçlanacağını bilmediğimiz için Jimin'e oda hazırlamaya yetecek süreyi bulamamıştık. Annem de beni bu yüzden haşlamıştı zaten. Odasını hazır ettikten sonra alacaktı babam onu teyzesinden ama ben büyüklerime danışmadan iş yapmıştım. "Zaten mahçup bir çocuk." demişti annem, "Onu evinde hissettirmemiz için gereken zamanı çaldın."

Annem böyle konuşunca aklıma dizlerimdeki yara gelmişti ve ben yarım saat kadar süren bir ağıt tutturmuştum. Jimin benim yüzümden bir defa daha dışlanmış hissedecek diye ödüm kopmuştu. O kadar korkmuştum ki göğsümün sol tarafı dizlerimden daha çok acımıştı.

Jimin o günlerde yaşı küçük olduğu için herhalde içimi görme yeteneğini henüz keşfedememişti. Aslında yarama ağladığımı sanıyordu, yarama ağlıyordum da gerçi. Hem dizimdeki hem de gövdemdeki yaram acıyordu. Başına gelen, küçücük aklımla bile kavrayabileceğim berbat şeyler her yanıma yara katmaya uzunca bir süre devam etmişti ama o günkü en büyük yaram buydu: Evinde hissedemezse kendimi nasıl affedecektim?

Bu yüzden sorduğu sorunun üzerine ayaklarımı sallayarak biraz düşünmüştüm. Jimin, iki seneden beri az çok bildiğimiz haliyle benim yatağımda asla uyumazdı. Beni rahatsız etmek istemezdi. Oysa onunla uyuyabilmek için öyle can atıyordum ki. Annem içerideki açılır koltukları onun için hazırlayacağını söylediği halde şansımı denemiştim.

"Benimle uyu bu gece."

Tam da tahmin ettiğim gibi bir ifadeye bürünmüştü yüzü. Bir sürü itiraz sıralayacağını anladığımda ellerimi öne uzatarak onu durdurup "Ya gece çişim gelirse?" diye sormuştum. "Yürüyemem tek başıma. Gerçekten yalnız mı bırakacaksın beni?"

"Biraz önce acımıyor demiştin." diye karşılık verdi. Omuzlarımı sallayıp zekice öne sürdüğü hatırlatmasına aldırmadan "Ya gece acırsa?" diye üsteledim. Bir süre tereddüt dolu gözlerini üzerimde gezdirse de sonunda razı olmuştu ve o gece ilk defa birlikte uyumuştuk. Yan yana uyumaktan nedense çok utanmıştım, Jimin de zaten buna yeltenmedi. Yatağın, ayaklarımı uzattığım kısmına kafasını koydu. Biraz yerinde kıpırdanıp durdu. Sonunda da "Dizlerine değmekten korkuyorum." dedi, karnımda cıvıldayıp duran kuşların sesi yüzünden onun cılız sesini çok zor duymuştum.

Biraz toparlanıp ona doğru baktığımda omuzlarımı silkeleyerek "Kafanı koy o zaman." dedim. Kafasını dizlerimin üzerine bırakması daha büyük bir riskti aslında. Jimin de bunu anlayacak yaştaydı o yüzden bir saniyeliğine bana bunu izah etmeye çalıştı ama bir saniye sonra vazgeçip yaralarımın yerini ayarlayarak kafasını dizlerime koydu. Uyumadan önce beni diz kapaklarımdan bir defa daha öptüğünü hatırlıyorum.

Yaralı olduğum halde o zamana kadar çektiğim en huzurlu uykuydu bu. Jimin'in bizimle yaşamaya başladığı ilk gece.

Şimdi de böyle bir huzurun kollarında hissediyordum.

Yeni yeni uyanmaya başlayan zihnimin algıladığı ilk şey; bulutların üzerinde koşturuyormuşum gibi hissettiren bir hafifliği, bedenimin her yanına taşıyan kokuydu. Sanki yürümeyi öğrendiğim günden bugüne kadarki tüm adımlarım sıfırlanmış, bütün kaygılarımı benimle birlikte bu bulutlar omuzlanmıştı. Kendimi o kadar rahat, o kadar kaygısız hissetmiştim ki son zamanlarda yaşadığım felaketlerin bir tanesiyle bile ufacık bir bağlantı kurmamı engelliyordu bu. Üstelik çocukluğumdan beri aşina olduğum bu kokuyu her yerimde, fazlaca yoğun hissediyordum. Bir saniye sonra huzurumu katlayan sıcacık bir esinti alnımı yalayıp dururken kokuyu daha yoğun hissetmeme neden olan bir şey yaşandı: bir el belime sarılıp beni çekiştirince hem sıcaklığa hem de kokuya daha çok sokuldum.

Beynim ben daha gözlerimi aralayamadan içinde bulunduğu ortama bir ışık yaktı ve karanlık odaların gizli çekmecelerinden çıkardığı bu kokuyu tam da Jimin'in koynuna bıraktı.

Onun kokusuydu bu. Annemin kokusu.

Seni öyle çok seviyorum ki...

Bir rüya sandım. Kokunun ona ait olduğunu idrak ettiğim an zihnimde yankılanan cümlesi, tüm huzuru içimden anında söküp alırken bunun bir rüya olmasından duyduğum korkuyu belki de üç katına çıkardı çünkü zihnimin yaktığı o ışıkla birlikte dün geceye ait anıları da içine tıkıştırdığım bir oda ortalığa saçılmış, bana olanları hatırlatmıştı. Deli gibi bir hızla kanım öncesinde başka yerlerde fazlaca vakit geçirdiğini biliyormuş gibi yukarı, yanaklarıma çıktı. Sanki ellerini tenimin üzerinde hissettim yeniden, içimi öyle bir ürperti kapladı. Zaten kapalı olan gözlerimi iyice yumup kendime gelmeye çalıştım çünkü korkmanın sırası değildi şimdi. Olanlara rağmen öyle rahat bir uyku çekmiştim ki kaçmaya ya da bana hiçbir şey anlatmamış olmasına rağmen kapatamadığım kapıları kafamda kırmaya yetecek zamanı bulamamıştım. İçime derin bir nefes alıp bunlara gerek olmadığını kendime hatırlattığım birkaç saniyenin sonunda, uyandığımda hissettiğim o huzuru yeniden her yerimde buldum.

Kimsenin görmediği, en mahrem anılarına şahit olmuştum ve Jimin de başka kimsenin göremeyeceği en mahrem anılarıma şahit olmuştu. Kimseye izin vermediğim yerlerime dokunmuştu. Bir başkasını öpmeme neden olduğu için kendime onu affetmeyeceğimin sözünü verdiğimi unutmuştum. O an kaçırdığı diğer ilklerin bir önemi yoktu. Bunu ilk defa onunla deneyimlemiştim, önemli olan buydu. Kaçırdıklarının yerine bunun gibi yenilerini ekleyecekse hiç sorun değildi. Sebeplerini öğrendiğim an kolları yuvam olacaktı, keşfedilmemiş bir sürü ilkin tadına bu kollarda varacaktım.

Yine de çocuksu bir inatla ya da korkuyla gözlerimi aralamayı birkaç saniye daha reddettim çünkü kokusunu, onu bu kadar yakından duyuyor olmama rağmen kaçıp gitmiş olmasından, beni her şeyin ağırlığı altında hep yaptığı gibi tek başıma bırakmasından korkmuştum. Bir saniyeliğine öyle korkmuştum ki istemsiz bir hareketle alnımı gövdesine yaslayıncaya kadar ona sokuldum.

Sanki bedenim bunca zaman yaşananları ezberleyip refleks haline getirmişti bu korkuyu. Sonuçta tüm bunları acıyla, defalarca kere tecrübe etmiştim. Ama insanın acısına katarak öğrendiği her hayat bilgisi doğru olmuyordu. Beni yanılttığına en çok şükrettiğim tecrübelerimden biri de bu olmuştu. Alnım huzurla inip kalkan gövdesine değdiğinde kalbinin de gövdesinin dansına eşlik eden usul seslerini duymuştum.

Buradaydı.

Son birkaç aydır böyle bir huzuru hiçbir yerde bulamıyordum ve onu da tıpkı göğsünde çırpınan kuşlar, dudaklarında titreyen ürkeklik gibi yine Jimin'de bulmuştum. İhtiyacım olan her şeyi avuçlarında biriktirmişti sanki. Nihayet eğilip içmem için bana sunuyordu hepsini ve bu teklifini doya doya kabul edeceğim güne gelmiştik. Onu avuç içlerinden öpecektim artık. Pişman olmadan, geriye dönmeden. Çünkü seneler sonra bir kez daha onun yüzünden açılmış yaralarımı öpmüştü ve benimle birlikte uyumuştu işte.

Birkaç dakika sessizce alnım gövdesine yaslı bekledim. Gözlerimi yumup yeniden uykuya dalmayı, araştırmam gereken tüm gerçeklerden kaçabilmeyi, uyandığında gözlerinin içine bakıp aklından ne geçirdiğini tahmin etmeyi ve onu öpmeyi çok istiyordum ama ona dünkü gibi dokunabilmeyi, her şeyi tasasız yaşamayı hepsinden daha çok istiyordum. Bu yüzden zorlaya zorlaya gözlerimi araladım ve bunu yapmamla burnumun sızlaması bir oldu.

Gerçekten buradaydı. Bu defa kaçmamıştı. Gözlerimle görmek emin olmama yetmediğinden uzanıp ona dokunmak istedim ama uyanmasından korktum. Kalbim sıkıştı, gözlerim dolu dolu oldu. Gecemi onunla geçirmiş, sabahına onunla uyanmıştım. Kaçmamıştı. Buğulu gözlerimin ardından izlediğim görüntüsü çok tatlıydı ayrıca. Salak gibi ağlamak üzere olmama rağmen kıkırdadım. Yerinde kımıldasa da uyanmadı, Jimin. Belimdeki tutuşunu sıkılaştırırken beni kendine çekti sadece. Kokusuna olan zaafıma yenik düşerek bu hareketine direnmedim. Dudakları alnıma denk geliyordu. Hafifçe şiştiği için burnunu olduğundan daha da minikleştiren yüzü bana dönüktü. Bir elini yaralı yanağının altına yaslamış, ötekini belime sarmıştı. Kirpikleri birbirine öyle sıkı kenetlenmişti, yüzü öyle sakin görünüyordu ki onun da uzun zamandan beri çektiği en huzurlu uykunun bu olduğunu anladım. Güzelliği ve onu yanıbaşımda bulmuş olmanın getirdiği karın ağrısına eş buğuları artan gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeye çalıştıktan sonra uyanmamasına gayret edip çenesine bir öpücük bıraktım. Bunu yaptığım için kendimi çok şanslı hissetmiştim üstelik bir saniye sonra her yeni güne onunla uyandığımı hayal ederek bu şansı imkansız bir boyuta taşıdım. 

İstemsizce "Belki de imkansız değildir." diye fısıldadım kafamı kaldırıp dudaklarına doğru. Nefesim tenine değer değmez yerinde kıpırdandı bir defa daha ama bu defa uykusuna devam etmek yerine "Biraz daha uyu." diye mırıldandı. "Biraz daha kal koynumda."

Ona babamın ofisine gideceğimi çünkü bana hayatımın seyrini değiştirecek şeyleri kendisi anlatmadığı için bunu tek başıma öğrenmem gerektiğini, beraber miskin miskin geçirebileceğimiz yatak zamanımızı onun yüzünden böldüğümü anlatacaktım ama konuşmasıyla uykuya yeniden dalması bir oldu. Üstelik söyledikleri kalbimi yerinden öyle bir sıçratmıştı ki mızmızlanmaya yetecek enerjim de sinirim de kalmamıştı. Gülümsedim. Çenesinin kıvrımına ufacık bir öpücük daha bırakmadan önce yüzünü, ağırladığı huzurla birlikte biraz daha izledim. Yüzünde gördüğüm dinginlik içimin odalarını aydınlatıyordu çünkü. Korku ya da huzursuzluğu ağırlayan tek bir zerrem kalmamıştı.

Birazdan belime sardığı kolundan usulca kurtulup istemeye istemeye sıcaklığından uzaklaştım ve uyanmaması için parmaklarımın üzerinde yürürken pantolonumun cebinden telefonumu çıkardım. Şarjım bitmişti. Şimdi onu uyandırsam uykuya geri dalacağını ya da mızmızlanacağını biliyordum bu yüzden elime geçirdiğim bir kağıda babamın ofisine gittiğimi yazıp benim uzandığım yastığın üzerine bıraktım.

Sanki bütün huzuru da yatakta, koynunda bırakmışım gibi karnımda belirmeye hazır çirkin, kaygılı sancımı alıp Jimin'i son birkaç saniyeliğine daha izledikten sonra pantolonumu orada bırakarak onun üstleriyle evinden çıktım.

Bana bir defa daha "Benimle gel." demesi için her şeyi yapabilirdim. O dudakların arasından böyle bir emir çıksın diye bütün evrene yalvarabilir, evrenin kölesi olabilirdim. Bana bir defa daha onunla gitmemi söylerse kafamda ufacık bir tereddüt olmaksızın bunu yapabileyim diye babamın aslında kim olduğuyla yüzleşebilirdim. Sonuçta yanımda o olmadan bile korkunç bir acının avuçlarında ezilmekten kendimi kurtarabilmiştim. Yanımda o olduğu sürece her şeye göğüs gerebilirdim.

Yine de anlayamadığım şeyler vardı. Ortada Jimin'i benden en kötü günlerimde bile uzak tutmaya yetecek ciddiyette bir mesele dolanıyorsa da bu ciddiyetin boyutunu algılayamıyordum. Sadece meseleyi merak ediyor, Jimin'i değil de babamı seçebileceğim bir konu çıkarsa bu ne yapacağıma dair bir saniye bile düşünmeden adımlarımı atıyordum. Aralarında geçen şey her neyse, içten içe bunun beni ikisinin birinden koparacağına inanamıyordum. Jimin öyle bir konuşuyor, öyle hareketler yapıyordu ki günün sonunda bu seçimi yapmaya zorlanacağımı, içten içe birini kaybedeceğimi biliyordum. Ve bunun babam olacağını düşünüyordum çünkü aylar sonra inadını kıran Jimin, onu haklı bulacağımdan emin olmasa bana asla o şekilde dokunmaz, o sözleri söylemezdi.

Beni sevdiğini bile söylemişti.

Bu bir kez daha aklıma gelince ofise gitmeyi erteleme, Jimin'in kolları arasına, o huzura dönme isteğiyle doldum ama yapamazdım. Çünkü zaman kalmamıştı. Bir an önce öğrenmem lazımdı. Hayal etmeye cüret ettiğim bütün her şeyi meydan okur gibi onunla birlikte yaşamaya ihtiyacım vardı. Bu ihtiyaca sarılıp karnımdaki çirkin ağrıyı def etmeyi denerken adımlarımı daha kuvvetli bir biçimde otobüs durağına yönlendirdim.

Neredeyse öğlen olmuştu. Normalde bu kadar geç bir saatte uyandığımda hiçbir şey için enerjim kalmazdı ama işte, durum ortadaydı. Önce durakta tüm bunların ne gibi bir sebebi olabilir diye düşündüm, sonra otobüste evde ellerimi dolaştıracağım kavanozları hayal ettim ve yine dün geceki kadar gerilmeme neden olacak şekilde kendimi babamın ofisinde gezdirdim.

Sonunda otobüsten inip hızlı adımlarla eve girdim, bahsi geçen kavanozları karıştırıp kasanın anahtarlarını buldum ve neredeyse bir dakika içinde kendimi sokağa atarak yönümü galeriye çevirdim.

Hızlandırdığım adımlarımda galeriye yürüdüğüm her saniye kalp atışlarım da hızlanıyor, ellerim titriyor, su bile içmediğim halde midem felaket bir biçimde çalkalanıyordu ve arada sırada karnım ağrısını artırıyor, geri dönme isteğim dayanılamaz boyutlara ulaşıyordu. Korktuğumu; neyle karşılaşacağımı, işin boyutunu bilmesem bile deli gibi korktuğumu o an anladım.

Ya Jimin'in nedenlerini haklı bulamazsaydım?

Ya gerçekten nedenleri beni annemi kaybettiğim gece bırakıp gitmesine değmeyecek kadar ufak bir şey çıkarsaydı? Ya tam tersi tahmin ettiğimden daha büyük bir belanın koynundaysaydım? Ne yapacaktım? Nasıl karşılık verecek, ne düşünecektim bilmiyordum. Beni bunu tek başıma yapmaya zorladığı için Jimin'i paylayacaktım. Onu paylayacak ve "Bunun için mi gitmiştin?" diyerek sebebini haklı çıkaracak "Ben olsam ben de böyle yapardım." dedikten sonra da deli gibi öpecektim.

Olmasını umduğum şey buydu.

Annemle birlikte babamı çoktan kaybettiğimi hissediyordum zaten. O günden beri birbirimizi toplamda kaç kere görmüştük ki? Jimin en azından sinirlerimi bozsa da karşıma çıkmıştı. Beni bıraktığı yalnızlığın ortasından çekip alamasa bile bu yalnızlığın yarattığı boşluğu ucundan dikmeye çalışmıştı. En azından onun kollarının arasından çıkmıştım biraz önce. Ama babam... Beni terk etmiş gibi geliyordu ve her nasılsa bunun nedenini de o dosyada bulacakmışım gibi hissediyordum.

Jimin'in dün gece, babamın her şeyi sakladığını bildiğim kasasından çıkarıp almamı tembih ettiği dosyada.

Derin bir nefes alıp kendime toparlanmam için verdiğim bir saniyede etrafıma bakmış, galeriye çoktan geldiğimi fark etmiştim. Dizlerim de ellerim gibi titremeye başladığında bir saniye bile tereddüt edersem kaçacağımı bildiğimden duraksamadan ilk adımımı galerinin içine doğru atmıştım. Sonra da birbiri ardına diğerlerini...

Her taraf çok sessizdi. Öyle sessizdi ki neredeyse dizlerimdeki titremeyi duyuyordum. Arabaların sergilendiği camekanın ardındaki geniş alanda kimse yoktu. Babam o alanın sağ tarafındaki muhasebeci odasında fazlaca zengin görünen iki adamla bir araba hakkında konuşuyordu. Bizzat ilgilendiği için önemli müşteriler olduğunu anlayıp derin bir nefesi daha içime çektim. Onu oyalayacak bir şeyin varlığıyla gevşeyen bedenime ihtiyacı olan güven geldi böylece. Ben de daha hızlı ve sert adımlarımı babamın boş olduğunu umduğum ofisine yönlendirdim.

Şans eseri bugün galeride Hanbin abi yoktu. Jimin gibi ayak işlerine koşturan diğer çocuklar şurada burada aylaklık ediyorken kimsenin bana aldırdığı da yoktu. Yine de gerildiği için hareket ettirmekte zorlandığım bedenimi ofise soktum ve kapatıp kilitlediğim kapıya sırtımı yasladıktan sonra neredeyse bir dakika kadar dinlendim. Her şeyin lehime işliyor görünmesine rağmen tir tir titriyordum.

O bir dakikada heyecanımın izin verdiği ölçüde derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama bu pek mümkün olmadı. Dizlerim, ellerim, nefesim ve göğsümün içinde kalbim deli gibi titriyordu. Boğazım kurumuştu. Jimin'le aramızdaki her şeyin düzelebilmesi için aşmam gereken sadece birkaç adımlık mesafe kalmıştı. Jimin'le aramızdaki her şeyi düzelmesi imkansız boyutlara taşıyabilirdi de bu mesafe. Deli gibi korkuyordum. Aslında babamın nasıl biri olduğunu öğrenmek değil de öğrendiklerimle Jimin'i haklı çıkaramazsam diye deli gibi korkuyordum.

O kadar korkuyordum ki boğazıma kadar tırmanmış bir çığlığı son anda bastırmak zorunda kalmıştım. Kendimi sıktığım için dolan gözlerimi kırpıştırıp biraz daha soluklanmaya çalıştım ama titremem durmayınca sırtım kapıya yaslı yere çökerek dizlerime sarıldım. Birkaç derin nefesi de orada tükettiğimde toplayabildiğim tüm cesaretimle birlikte kalkıp masanın arkasındaki kasaya doğru adımladım.

Cebimden çıkardığım anahtarla kasayı açarken ellerim hala titriyordu. Öyle ki anahtarı deliğine dördüncü denememde sokabildim. Sonunda kilit yuvasında döndüğünde içime derin bir nefes alarak Jimin'in dümen diye tasvirlediği kolu çevirdim ve koca kasanın içinde tek başına duran siyah kaplamalı dosyayı aldım. Durulmuş dizlerimin ve nefeslerimin aksine ellerim hala deli gibi titriyordu yine de dosyayı sabit tutup açmayı başardım.

Bir yandan da dışarıdaki sesleri dinliyordum. O kadar gerilmiştim ki ofisin dışından gelen herhangi bir şeye karşı o kadar tetikteydim ki titreyen ellerimle açtığım dosyayı incelerken neredeyse babamın müşterisiyle konuştuğu şeyleri duyuyordum. Konuşmalarının hala oldukça hararetli devam ettiğine emin olduğumda tüm cesaretimi toplayarak gözlerimi dosyada gezdirdim. Şakaklarımda deli gibi bir hızla çarpan kalbim dikkatimi dağıtıyordu ama odaklanmayı başarmıştım.

Başta elimdekilerin ne olduğunu hiç anlamadım.

Rastgele kağıtlara yazılı rastgele adresler ve adreslerin karşısına iliştirilmiş kilogram-para cinsinden alacaklar yazılıydı. Dosya ilginçleşmeye sayfalar ilerledikçe başladı. Olanı biteni öyle kolay algılayamayan beynimin aksine kalbim yine önce davranıp kanı tüm vücuduma başımı döndürecek şiddette pompalamaya başladı.

Bazı adreslerin üstü çizilmişti, çizilmeyenlerinki ise ilerideki fotoğrafların arkasına tarihiyle birlikte yazılmış, ilk baştaki kağıtta bulunan para-kilogram cinsi miktarlarla birlikte iliştirilmişti. Fotoğrafların genelinde beli silahlı iki kalabalık grup karşı karşıya durmuş, bir buluşma gerçekleştiriyordu. Gruplardan biri feci derecede tanıdık gelen birkaç ense ile doluydu. Arkadan çekilmiş fotoğraftaki özneler kimdi bilmiyordum ama diyorum ya tanıdık geliyordu. Karşı gruptaki adamlarıysa zaten hiç tanımıyordum. El sıkışmalar, çanta takasları, şeffaf torbaların içindeki beyaz toz... Bunlar öyle seri fotoğraflanmıştı ki hızlıca hareket ettirilse birkaç film karesi çıkardı ortaya. Bazı fotoğraflarda, arkasına adres ve tarih iliştirilmiş olanlarda, insanların yüzleri net bir biçimde seçiliyordu. Özellikle bu fotoğraflarda yüzü kadraja rahatça girmiş kişilerin elinde, içi beyaz toz dolu şeffaf torbalar görünüyordu. Babamın yüzü, babamın elleri hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar net bir biçimde seçiliyordu.

Midem bulandı. Beynimin sindiremediği ne kadar bilgi varsa hepsi midemde toplandı. Öğürüp her şeyi kusmamak için kendi dizlerime bir defa daha sarılmak zorunda kalırken bir öne bir arkaya sallanarak mideme yardımcı olmaya çalıştım. Gözlerimi kapattım, sanki tüm bu fotoğrafları silebilecekmiş gibi uzun uzun yumarken gözlerimi sallanmaya devam ettim. Silahlar, beyaz torbalar, çanta dolusu paralar... Toplantılar.

Aptal değildim. Tanımadığım adamların elinde tuttukları şeffaf torbadakilerin uyuşturucu olduğunu anlamayacak kadar çocuk da değildim. Tanıdık gelen enselerden, bu dosyanın babamın kasasında saklanıyor olmasından, o adamlarla el sıkıştığı fotoğraflar gözümün önünde birinci sınıf bir matematik problemi kadar basitçe durduğundan kendime hiçbir şeyi inkar edemedim. İnkar edemediğim ne varsa midemde birikmişti. O adamların babamın müşterisi olduğunu anlayamayacak, bir uyuşturucu tacirin oğlu olduğumu inkar edemeyecek kadar sert tokatlanmıştım ve bu darbeyle uğraşmak da yine mideme düşmüştü işte.

Üstelik hepsi bu galerinin deposunda çekilmişti.

Birden zihnim ikinci bir aydınlanma daha yaşadı. Jimin on üçünden beri babam için çalışıyordu. Neredeyse ağzıma kadar tırmanmış gerçekleri kusacakken şaşkınlık ve korku karışımı iğrenç bir hisle ve ne yaptığımı bilemeyerek fotoğrafları taradım ama hiçbirinde Jimin'in yüzünü bulamadım. Ne yüzünü ne de onunkine benzeyen bir bedeni. Ama rahatlama fırsatı bulamadan elimdeki dosyayı düşürmeme neden olan bir görüntü ilişti gözlerime, midemdekileri nasıl oldu da kusmadım, şaşırdım.

Annemi bulmuştum.

Üzerine kan bulaşmış bir fotoğrafta şaşkın suratıyla, deponun hemen girişinde olanları izliyordu.

Titreyen ellerimle fotoğrafı çevirip tarihe baktım.

Geziden döndüğümüz geceydi bu. Annemin öldüğü gece.

Ya da belki de annemin... Öldürüldüğü gece. Bilmiyordum.

***

Bir saniye daha orada durursam her şeyin altını üstüne getireceğimi fark ettiğimde elimdeki dosyayı aldığım şekline aldırmadan kasaya geri sokmuş ve hızlı adımlarla ofisten çıkarken kime göründüğüme aldırmamıştım.

Midemdeki bulantı dinmemişti, ellerimde ve her yerimde hissettiğim titremeyi durduramıyordum. Kafamda öyle çok senaryo dolaşıyor, öyle çok soru bağırıyordu ki onu alıp bir köşeye bırakmak istiyordum. Sanki annemi bir defa daha kaybetmişim gibi hissettiğim halde gereken yokluktan yoksundum. Bütün hücrelerim, her bir zerrem tarif edemediğim kadar ciddi bir öfkeyle dolmuştu. Öyle öfkeliydim ki kendimden korkuyordum.

Babam gerçekten fotoğraflarda gördüğüm adam mıydı? Bunca yıl içinde yaşadığım tüm imkanlara beyaz bir zehri tüm şehirde, belki ülkede dolaştırdığı için mi ulaşmıştım? O gece de bir alışveriş mi söz konusuydu? Annemin orada ne işi vardı? Fotoğrafın üzerindeki kan ona mı aitti? Annem nasıl ölmüştü? Jimin tüm bunların tam olarak neresindeydi?

Seni öyle çok seviyorum ki sana bunu yapamam.

Madem çok seviyordu beni böyle bir adamla aynı çatı altında bırakıp nasıl gidebilmişti?

Sanki biri tüm bu soruları bir torbaya doldurmuş sonra da midemin ortasında çalkalansın diye bırakmıştı. İlk defa bu bulantı vücudumun her yanına bir zehir gibi öfkemle birlikte yayılmıştı. Hem kafamı ellerimin arasına alıp yolun ortasına çökmek istiyordum hem de bağırıp çağırarak duvarları yumruklamak. O kadar kayıptım ki tüm bu buhranın içinde sokaklarda adımlayıp durmuştum. Jimin'le yüzleşmeye can atan yanım ölmüş gibiydi. Ölmüş ve tüm korkuları yeniden bedenimin her yanına dağıtmış, ellerimi kollarımı da bu korkuları toplayıp atmayayım diye bağlamıştı sanki. Babamdan vazgeçmiştim, bu tahmin ettiğim kadar zor olmadı. Eğer orada gördüğüm adamsa hiçbir biyolojik bağın, hiçbir bilimsel sebebin anlamı yoktu. Onun gibi birini hayatımda istemiyordum artık ama Jimin? Tüm bunların ne kadar farkındaydı? Tüm bunların ne kadar içindeydi? Dönen şeylerden haberi varsa onu da ardımda bırakırken bir an bile tereddüt etmeyecektim ve bu beni diğer her şey kadar çok korkutuyordu.

Bu yüzden ofisten çıkar çıkmaz bir hışım yürüyüp Jimin'in apartmanına gelmiştim ama içeri girmem neredeyse üç saatimi aldı. Kapısının önünde bir o yana bir bu yana adımlıyor sanki karşılığını alabilecekmişim gibi soruları zihnimde tekrarlıyordum sürekli. Kaçmak bir yere kadardı. Ne kadar kaçarsam kendime o kadar eziyet ediyordum sanki. Saatlerdir bunu yaptığımı kararan havadan anladığımda göğsümü ovarak içini derin nefeslerle doldurdum ve bir cesaretle apartmana girdim.

Titreyen ellerimle birlikte kapısını çaldığımda içeriden neredeyse koşuyormuş gibi hızlı adımlarının sesi duyuldu ve bir saniye sonra kapıyı açarken Jimin, yüzünde korkunç bir endişeyle "Jungkook!" dedi. Göz göze geldiğimizde kapıyı açtığı andaki endişesinin katlandığı yüzünde, garip bir buruşukluk belirdi. Söyleyeceği başka şeyleri bir süreliğine ötelemeye karar vermiş olmalı ki yana çekilerek kapıyı iyice araladı.

Tıpkı dün geceki gibi ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdiğimde ondan bir şey duymayı beklemeden salonuna yürüdüm ama oturmak yerine koridorun başında her an kaçabileceğim bir biçimde ayakta bekledim, bu sinirle titreyen bedenim için başka bir işkenceydi yine de önemsemedim. O da zaten oturmamı söylemedi. Yüzündeki endişeyle yutkunup durdu ve yine nerede olduğumu sorup konuşmayı başlatması gereken oyken sustu. Muhtemelen nereden geldiğimi halimden anlamıştı.

Birkaç saniye dudaklarımı ısırarak karşısında dikilmeye devam ettim. Biraz önceki halimden çok daha sakindi bedenim ama içimdeki yangın katlanmıştı. Eğer gördüğüm herhangi bir şeye bile isteye dahil olmuşsa Jimin, bu onu son görüşüm olabilirdi. O da beni neredeyse benimkine benzer bir duygu harmanlamasıyla; yüzümü sanki bir daha hiç göremeyeceğine inanmış gibi büyük bir özlemle izliyordu. Omuzları düşüktü. Gözlerimin içine baksa da tek kelime etmiyordu.

Öfkeyle "Ne bakıyorsun öyle?" diye sordum, eskiden sorduğum tarzla uzaktan yakından ilgisi olmadığını o da benim gibi pekala biliyordu. Cevap vermek yerine düşük omuzlarını arkasındaki duvara yasladı. Yüzündeki endişe olmasa tekme yumruk kavga edecektim onunla neredeyse ama o da en az benim kadar korkmuş, yorgun görünüyordu. Yorgunluğunu umursamadan  "Bana bunu nasıl yaparsın?" diye sordum, sessizliği sinirlerimi bozmuştu. Titreyen sesim sinirlerimi bozmuştu. Karşısında güçlü durabilmek için yumruklarımı sıkmak zorunda olmam, ne kadar perişan bir halde olduğumu görmemesi, beni cesaretlendirmesi gerekirken karşımda böyle korkak korkak beklemesi sinirlerimi bozmuştu. "Nasıl? Tüm bunları öğreneyim diye beni o ofise nasıl yalnız yollarsın, Jimin?"

Susmaya devam edince duvara yaslı bedenine doğru hızlıca yürüdüm ve hala dün geceki giysilerin, benim tişörtümün içindeyken onu kollarından tutup sarstım. Gözlerinin içine içimde biriktirdiğim tüm öfkeyle baktığımda "Yeterince sustun, bugün konuşacaksın." diye bağırdım. "Anladın mı, Jimin? Konuşacağız."

"Daha neyi öğrenmek istiyorsun?" diye sordu, cılız sesi de ellerimin arasındaki ufacık bedeni de normalde sinirlerimle zihnimde yarattığım buzulları çözme gücündeyken o an beni daha da öfkelendirmekten başka bir işe yaramadı. Yine de onu yumruklama isteğimi içimde bastırıp vücudunu serbest bıraktım ve bir adım gerilerken ona üstten, öfkeli bir bakış attım.

"Birkaç fotoğrafla her şeyi öğrenebileceğimi mi sandın?" diye çıkıştım sertçe. Bilmediğim şeyler artmıştı. Bilmediğim şeyler öyle çoktu ki içimde, hangi birini neresinden başlayıp da soracağımı bilmiyordum. O konuşmalıydı artık. Ben sormadan anlatmak zorundaydı, bana bu kadarını borçluydu. Beni öyle çok yormuştu ki içimde babamla el birliği edip düğümlediği tüm ipleri tek tek kendi çözmeliydi. Mecburdu.

Yine de kendime hakim olamadan sessiz bir mırıltıyla "Biliyor muydun?" diye sordum. Gözlerini gözlerimden kaçırırarak ödümü patlattı ama bir saniye sonra nihayet konuştu.

"Beni sırf iyi biri olduğu için yanına aldığını düşündüğüm adamın uyuşturucu taciri olduğunu mu?" diye sordu. "Bilmiyordum, Jungkook. Ben de evi terk etmeden sadece birkaç saat önce öğrendim."

Sinirlerimle ördüğüm tüm buzullar içimde eriyip sıcacık bir hisle karnıma doğru aktı anında. O kadar rahatlatıcı bir histi ki söylediklerini duymak, titredim. Ciğerlerime derin birer nefes çekerken soluklanmak için kendime biraz süre verdim ve sırtımı onun yaptığı gibi koridorun duvarına yasladıktan sonra büyük bir tükenmişlik ama rahatlamayla gözlerimi yumdum. Bunca zaman onunla çalışmıştı. Bunca zaman ayak işlerine koşup durmuştu. Ortadan kaybolup gittiği, haftalar sonra yüzünde yara bereyle döndüğü günler apaçık ortada olduğu halde ona inandım. Ona inanmaya ihtiyacım vardı çünkü. Elbette cevabıyla yetinmek yerine gözlerimi tekrar aralayıp üzerine diktikten sonra daha fazla açıklama yapması için bekledim ama ona çoktan inandım.

O da birkaç saniye daha susmasının ardından içine derin bir nefes çekti ve sanki kendisini taşıyamıyormuş gibi biraz daha küçüldü yaslandığı duvarda.

"Bizi hep alacaklar için gönderirdi ama gönderdiği adamları galeride sık sık görürdük. Sürekli araba alırlardı. Biz de ödemedikleri miktarı tahsil etmek için mafya kılıklı heriflerin mekanlarına giderdik. Ben, Hoseok ve diğerleri. Çoğu kavgalı biterdi. Altında bir şey olabileceğini hiç düşünmedim bile Jungkook çünkü baban öyle iyi perdeliyordu ki her şeyi..."

Baban. Sesi zihnimin boş koridorlarına çarparak yankılandığında başıma bir ağrı saplandı. Babam böyle bir adamdı. Babam uyuşturucu kaçakçılığı yapıyordu. Babam bir katildi. İnsanları zehirliyordu. Belki annem babam yüzünden ölmüştü. Belki de annemi babam öldürmüştü. Baba... Benim babam.

Baba kelimesi artık bende de ona söylendiğinde yarattığı etkiden yaratacaktı. Tıpkı anne sözcüğünde olduğu gibi. Hem öksüz hem yetimdik ikimiz de. Annelerimiz iğrenç heriflerin kurbanı olmuştu. Bir kere, bir kere daha aynı yerimizden kırılmıştık ve bunu onarabileceğimizden emin değildim artık.

"Ben o fotoğraflarda gördüğün toplantıların hiçbirine katılmadım çünkü beni çağırmadı." dedi, sesi gittikçe gücünü kazanıyormuş gibi netleşiyordu. Yine de yaslandığı duvarda küçücüktü ve gözlerinde de garip bir perde vardı. "Sonradan öğrendiğim kadarıyla da bu toplantılar zaten o kadar sık yapılmamış."

Ne demek istediğini yüzünden anlayabilirmişim gibi ona dikkatle baktım. Yanağındaki yarayı görmem öfkeyle yumruklarımı sıkmama neden olmuştu. Bu öyle basitçe konuşulup geçilecek kadar küçük bir mesele değildi. Babam Jimin'in hayatını defalarca kere tehlikeye atmıştı. O zamanlar onu bir daha hiç göremezsem diye korkmakta haklıydım. Karşımda böyle sapasağlam duruyor olması, vücudunda ufak tefek yaralara rağmen büyük bir şanstı. Babam bunu bile bile göndermişti Jimin'i her yere. Ne başına bir şey gelebileceği ne annemle benim Jimin'e olan düşkünlüğümüz ne de onu korumak mecburiyetinde olduğu gerçeği bunu durdurmaya yaramıştı. Babam Jimin'i kullanmıştı. Hayır babam Jimin'i istismar etmişti. Bu gerçekle birlikte öfkem öyle bir katlandı ki yine midem bulandı.

Neye öfkelendiğimi bilmiyordum. Babamın onu istismar etmesine mi onun aldığı tüm yaralara rağmen hala babam için çalışacak kadar mahçup bir çocuk olmasına mı, bunlardan bihaber aptal gibi yaşamama mı, bilmiyordum. Yaşadığı her şeyin sorumlusu bizmişim gibi hissettirmişti bu ve ben bir kere daha saklambaç anısına kadar gidip kendimi suçladım. Hayatının her bölümünde Jeon soy isimli insanlar tarafından yaralar almıştı. Soy ismimden nefret ettim. Küçük Jungkook'tan nefret ettim. Babamdan nefret ettim. Öyle nefret ettim ki dizlerine kapanıp ona bizi affetmesi için yalvarabilirdim. Gözlerim dolu dolu oldu. Birden içime korkunç büyüklükte bir özlem birikti.

Jimin'i çoktan kaybetmiş olabilirdim. Annemden bile önce babamın kurbanı olmuş olabilirdi. Yüzünü bir daha görmeden nasıl yaşardım? Hala burada, yanımda olduğu için çok şanslıydım ve onu birden deli gibi özledim.

Oysa düşündüklerimden, gözlerime dolan yaşların sebebinden bihaber açıklamalarına devam ederken yutkunmama neden olacak bir ürkeklikle gözlerini benden kaçırıp "Kimi zaman sattığı arabaların içine koyuyormuş onları." diye mırıldandı. Az önceki sesinin aksine özgüvenini yine kaybetmiş gibiydi ve bu hali ellerimde, midemdeki bulantıyı artıracak kadar çaresiz bir titreme yarattı. Derin bir nefes aldıktan sonra devam etmesini bekledim. O da "Kimi zaman da," diye ekledi. "Ellerimize tutuşturduğu çantalarla bunu bize yaptırıyormuş."

Küçücüktü. Jimin hala çok küçüktü. Babamın yanında çalışmaya başladığında evimize taşınalı çok geçmemişti bile. On üçündeydi. On yedisine geldiğinde hala çok küçüktü ve yüzü sayamadığım yaralarla doluydu. On dokuzunda Jimin bana bunları anlatırken hala küçüktü üstelik istismar edildiğinin farkında bile değilmiş gibi korkarak anlatıyordu her şeyi. Sanki ne yaptığını bilse buna asla alet olmayacağını onun yerine bir tek ben biliyormuşum gibi bakıyordu gözlerime. Benim yerime o suçluyordu kendini. Cümlelerini kurarkenki mahçup tedirginliği ete kemiğe bürünüp boğazıma kuruldu sanki. Fena halde ihtiyacım olmasına rağmen birkaç saniye yutkunamadım. Cümlesini kafamda onlarca defa oynattım ama ne hissedeceğimi öyle şaşırmıştım ki tepki veremeden, gözlerine bakamadan orada öylece durmaktan başka bir şey yapamadım.

Senin suçun değildi, demek istiyordum ama hangi cümleyi kurarsam kurayım bana inanacak gibi durmuyordu. Sabaha kadar onunla burada tıkılı kalsam, yaşananların tek sorumlusunun babam olduğunu anlatsam, bana ama ile başlayan yüzlerce cümle kuracak ve okları kendine doğrultacak gibiydi. Sahiden yapmak istedim ama suçlulukla gözlerimi kaçırmak dışında hiçbir haltı beceremedim.

Oysa aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapatırken dibime kadar sokuldu. Bakışlarımı yakalamaya çalışıp bir elini koluma bıraktığında, zihnimde dolanan düşüncelerin aksine bütün bir hayatı buna bağlıymış gibi ciddi bir ihtiyaçla "Bir şey söyle." dedi. "Bir şey söyle, Jungkook. N'olursun."

Suskunluğumun nedenini neye yormuştu bilmiyordum ama özür dilememek için susuyordum. Belki de dilemeliydim. Belki de kaçtığı için teşekkür etmeliydim ona. Bilmediği bir şeye bu şekilde istismar edilerek sokulması midemi bulandırmıştı. Midem deli gibi bulanıyordu sahiden, konuşsam kusacaktım. Üstelik bunu teyzesine onu koruyacağına dair söz veren bir adam yapmıştı. Davayı kazanmak için eve gelip giden avukatları, Hanbin'in deli gibi uğraşlarını hala hatırlıyordum. Aklım ermiyordu yine de. Bunu bu kadar bilmiyor olması akıl alır şey değildi. Boşlukları dolduramasam da ona inanıyordum. Jimin bilse bir saniye bile kalmazdı yanımızda. Kalmamıştı da zaten.

Sanki aklımdaki saniyelik şüpheyi duymuş gibi yana bıraktığım başımı kendisine çevirip gözlerimin içine baktı bir defa daha. Onu hayatımda hiç bu kadar çaresiz gördüğümü hatırlamıyordum. Sanki gözlerinde, annesini kaybettiği gün kapımıza geldiği o minik Jimin'in binlercesi vardı. Gözlerim dolarken içime titrek bir nefes aldım. Ben soru sormasam da "Yemin ederim ne taşıdığımı bilmiyordum." dedi. "İşini öyle profesyonelce yapıyordu ki ondan bir saniye bile şüphelenmedim, Jungkook. Para taşıdığımızı sandım. Aklımın ucundan bile geçmedi..."

Son cümlesini, devamında bir şeyler daha söyleyecekmiş gibi havada bıraktı. Gözlerimi merakla yüzüne diktim. Çoktan yanaklarımdan akan yaşlarımla karşısında savunmasız bir biçimde dururken aslında içten içe devamında ne söyleyeceğini biliyordum. Gözlerinde görmüştüm.

"Ta ki o geceye kadar." dedi, tükürür gibi. Nefesimi tuttum. Her şeyin köklü bir biçimde değiştiği o iğrenç gece... Beni bir tek gecede evren, kimsesiz bırakmıştı. Jimin sanki sebebi kendisiymiş gibi benden yine uzaklaşırken "Aslında o gece dönmememiz gerekiyordu," diye mırıldandı. "Hatırlıyor musun?"

Yaklaşan bir fırtına yüzünden uçuşumuz erkene alınmıştı, hatırlıyordum. Aslında bir gün sonra gelmemiz gerekirken o lanet günde Busan'daydık. Olmamalıydık.

Hayatım boyunca hiç hissetmediğim bir korku kalbimi avucunun içine alıp sıkıştırırken gözlerimi kapadım. Bir yanım duyacaklarımın bende açacağı yaraları düşünüp kaçmak istiyordu, öteki yanım ölüsünü bir kere bile göremediğim annemi galerideki son anlarına götüren detayları duymayı bekliyordu bu yüzden sorusunu kafamı aşağı yukarı sallayarak cevapladım. Her şey babam yüzünden olmuştu belki ama bu neyi değiştirecekse bir çocuk gibi yine de onun tanımadığım biri tarafından öldürülmüş olmasını umdum. Babam tarafından değil.

"O gece galeriye gittiğimde her şey çoktan olmuştu. Soo Min anne hala oradaydı-"

Dudaklarından kopan hıçkırık kalbimin o korkulu ellerin arasında bir defa daha sıkılmasına neden olduğunda anne kelimesi sesiyle birlikte içimde yankılandı. Üstelik ağıdı konuşmasını bölmüş, içimde ona sarılmak için güçlü bir istek yaratmıştı. Keşke o gücü bacaklarımda ve kollarımda da bulabilseydim ama bitmiş vaziyetteydim. Sırtımı bir yerlere dayamıyor olsam çoktan düşmüştüm. Gözlerimden boşalan yaşları bile burnumu çekme ihtiyacı hissettiğimde fark etmiştim.

Birkaç dakika, toparlanabilmek için kendine zaman tanıdı. Bu birkaç dakikalık zamanı ikimizin de sarılarak geçirmesi gerekirken iki adımlık küçücük alanda birbirimizden uzaktaydık. Birazdan onun kadar şiddetli olmasa da ağlamaya devam ettiğim için incecik çıkan sesini zar zor duydum. İçine derin bir nefes alıp birkaç kere büyükçe yutkunmasının ardından konuşmuştu.

"Yerde kanlar içinde hareketsiz yatıyordu ve baban başında ağlıyordu. Etrafta yabancı kimse yoktu. Polise bile haber verilmemişti. Annen, baban bir de Hanbin vardı sadece."

Jimin gitmiş ve bir daha gelmemişti. Onun yerine sanki hiçbir şey olmamış gibi beni Hanbin sokmuştu içeri. En azından birimizin anahtarı olsaydı her şey çok daha farklı devam edebilirdi. Uçuşumuz öne alınmasaydı, o günleri yanımda Jimin varken atlatmaya çalışabilirdim. Babalarımız en başından koca birer hayal kırıklığı çıkmamış olsaydı başımıza bunların hiçbiri gelmeyebilirdi. Mutlu büyürdük, yarasız yürürdük, ellerimiz belki hiç ayrılmazdı ama hepsi olmuştu işte. Evren bizim için dizilişini acımasız bir sıraya sokmuştu. Yanlış zamanda, yanlış yerde, korkunç insanların kurbanı olmuştuk. Bu haksızlığı içimde öyle kolay sindiremedim.

"Ne olduğunu anlayamadan baban beni 'bunu yapanı araştırmam için' bir adrese gönderdi. Annenin katilini bulmamı istiyordu ama ben hiçbir şey anlamamıştım. Soo Min anne gibi birinden kimin ne isteyeceğini anlamamıştım bu yüzden bambaşka bir şehire seni ardımda o halde bırakıp giderken beynimi patlatacak kadar çok düşünüp durdum."

Bunu bir görev bilinciyle mi yapmıştı, annem için mi yapmıştı yoksa benim için mi bilmiyordum. Her şey yavaş yavaş açığa çıkarken Jimin'i yanımda tüm bu sebeplerine rağmen bundan daha çok isterdim ama bunu biliyordum. Katili öğrenmeye ihtiyacım yoktu. Jimin'e ihtiyacım vardı o zamanlar çünkü annemin aslında öldürüldüğünü bile bilmiyordum. Babam böyle büyük bir gerçeği benden gizlemişti. İhtiyacım olan Jimin'in sıcacık kollarıydı, bir katilin ismi ya da görüntüsü değil.

"Annenin katilini aramaya gitmiştim. Annenin katilini bulup dönecektim ama dahasıyla döndüm çünkü babanın tam olarak ne yaptığını öğrenemesem de masum işler çevirmediğini anlamama yetecek kadar insanla muhatap olmuştum."

Kendi kimsesizliğimi ve kırgınlıklarımı unutup bir saniyeliğine Jimin'in yaşadığı hayal kırıklığını düşünürken ağlamamın şiddetlenmesine engel olamamıştım. Onu yanında büyütmüştü. Babam onu yanında büyütmüştü ve sonunda onu yanında büyüten başka birinin, belki de ihtiyacı olan sevgiyi ona en çok sağlayan kişinin, annemin ölümüne sebep olmuştu. Jimin babama her zaman o kadar sadık, o kadar minnettardı ki gerçekte kim olduğunu öğrendiğinde yaşadığı hayal kırıklığını düşünüp onun acısıyla da yoğruldum.

"Döndüğümde annenin katilinin kim olduğunu bulamamıştım ama baban hakkında daha çok şey öğrenmek için işi kurcalayıp durdum. Kulağına gitmiş. Beni uyardı, ya da tehdit etti demeliyim."

Bakışlarını diktiği yerden kaldırıp nihayet bana baktığında mahçubiyetle bakışlarına karşılık verdim. Elimden mahçup olmak dışında hiçbir şey gelmiyordu. Babamı ben yaratmamıştım ama onun böyle iğrenç biri çıkması, Jimin'in hayatını mahvetmesi dahası onu tehdit etmesi kendi suçummuş gibi hissettirmişti. Yutkundum ve bu defa onun yerine ben kaçırdım bakışlarımı.

"İşine burnumu sokarsam beni onca zaman yaptıklarım için polise verebileceğini söyledi, önümde babam gibi bir örnek varken şüphesiz içeri tıkarlarmış beni. Ben de daha kapalı bir biçimde babanı araştırmaya devam ettim, Namjoon'dan Hanbin'in dosyalarını karıştırmasını istedim, aklıma gelen birkaç isim vermiştim ona ama sanki babanın uzak dur, emrini yerine getiriyormuşum gibi davranmaya özen gösterdim; galeriye gelip gitmeye, işlerle ilgileniyormuşum gibi görünmeye... O gün partiden attığım story de bunlara bir örnekti. Hiçbir şey umurumda değilmiş gibi yapmaya çalıştım, Jungkook. O kadar zordu ki..."

Yumruklarımı sıktım. Hayatta düşünebileceğim son şey babamın, tüm ilgisizliğine, ona karşı cenazeden bu yana içimde biriktirdiğim tüm öfkeye rağmen aklımdan hiç geçirmediğim halde böyle biri çıkmasıydı. Sıktığım yumrukları babamın suratına indirmek istiyordum. Jimin'i böyle kolayca tehdit ederken geçmişini ona karşı kullanması içime öyle oturmuştu ki babamı Jimin'den özür dileyene kadar dövmek istiyordum. Üstelik bana o zamana kadar yaşadığım en büyük hayal kırıklıklarından birini yaşatmıştı. Ben o parti yüzünden kendimi asla affetmeyeceğim bir hata yapmıştım. İçimde büyük bir oyuk açmıştım ve hepsi için Jimin'i suçlamıştım. Belki tüm bunların ortasında annemden sonraki en masum kişiyi.

"İşin korkunç yanı ne biliyor musun?" diye sordu, omuzlarımı sallayarak karşılık verdim. Burnunu çekip elinin tersiyle yüzünü silerken "Babam denen şerefsiz beni baban hakkında uyarmıştı. Dün söylediğimi hatırlıyor musun? Okuduğum ilk ve tek mektubunda onunla alakalı öyle korkunç şeyler söylemiş beni baban konusunda öyle ciddi uyarmıştı ki ve ben babana öyle minnettardım ki bir daha ondan gelen hiçbir mektubu okumadım."

Bu sefer de ben burnumu çektiğimde onu böyle mahçup yarattığı için tanrıya kızdım. "Öyle pislik bir herifi bile haklı çıkardı." dedi sesi titreyerek. Hayal kırıklığı tamlamasının bir şekli olsaydı o an herkesin karşısına Jimin çıkardı. O kadar ki sesinden bile duyuluyordu ne kadar yıkıldığı.

"Sonunda ne işler çevirdiğini buldum, beni nelere alet ettiğini. Busan'ın en büyük uyuşturucu tacirlerinden biri olduğunu, o geceyi biz evde yokuz diye ayarladığını, annenin şans eseri orada bulunduğunu, çıkan uyuşmazlıkla seken kurşunların birinin onu bulduğunu... Kendimi suçladım, anlıyor musun? Tüm bunlara ucundan da olsa müdahil olduğum için kendimi suçladım, Jungkook. Sanki anneni ben-"

Dudaklarının arasından bir hıçkırık daha kaçtığında buğulu gözlerimi kaldırıp yeniden ona baktım. Yüzü kıpkırmızıydı. Sanki konuştukça küçülüyor, küçüldükçe masumlaşıyordu. Sanki git gide on bir yaşındaki Jimin'e dönüşüyordu. Başka bir babanın daha kurbanı olmuştu işte ve yine annesini bir baba yüzünden kaybetmişti. On bir yaşında gibiydi sahiden. Çaresizliği, üzüntüsü, masumluğu... Kendini suçlamasına dayanamadım. Bir şeyler söylemek istiyordum. Zihnimde karmakarışık bir haritaya dönmüş fikirlerin arasından sıyırıp "Senin suçun değildi." cümlesini çıkarmak istiyordum ama nedense gücüm yetmedi.

O da ağlayamaya devam ederken "Bir şey söyle." dedi, benim de bunu istediğimi duymuş gibi. "Yalvarırım, Jungkook bir şey söyle bana."

Sesimi ve düşüncelerimin arasından yakaladığım bir boşlukla "Beni o adamla aynı evin içinde bırakıp nasıl gidersin?" diye sordum. Fısıltım o kadar cansızdı ki ben bile kendimi zor duymuştum.

Ona hiçbirinin kendi suçu olmadığını söylemek istemiştim ama bunun yerine istemeden de olsa onu suçlamıştım. Ağzımı açana kadar böyle bir şey söyleyeceğimi ben de bilmiyordum. Farkında olmadan en çok kırıldığım şey bu olmuştu. Gidişinin bende bıraktığı izleri silemiyordum. O gece bana bir duvarı öpüyormuşum kadar hiç hissettirmesini içimde aşamıyordum. "Beni bırakıp nasıl gidersin, Jimin? Nasıl kaçarsın? Nasıl yaparsın bunu?"

Önce, tüm anlattıklarının karşılığını böyle bir soruyla vermeme şaşırmış gibi kaşlarını havalandırdı. Sonra elinin tersiyle kurulamaya çalıştığı gözlerinde parıldayan bir alevle beni izleyip pür dikkat dinlemeye başladı. Burnumu çekerken ciğerlerimi havayla doldurmaya çalıştım ben de ve titreyen sesimle "Beni böyle bir herifin ellerine nasıl-" demeye çalışırken bana doğru adımladığını görüp duraksadım. Dibime kadar sokulduğunda gözlerindeki alevin sebebini anlamıştım. Onu suçlamamı istiyordu. Suçlu olduğuna kendini öyle inandırmıştı ki bunu belki de kafasındaki sesler dışında birinden duymaya ihtiyacı vardı. Sadece düşündüğü şekilde suçlanmadığı için biraz şaşkın, biraz da toparlanmış görünüyordu. Gözlerimi yumup içime derin bir nefes aldım.

"Ben aslında annenin katilini aradığımı sanırken babanın beni olanlardan uzaklaştırdığını anlayamayacak kadar ciddi büyük bir şok yaşamıştım." dedi, "Döndüğümde ne bir soruşturma yürütülüyordu ne de kimse annenin nasıl öldüğünü biliyordu. Sen bile bilmiyordun. Aptal gibi hissettim. Üstelik dahil olduğum şeyler öyle korkunçtu ki kendimi suçluyordum. Hem kimseyi bulamamış hem de seni yalnız bırakmıştım, Jungkook. Nasıl kaçıp gitmeseydim?"

O günlerde ihtiyacım olan tek şeyin kendi olduğunu biliyordu ve bunun pişmanlığını yaşıyordu. Bu acı diğer her şeyin arasında en masum olanıydı bu yüzden kıyamadım. Yaralarımın üstü kapanmamış olsa da anlattıklarıyla içim rahatlamıştı. Ona inanıyordum. Doğru söylediğini biliyordum aslında. Yanlış zamanda yanlış yerlerde bulunmuştu hepsi bu.  "Hiçbiri senin suçun değildi." dedim bu yüzden ciddi bir inatla. Bir nefes daha aldım ve "Hiçbiri." diye bastırdım. "Ben olsam ben de ardıma bile bakmadan kaçardım."

Az öncekilerden de ince sesiyle "Sen kaçma, Jungkook." dedi bana, nefesini dudaklarımın üzerinde hissetmiştim. Duyduklarımın silinmesi mümkün değildi belki ama aklımdaki yumak biraz dağıldı. O an, nefesini dudaklarımda hissettiğim an yanımda olduğu sürece dünyanın bütün zorluklarının altından kalkabileceğimi bildim. Jimin hem herkesim hem de kimsesizliğimdi benim. Gidelim dediğinde bunu hissetmiştim ama artık biliyordum işte. İhtiyacım olan tek şey, kendiydi.

Bir elini yanağımda hissettiğimde gözlerimi usul usul aralamıştım. Parmaklarının ucuna dünya üzerindeki bütün şefkatleri sığdırmış gibi yaşlarımı siliyordu. Bakışlarımız kesiştiğinde "Beni affedebilecek misin?" diye sordu. "Özür dilerim. Gittiğim için, seni o gece ve sonrasında yalnız bıraktığım için. Bir aptal gibi aslında sana sarılmam gerekirken içini rahatlatabilecek sebepler aradığım için. Bu zamana kadar babandan bir kere bile şüphe etmediğim için. Özür dilerim. Beni affedebilecek misin?"

Dudağında hayalet bir gülümsemeyle konuşurken yaşlı gözlerini gözlerimden çekmemişti. Yaptıklarını ne için yaptığını öğrenmemle onu özellikle annemi kaybettiğim ilk zamanlar beni yalnız bıraktığı için affetmem arasında fark vardı ve ben bunu şimdi düşünmek istemiyordum. Bu yüzden iki elimi de yüzüne çıkarıp onun yaptığı gibi yaşlarını silmeden önce sorusuna omuzlarımı sallayarak cevap verirken ağladığı için şişip kızarmış dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım. Yüzümdeki tutuşunu sıkılaştırdığında Jimin, geri çekilmek yerine gözlerini anında kapatıp öpücüğü biraz daha uzattı ve beni kendine bastırdı. Tam olarak adını koyamadığım garip bir çekingenlik ve yumuşaklıkla değmişti dudaklarıma. Beni beklemediğim kadar uzun öperken orada olduğumdan emin olmaya çalışıyormuş, bunu kendine hatırlatıyormuş gibi yavaş yavaş ama güçlüce bastırıyordu dudaklarını.

Biraz sonra elimi çenesine indirip onu kendimden uzaklaştırdığımda titreyen kirpikleri usulca aralanarak yaşlı gözlerini açığa çıkarmıştı yeniden. Hiç beklemesem de dokunuşundaki ürkekliği "Gittin sandım." diyerek açıklamaya çalıştı. Sesi o kadar kısık çıkmıştı, söylediği zihnimde yolunu o kadar bulamamıştı ki hiçbir şey anlamadım. Oysa baygın bakışlarıyla beni uzun uzun izlediği birkaç saniyenin ardından "Dün gece için pişman oldun ve beni bıraktın sandım." diyerek tekrar konuştu.

Sonra dudaklarıma bir öpücük daha kondurdu, ben çenesine sarılı parmağımı çekemeden. Bir öpücük daha ve geri çekilip can çekişiyormuş gibi "Sana bir daha hiç o şekilde dokunamayacağımı sandım." diye konuşmaya devam etti. Varsayımlarının yanlış çıktığını kendine ispat etmek ister gibi beni bir kere daha usul, derin derin öptü.

"Her şeyi öğrendin ve sonunda beni terk ettin sandım."

Nihayet neyden bahsettiğini anladığımda tüm yorgunluğuma rağmen gülmek geldi içimden. Öyle masum, öyle tatlı konuşuyordu ki dudaklarımı dudaklarına bastırmamak için büyük bir güç harcayıp "Uyandırmak istememiştim sabah." diye kendimi açıklamaya çalıştım. Yüzümdeki tutuşu usul usul boynuma, oradan gövdeme ve sonunda da belime geçerken bana fark etmeden biraz daha sokulmuştu. "Telefonumun şarjı bitmişti. Başucuna bir not bıraktım ben de."

"Görmedim." dedi, alt gövdesini benimkine bastırıp nefesini çenemde hissedeceğim kadar dibime sokulduğunda soluğundaki alkol kokusunu az da olsa duyabilmiştim bir şekilde. "Yanımda sen olmadan uyanınca o kadar delirdim ki hiçbir şeyi görmedim."

Bir yanım saniyenin onda biri kadarlık bir süreliğine, beni öptüğü gecenin sabahında yanımda o olmadan uyandığımda nasıl hissettiysem öyle hissetmesine sevindi ama sonra gözlerinde gördüğüm yoğun endişe, dudaklarından kaçan hızlı nefeslerinde duyduğum alkol kokusu beni kendime getirdi. Canımı acıttı. Anında dolan gözlerimle izlediğim gözleri bir kere daha kapandı. Sanki orada olduğuma emin olmak istiyormuş gibi belimde duran elleri sırtıma dolandı ve Jimin bana sıkı sıkı sarılırken yüzünü boynuma sakladı.

Tutuşu yeterli gelmemiş olmalı ki "Buradasın." diye fısıldadı. "Hepsini öğrendin ve şimdi buradasın. Kollarımda."

"Hepsini öğrenmedim." dedim, "Hem sen beraber içeceğiz dediğin şarabı mı içtin?"

"Benimle içki falan içmeyeceğini söylemiştin." diye mırıldandı, boynuma üflediği nefesi beni gıdıklamıştı yine de yüzümü sabit tutmayı başardım. "Hem iğrençti tadı, bir kadehine dayanabildim sadece." diye açıklamaya çalıştı kendini suçlu bir çocuk gibi. "Düzgün saklayamamışım."

"Beni bekleyememiş olman takdire şayan gerçekten." dedim, "Yoktun ki." diye karşılık verdi anında. Sesi mızmız çocuklar gibi çıkıyordu ve bu gülümsememi sağladı. Tüm yorgunluğuma rağmen bunu başarmıştı.

"Gittin sandım. Ölecektim kahrımdan."

Kıkırdadığımda kafasını kaldırıp yüzüme ters ters baktı. Ben de sırıtmayı kesip dilimin ucuna kadar gelen intikam dolu cümleleri yuttum ve "Buradayım." dedim, "Bir yere gittiğim yok ama küsüm seninle."

Neye küs olduğumu bile sormadan "Özür dilerim." dedi, "Başka bir tane alırım, söz." Yeniden güldüm ve Jimin beni muhteşem bir manzaraymışım gibi izledi bir süre. Evine girdiğim andan beri aşağı kıvrılmış dudakları içtenlikle titremişti. Bir saniyeliğine iç geçirip "Sen hiç gitme, Jungkook." dedi. "Yalvarırım hiç gitme. Sarhoşum diye söylemiyorum. Sahiden ölecektim."

Sonra da utanmış gibi yüzünü boynuma yeniden gizleyip dün gecekiler kadar sulu bir şekilde öptü beni. Bu hali ve öpücüğü başımı döndürse de ana odaklanmaya çalışarak "Hani bir kadeh içmiştin sadece?" diye sordum. "Sarhoşum diyorsun şimdi de."

"Anlamıyorsun ki," dedi, dudaklarını boynumdan çekip birkaç parmak ötemde tuttuğu kafasını sağa sola sallarken. Gözlerinde parıldayan ışık zemini ayaklarımdan çekip aldığından ona sıkı sıkı tutundum. "Bir tek kadeh içtim, beni sarhoş eden içki değil, senin güzelliğin."

Buraya kadardı.

Öğrendiğim tüm gerçekleri sindirmek için kullanacağım zamanı ileriki tarihlerden birine atarken önce kafamın birkaç parmak ötesindeki yüzünü sıkıca tuttum sonra da onu arkasındaki duvara yaslayıp korkunç bir özlemle öpmeye başladım. Neye uğradığınını şaşırmış dudaklarını bir an duraksatsa da belimdeki tutuşunu sıkılaştırıp beni kendine bastırması bir saniyemizi almıştı. Bir saniye sonra dolgun dudaklarını benimkilerin üzerinde hareket ettirmeye başladı ve bir kolunu usul usul gövdemde dolaştırıp enseme sararken ötekini kalçama bıraktı. Parmaklarının ucunda içimi ürperten bir şefkat, başımı döndüren bir sıcaklık vardı. Dilimi dudaklarının üzerinde gezdiriyor olmama rağmen bu hareketiyle inlediğim için ağzı aralanan ben olmuştum bu yüzden. Vakit kaybetmeden dilini ağzımın içine gönderdiğinde benimkilerin aksine hareketleri daha yumuşak, daha yavaştı. Nasıl olduysa bu kanıma karışmış özlemin miktarını artırdı. Dilini önce dilimde sonra dişlerimin üzerinde ve sonunda da damağımda usul usul gezdirirken şımarık çocuklar gibi mızmızlanmıştım ağzının içine doğru. Onu öyle çok özlemiştim, kaybettiğimiz zamanı telafi etmeye başlamak için öyle sabırsızlanıyordum ki onunkine bitişik yaşamayı seve seve kabul edecek göğsümü göğsüne bastırıp kasıklarına sürtünerek kollarımı boynuna sardım. Kalbim kanımın bir kısmını özlemle yakıp kavurmaya devam etsin diye gövdemde bırakırken kalan kısmını anında kasıklarıma yollamıştı. Başım arzuyla öyle bir döndü ki sınırları zorlayıp ona biraz daha yaslanmaya çalıştım. Jimin benimle birlikte inledi ama beni öpmeye devam etmek yerine bir saniyeliğine kafasını geri yaslayıp "Jungkook-" dedi soluk soluğa. Birbirinden ayrılmaya hiç niyetleri yokmuş gibi hızlı ve ritmik hareketlerle inip kalkan göğüslerimize eşlik etsinler diye dudaklarımızı yeniden birleştirerek onu susturdum. Ama o ensemdeki eliyle saçlarımı çekiştirdikten sonra yüzümü kendinden uzaklaştırmaya çalıştı bir defa daha. Sızlanarak hareketine boyun eğdiğimde "Doğru bir zaman olmayabilir." diye mırıldandı. Onu her yanımda gümbür gümbür atan kalbimin sesi yüzünden zar zor duymuştum."Öğrendiklerin henüz çok taze."

Haklı olabilirdi. Çok yorgun hissediyordum. Çok yorgundum yine de onu özlemiştim ve bunu istiyordum. Babamın nasıl bir insan olduğu hakkında düşünebilmem için önümde yüzlerce gün vardı zaten. Ama Jimin'e kavuşmuşken, sonunda gerçekten aramızda herhangi bir duvarın kalmadığını hissederken sonuna kadar gitmek de istiyordum. Dokunuşlarını, beni diri tutan, yaşadığımı hissettiren dokunuşlarını saçma sapan insanlar yüzünden tenimden esirgediği halihazırda yüzlerce gün geçirmiştik. Ben onu istiyordum. Kalbimin merkezine kurulmuş özlemim o saniyelerde öyle baskındı ki ona karışmak dışında hiçbir şey düşünemiyordum.

Bu yüzden aceleyle "Zaman bizim için zaten doğru akmıyor, Jimin." diye mırıldandım hemen. "Öyle çok heba ettik ki üstelik onu."

Kurduğum cümleler için aldığım karşılık kısacık bir nefesti önce. Sonra beklemediğim bir anda "Aç gözlerini," diye emretti. Emrine itaat ederken araladığım gözlerimin ardından onu izledim. Hiçbir meleğin, Tanrı'nın emirlerini bile bu kadar çabuk ve istekle yerine getirdiğini sanmıyordum. Jimin bana bu ses tonuyla dilediği her şeyi yaptırabilirdi, bir kere daha durmamı söylese ona boyun eğecektim biliyordum.

Oysa bir şey söylemeden birkaç saniye yüzümü uzun uzun izledi. Gittikçe kararan bakışlarını yüzümde gezdirmeye devam ederken karnıma, heyecanına anlam veremediğim bir sancı soktu. Nasıl olduysa ikna olmuş, gözlerini o karanlığın içinde yanan alevlerle yüzümde biraz daha gezdirmiş ve sonunda bana doğru bir adım atmıştı. Kalbim adımına eşlik ederek göğsümün soluna hızlıca vurdu. Dudaklarımın arasından kaçmasını önleyemediğim heyecanlı bir nefes yüzüne vurduğunda bakışları biraz daha karardı. Gözlerindeki alev biraz daha harlandı. Karnımdaki sancı etkisini artırdı. Adımıyla gerileyen bedenimi takip ederken parmakları tişörtümün eteklerine sarıldı. Yavaş hareketleri içimdeki özlemi doruk noktasına çıkarıyordu ama şikayetçi değildim çünkü aynı şekilde heyecanım da katlanmıştı. Görünürde hiçbir şey yapmadığı halde karnım deli gibi ağrıyordu. Çok seksiydi. Kalbimin toy, heyecanlı çarpışlarından, gittikçe kalkıp inişini hızlandıran göğsümden saldığım nefeslerimin sesinden başka çıt bile yoktu. Dünyada sadece ikimiz kalmışız gibi hissettiren bakışları üzerimi bir saniye bile terk etmiyordu üstelik. Gözlerini gözlerimden yalnızca bir saniyeliğine araya kumaş parçası girdiğinde çekmiş ve arzu dolu bakışlarıyla bile nefesimin hızlanmasına neden olurken tişörtümü çıkarmıştı. Sonra bana doğru bir adım daha attı. Elleri ellerimi buldu. Yutkunmak istedim ama bakışlarıyla bile kavurduğu tenimde, çıplak sırtımda duvarın soğukluğunu hissedince bunun yerine inledim. Hiçbir şey yapmadığım halde Jimin de inledi ve buna daha fazla katlanamıyormuş gibi ellerimi başımın üzerinden iki yanıma sabitleyip bedenimi duvara iyice yapıştırdıktan sonra üst dudağıma minik bir öpücük kondurdu. Neden böyle yapıyordu bilmiyordum ama bu bir saniyelik öpücüğü sırasında da gözlerini gözlerimden ayırmayınca utanacağım kadar büyük bir arzuyla inleyip bedenimi bedenine bastırmaya çalıştım. Bu ihtiyaç dolu hareketime rağmen istediğimi vermek yerine bana yine yavaşça yaklaşarak dudaklarımı öptü yeniden. Ellerimi boynuna sararken onu kendime bastırmak, dilimle ağzının her yanını onun inanılmaz yavaş hareketlerinin aksine içimde çağlayan özlemle dağıtmak istiyordum ama beni bırakmıyordu. Hareketini hızlandırmıyordu. Çareyi üst gövdemin kontrolünü ona verirken alt gövdemi kasığına bastırmakta bulmuştum.

Her yanımda bir yangın çıkmış gibi ağzım ve boğazım kupkuruydu. Bunu benim yapmış olmama rağmen duvara sabitlediği ellerimle ellerini sıkıca tutmak zorunda kalmıştım çünkü dizlerimdeki güç çekilmişti ve düşmekten korkmuştum. Çaresiz bir ihtiyaçla izlediğim yüzünü hafifçe buruşturup kasıklarımız birbirine değdiği an başımı daha da döndüren bir sesle inlemiş ve sabrını taşırmışım gibi öpücüklerini derinleştirmişti nihayet. Benimkine arzuyla kapanan ağzına anında dilimi deldirdiğimde onu kendime daha sıkı bastırmak istiyordum. Oysa ellerimi bırakmadan önce bu isteğimi duymuş gibi beni iyice duvara, bedenini de bedenime yaslamıştı. Sımsıcak gövdesi benim çıplak gövdem üzerinde dans ediyorken ona değen her bir parçam karıncalanmış gibi hissediyordum. Dolgun dudaklarını dudaklarımın arasında emdiğim sırada ortaya çıkan sesler başımı döndürüyor, engelleyemediğim bir ihtiyaçla onunkine yükselen bedenimde bu hiç duymadığım heyecan nefesimi kesiyordu. Kalbim vücuduma ihtiyacı olan kanı pompalamaya çalışırken öyle çırpınıyordu ki Tanrı ona yardımcı olması için bir kalbi daha sanki kasıklarıma bırakmıştı. Göğsümün sol yanındaki ateşin aynısını bacak aramda da hissediyordum ve bu ateş dizlerimin dermanıyla harlanıyormuş gibi beni güçsüz bırakırken gittikçe etkisini artırıyordu. Dilimle ağzının her bir zerresini uslu çocuklar gibi dağıtmama izin verdiği sırada ağzımın içine bıraktığı inlemeleri arzudan gözlerimi karartıyordu. Ona tutunmaya deli gibi ihtiyacım vardı. Bu ihtiyaçla yüzümü onunkine iyice yaslayıp inlediğimde nihayet beni kıvrandırmayı keserek ellerimi bıraktı ama ben daha kollarımı aşağı indiremeden tenimden çekmediği parmak uçlarını usul usul gövdeme kadar indirip köprücük kemiklerimde dolaştırdı. Bu sırada kollarımı boynuna dolayıp onu kendime sanki çok uzakmış gibi iyice bastırmıştım. Tişörtünün kumaşı çıplak göğsüme değdiğinde tüylerim diken diken olmuştu. Parmak uçlarını yaramaz bir uyuşuklukla boynuma, dün emdiği yere dokundurunca hepsi üst üste bindi: hem canım yandığından hem de dokunuşu oraya bıraktığı sulu öpücüklerini hatırlattığından inledim. Onu kuvvetlice sarmış kollarımdan sıyrıldı. Dudaklarımızı birbirinden ayırırken ortaya çıkan ses bile başımı döndürdü. Gözlerimin içine yine biraz önceki gibi uzun uzun baktı. Neyden emin olmaya çalıştığını bilmiyordum ama göğsünü göğsümden ayırdığı için tüylerim ürpermişti, üşüyordum.

Bu yüzden "Jimin," diye mızmızlandım, "Söyle Kara'm." dedi, gövdemin her bir zerresini dolaşan arzuma rağmen burnumun ucu sızladı. Dolu dolu olmuş gözlerimi ondan kaçırmadan önce "Lütfen devam et." dedim, utanmıştım, oysa gözleri küçücük kalana dek gülümsedi. Burnunu yanağıma sürtüp beni usulca öptüğünde "Onun için değil," dedi. "Öyle güzelsin ki sana her yanımla karışırken gözlerimi bundan mahrum bırakmak istemiyorum."

Dünden beri ardını bırakmadığı itiraf ve iltifatlarına onun yaptığı şekillerde karşılık vermeyi, onun kadar sakin konuşabilmeyi, gözlerinin içine içine onu ne çok sevdiğimi söyleyebilmeyi ben de çok istiyordum ama tüm bunları yapamayacak kadar heyecanlıydım. Bu heyecanla boynundan çözmediğim kollarımı ona bir defa daha sarılmak için kullandım ve dudaklarımı dudaklarına bastırırken usulca öpmeye başladım. Anın gerçekliği gözlerimdeki doluluk oranını artırmıştı.

Bana sürekli böyle güzel olduğumu mu söyleyecekti bundan sonra? Bitmiş miydi? Dilediğim kadar öpebilecek miydim onu? Hep yanımda mı olacaktı? Onu ihtiyacım olan her seferde burnumun dibinde mi bulacaktım? Bana söylediklerine aptal kalbim teklemeyecek kadar bağışıklık mı kazanacaktım?

Onu çok seviyordum. Dünyadaki bütün sevgilerin toplamını içimde biriktirecek kadar çok seviyordum.

Bütün eksikliklere rağmen bir an olsun ayrılmayıp onunla birlikte yeniden kuracağım hayatımın bu yeni evresini de çok sevecektim, biliyordum.

Kelimelerle aram onunki kadar iyi olmadığı için bu sevgiyi döküp önüne serebileceğim bir cümle bulamadım bu yüzden konuşmak yerine aklımda düşüncelerle onu usulca öptüm durdum. Birazdan benim kadar heyecanlı hissettiren bir hareketle öpüşümüzü derinleştirip diliyle dudaklarımı yokladı Jimin. Elleri belimin iki yanında eşofmanının lastiğine tutunmuştu. Tüm duygusallığımdan sıyrılıp yeniden bir arzu denizi içinde boğulmama neden olacak şekilde kasığını, aşağı yukarı usulca hareket ederek kasığıma sürttü. Benimle aynı anda inlerken bu hareketini birkaç defa tekrarlayarak bacaklarımın arasındaki kalbin atışlarını hızlandırdı. Sonunda yarı yarıya sertleşmiş organını benimkinin üzerinde öyle net hissettim ki dudaklarından ayrılıp başımı geriye yaslayarak inlemek zorunda kaldım.

O da bu fırsatı dudaklarını çeneme, oradan boynuma ve oradan da gövdeme sürüklemekle kullandı. Sıcacık, dolgun dudakları kendince bir yol çizerek yangınımı katlarken göğsümün iki yanına öpücük kondurdu Jimin ve bu defa öpücükle yetinmek yerine dün gece boynuma yaptığını yaptı. Beni dudaklarındaki iki et parçası arasında eritirken dilini gövdeme bastırıp emdi. Parmaklarım engel olamadığım bir hızla saçlarına yapıştı. Bu hem gıdıklayan hem de başımı döndüren bir histi, yabancısı olduğumdan onu kendimden uzaklaştıracağımı sandım ama aksine kafasını tenime bastırmıştım. Hareketimle birlikte gövdemin üzerine bıraktığı dudaklarından önce sıcacık bir nefes sonra da bir kıkırtı kaçtı. Gözlerimi yumdum. Tüylerim başta olmak üzere her yerimi diken diken ederken dudaklarını, dilini gövdemin her yerinde gezdirdi bir süre. O kadar hızlı nefes alıp veriyordum ki gövdemdeki yangın boğazıma kadar sıçradı. Boğazım kupkuruydu.

Ben daha fazla devam etmez sanırken Jimin sahiden de vanilyalı bir dondurmaymışım gibi beni dudakları arasında eritip durdu. Dokunuşlarını karın kaslarımın üzerine bıraktığında boksa gittiğim o bir aylık süre için çok mutlu oldum. Heyecandan sürekli kasılan vücudumda karın kaslarım oldukça belirgindi. Jimin alev alev dudaklarını karnımda da gezdirdi ama bu defa biraz fazla oyalanmıştı. Heyecanla kafamı eğip ona baktım.

Neredeyse dizlerinin üzerine çökmüştü. Parmakları müthiş bir çekicilikle üzerimdeki eşofmanın lastiklerinde bekliyordu. Dudaklarıyla dilini öyle büyük bir hasretle karnımda dolaştırıyordu ki arzu ve hareketlerine benzer duygular yüzünden gözlerim doldu. Saçlarını çekiştirdim. Bir saniyeliğine gözlerini, dudaklarını tenimden ayırmadan gözlerime dikti. O bir saniyelik bakışı kalbimi tekletmeye yetti ve sessizce inledim. Bakışlarında bir şey karardı. Burnunu göbeğime sürtüp kokumu içine çektikten sonra beni yeniden öptü ve yapacağı şey için onayımı bekliyormuş gibi tekrar baktı gözlerimin içine.

Güçlükle yutkunmayı başarıp onay beklediği şeyin ne olduğunu anladığımda sadece bir saniyeliğine ikimizi bu pozisyonda hayal ederek kafamı geriye yatırdım ve inledim. Jimin de o bir saniyede beklediği onayı almış gibi dün gece gitmediği kadar ileri gitti.

Bu defa utanmama aldırmazken eşofmanı belimden çamaşırımla birlikte sıyırmadan önce dizlerinin üzerine tamamen çökmüştü. Kirpiklerine değip göbeğime yapışan organım utançla bakışlarımı yeniden kaçırmama neden olurken başımı arkamdaki duvara yaslamıştım. Üzerimdekini sıyırdığı andan beri çırılçıplak bedenime değen hava tüylerimi ürpertiyordu. Beni daha da sertleştiren, diken diken eden şey o havanın arasında sıcacık nefesini tenimde hissetmem oldu. Kesik nefesiyle dokunduğu organımın bedenim gibi titremesine neden olurken dolgun dudaklarını tenime bastırıp beni öptü önce. Şaşkınlık ve heyecanla içime derin bir nefes çekip bekledim. Bir saniyelik bekleyişin ardından dudaklarını yeniden, bu defa kasığımda hissettim. Göbeğimi, organımın etrafını, üst bacaklarımın iç kısmını öperek beni titretmeye devam etti bir süre. Sonunda da içime çektiğim o derin, heyecanlı nefeste boğulmama neden olacak bir hareketle beni ağzının içine aldı birden.

Öksürmekle inlemek karışımı yüksek tınılı sesimi, elimi ağzıma bastırarak durdurmaya çalıştım ama o beni aldığı gibi ağzından çıkarırken dilini boydan boya üzerimde gezdirdiği için mümkün olmadı bu. Dizlerimdeki deli titremeyle bir elim ağzımda öteki saçlarına sarılı bekledim. Başım öyle fena dönüyordu ki ağzının içinde kalbim gibi atan penisime hakim olmaya çalışarak saçlarını çekiştirmiştim. Sıcacıktı. Ağzının içi de burnundan çıkıp tenime değen nefesi de tüm kanımı içinde biriktirmiş gibi hissettiğim organım da o kadar sıcaktı ki bayılacağımı sandım. Üstelik kafamı aşağı eğip ona bakmak gibi büyük bir hata yapmıştım.

Dizlerinin üzerindeydi. Elleri kalçalarımın iki yanına sarılı, dolgun dudakları her yerimdeydi. O dudakların beni kavrayışı öyle seksi bir görüntüydü ki bir defa daha inledim ve Jimin kirpiklerini aralarken gözlerimin içine baktı. Yanakları içine, sigara içtiği zamanlardan bile daha çok çökmüştü. Kanım bu görüntüsüyle başımı döndürecek bir hızla ağzının içindeki organıma kaydı. Duruşuyla bile öyle seksiydi ki dayanamadım.

İki elimle birlikte yakaladığım yüzünü başımı döndüren bir sesle tenimden ayırırken yüzüme kaldırdım ve tenimden kıskandığım dudaklarına dudaklarımı bastırdım. Heyecanımı fark etmiş gibi biraz önce yaşanan onca şeyin aksine usul usul öpüp sırtıma kollarını sararak beni sakinleştirmeye çalıştı, Jimin. Ben de ihtiyacım olan tüm desteği benimkine yasladığı bedeninden alırken dizginlemeye çalıştığım bedenimle kollarının arasında durmuştum. Birkaç dakika karnımdaki ağrıları azaltacak sakinlikle öpüşmüştük.

Sonunda dudaklarımızı ayırdığımda alnımı alnına yaslayıp "Dizlerim tutmuyor." diye itiraf ettim. Sinirlerimi bozan bir tatlılıkla kıkırdasa da ses çıkarmadan beni dinlemeye devam etti, terslenmek istiyordum ama yürüyebilmek için ona ihtiyacım vardı bu yüzden bir şey demedim. "Dizlerim tutmuyor, nasıl gideceğiz odana? Niye öyle yaptın ki zaten?"

Bu defa yüksek perdeden bir kahkaha bıraktı aramıza ve sabrımı taşırdığı için geri çekilip omuzuna bir tane geçirdim ben de. Kafamı çıplak organımın aramızdaki kumaşa değdiğinde hissettiğim heyecandan çekip almaya çalışarak gözlerimi aralarken ona ters ters baktım. "Kucağıma mı alayım?" diye sordu. Evli çiftlerin odalarına girdikleri sahneye benzer bir sahne canlandı zihnimde, gözlerimi devirmek yerine salak gibi sırıttım.

"Ayı gibi oğlanım belin ağrır şimdi."

Bu sefer omuzlarını sarsan bir kahkaha attı. O kadar güzel bir kahkahaydı ki bedenimin herhangi bir yerinde ufacık bir kaygı kırıntısı kalmışsa bile o da bu kahkahayla ortadan kalktı. Kafamı duvara yaslayıp onu üstten, içim giderek birkaç saniye izledim. Dudaklarının kıvrımları düşmedi ama gözleri tıpkı benimkiler gibi gittikçe buğulandı. Kollarımın arasında olduğuna kendimi inandırmak istediğim için eğilip gülümseyen dudaklarına bir öpücük bıraktım. Öpüşüme karşılık verirken beni belimden yakaladı ve hafifçe kaldırdığı bedenimi bir saniye sonra zemine değil de ayaklarının üzerine bıraktı.

Ayaklarım ayaklarının üzerinde düşmeyeyim diye boynuna sıkıca tutunduğum an dengemi sabit tutmayı başararak odasına kadar yürümüştüm onunla. Yatağına oturduğumuzda dizlerimi katlayıp ayaklarımın altına almış, üzerindeki tişörtü sıyırmıştım hemen. Yüzünü yakalayıp onu yeniden kendime çekerken biraz daha iddialı öpücüklerini ağırlamıştım dudaklarımda. Sonra dudaklarını bırakıp tıpkı onun yaptığı gibi çenesini, boynunu, kulağını, kulağının oradaki saçlarını öptüm. Kokusunu içime derin derin çektiğimde inlemişti ve hareketlerimin yavaşlığına katlanamıyormuş gibi beni dizlerimden yakalayıp altına çekmişti.

Pantolonunu üzerinden sıyırmadığı için kumaşla birlikte bana sürtündüğünde deli gibi inledim. Göbeğime yapışık organım onun çıplak gövdesi ve pantolonu arasında bana sürtündüğü her seferde mümkünmüş gibi biraz daha sertleşiyordu. Dudaklarımı dudaklarından kurtarıp aşağı doğru baktığımda aceleyle pantolonunun kemerini çözmeye çalıştım. Bana yardımcı olurken kumaşı kalçasından sıyırdı ama çamaşırını üzerinde bırakmıştı. Elimi bacaklarının arasına attığımda ıslanmış çamaşırının üzerinden onu okşadım. Dün gecekinden daha cesur ve baskın dokunuşumu hisseder hissetmez başını geriye yaslayıp inledi, Jimin. Ve bir saniye sonra "Seni çok seviyorum." dedi, "Ah, Jungkook. Öleceğim şimdi. Öyle çok seviyorum."

Kendini dokunuşuma bırakmış görüntüsü içimi gıdıkladığında kıkırdayıp dudaklarına yapışırken birkaç saniye daha onunla ilgilenmiş sonra da bedenini itip yatakta doğrulmasının ardından kucağına oturmuştum. Ağzımın içine doğru boğukça inlemeyi sürdürmüştü. Kollarımı sardığım omuzlarından tutup onu iyice kendime çektiğimde çıplak göğüslerimiz çarpışmıştı. Çamaşırının üzerinde bile neredeyse tamamen belli olan organına kalçamla sürtünürken muhteşem bir inleme daha kazandım ondan. Bu benim de başımı döndürmüştü çünkü öpüşmeye, ona sürtünmeye devam ederken açıkta olan organım gövdesine değiyordu. Bu onu daha aç öpmeme, ağzımı müthiş bir ihtiyaçla biraz daha, biraz daha açmama neden oluyordu. Ellerini çıplak kalçama indirip beni kendine bastırdığında kalbim yerinden çıkacakmış kadar hızlı çarpıyordu.

Bir süre elleri uslu bir biçimde kalçalarıma sarılı öylece bekledi ama ağzımın içinde dolaşan dili hızını artırmaya başladığında müthiş bir baskınlıkla kontrolü eline alıp hareketimi o yönetti. Kalçalarımı dilediği ritimde oynatmayı birkaç dakika daha sürdürüp dudaklarımı neredeyse yara edecek kadar uzun öpmüştü beni.

Birazdan bacaklarım kalçalarına sarılı, beni yatağa itti ve çamaşırını da çıkardı. En az benimki kadar sertleşmiş penisini gördüğümde yutkunup gözlerinin içine baktım. Utançla bakışlarını bakışlarımdan kaçırdıktan sonra çekmecesinde bir şeyler aradı. Sonunda bir kondom ve vazelin bulduğunda utancı benim yanaklarıma sıçradı.

Çekmecesinde bunların ne işi vardı?

Sorarsam daha çok utanacağını hissettiğim için dudaklarımı ısırdım ve beceriksiz hareketlerini uzandığım yerden izlemeye devam ettim. Önce titreyen parmaklarıyla kondomu penisine geçirmeye çalıştı, kıkırdamama neden olan acemiliği buna engel olunca doğrulup ona yardım ettim. Hem yanaklarındaki kızarıklık hem de ellerindeki titreme artmıştı ben üzerine eğilince. Sanki biraz önce beni yiyip bitirmemiş gibi şimdi utanıyordu. Güldüm. Beklemediğim bir tatlılıkla ellerimiz organının üzerindeyken yaptığı işe ara verip dudaklarıma birkaç saniyelik bir öpücük kondurmasına neden olmuştu gülüşüm.

Sonunda kondomu takmayı başardığımızda dudaklarımızı ayırıp biraz daha utanarak elindeki vazelini işaret etti ve "Şimdi," dedi. "Yani- Bununla seni hazırlamamız lazım sanırım."

O bu kadar utanmasa içerideki kadar iddialı olsa ben de utanmayacaktım ama çekingen sesiyle konuşurken bakışlarımı kaçırıp kafamı sallamak zorunda kalmıştım. Birkaç saniye sonra üzerime eğildi. Nefesini kulaklarımın hemen altında, parmaklarını hareketine alan sağlamak için araladığım kalçamda hissetmiştim. Bu yabancı hisle anında gerilen bedenimi gevşetmek istiyormuş gibi omuzuma ufak bir öpücük bırakmıştı Jimin. Sonra parmağını usul usul içime sokup çenemin kıvrımlarını öptü. Hareket etmeye, dudaklarını yanağımda dolaştırırken devam etti. Hem bu doluluğun garip bir his olmasından hem de buna sebep olan Jimin diye heyecandan inlemeye başladım. O da beni öpüp dururken yaptığını yapmaya devam etti.  Birazdan geri çekilmişti ve biraz daha vazelinle birlikte diğer parmağını da sokmuştu içime.

"Ah-" dedim, zar zor, aynı şeyleri birden fazla parmağı içimdeyken uzun uzun tekrarladığında. "Yeter, Jimin. Hadi."

Benden daha sabırsız bir heyecanla nefesimi tutmama neden olarak parmaklarını usulca içimden çekip birkaç saniyelik boşluğu organıyla doldurmuştu.

İstemeden bacaklarımı içe doğru kıvırdığımda Jimin ellerini çabucak belime sarmış ve sabit tutmaya çalıştığı bedenimi okşarken usul usul içime girmişti. Karnıma bıraktığı dokunuşları biraz gevşememe neden olsa da bu, parmaklarının yarattığı tufandan kat kat fazlaydı. Biraz canım acımış fazlaca şaşırmıştım bu yüzden alışmam kolay olmadı. Jimin canımın yandığını fark etmiş gibi durup "İyi misin?" diye sormuştu. Gözlerinde tüm o arzulu alevlerin etrafında şefkatli bir ışık parlıyordu. Neredeyse ağlayacakken kendimi son anda durdurup ona gülümsedim ve kafamı aşağı yukarı sallayarak cevapladım sorusunu. Bu şefkati aklıma ellerini getirmişti. İki elini de yakalayıp içime biraz daha girmesine, üzerime doğru biraz eğilmesine neden olurken onu kendime çektim ve açığa çıkardığım avuçlarına kocaman birer öpücük kondurdum. Jimin gözleri dolu dolu hareketimi izleyip yanağımı öptükten sonra içime tamamen girmişti. Bir saniyeliğine nefesim kesilse de canımın acıdığını ona belli etmemeye çalışarak üzerime uzanan omuzlarına sarılmıştım.

Birazdan geri çekilip yüzüme bakmıştı. Yine ne aradığını bilmiyordum, aklında bir soru vardı. Cevabını bulmuş gibi bir saniye sonra öptüğüm avucunu penisime sararken içimde usul usul hareket etmeye başladı.

O hareket edince kanım da eski hızını yeniden kazanıp başımı döndürmeye kaldığı yerden devam etti. İçimdeki doluluk, belimde ve organımda hissettiğim eli, bedenlerimizi birleştirip ayrırken çıkan sesler, kesik kesik inlemeleri başımı döndürüyordu. Gözlerimi yumup istediğim kadar inledim. Sonra Jimin üzerime eğildi ve ellerini bedenimden çekmeden beni öpmeye başladı. Anında boynuna sardığım kollarımdan destek alarak öpüşüne karşılık verdim ve bir saniye sonra bedeniyle birlikte doğrulup yeniden kucağına oturdum.

Şaşkınlıkla dudaklarımızı ayırdığında "N'apıyorsun?" diye sormuştu. Nefesi tüm sıcaklığıyla çeneme vurmuştu. Ona üstten bakışlar atarken omuzlarımı salladım, beni yeniden yatırmak istediğinde hareket ettim ve ellerini kalçamda ağırlar ağırlamaz o dolgun dudaklarından kocaman bir inleme daha kazandım.

Gözlerini yumup odayı inlemeleriyle doldurduğu sırada "Canın yanacak." demişti, ama hareketime daha fazla direnmedi. Dudaklarımla örttüğüm dudaklarını kalçalarımınkine uygun bir yavaşlıkla hareket ettirirken kucağında bir süre usul usul kalkıp inmiştim. Bu sürenin sonunda alıştığımı fark ettiği an kontrolü eline aldı ve hareketlerini hızlandırmaya başladı. Onu karnıma kadar hissediyordum ve bu olağanüstü bir farklılıktı. Sanki organı karnımdaki heyecanlara her hareketimde yenisini ekliyormuş gibi... Başım döndü, dilimi ağzımın içinde döndürdüğü diline daha sıkı doladım. İnlemelerimiz dozunu artırdı, bir elini bana yeniden sardı. Hareketiyle eş beni çekmeye başladığında kalçalarımı sıkıştıran diğer eli arzuyla gözlerim kararttı. Kafamı tavana kaldırıp inledim. Kucağında nefesimi kesecek, boğazımı ağrıtacak kadar uzun zaman geçirmiştim. Birazdan Jimin kalçalarımı tutup havalandırdı ve beni dizlerine oturtmadan önce içimden çıktı. Hem kendini hem de beni çekmeye devam etti ve nefeslerimizin hızlandığı, kalp atışlarımızın duyulacak kadar arttığı, benim arzudan gözlerimin dolduğu birkaç saniyenin sonunda ikimiz de avuçlarının içine boşaldık.

Boğazım kupkuruydu, dilimle dudaklarımı yalamadan önce soluk soluğa kendimi yatağının üzerine bırakmıştım. Jimin de sanki tenimden ayrı kalmaya bir saniye bile tahammül edemiyormuş gibi beni kendine çekip kollarının arasına alırken yanıma uzanmıştı. Öyle huzurluydu ki kollarındaki sıcaklık gözlerimi yumup orada biraz soluklandım.

Kavuşmuştuk. Sonunda ona kavuşmuştum. Bunu öyle kolay idrak edemedim ama mutluluktan neredeyse ağlayacaktım. Biraz önce yaşananlar gerçekti. Sebeplerini öğrenmiştim ve buna rağmen sevişmiştik işte, bitmişti. Çok huzurluydum. Sabahkinin bile on beş katı huzurluydum belki de. Gözlerim dolu dolu oldu, gövdesine minicik bir öpücük kondurdum. O da saçlarıma minik minik öpücükler konduruyordu, yaşananların karman çorman düğümlendiği zihnime rağmen ondan biraz uzaklaşıp yüzüne bakmaya başladım.

Yanakları kıpkırmızıydı. Kocaman gülümseyerek bakışlarıma karşılık verdiği için iyice şişirdiğim dudaklarının arasından yamuk dişini görüyordum. Elmacık kemikleri belirginleşmişti. Yarasına rağmen çok güzeldi, gözleri öyle parlıyordu ki ışığından kör olacağımı sandım. Terden ıslanmış saçları alnına yapışmıştı, eğilip parmak uçlarımla onları ayırdım.

"Saçlarını boyamak istiyorum." dedim, bir an sonra. "Saçlarını rengarenk boyamak istiyorum, Jimin çünkü sen hiçbir şeyinle o adama benzemiyorsun. Benzeyemezsin de zaten. Mümkün değil bu."

Dudaklarında gittikçe genişleyen gülümsemeyle beni izlemeye devam etti bir süre ve sonunda buğulanmış gözleriyle omuzlarını sallarken durdu. Beni kendine çekip kollarını boynuma tekrar sarardığında belki de yarım saat öyle durduk. Ne kadar kirli olabileceğimize aldırmamıştım öyle huzurluydum.

Bir saniye sonra ikimizi de yerimizden sıçratacak bir tizlikle kapı çaldığında Jimin aceleyle yerinde doğruldu ve "Hassiktir ya." dedi. Kalbim yerinde sıçramıştı.

"Taehyung gelecekti, unuttum."

***




ay çok uzun bölümdü ay çok zordu gözüm yok şu an UMARIM DÜZGÜNDÜR HER YERİ???? ağlarım yoksa. nese önemli şeylerin büyük çoğunluğu ortaya çıktı bi de doyasıya seviştik ne düşünüyorsunuz??? NOLUR TATMİN OLMUŞ OLUN 😭😭😭😭😭 çok konuşasım var da gözlerim ve parmaklarım yoruldu o yüzden şimdilik susuyorum.... yarınki ses odasına bekliyorum bi de hepinizi BİSSÜRÜ YORUM YAPIN BİSSÜRÜ ÖPÜYORUM iyi geceler 🥺🥺🥺💜💜💜💜

Continue Reading

You'll Also Like

163K 17.1K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
12.2M 590K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
116K 9.2K 38
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
49.5K 2.5K 17
❝Benim ezbere bildiğim tek şey senin gözlerin.❞ kenan yıldız fanfic|23.01.24 ❥en cok okunan kenan yildiz kurgusu! ⭑ ༶•┈┈┈┈┈┈୨♡୧┈┈┈┈┈•༶ Bin 01.02.24 ...