ULUSLARARASI İLİŞKİLER

By pandacigil

11.2K 671 153

"Bana bak lahana turşusu, lafını geri al yoksa seni öldürürüm." dedi Mileyna sert bir tonla. "Bak kızıl..." d... More

Giriş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
DUYURU
23. Bölüm
Bölüm 24

Bölüm 7

570 30 3
By pandacigil

Beste

Türk diline kazandırdığım bir kaç yaratıcı küfürden sonra kafamın içinde fillerin sevişmesi kadar büyük etki yaratan alarmı kapayıp yorganı üstümden ittim. Hiç küfretmeyen bir kızken nasıl oldu da çalan alarma bile küfredecek düzeye geldim bilmiyordum, ama bunu alışkanlık haline getirmeden kurtulmam lazımdı.

Yatağımda doğrularak ağızlarının suyu akarak uyuyan Balım ve Mileyna'ya baktım. Balım, hiç belli etmesem bile hayranı olduğum sarı saçları yastığa dökülmüş ve yorganın içinde kaybolmuş uyuyorken, Mileyna tam tersi şekilde yorganla sevişmiş gibi bir hali vardı. Yorganın başını görebiliyordum da peki ya geri kalanı? Allahım sen aklımdakileri sil lütfen...

Dizindeki dikişlere rağmen bu kadar rahat hareket edebilmesine şaşırmıştım. Zor bir gün geçirmişti. Dikiş atılacağını duyunca ağlayışı gözümün önünden gitmiyordu. Ağlama demiyorum Mileylim ağla, ama görmediğim bir yerde ağla lütfen. Kız fıstık gibi, doğruya doğru. Ama ağlamaya başlayınca salya sümük birbirine karışıyor. Bizim kızıl hatun gidiyor, yerin tövbe bismillah bişey geliyor. Ve benim asil gözlerim bu görüntüyü kaldıramayacak kadar narin ve kıymetli.

Bir kaç saniye daha boş boş bakındıktan sonra kalkıp duşa girdim. Her sabah duş almazsam rahat edemiyordum. Bir de nasıl bir bünyem varsa 2 gün duş almayayım kornişon turşusu gibi kokmaya başlıyordum. Tek dileğim, Allahın herkesi o an ki kokumdan korumasıydı.

Duştan çıktıktan sonra ne giyeceğime karar vermek için dolabıma doğru yöneldim. Kıyafetlerimin yalnızca bir kısmını getirebilmiştim ve bu da kombin yaratıcılığımı azaltıyordu. Dolaptan siyah deri bir şort ve üstüne kolsuz beyaz bir gömlek seçip makyaj masasına doğru yöneldim. Makyaj yapmayı çok seviyordum. İlk makyaj yapmaya başladığım zamanlarda far sürmeyi çok havalı buluyordum. Bir keresinde annemin odasına girip far paletlerinden birini yürütmüştüm. Hangi renk far süreceğimi düşünürken sevdiğim renkler arasında kararsız kalmıştım bu yüzden ters köşe yapıp nefret ettiğim renk olan yeşir far ile göz kapaklarımı, kaş ve kirpik diplerimi yemyeşil yapmıştım. İşin kötü yanı ise o halde yan villamızda oturan bir kaç yakışıklı çocuğu kesmeye balkona çıkmıştım. O çocuklar bana bakıp gülerlerken ben ise onlara en seksi hissettiğim ama dışarıdan bir terliksi hayvan gibi görünmemi sağlayan bakışları atıyordum ve "Ay ne kestiler ya" diye triplere giriyordum.
O günlerden çabucak kurtulabildiğim için tanrıya bir kez daha şükrettim.

Hazırlanmamı bitirdiğimde çantamı alıp odadan çıkacakken, girişin yanındaki rafta duran ufak ama bir insanı uyandırmak için en gerekli şeylerden biri olan oyuncak ayıyı alıp Mileyna'ya fırlattım. Kafasına ani bir darbe yiyen kızıl, yan komodininin üstündeki gece lambasını bana fırlatmak üzere eline alınca kendimi can havliyle dışarı atmıştım.

Güneş gözlüğümü takıp okula doğru ilerlerken, bahçedeki öğrencilere göz atmayı da unutmuyordum tabi ki. İlk dikkatimi çeken ise erkeklere yaranmak için şirin kız modlarına giren ve yüzüne makyaj ile bir katman daha ekleyen öğrencilerdi. Sevimli gözükebilmek için sürekli salağa yatıyorlardı.

Ama unuttukları bir şey var: akıllı bir kız diğer kızlardan daha seksidir. Bu yüzden aptalı oynamanın kimseye bir yararı olacağını düşünmüyordum.

Bir kaç kızı daha beynimde linç etmekle meşgulken yan tarafımdan biri bana seslendi.
"Önüne bak egoist, etrafa değil."

Gelen uyarıyla önüme bakma dürtümü bastırarak, yanımda yürüyen Matt'e döndüm. "Bana lakap takacak kadar umrundaysam demek ki..."

Histerik bir şekilde güldükten sonra konuştu. "Umrumda olsan çok sevineceksin demek ki?"

Ve yine katil olma iç güdülerim devreye girmek üzereydi. Adımladımı yavaşlatarak durdum. Ben durunca Matt de durmuştu. Ve sanırım hayatımın en anlamlı konuşmalarından birini şu an gerçekleştiriyordum. "Bak Matt. Olabildiğince kibar konuşacağım. Tanrı seni hamam böceği olarak yaratabilirdi. Sülük olarak yaratabilirdi. Bezelye olarak veya ne bileyim brokoli olarak yaratabilirdi. Ama o ne yaptı? Seni insan olarak yarattı. Peki sen ne yaptın? Gittin en dangalak odun oldun. Tebrik ederim." Son ana kadar beni büyük bir ciddiyetle dinleyen Matt, söylediğim şeyi anlamamış gibi bomboş bir ifadeyle suratıma baktı. Derin bir iç çekerek Matt'in omzunu pat patladım. "Sanırım tam şuanda 'umrumda değil' demen gerekiyordu delikanlı."

Matt, omzunu pat patlayınca sanki uzun bir transtan çıkmış gibi irkildi ve suratıma bakarak sırıttı. "Ah, üzgünüm. Hamam böceğinden sonra dinlemeyi bırakmıştım. Ne dedin?"

Biber gazı atın lan şu hıyara.
Ben yarım saat boyunca ona felsefe yapmıştım fakat o dinlememişti bile.
"Kill. Me. Now." Diyerek gözlerimi devirdim ve yürümeye devam ettim. Ben hareketlenince o da yürümeye başladı ve bana yetişti.
"Her neyse. Bir daha özel yerime gelme."

Yüzüne bile bakmadan konuştum. "Bana emir verebileceğini pek sanmıyorum."

"Emir değil..." dedi keskin bir ses tonuyla. "...sadece arkadaşça bir uyarı."

Dil çıkarma isteğimi bastırarak adımlarımı hızlandırıp okula girdim.
Bugün öğleden sonraki derslerde kulüplere dağılacağımız için erkenden gelip dövüş kıyafetlerimi aldım. Bu beyaz kıyafetler içinde kendimi ne kadar rahat hissetsem de kuzenim sürekli yürüyen tuvalet kağıdına benzediğimi söylüyordu ve bu da benim onu boğarak öldürmem için yeterli bir nedendi.

Gerçi onu boğmam için her gün bir sebebim oluyordu. O fazla manyaktı. Bir keresinde sevgilisinin arkadaşlarıyla festivale gitmiştik. Çoğumuz birbirimizi tanımıyorduk haliyle fazla konuşmuyorduk. Kuzenim sessizlikten sıkılmış olacak ki yanındaki çocuğa nereli olduğunu sordu. Çocuk "Tokat, sen?" deyince de "Uçan tekme" diyip tükürüklerini saça saça saatlerce kahkaha atmıştı. İşte bu yüzden girdiğimiz her ortamda onun kuzenim olduğunu saklama ihtiyacı duyuyordum.

Sabah kızlar da geldiğinde ilk ders zili çalmıştı. İlk iki dersin tarih olduğunu öğrendiğimde kısa süreli bir kriz geçirmiştim. Tarih dersini çok seviyordum ve aynı zamanda çok sıkılıyordum. Çünkü lanetler laneti bir sıkıcılığı vardı.

İlk ders tahmin ettiğim gibi geçmişti.

İkinci dersin sonlarına doğru Bulgar olduğunu öğrendiğim kısa boylu tombik Tarih öğretmenimiz orta sıralardan bir çocuğu kaldırdı.
"Söyle bakalım çocuğum. Varna Savaşı neden yapılmıştır?"

Fırlama olduğu her halinden belli olan turuncu saçlı çocuk uzun bir müddet ciddi ciddi düşünüp, cevabından yüzde yüz emin bir şekilde cevap verdi. "Kazanmak için hocam."

Çocuğun bu lafıyla bütün sınıf kahkahalara boğulmuştu. Bi ara yan tarafıma baktığımda gülmekten kendini kaybetmiş, ağzını yırtacak kadar açtığından dolayı küçük diliyle bakıştığım bir Balım ile karşılaşmıştım.
Sanırım şu hayatta görmek isteyeceğim son görüntü buydu.

"Otur yerine, vatan haini." Tarihçi bizim olduğumuz tarafa dönerek, hala çocuğun cevabına yarılmakla meşgul olan Mileyna'yı işaret etti. "Sen kalk bakayım evladım."

Mileyna'nın asılan suratını görünce karşısına geçip zumba dansı yapasım gelmişti.

Mileyna ağır ağır ayağa kalktı. "Efendim hocam?"

"Söyle kızım, Varna Savaşı niçin yapıldı?"

Mileyna cevap vermeden yaklaşık bir iki dakika boyunca Tarihçinin suratına baktı. Bu kızın ciddi anlamda ruhsal sorunlar yaşadığını düşünüyordum. Gel gitleri vardı. Hatta bi ara "Hangi Varna?" diye soracağını bile düşünmüştüm.

"Ne diye bakıyorsun kızım sorunun cevabı suratımda mı yazıyor?"

"Andırıyor hocam."
Dudaklarımı dişlemeyi bırakıp kahkahalarımı serbest bıraktığımda kendimden geçmiş gibi gülmeye başlamıştım. Gülen bir tek ben değildim, herkes hunharca haykırıyordu. Ama sanırım hocayla göz göze gelen bir tek bendim.

Tarihçi eliyle benim olduğum tarafı işaret etti. "Evladım sen niye gülüyorsun?"

Beni işaret ettiğini anlamama rağmen hocaya cevap vermemiştim.
Arka sıramdaki İtalyan çocuk ayağa kalkarak "Ben mi hocam?" diye sordu. Tarihçi benim olduğum sırayı işaret ederek ısrarla "Hayır kızım sen." dediğinde önümdeki siyahi kız üstüne alınmış olacak ki gözlerini pörtleterek sordu. "Beni mi diyorsunuz?"

"Yahu evladım şurdaki kızı diyorum!"

Bu sefer hocanın işaret ettiği yerin tersinde kalan bir öğrencinin gülerek "Bana dediniz galiba?" diye sormasıyla, öğretmenle dalga geçtiklerini çakmıştım. İşin eğlenceli olan tarafı ise, kesinlikle üstüme alınmıyor olmamdı.

"Yetti ama. Terbiyesizler! Şş sen turuncu kafa ve en arkadaki sırık. Söyleyin bakayım isimlerinizi."
Tarihçi, ceketinin iç cebindeki kalemi çıkardı ve not defterini açarak çocukların isimlerini söylemesi için bekledi.

Arkamdaki çocuk endişeli bir ses tonuyla "Hocam ismimizi ne yapıcaksınız?" diye sorduğunda, tarihçinin verdiği cevapla gülmekten nefessiz kalmış hatta bir ara bilincimi kaybetmiştim.
"Akrostiş yazacağım Tanrının cezası, akrostiş yazacağım!"

---

Zor bela öğle arasına gelebilmiştik. Yemekhaneden yemeğimi ve onun için yatıya bile gidebileceğim muzlu pastayı da tepsime koyduktan sonra kulübümün olduğu masaya doğru ilerledim.

Kulüpteki insanların yarısı yemek yemeye gelmemişti. Masada dönen muhabbetten ve her fırsatta bana asılmaya çalışan İspanyoldan sıkıldığımda kızlara bakınmaya başlamıştım. Şuan şu sıkıcı ortamda durmaktansa kızlarla birbirimize laf sokmayı buna tercih ederdim. Fotoğrafçılık kulübünde oturan Balım'ı gördüğümde tepsimi elime alıp en köşedeki ufak masaya doğru ilerlerken Balım'a gelmesi için kaş göz yaptım. Daha doğrusu yapmaya çalıştım. Çünkü başka masadan bir çocuğun bana ne kadar garip baktığını fark edince, o an ağzım yüzüm çarpılmışta felçli kalmışım gibi göründüğümü anlamıştım.
İstinasız her gün, günde en az bir kez rezil olabiliyordum. Ne muhteşem ama...

Masaya tepsimi koyup kendimi rahatlamış bir şekilde sandalyeye attığımda Balım da tepsisini koyup ağır ağır sandalyesine oturdu. Ona baktığımda canının sıkkın olduğunu anlamıştım çünkü sarkıttığı dudaklarıyla tam bir sincaba benzemişti.

"Ne diye sarkıttın kendini?"

Kısa bir süreliğine bana bakmak için kafasını kaldırdı. Dağa taşa gülücükler saçan kızı şimdi böyle üzgün görünce ne olduğunu merak etmeye başlamıştım.

"Hiç." Ve tabi ki şu kızın ağzından tek seferde laf almak, benim fizik dersinden geçebilmem kadar zordu. Ve bilginiz olsun, lise hayatım boyunca hiçbir fizik sınavında 15'ten yukarı not almadım.

"Balım, tekrar sormayacağımı biliyorsun."

İç çekerek masaya yaslandı. "Şu uzun boylu, kaşında piercing olan çocuğa bak bi. Çok tatlı değil mi?"

Balım'ın gösterdiği tarafa baktığımda çocuğu görmüştüm. Sevimli bir suratı vardı ama pek ilgi çekici sayılmazdı.

"Çocuk tatlı diye mi moralin bozuk?"

Pastamdan biraz alıp ağzıma attığım da Balım bana dönmüştü.

"Ya hayır." Sarı saçlarını gözüme sokmak ister gibi savurup arkaya attı. "Sohbet edip yemeğimizi yiyorduk. Neden bu kulübü seçtiğimi falan sordu. Sonra birden tuzluğu uzatmamı istedi."

Çatalımı tabağa bırakıp elimi kafamın iki yanına yerleştirerek ağzımı kocaman açtım. "Aman tanrım inanılmaz üzücü bir olay bu!"

"Dalga mı geçiyorsun ya!"

Anında kendimi düzeltip pastamı yemeye devam ettim. "Salak mısın tabi ki dalga geçiyorum."

"Devamı var!" Aynı heyecanıyla anlatmaya devam ediyordu. "Yemekhane gürültülü olduğu için ne dediğini duyamadım. 'Ne dedin?' diye sormaya çekindiğim için belki komik bir şey demiştir umuduyla gülümseyip yemeğime devam ettim."

"Hala üzücü bir durum göremedim."

"Sonra bana ne dedi biliyor musun?"

Bir parça daha pasta ağzıma attım. "Müneccim gibi mi görünüyorum?"

Dediklerime aldırış etmeden anlatmaya devam ediyordu. "Bana 'Tuzu uzatacak mısın arkadaşım?' dedi! İnanabiliyor musun Beste bana 'arkadaşım' dedi."

"Balım ne desin? Hacı mı desin, panpa mı desin çocuk?"

Balım çocuk gibi mızmızlanmaya başladığında durum ciddiyetini anlayabilmiştim. "Ya ben ona beni arkadaşı olarak görecek ne yaptım? Oysaki ne hayallerim vardı..." Bu kız sorunluydu.

Balım'a gözlerimi devirip şu hayatta en çok değer verdiğim şeyi, pastamı yemeye devam edecekken kırmızı bir cisim görüş alanıma girdi.

Mileyna karşıma oturup kolunu Balım'ın omzuna attı. "Kim üzdü benim çakma Barbiemi?"

"Çok heyecanlı bir olay kesinlikle dinlemelisin." deyip enfes pastamı yemeye devam edecekken bir el tabağımdaki pastayı avuçladı. Ne oluyor diye görmek için kafamı kaldırdığımda Mileyna'nın benim pastamı hayvan gibi ağzına tıkıştırdığı bir manzarayla karşı karşıya kaldım.
Pastam... Benim pastam lan. Bitmesin diye çatalın ucuyla yediğim muzlu pastam...

Senin ben kan dolaşımına tüküreyim Mileyna! Annenin şeyi kuruyaydı da çıkamayaydın Mileyna!
Sakinleşmek için titrek bir nefes alıp kafamı yavaşça kaldırdım ve ateş saçan gözlerimi kızıl belaya diktim.
"Pastamı bırakmak için 3 saniyen var."

Eğer beni birazcık tanıyabildiyse, ikinci saniyeye geçmek gibi bir lüksü olmadığını biliyor olması gerekiyordu.
Mileyna sakin ama derin sözlerimden sonra yavaşça elindeki pastamı tabağıma geri bırakırken, herhangi bir saldırı halinde buradan canlı kurtulabilmek amaçlı her an kalkmaya hazır bir pozisyona geçmişti.

"Ben... şey oldu...birden pasta görünce... Açıklayabilirim."
dedi duraksayarak.

İşaret parmağımı onun suratına doğru hışımla kaldırıp "Sen şimdilik çeneni kapa! Seninle birazdan görüşeceğiz!" deyip tabağımdaki yarısı çiğnenmiş pastayı alıp iki adım ötemdeki çöp kutusuna içim acıyarak attım.

Geri döndüğümde Mileyna masumca gözlerini kırptı. "Onun suçu yoktu ki... Olay tamamen karşılıklı sevgi, saygı ve şehvet çerçevesinde gerçekleşti."

"Ne şehveti be! Sömürdün benim kıymetli pastamı."

Mileyna parmağını 'hayır' der gibi gözümün önünde salladı. "Sömürmek çok ağır bir tabir. Bence Balım'a soralım."

İkimiz de Balım'a döndüğümüz de Balım bıkkın bir ses tonuyla cevap verdi. "Sömürdün Mileyna."

"Ya ortalık yere koyarsanız sömürülür tabi!" dedi Mileyna hışımla.

Pastamın yasını tutarken bu kızla uğraşacak halimin olmadığını anlayıp arkama yaslandım. "Yaşamak istiyorsan sus."

Ben kendi acımın derdine düşmüşken Osman sevinçle bize doğru gelip sandalyeye oturdu. "Afiyet olsun kızlarım."

Gözlerimi Mileyna'ya diktim. "Baya afiyet oldu."

Osman sandalyede doğrulup bana doğru uzanarak yanağımdan makas aldı ve "Canını kim sıktı esmer bombam, söyle halledelim hemen." dedi. Şu sempatikliğiyle beni güldürmeyi beceren nadir insanlardandı Osman.

Balım telefonuyla oynarken mırıldandı. "Sanırım Mileyna az önce onun hayat damarlarından birini döner bıçağıyla kesti."

"Ya sen ona ne bakıyorsun Bestim?" diyerek sandalyesini bana yaklaştırdı ve kolunu omzuma attı.

"Oha satıldım." Mileyna ise gözlerini pörtletmiş bir şekilde Osman'a bakıyordu.

"Ezilenin tarafındayız güzelim."

"Kim ezilmiş be!" diye çirkefleşerek Osman'ın kolunu omzumdan ittim.

"Ya aşkuşum gel müttefik olalım, kızıl şeytana karşı omuz omuza çarpışalım diyorum." dedi gülerek.

Mileyna sinirlendiğini belli edercesine elini masaya vurdu. "Bana bak karbüratör kapağı contası. Çok konuşma sen."

'Uuuvv' dedim yavaşça ortamı kızıştırmak için.

Osman etrafa bakınarak sessizce "Karbüratör görse saatli bomba sanıp kaçar, hala laf sokmaya çalışıyor." dediğinde moralim yerine gelmişti.
Karşılıklı gömüşmelerini izlemek ve 'ooovvv' deyip onları kışkırtmak çok eğlenceliydi. Balım bile eğleniyor olacak ki telefonundan kafasını kaldırmış gülerek bizi izliyordu.

Mileyna, sanki az önce lafı yiyen o değilmiş gibi sakince nefes aldı ve ağır ağır sandalyesinde doğrulup masaya yaslanarak Osman'a baktı.
"En çok neye üzülüyorum biliyor musun Osi?"

Osman da onu taklit ederek masaya yaslandı ve Mileyna'yi dinlemeye başladı. "Neye üzülüyorsun kızıl kelebeğim?"

"İkimiz de bir gün öleceğiz. Belki bundan 500 yıl sonra kalıntılarımızı bulacaklar ve bu kalıntıların ne olduğunu anlamak için incelemeye verecekler. İnceleme bittiğinde ise 'bunlar insanmış' diyecekler." derince iç çekerek devam etti. "Sana da insan diyecekler bana da. İnanabiliyor musun Osi, seni benimle aynı kefeye koyacaklar. İşte buna yanıyorum."

Yemekhanenin ne kadar kalabalık olduğu umursamadan Balım ve ben koro halinde "Oouuvv" diye bağırdığımızda bir kaç çift göz bize doğru dönmüştü.

Tabir-i caizse Osman 'mal' gibi kalmıştı.

Osman geriye yaslanıp elini kalbinin üstüne koydu. Gözlerini kapamış ve kafasını da geriye atmıştı. "Aşklarım, kalp ritmimi düzenlemem için bana biraz süre verin. Birazdan kendime gelirim."

Balım ve ben onun haline gülüp "Fakat ne laf yedin be!" diyerek dalga geçerken Mileyna ise yaptığı işle gurur duyarmışçasına kahkahalarla gülüyordu.

--

Öğle tenefüsü bittiğinde, soyunma odasını gidip dövüş kulübü için giyilmesi zorunlu olan kıyafetlerimi giyip üst kattaki dövüş salonuna doğru ilerlemeye başladım. Bugün öğleden sonraki derslerde kulüp yapacağımız için oldukça heyecanlıydım.

Salona girdiğimde, yerdeki minderler, dövüş ekipmanları, kızlı erkekli kalabalık bir grup ve duvara yaslanmış bir şekilde yanındaki çocukla gülerek sohbet eden bir Jongin ile karşılaşmıştım. Oysaki bu çocukla aynı kulüpte olduğumu hatırlamadan önce ne kadar da mutluydum...

Onu bakışlarımla yok etmeye odaklanmışken o da benim olduğum tarafa bakınca göz göze gelmiştik. Biriyle göz göze gelince gözlerimi kaçırmak hiç huyum değildi, illa sonuna kadar gözlerimi dikip bakardım.
Ama bu sefer o hemen önüne dönüp arkadaşıyla muhabbet etmeye devam etmişti. Bir el sallamasını, en azından gülümsemesini falan beklemiştim. Öyle bir şey yapsa karşılık vereceğimden değil ama insanın gururuna dokunuyor be kardeşim.

Ona bakmayı kesip kulüp üyelerine göz gezdirmeye başladım. Fazla kız yoktu, olanlara da kız demeye bin şahit lazımdı. Erkeklerin çoğunluğu ise tam 'kodummu oturtan' denen cinstendi. Ama bir kaç tanesi vardı ki, 'sanat yapıyorum ayağına bir kaç kız mıncırayım' mantığıyla burayı seçtikleri çok belli oluyordu. Onlara da acımıştım çünkü kızların çoğunluğu, görenlere tövbe çektirtecek cinstendi.

Alt dal olarak Ninjutsu'yu seçmiştim. Çoğu dövüş sanatından ders aldığım için bu sefer bir farklılık yaparak bu dalı istemiştim. Ayrıca Ninjutsu'yu diğer sanatlardan ayıran farkı ise öldürücü olmasıydı. Hatta sırf bu yüzden Japonya'da yasaklanmıştı bile. Ama bu dalda uzman olan bir insan, silahlı silahsız her türlü atağı geri püskürtebiliyordu.
Ne kadar da benlik bi dövüş sanatı değil mi?

Boş boş kulüplerin başlamasını beklerken, Jongin elindeki düdüğü çalarak toplanmamızı söyledi. Herkes ona uyup toplandığında, bu kadar kalabalık bir gruba söz geçirebilmesine hayret etmiştim doğrusu.

Jongin, bir kaç erkek ve kızla birlikte kürsüye doğru ilerleyip mikrofonu aldı. "Merhaba millet! Ben Dövüş Sanatları Kulübü Başkanı Kim Jong In, ya da kısaca Kai. Bu yıl da dövüş kulübü olarak birlikteyiz, heyecanlı mısınız?"

Kalabalıktan gürültülü bir alkış koptuğunda gözlerimi devirmeden edememiştim. Klasik açılış konuşmalarıydı işte... Asıl kafama takılan ise şu Kai kısmıydı. Lakap falan mı kullanıyordu çözememiştim doğrusu. Ah be... 'Kaykay' diye dalga geçmek vardı şimdi...

"Aramıza yeni katılan ve sistem hakkında bilgi sahibi olmayan arkadaşlarımız var. Kısaca sistemimizi anlatacağım." dedi bana bakarak. Yok hiç önemli değil ya, megafonla falan duyur yeni olduğumu.

"Öncelikle herkes birer alt dal seçmiş olmak zorunda. Bunun yanında bir de ekipman kullanma ve dövüş sanatları tarihi gibi ufak etkinliklere katılacaksınız. Gördüğünüz gibi her alt dal için ayrı bir bölümümüz ve bölüm ustalarımız var. Kulüp saati başladığı anda herkes kıyafetleri ve ekipmanlarıyla birlikte hazır bir şekilde kendi bölümüne ait olan çalışma alanında bulunmalıdır."

Sistem iyi gibi duruyordu. Merak ettiğim şey, uzun süredir bu kulüpte olan öğrencilerin bana nasıl davranacağıydı. Büyük ihtimalle hepsi benim savunmasız ve bir kaç erkek bulmak için bu kulübe giren kızlardan olduğumu düşünüyordur. Fakat ben ilk fırsatta, ustalaştığım dövüş sanatlarını onların üzerinde denemek için hazırda bekleyecektim.

"Şimdi de bölüm ustalarınızı tanıyalım isterseniz."
Yanındaki grubu sondan başlayarak tanıtmaya başladı. 'Ne olur...' dedim içimden. 'Ne olur Ninjutsu ustası sen olma Kaykay.'

"Çinli bayan arkadaşımız Zhang Pei, Wushu ustası." dedi en sondaki zebellak gibi dikilen ve boyu benim boyumun iki buçuk katı olan kız için. Pardon kız demişim.
Onun yanındaki uzun boylu ve kaslarını burdan bile kesebildiğim çocuğa geçti. Lütfen Ninjutsu ustası sen ol yakışıklı. Beraber dövüşçülük falan oynarız.

"Rus arkadaşımız Sergey Fedyanin, Taekwondo ustası." Hay şansıma balgam atayım.

"Japon arkadaşımız Hosokawa Arisa, Aikido ustası." Ne kova ne kova?

Jongin, veya Kai işte herneyse, diğerlerini de tanıttıktan sonra eksik bir bölüm kalmıştı. Ninjutsu ustası henüz belli değildi. Belki de benim seçtiğim bölümün ustası yoktur? Kim bilir belki ustasız öğrenilebilen bir bölümdür? Veya Rus arkadaşımızın bölümüne de geçebilirdim, hiç sorun olmazdı doğrusu.

Kai bize doğru döndü. "Ve ben Güney Kore'den Kim Jongin..." Devamını duymak istemiyordum. "Ninjutsu ustasıyım." Hayır, saçmalamayın tabi ki Ninjutsu ustasının Kai olduğunu duymadım.

Ya lanet olsun niye pat diye söylüyorsun? Sebebi neydi ki?

Zaten bende bir gram şans olsaydı şuan burada işim neydi?
Abartılı bir şekilde göz devirip yapımımda emeği geçen herkesin sülalesine saydırmakla meşgulken, Kai konuşmasını bitirmiş ve herkes kendi bölümünün olduğu alana gitmeye başlamıştı.

Ben de diğerleri gibi vakit kaybetmeden kendi çalışma alanıma ilerledim. Kulüpte genel olarak fazla kız yoktu, ama olanların da yarısı bu dalı seçmişti sanırım.

Ya siz sapsarı saçlarınıza fosforlu pembe toka takan tiplersiniz, neden Ninjutsu seçiyorsunuz ki?

Ninjutsu'nun dövüşten ziyade bir savaş sanatı olduğunu, saldırı tekniklerinin tamamının kırıcı-öldürücü darbeler olduğunu bilseler bir daha buraya ayak basarlar mıydı bilemiyordum doğrusu. Ama emin olduğum tek şey, burdaki bütün sarı folluşların amacı Kai'yi kesmek, az biraz da 'dövüşüyoz biz' ayağına çocuğu mıncırmaktı.

Kızlara öldürücü bakışlarımı fırlatmaktan vazgeçtiğimde köşedeki büyük alet dolabına yöneldim. İçinde çok sayıda kılıç, sopa, bıçak, nunçaku, mızrak ve bilmediğim bir kaç alet daha vardı. Ninjutsuda kılıç, bıçak ve nunçaku kullanıldığını biliyordum, hatta nunçaku kullanmayı çok önce öğrenmiştim. -Tabi tutulan metal kısımlarından birini kulağıma çarpıp 2 ay boyunca hiçbir şey duymayan babaannem gibi dolaştığımda artık kullanmamaya karar vermiştim- Ama tanrı aşkına mızrak ile ne yapacaktık? Hayır yani o sarı folluşlar yabani hayvan, ben de avcı olacaksam sorun yoktu ama başka türlü bir kullanım yerini aklım alamıyordu maalesef.

Büyük dolabın dışında özel bir bölmede asılı duran mızraklardan birinin üzerindeki işlemeler oldukça hoşuma gitmişti. Parmaklarımı işlemelerin üzerinde gezdirirken arkamdan gelen cırtlak bir ses tüm aurayı yerle bir etmişti.
"Oha uzun çubuklar!"

Tanrım yanlış mı duydum yoksa cidden arkamdaki şey bu güzel mızraklara 'uzun çubuk' mu dedi?
Arkamı dönüp sesin sahibine baktığımda, hiç bakmasam da olurmuş dedim. Sarı folluşlardan en normal görüneni şuan karşımda duruyordu.

"Bence de uzun çubuk. Hatta baya uzun ya." dedim ciddi bir tonla.

"Özel bir ismi falan var mı bunların?"

Vov, sanırım biraz eğlensem kimseye zararı dokunmazdı değil mi? "Var tabi olmaz mı? Bunlara 'Zehirli çubuk kraker' deniyor." Konuşurken aynı anda sesimi ciddi tutmaya çalışıyordum.

"Oha yeniyor mu bunlar?" İstinasız tanıştığım her sarışın, beni şaşırtmadan aptallıklarını gösteriyorlardı.

"He yeniyor." dedim gözlerimi devirerek ve önüme dönüp mızrakları incelemeye devam ettim. Yanım da bir kıpırtı hissettiğimde, sarı folluşun da benimle beraber mızrakları incelediğini görmüştüm.

"Ama sen buna dokunuyordun az önce, neden zehirlenmedin?" Ciddi misin? Tanrım kamera şakası mı yaptırıyorsun bana?

"Çünkü benim bu zehire karşı bağışıklığım var. Ben dokunsam da sorun olmuyor..." sesimi alçaltarak kızın kulağına doğru fısıldadım. "Ama mızrağa dokunduğum elimle bir başkasına dokunursam... O kişi ölür."
O kadar ciddi bir şekilde söylüyordum ki ben bile kendi yalanıma inanacaktım neredeyse.

Sarı folluş birden geri çekilerek ellerini kendine siper etti ve tam da ona yakışacak bir cırtlaklıkla bağrınmaya başladı. "Lütfen bana dokunma! Benim bağışıklığım yok! Lütfen..."

"Milla, bir sorun mu var?" Kai'nin endişeli sesi tüm eğlencemin içine etmişti işte.

"Hiçbir sorun yok..." dedim adının Milla olduğunu öğrendiğim folluşa tehditkar bakışlarımı gönderirken. "...değil mi Milla?"

"Hiç inandırıcı gelmiyorsun Beste." diyen Kai'ye "İnanmazsan inanma be." diye çirkefleşerek önüme döndüm.

"Milla, ortak alana geç. Birazdan başlayacağız." Milla'yı çalışma alanına gönderdikten sonra bana döndü ve gözlerini kıstı.

"Yapma Kai. Zaten gözlerin ufacık, bir de kısıyorsun ya yok oluyor."

Dediğim şeyle keyiflenmiş olacak ki hafifçe sırıttı. "Sen az önce bana 'Kai' mi dedin?"

Her ne kadar içimden 'Ne diyem? Mahmut mu diyem?' diye geçirsem de dışımdan basit bir "Evet." demek ile yetinmiştm.

"Hoşuma gitti." dedi yamuk bir gülümsemeyle. "Milla gibi sevimli bir kıza ne yapıp onu korkuttuğunu bilmiyorum, bilmekte istemiyorum. Bu yüzden bir an önce çalışma alanına geçip kendine eş seçsen iyi edersin. Birazdan başlayacağız."

Bu değişken tavırları her ne kadar beni ürkütse de, hızla çalışma alanına ilerledim.

Sevimliymiş, götüm ondan daha sevimli.

Bir de eş mi seçecektim?
Çalışma alanındakilerin neredeyse hepsi daha önceden birbirlerini tanıdıkları için hemen eşleşmişlerdi. Açıkta kalan yalnızca üç kişi vardı ve tahmin edin biri kimdi? Hadi tahmin edin, zor değil.

Benimle beraber kilolu bir kız ve uzun boylu kıvırcık saçlı bir çocuk kalmıştı. Milla bile kendine eş seçmişti.
Kai yanımıza geldi, bir şeyler düşünüyor gibiydi. Bizi nasıl eşleştireceğini düşünüyordu büyük ihtimalle.

"Beste sen şimdilik Merpati ile eş ol." dediğinde büyük bir umutla kıvırcık saçlı çocuğa bakmıştım belki Merpati dediği şey odur diye. Ama tabi ki karşımda durmuş bana gülümseyen esmer kız bana bir kez daha şanssız olduğumu hatırlatmıştı.
Ya bir insanın hiç mi şansı yaver gitmez? Tanrım hiç mi sevmiyorsun beni? Ya tamam ben olsam ben de beni sevmem ama konumuz bu değil.
"Noah sana da ben yardım edeceğim." Kai gay misin?

Fakat her şeyden önce takıldığım nokta, Kai'ye gülümseyerek bakan adının Noah olduğunu öğrendiğim kıvırcık saçlı çocuktu. Neden her an yavşama modlarına geçecekmiş gibi bir görüntüsü vardı anlamış değildim.

Esmer kız yanıma gelerek kendisini tanıttı. Endonezyalı olduğunu, adının Merpati olduğunu ve annesi istediği için dövüş sanatları kulübüne katıldığını söyledi. Kız iri ve sert yapılı biri olmasına rağmen çok narin bir kişiliği var gibiydi. Eğer insanları sevebilme yeteneğim olsaydı belki bu kıza biraz değer verirdim ama öyle bir şey olmayacağı için tüm insanlardan nefret ediyordum, üzgünüm. Ve buna önümde sırıtıp duran Merpati de -kasımpatı da olabilir tam hatırlamıyorum- dahil değildi.

Kai boynundaki düdüğü çaldığında hepimiz dikkatimizi ona verdik. "Öncelikle Ninjutsu herşeyden önce bir yaşam felsefesidir. Meditasyon tekniğidir. Bu yüzden Ninjutsuyu iki aşamalı öğreneceksiniz. Birincisi: saldırı teknikleri, ikincisi: Ninjutsu felsefesi. Kulüp çalışmasının ikinci yarısında meditasyon yapacağımızdan dolayı bu derste saldırı tekniklerini giriş yapacağız. Basit hareketlerle başlıyoruz. Unutmayın, Ninjutsu öldürücü olabilen bir savaş sanatıdır. Bu yüzden rakibinize karşı mümkün olduğunca yumuşak olacaksınız."

'Hee...' dedim içimden. 'Kelebekler de akşam yemeğinde havyar yiyormuş.'

Ben ve yumuşak olmak, Gucci çanta ve LC Waikiki kadar alakasız terimlerdi.

"Göstereceğim hareketi eşinizle birlikte uygulayın lütfen. Unutmayın, olabildiğince yumuşak davranacaksınız."

Kai sağ elini yumruk yapıp karşısında biri varmış gibi yavaşça vururken duraksadı ve bize baktı. "Elinizde bıçak varmış gibi düşünün. Karşınızdaki sizin karın boşluğunuza bıçağı saplayacakken, siz sağ elinizle onun sağ el bileğini yakalayacak ve sol elinizle eşinizin sağ omzuna baskı yaparak onu yüzüstü yere yatıracaksınız." Karşısında biri varmış ve hareketi onda uyguluyormuş gibi yere çöktüğünde devam etti. "Karşınızdaki yerde yüzüstü yatarken dizinizi onun sırtına bastıracaksınız. Ve hala tuttuğunuz eşinizin sağ el bileğini kendinize doğru çekeceksiniz. Yüzüstü yattığı için kolu ters dönecek, ve pes edecek. Daha sonra da bu hareketi o size uygulayacak." Hareketi gösterip yerden kalktı ve dizlerini silkeledi. "Şuan sadece en basit hareketi öğrendiğinizi unutmayın. Ninjutsu'nun asıl amacı kırmak ve öldürmektir. Gerçek Ninjutsu'da sert olmak gerekir. Ama burada sadece ders aldığınız için yavaş olmak zorundasınız. Unutmayın, tek bir ani hareketinizle karşınızdakinin kolunu kırabilirsiniz.
Şimdi herkes başlasın, kontrol edeceğim."

Yüzümde pis bir sırıtmayla Merpati'ye döndüğümde kızın sesli bir şekilde yutkunduğunda tanık olmuştum. Cidden bu kadar kötü bir etki mi bırakıyordum insanlarda?

'Cevabını bildiğin sorular soruyorsun Beste.' dedi içimden bir ses. 'Kes.' dedim ona çemkirerek.

"Sen mi başlamak istersin yoksa ben mi başlayayım?" dedi gülümseyerek.

"Fark etmez." Sadece şu lanet hareketi yapıp içimdeki stresi atsam olmaz mıydı? Hem beni bir çömezle eşleştirmelerini de onlara hiç yakıştıramamıştım doğrusu.

"O zaman ilk sen başla. Ben de iyice anlayayım hareketi."

Kafamı sallayıp pozisyonumu aldım. Bu harekette zorlanmayacaktım çünkü bunun gibi bir kaç hareket Judo'da da vardı. Bu yüzden hızlıca yapıp geçecektim. Merpati'nin yavaşça bana doğru kolunu savurması gerekiyordu ki ben de ona aynı yavaşlıkta karşılık verebileyim.
Ama ne olduğunu bile anlayamadan kolunu hızla karın boşluğuma savurunca ani bir refleksle bileğini yakalayıp onu omzundan tutarak yere yatırdım ve dizimi sırtına yasladım. Herşey bu kadar hızlı gelişince onun kolunu geriye fazla çekmiş olacağımki kızdan acı dolu bir inilti yükselmişti.

Bir el beni omuzumdan itip geriye düşmemi ve kızın kolunu bırakmamı sağladığında anca kendime gelebilmiştim. Kafamı kaldırdığımda kıza endişeli bir ifadeyle iyi olup olmadığını soran bir Kai ile karşılaştım. Kafasını bana çevirdiğinde yüzündeki endişeli ifade gitmiş yerine kızgın ve bir o kadar da alaycı bakışlar gelmişti.

"En az on kere uyarmama rağmen neden hala kafanın dikine gidiyorsun?"

"Benim suçum değildi ki." dedim masumca gözlerimi kırparken. "O bana çok hızlı saldırdı. Refleks işte..." Bu sefer cidden suçum yoktu. Sevdiğim çocuğun önünde nezleyken gülünce burnumdan sümük baloncuğu çıksın ki ben suçsuzdum.

Merpati ayağa kalktığında kolunu ovuyordu. Üzülmüştüm, canını baya yakmış olmalıydım.

"Affedersin." diye mırıldandım.

"Sorun değil, benim hatam."
İşte bana böyle insanlarla gelin.

"Şiddete fazla meyillisin anladık, ama burada biraz daha sakin olsan olmaz mı?" dedi Kai gülümseyerek. Bu bebe gülünce niye bana afakanlar bastı ki birden.

"Ben zaten çoğu dövüş sanatında ustalaştım, daha deneyimli biriyle eşleşsem olmaz mı?" diye sordum, dışarıdan yalvarıyor gibi duruyor da olabilirdim tabi.

Kai'nin gözleri şaşkınlıkla açılmıştı.
"Öyle mi?" merakla sordu. "Hiç dövüşecek bir kız gibi durmuyorsun halbuki."

Ona en delici bakışlarımı yolladığımda sözlerinden pişman olmuş olacak ki, "Ya duruyor da olabilirsin, dış görünüşe göre yargılamamak lazım tabi ki." diyerek durumu düzeltmeye çalışmıştı.

"Madem dövüş sanatlarıyla ilgili bir geçmişin ve ustalaştığın dallar var, seni üst kademeden biriyle eşleştirmeliyim."

"Kesinlikle!" diye cırladım heyecanla.

"Ama gördüğün gibi hepsi birbiriyle eşleşmiş durumda. Bu derslik, Noah ve Merpati eş olsunlar. Biz de beraber çalışalım."

Kai ile pek iyi anlar yaşamadığım için biraz çekiniyordum doğrusu ama sonunda deneyimli biriyle eşleştiğim için sevinmiştim. "Tamam." dedim kısaca.

Noah ve Merpati beraber çalışmaya başlayınca Kai, diğer öğrencileri kontrol etmesi gerektiğini ve on dakikaya geleceğini söyleyip gitmişti. Diğerlerini izlerken o on dakikanın nasıl geçtiğini bile anlamamıştım doğrusu.

"Başlayalım mı?"

Kafamı sallayıp pozisyonumu aldım.

"Merpati sana saldırmıştı. Bu kez de sen bana saldır. Yavaş ol." dedi bacaklarını ve kollarını gerdirirken.
Tabi ki yavaş olacaktım. Bu sefer söz konusu olan benim narin ve kıymetli kolumdu.

Kai ile aramda yalnızca iki adım mesafe vardı. Ortalama bir hızla Kai'ye doğru ilerleyip elimi onun karnına yönelttiğimde hiçte nazik olmayan bir hareketle bileğimi kavradı ve ne olduğunu anlayamadan omzuma bastırıp beni yere yatırdı.
Sırtıma baskı uygulayan dizi ayrı, geriye doğru çektiği kolum ayrı acıyordu. "Yuh özürlü!" diye bağırmaktan kendimi alamamıştım.

Cidden daha yumuşak olmasını beklemiştim. Bileğimi tutarken kibar olmasını, beni yere yatırırken haber vermesini veya ne bileyim sırtımı diziyle delmemesini falan bekliyordum ben.

Ona birden 'özürlü' diye bağırınca şaşırmış olacak ki kolumu tutuşunu biraz genişletmişti ben de böylelikle biraz da olsa rahatlayabilmiştim.

"Ninjutsu'nun en önemli kuralı, rakibine asla güvenme. Onun sana karşı daha kibar olacağını sanırsın ve bir anlık dikkatsizliğinle... Bom! Kolun güme gider."

Yere yapışan kafamı yana çevirip üstümdeki denyoyu görmeye çalıştım. "Ya ben güme götürtücem şimdi seni lan kalksana üstümden!" Kolumu ondan kurtarmaya çalıştım. "Bak hala ders vermeye çalışıyor ya, insene çocuğum sırtımdan."

Ne kadar çok bağırdığımı, bize dönen gözlerden anlayabiliyordum.

Kai bir şey demeden elimi bırakıp üstümden kalktığında rahat bir nefes aldım ve daha fazla rezil olmamak için aceleyle yerden kalktım.

"İyi misin?" diye soran Kai'nin gözlerindeki mahçupluğu görünce çok kısa bir anlığına, fazla tepki verdiğimi düşünüp pişman olmuştum.

"İyiyim." İstemsizce ona gülümseyerek cevap verdiğimde yüz kaslarıma sağlam bir küfür çektim.

Hem kendimi toparlamak için hem de kısa bir süre çevremde insan görmemek istediğim için mola verip soyunma odasına gitmeye karar vermiştim. Sanki çok bir iş yapmışım gibi triplere girmeyi de ihmal etmiyordum tabi ki.

"Ben mola vereceğim. Soyunma odasına gidiyorum."

Kai kafasını salladığında, gitmeden önce ona son bir ibnelik yapmayı da ihmal etmeyecektim.

Arkamı dönmüş gidecekken birden ona dönüp sağ ayağımla sol dizinin arkasına, sinir kısımlarına fazla sert olmayan bir tekme attığımda popo üstü yere düşmüştü. "Rakibine asla güvenme Kai." dedim onu taklit eder gibi. Arkamı dönüp gidecekken yüzündeki eğlenen ifadeyi görmemle bir an duraksamıştım, hemen kendime gelip soyunma odasına doğru hızla ilerledim.

---

En son meditasyonu da yaptıktan sonra kulüp bitmişti.
Bu süre boyunca ise Kai hem bana hem de diğer öğrencilere yardımcı olmak için canla başla çalışmıştı. Meditasyon sırasında uyuyakalmamı hiç hatırlamak istemiyordum bile... Ve şimdi de yurtlarımıza dağılıyorduk. Ama resmen ölüyordum.

Dövüşüyorsun güçlü sanıyorlar.
Bir de yetmezmiş gibi seni kum torbası niyetine kullanıyorlar. Hayat ne kadar da acımasız değil mi ?

Kızların ailesiyle görüntülü konuşma ayarladığımız için mümkün olduğunca acele edip yurda dönmeye çalışıyordum. Ama son anda yurda gitmekten vazgeçip, biraz nefes almak için deniz kenarında bir banka oturmaya karar vermiştim. Hızla, favori köşem olan bahçenin Boğaz ile en iç içe olan bankına oturdum. Gözlerimi kapamış temiz havayı içime çekerken iki yanımda da bir hareketlilik hissetmiştim ve gözlerimi açıp kim olduklarına baktığımda birinin Matt dengesizi, diğerinin de Göktuğ ayaklı egosu olduğunu görmüştüm.

"Yok ya sorun değil, hiç yalnız kalamayayım ben." dedim bıkkın bir nefes bırakarak

Göktuğ elindeki suyu bana uzattı. "İster misin, sinirlerini yatıştırır?"

"Emin ol, sinirlerimi en son yatıştıracak olan şey su." deyip bütün yüzsüzlüğümle elindeki suyu alıp içtim. Göktuğ halime kıkırdarken, Matt arkasına yaslanmış, tıpkı az önce benim yapmaya çalıştığım gibi temiz havanın tadını çıkarıyordu.

Matt, "Kulüpten mi geliyorsun?" diye sordu kafasını çevirmeden.

"Kulüpten gelsem üzülecek misin sevinecek misin delikanlı?" Kollarımı ovmaya çalışıyordum, ama biraz fazla sıktığım için canım yanmıştı. "Ayrıca bugün kulüpler olduğuna göre başka nereden gelebilirim?"

"Seni iyi benzetmişler diyecektim de neyse..." deyip sessizce gülen Matt'i denize fırlatma iç güdümü bastırarak Göktuğ'a döndüm. "Matt'i biliyorum da sen hangi kulüpteydin Gökoş?"

Göktuğ'a taktığım lakap yüzünden Matt bu sefer daha sesli kıkırdarken, Göktuğ yavaşça bana döndü ve şaşkın yüz hatlarına rağmen sakin sesiyle "Bir saniye... Ne dedin sen?" diye sordu.

"Gökoş dedim." Ona en piç gülüşlerimden birini fırlatıyordum.

"Ulan elim ayağım titredi, 'Gökoş' ne?
Yumuşakmışım gibi hissettirdi."

Matt gülerek Göktuğ'a döndü. "Belki de bunca kızla eğlenmenin amacı bir şeyleri saklamaktır, ha? Bir de seninle arkadaşız biz, aynı soyunma odasını kullanıyoruz... " dedi sahte bir endişeyle.

"Lan yavşak, gay olsam sana mı hallenirim?"

Kahkahalarımı tutamayıp serbest bıraktığımda diğerleri de bana katılmıştı. Şu 'gay' muhabbeti bana tüm yorgunluğumu unutturmuştu. Sanırım şuan anırıyordum.

Kendimize gelebildiğimizde sakinleşmek için derin bir nefes aldım. "Çocuklar her ne kadar muhabbetiniz çok hoşuma gitse de yorgunluktan geberiyorum. Gitsem iyi olacak." Çantamı alacakken Göktuğ beni omzundan ittirip geri oturtmuştu.

"Güzelim nereye gidiyorsun? Belki biraz takılırız seninle baş başa, bişeyler içeriz..."

Ağrıyan omzumu ittiren ve yüzüne 'Dünyanın en umutsuz playboyu' gülüşünü takınan Göktuğ'a dönüp "Sen önce git bi zemzem suyu iç, cenabet." dediğim de Matt, "Yine bana kaldın Gökoş." deyip 'Göktuğ'un kolunun üstüne elini koyunca Göktuğ hızla kolunu çekmiş ve bankın ucuna kaymıştı.
"Ebenin... Uzak dur lan benden."

Bilin bakalım ben o ara ne yapıyordum? Hayır, kesinlikle anırmakla meşgul değildim.

"Gerçekten gitmem gerek. Kızlara söz verdim, birbirimizin aileleriyle görüntülü konuşacağız."

"Dışarıda buluşsanız daha iyi olmaz mı?" diye sordu Matt. Göktuğ da ona "Aynen, bir şeyler falan yersiniz." diyerek katılmıştı.

"Biz de bunu düşünmüştük. Balım'ın ailesi ve benim ailem Türkiye'de oldukları için bir yerlerde buluşabilirdik ama Mileyna'nın ailesi burada olmadığı için bu seçeneği eledik. Üzülmesini istemedik."

Göktuğ, "Ailesi nerede onun?" diye sordu ilgili bir tavırla.

"Kendi ülkesindedir herhalde."

Matt doğrulup bize baktı ve merakını gizleyemeyen ses tonuyla o malum soruyu sordu. "O kız nereli ki?"

--

Merhaba arkadaşlar, ben SecretWriterB. Uzun bir aradan sonra bölümü tamamladım. Sınavlarım olduğu için pek boş vaktim yoktu.
Okunma sayımız 1K olmuş yaşasın! :)
Bir de vote verip yorum bırakmayı unutmayın lütfen, bu durumdan çok şikayetçiyiz :( Şimdiden teşekkürler.
Görüşmek üzere!

Continue Reading

You'll Also Like

2.9M 102K 66
"Hiç boşuna çabalama sen benimsin!" diye tıslayınca utanmasam oturup ağlayacaktım. Neden bu bana aşık oldu ve başıma bela oldu. "İstemiyorum anlamıy...
42.4K 945 19
Bakışları geceliğin açıkta bıraktığı tenimde dolanırken ona yaklaştım boynuna doladığım kollarımla ona daha çok çekilip "Özledin mi beni?" diye fısıl...
ALACAKAN By Yazal

Teen Fiction

388K 26.3K 9
Kalbini savaş meydanında bırakmış bir asker, o intikamı elbet bir gün alır. ... Alakurt lakâbıyla bilinen Kurter Alacakan, ülkesinin en başarılı aske...
6.4M 206K 103
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...