Anılardan Anılara İnce Çizikl...

By mermaidsareal

108K 12.4K 23.2K

seni kendimden tanıdım çocuk; yüreği sürekli çiğnenen bir yol. gövdesi acılardan acılara köprü. biraz öfke, b... More

neden kimse sana benzemiyor?
susmak ve beklemek müthiş, genciz namlu gibi.
yıllar gözlerinden hiçbir şey eksiltmedi, ben biraz daha yenildim.
dayanamam, kıskanırım seni. paylaşamam.
içim çok özledi seni.
her cevabım sensin, hem de her bilmecem.
yokluğun da varlığın da yetmiyor.
ah içimizde ne aç hevesler. arada hicaz, arada caz nefesler.
bir küçücük kumru kuşu büyüttüm, göğsümün gizlisinde.
nasıl da yılları buldu, bir mısra dolu maceram.
biri gelişin, dünyayı isteyen sorular. öteki gidişin, kırılmış kirpik tufanı.
biz sadece aynı yere saklanan iki çocuktuk, sen benim en güzel rastlantımsın.
güleriz, unuturuz öleceğini annelerimizin. annem ölürse bana sarıl.
ismimi fısıldayan, bazen şarkı mırıldanan o ses yok, gülüş yok.
yanlış karar yok, işin özünde sen beni istemedin.
sözlerim acıtır, gözlerime bakma. tek bir söz söyleme, varsa az utanman.
ben böyle sığındım sana, böyle kuş gibi.
bir gülsen ağlayacağım, bir gülsen kendimi bulacağım.
korkular da benim, umutlar da. beni bırakma.
gitme, ölürüm. gözlerinden, gözlerinden olurum.
kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti. gelmemiş kimselerin.
değiştim, sanki içimde bi şeyler öldü. istesem de dönemem geriye.
hangi kahpenin hançeri, saklı hançeri yaranda?
döşümde yıllarla büyüttüğüm acı, ben ki yıllardır bir seni bilirim.
sargın yaprakmışım, dallarına. yangın toprakmışım, yağmurlarına.
ayyaş ruhum sayıklıyor, her zerrem sende çarpıyor.
sanırsın ki sende kendimden bir şeyler biriktirmişim.
bir sen varsın güvenebileceğim. bilen, anlayan, bağışlayan. gökyüzü kadar engin.

sana gelicem beklemelerin bu acılı durağından. bu giz, bu karanlık biticek.

2.9K 410 618
By mermaidsareal


***

Başka biri gibi hissediyordum.

Başka biri gibi konuşuyor, başka biri gibi hareket ediyor, başka birinin zevklerine benimmişler gibi eşlik ediyordum. Kendimi kaybetmiştim, kendimi hiçbir yerde, kimsede bulamıyordum. Attığım her adımda karnımda bana eşlik eden kaygı dolu bir yumak vardı, ne yapsam onu geçiremiyordum. Hata yaptığımı biliyordum ve yaptığım her hatada o kaygılı yumağın karnımda büyüdüğünü hissediyordum. Nefes alamadığım zamanlar oluyordu. Böyle zamanlarda, soluk borumu tıkayan her neyse göğsümü saatlerce ovsam bile onu geçiremiyordum. Göz yaşlarım içime akıyor gibiydi. Birini öptüğümde, birinin yanında kendimi başkası gibi hissettiğimde, tanımadığım dudaklarda bilmediğim bir şeyleri aradığım her seferde olduğum yere çöküp bağıra çağıra ağlamak istiyordum ve ağlayamadığım her saniye yaşlarım gövdemde birikiyor gibi hissediyordum. İki haftadır bir kere bile ağlamamıştım. Boğazıma kadar doluydum.

Bazen parmaklarım titriyordu. Durduk yere karnım ağrımaya başlıyordu ve parmaklarım titriyordu, çoğunda saatlerce durduramıyordum. Bu da beni panikletiyordu. Nefes nefese uyandığım geceler gördüğüm kabusların yarıda kalmasına şükür bile edemiyorum çünkü tüm bunları nasıl durduracağımı bilmiyordum. Hiçbir şey bilmiyordum, diyorum ya artık kim olduğumu bile bilmiyordum.

Burada ne aradığımı bilmiyordum.

"Sigara içer misin?" diye sorduğunda gözlerimi dudaklarına taşıdığım çocuğun adını da bilmiyordum. Sigaradan nefret ederdim, sigaranın kokusundan nefret ederdim. Jimin, sırf ben hoşlanmıyorum diye dumanını başka tarafa üfürürdü. Eski Jungkook'tu bu, şimdikiyse çocuğun uzattığı paket yerine, artık yanında taşıdığı paketten bir dal sigara çıkardı. Şimdiki Jungkook'un kim olduğunu bilmiyordum.

Benim de çakmağım olmasına rağmen, bana eşlik eden çocuk eğilip sigaramı yaktı, bunu romantik buluyordu ya da yakınıma gelmek için saçma sapan bir taktikti kullandığı. Onunla daha dün tanışmıştım. Diyorum ya adını hatırlamıyordum, ondan hoşlandığım da pek söylenemezdi. Fiziksel olarak çekici biriydi ama aptalın tekiydi. Dün gece gittiğim mekanda, onu tek yumrukta yere serebilecek kadar güçlü olduğum gerçeğinden bihaber, beni tatlı bulduğunu söylemişti. Ben de aptalın tekiydim. Söylediği beni eski günlere götürdüğünden herhalde ona buluşma teklif etmiştim ve buradaydık işte. Bir bankta, yanımda adını bile hatırlamadığım bu çocukla bundan önceki çocuğu etkilemek için aldığım paketten çıkardığım sigarayı içiyordum sessizce.

Jimin gideli neredeyse üç hafta, ben babamla konuşalı iki hafta geçmişti. Bu sürede Jimin'in babasını araştırmıştım ama herif buhar olup havaya karışmış gibiydi. Adına çaldığım tüm kapılar yüzüme kapanmıştı, Jimin'in bu, ortadan kaybolma özelliğini kimden aldığını öğreneceğim kadar çok yeri araştırmış, hiçbir sonuç alamamıştım. Zaten Jimin de ortalarda yoktu. O ikisini bulamadığım gibi kendimi de kaybetmiştim ve en sonunda ne Jimin'i ne de babasını aramaya devam etmiş, günlerimin çocuğunu mekanlarda birkaç dakika önce tanıştığım oğlanların ağzında geçirmiştim.

Nedenini bilmiyordum. Bunu düşünmek için de fazla yorgun hissediyordum, kendimle yüzleşmek için cesaretim de, içimde biri beni oradan oraya sürüklerken ona dur demeye yetecek gücüm de yoktu. Günün sonunda midem bulanarak, içim daralarak eve döneceğimi bildiğim halde buna devam etmekten alamıyordum kendimi. Aradığım bir şey vardı, bu uğurda kendimi kaybettiğimin bile farkına yeni varıyordum.

Taehyung dışında bizimkilerle aram iyiydi, en azından yeniden iletişim kurmaya, onlarla daha çok vakit geçirmeye başlamıştım. Artık ben bile kendimi anlamadığımdan onların, hallerime anlam verememesi o kadar da büyük bir dert gibi gelmiyordu bana. İnsan kendi ellerini sımsıkı tutamıyorsa, kendine sarılamıyorsa bunları başkalarından beklemek bencilceydi. Ben de beklentilerimi düşürdüm. Galiba benim için endişelendiklerini içten içe bildiğimdendi. Eskisi kadar sık takılıyorduk işte. Hatta bugün benim için bir parti vereceklerdi.

Doğum günümdü. Sonunda reşit olmuştum ama kendime verdiğim sözün aksine bunu Jimin'le kutlayamayacaktım. Çünkü ortalarda yoktu. Çünkü ne ondan haber alabilmiş ne de babasına ulaşmıştım. Galiba bu defa gerçekten buraya kadardı.

Parti havamda olmadığım halde çocukların heyecanla bir şeyler planlamasına ses etmemiştim. Artık hep böyleydi. Birileri benimle ilgili kararlar alıyordu ben de o kararlara ayak uyduruyordum, o kadar. Sorgulamıyordum, itiraz etmiyordum, öneri sunmuyordum. Yapmam isteniyordu ve yapıyordum. İçimdeki kişi için de aynısı geçerliydi. Bana bir şeyler söylüyordu ben de, bu ben değilim diye düşünmek yerine dediklerini yapıyordum. İçimdeki sesin elinde bir balon gibiydim. Oradan oraya sürükleniyordum, durdurmak elimde değildi. Durdurmak için hiçbir şey yapamıyordum.

Bu yüzden, karşımdaki çocuk sigarasını bitirip izmaritini parkın ortasına bir yere attıktan sonra iznimi almadan beni öpmeye başladığında sesimi çıkarmadım. Hem sigaramı bitirmemiş oluşum hem de iznimi almayışı sinirlerimi bozmuştu ama buraya bunun için geldiğimi, işi uzatmanın bir anlamı olmadığını biliyordum. Bir süre bekledim, karşılık verdiğim an belimi bile sarmadan kalçalarımı ellemesi sinirlerimi biraz daha bozdu. Dili de elleri de becerikli olduğu halde bilmediğim başka şeyleri aramaya devam ettim, bulamadım. Dokunuşları içimde tiksintiden başka bir şey uyandırmıyordu. Kanım hızlanmıyordu. Kendimi alevlerle dolu bir havuzun içine atılmışım gibi sıcak hissetmiyordum. Elimi göğsüne çıkardığımda kalbi avucumda kanadı kırık bir kuş gibi çırpınmıyordu. Gövdesi arzuyla kalkıp inmiyordu. Bu an hiç bitmesin diye içimde kimse, dizlerinin üzerine çöküp dua etmiyordu.

Tüm bunları neden aradığımı bilmiyordum. Güzel bir öpüşmenin midemi neden bulandırdığını bilmiyordum. Kafa yormak için çok yorgundum. Ezberlediğim bir sokakta koşturup durmamla aynı şeydi bu. Sokağın sonunu biliyordum. Sormadığım halde orada bulacağım cevabı biliyordum. Kendime yalan söylüyordum sadece, bilmiyormuş gibi davranıyordum.

İçime biriken bu çirkin hisleri daha fazla görmezden gelemeyip çocuğu kendimden uzaklaştırdığımda bunu hiç beklemiyormuş gibi şaşkınca yüzüme baktı. Anlaşılan durumdan tiksindiğimi belli etmemiştim. Artık garip bir maske vardı bedenimin her yerinde. Ne kadar berbat bir durumda olursam olayım herkesi iyi olduğuma inandıracak kadar sahici bir maske. Çocuklar da iyi olduğumu sanıyordu. Bu çocuk da öpüşmekten keyif almadığımı anlamamıştı.

"Ne oldu?" diye sordu, başkasının tatlı bulacağı bir ilgiyle üzerime eğilip kulaklarımın altına kadar uzamış saçlarımı okşamıştı. Benim midem bulandı. Ondan uzaklaşmak için hala söndürmediğim sigaramdan bir nefes çekme bahanesine sığındım ve "Bir şey olduğu yok." diye yalan söyledim. "Başımı döndürdün."

Esmerdi, masum sayılabilecek bir yüzü vardı ama yüzünün aksine hareketleri daha iddialı, aurası daha güçlüydü. Benden en fazla üç yaş büyükmüş gibi görünüyordu. Öpüşmek konusunda oldukça becerikliydi. Bu kadar yorgun olmasam belki adını ezberlerdim ama bitmiş haldeydim.

Sırıttı. Üzerime eğilip beni yeniden öpmeye çalıştığında sigaramı ağzıma dayayıp buna engel oldum, o da kaşlarını çatarak geri çekildi. Bozulmasın diye uydurma bir ilgiyle öpüşünü övmeye başladım. Biraz önceki hareketimle gerilen omuzları yavaş yavaş gevşerken elini bankın sırtına dayadı ve beni kendine yasladı. Gövdesine başımı koyup bir an önce çekip gideyim diye hızlıca sigaramı içtiğim sırada yerimde dikilmemi, bu esmerin üç dört katı kadar gerilmemi, biraz önce içimde uyanmadığını söylediğim tüm duyguların ilmek ilmek boğazıma dizilmesini sağlayan bir şey gerçekleşti. Deli gibi titremeye başlayan parmaklarımın arasındaki henüz bitmemiş sigaramın yeri boylamasına neden olan bir şey.

Yüreğim kulaklarımda, başka bedenlerde arayıp bulamadığım kanadı kırık o kuş gibi çırpınmaya başladığında yanımda konuşup duran çocuğun söylediklerini anlamadım. Jimin. Benden metrelerce ötede beklemesine rağmen, elleri üzerimde değil dar kotunun cebinde uslu uslu duruyor olmasına rağmen karnım korku ya da kaygıyla değil, heyecanla ağrımaya başladı. Karşıki banklardan birine oturmuş bana bakıyordu. Buradaydı. Olmaması gerekiyordu.

Ona sadece bir saniye bakabilmiştim. Bir saniye sonra elimi yakmışım gibi bir korku ve hızla bakışlarımı sallamaktan alamadığım dizlerime indirmiştim. Gelmemiş olmasını diledim, kulaklarım uğuldamaya başladı. Ondan nefret edememekten nefret ediyordum. Keşke ondan nefret edebilseydim. Keşke geldiği her seferde defolup gitmesini bağırabileceğim kadar güçlü, irade sahibi biri olabilseydim. Keşke ona yönlendirmem gereken tüm nefreti içimde, kendim için biriktirmeseydim. Burnumun direği sızladı. İçime derin bir nefes alıp gücümü toplamaya çalıştıktan sonra bakışlarımı yanımdaki çocuğun dudaklarına taşıdım. Kulağımdaki kuşun kanat seslerini değil, bu esmerin dediklerini dinlemek istiyordum, ona odaklanmak istiyordum. Kafamı dağıtmasını istiyordum. Jimin'i görmediğim yalanına kendimi inandırmak istiyordum.

Derin nefesler alıp vererek çocuğun dudaklarını izleyip durdum ama dediği hiçbir şeyi duyamıyordum. Dizlerim de ellerim de titremeye devam ediyorken kalbim onların hızına yetişmek için çırpınıyordu. Göğsüm ağrıyordu. İçten içe bugün gelmesini ne kadar istediğimi fark ettim. Bugün geleceğini her nasılsa bir şekilde biliyordum.

Haftalar sonra ilk defa, kendimi ağlayacakmışım gibi hissettiğimde içimin acıyla değil de yeniden tiksintiyle dolmasını istedim ve dönüp yanımdaki çocuğu öpmeye başladım. Bu ne Jimin için misillemeydi ne de arzu kaynaklı bir hareket. Artık acı çekmek istemiyordum. Acımın yerini dolduracak her türlü duyguya razıydım.

Yine de kalbim odağını o kadar yitirmişti ki onu öperken Jimin'in o bir saniyelik görüntüsünü aklımdan çıkaramadım. Bu da içimde tiksinti yaratmak yerine beni incitmeye devam etti. Başka hiçbir şey hissedemiyordum. İçime ektiği duyguların filizlenmemesi bu çocuktan değil, benden kaynaklıydı. Hiçbirini ilgimle sulamıyordum çünkü adım kadar iyi bildiğim bir şey vardı: içimde bir tek Jimin'e olan duygularım büyüyordu, aksi için yüreğimdeki topraklar çoraktı. O toprakları eşelemeye çalıştıkça verimsizleştirdiğimin farkına vardığım an, bir defa daha geri çekildiğimde çocuk bana kafası karışmış bir şekilde baktı.

"Kendimi pek iyi hissetmiyorum." dedim, neyim olduğunu sormak yerine "Yarın yine buralarda görüşür müyüz?" diye sordu. Omuzlarımı silkeledim. Bugüne kadar biriktirdiğim tüm duygular boğazımdaydı, konuşsam kusacakmış gibiydim. İçim yine o kadar daraldı. Jimin'in bakışlarını üzerimde hissediyordum. Jimin'den uzaklaşmak istiyordum. Buradan bir an önce gitmek istiyordum.

Esmerle birlikte ayaklandım ama hem başım döndüğünden hem de o hızlı yürüdüğünden epey arkasında kaldım. Bir an sonra yüreğimi kusacakmışım gibi hissettiren bir şey oldu. Jimin'in parmakları bileğime dolandı, beni durdurdu. Burada olmadığı yalanına artık inanamazdım. Gelmesini isteyen yanım hiç istemediğim bir zafer daha kazanmıştı. Yalan söylediğimde inanmaya hazır bekleyen yanımla birlikte parmaklarından büyük bir darbe almıştım.

Derin birkaç nefesi içime çekmeyi denediğimde hava ciğerlerime değil de gözlerime dolmuştu, kolumu hızlı bir refleksle parmaklarından kurtardıktan sonra ilerideki banka kadar yürümeyi başardım ama konuşmasına engel olamadım. Başım dönüyordu, tutunmam gerekti. Bir fısıltıyla ismimi seslendiğinde sesindeki şefkate tutunmam gerekti, kendime engel olamayıp ona doğru baktım.

Yine bir saniyeliğine göz göze geldiğimizde "Kimdi o?" diye sordu, her zamanki kayıtsızlığı, bencilliği üzerine ilmek ilmek işlenmişken, kaşlarını havaya kaldırmıştı. Kendini toparlaması için bir saniyeye bile ihtiyacı yoktu, bu da canımı diğer her şeyle birlikte yaktı. Onu duymazdan gelip banka oturdum, kot ceketimin cebinden paketimi çıkardım ve tam sigaramı yakmak üzereyken o incecik, kırılgan sesini bir defa daha duydum.

"Sana bir soru sordum Jungkook!" demişti hiddetlenip birkaç adımda karşıma dikilirken. Gözlerimi o olmayan her yere değdiriyordum ama onu görmeye hazır falan değildim. Her şeyini affedebilirdim, bugüne kadar yaptığına şahit olduğum her şeyi silebilirdim hafızamdan ama beni öptüğü gecenin sabahında bir korkak gibi benden kaçmasını, bana yaşadığımı hayal sandırmasını unutamıyordum. Sindiremiyordum bunu. Kendime yediremiyordum o yüzden bakmadım, bu defa gözlerimi kaldırıp da gözlerine bir saniye olsun bakamadım.

"Ne yapıyorsun? Sigaraya mı başladın şimdi de?"

Çakmağımı elimden sertçe çekip desibelini düşürmediği sesiyle sorduğunda derin bir nefes aldım. Gözlerimi yumup boş elimle burun kemerimi sıktırdım ve "Tanıyamıyorum artık seni." deyişini işittim, sesimi çıkaramadım çünkü haklıydı. Diyorum ya ben de tanıyamıyordum artık kendimi ama onun sesi bu sefer daha kırılgan çıkmıştı, on bir yaşındayken tanıdığım Jimin gibi.

Muhtemelen, ses etmediğimi görünce içine derin bir nefes çekti ve bankta usulca yanıma oturdu, çakmağı elimden çekerken de, karşımda dururken de, hatta şimdi yanıma otururken de bana değmemek için özel bir çaba sarf ediyordu sanki. Kıstığım gözlerimin ardından aramızdaki boşluğu görebiliyordum, burnum sızladı, haftalardır gözüme birikmeyen yaşlar sonunda yuvasını buldu, canımın ne kadar yandığını anlamıyor olmasını diledim oysa beni tanıyamadığını söylediği halde öyle iyi biliyordu ki. En çok da beni bilişlerinde yaralandım.

"Niye konuşmuyorsun kara çocuk?" diye sormuştu çünkü. İmkansızdı gözlerimdeki yaşları görmesi, elimle kapıyordum yüzümü, imkansızdı. Ben kendimi ona bu denli uzak hissederken onun beni gördüğü her seferde, sanki içimdeymişçesine bilmesi imkansızdı. Sanki üzerime yağan yağmuru görüyormuş da bana şemsiye olmak istiyormuş gibi, aklımdaki düşüncelerin aksine koynuma biraz daha sokulması imkansızdı.

"Niye hesabını sormuyorsun seni bu denli parçalayışımın hiç?"

Hesap sorduğumda daha da parçalanıyorum çünkü, diyemedim ona. Hesap sorduğumda hesap edemediğim kadar yoruluyorum, dizlerimde sayısız yara türüyor, soluğum sayısız insanın soluğuna karışıyor, da diyemedim. Ben sana her hesap soruşumda kendime yabancılaşıyorum, Jimin.

Az önce ellerimde tuttuğum tek dal sigarayı titreyen ellerimi görmesin diye dudaklarıma yerleştirdim, ona görünmeyi ne kadar istemesem de beni benden bile iyi bildiği için gizlenemiyordum zaten, elimi de yüzümden çektim. Yine de utanıyordum karşısında ağlamaktan, ağlamaklı olmaktan çok utanıyordum bu yüzden başımı ondan aksi yöne çevirdim.

Bir süre sustuk, karşıki salıncağa tam sekiz çocuk bindi, iki tanesi düşüp dizlerini yaraladı, anneleri yetişip öptü yaralanan yerlerinden küçükleri. Bir ara hafif bir esinti çıktı, annemin de içinde yaşadığı o ev gibi, kokusu doldu burnuma, sızladı dizlerim, kimse öpmedi. Usulca nefes alıp veriyordu o da benim gibi susarken ama saydım, tam dört defa iç çekti, beşincide uzanıp dudaklarımın arasındaki sigarayı aldı, çakmağımla yaktı. Dumanını sakınmadı bu defa benden, sanki yetmemiş gibi ciğerimi yaktığı yüzüme yüzüme üfledi zehrini. Tek bir nefeste, koca sigarayı yarıladı. Onurumu, inadımı kırarak dönüp baktığımda görmüştüm bunu.

Gözlerimiz buluşur buluşmaz "Bakma öyle." dedi, saçlarını yeniden siyaha boyamıştı. Yanakları her geçen gün biraz daha küçülüyordu. Yüzünde, sağ elmacığının hemen altında o gece hissettiğim yaranın izi duruyor, o koskoca kusur ona delicesine yakışıyordu. Gözlerinin önündeki kara lekeler büyüyor, gözlerindeki damarlar daha belirginleşiyordu. Park Jimin her geçen gün, bir çocuğu küçücük yaşında öldürmenin kefaretini öder gibi sanki, büyüyordu.

"Madem bu zehri ciğerlerine çekiyorsun, dumanı seni etkilemesin diye mekan değiştirecek değilim."

Bir şey söylemedim, öylece yüzüne baktım. O da sigarasını bitirene kadar tek kelime etmeden yüzüme baktı. Dudakları dudaklarıma takılınca, "Kimdi o çocuk?" diye sordu bir defa daha. Küçük prens gibiydi, sorduğu soruların cevabını almadan susmazdı.

"Öpüyordu seni dudaklarından."

"Sen de öptün beni dudaklarımdan." dedim sesim çatallı çıkmıştı, boğazımı temizledim. Onunsa yüzünde tek bir mimik bile oynamadı, yüzüme üflediği nefesi titremese inanacaktım yaşadığımın hayal olduğuna. Öpmedim, dese kanacaktım ona ama nefesi titredi, "Kimdi o çocuk?" diye sordu bir defa daha konudan kaçmak ister gibi. Gülümsedim, "Biliyor musun?" dedim, nefret ediyordum bu gerçekten. "Beni öperken üst dudağı titremiyordu."

Derince yutkundu, içine çektiği nefesi dışarı üflemeden sigarayı yere attı, geniş tabanlı ayakkabısıyla ezip onu söndürdükten sonra kafasını bana doğru kaldırdı, gözlerinde anlam veremediğim bir buğu, yanaklarında incecik su damlaları vardı. Simsiyah saçlarının arasından bir esinti geçip yüzümü yaladı, sustu. Her zamanki hainliğiyle sustu.

O susunca "Neden?" diye sorarken buldum kendimi. Zaten o hep susar, beni parçalanacağımı bile bile konuşmaya zorlardı. Titredim, ama rüzgar değildi sebebi. Durumu sonunda kabullenişimin getirdiği o yağmurlardı.

"Neden kimse sana benzemiyor, Jimin?"

Beni kirpiklerini kırpmadan uzun uzun izlerken gözlerine biriken buğular yanakları boyunca dağılmaya devam etti. O yaşları silebilmek için parmak uçlarım acıdı. Parmaklarımın acısı bile gözlerime bindiğinde bakışlarımı o yoğun bakışlardan kaçırıp gökyüzüne diktim ve ağlamamaya çalıştım. Soruma cevap vermedi. Omuzumda, bana görünmemeye çalışarak ağladığı o ilk seferin aksine önümde hiç utanmadan ağlamaya devam etti. Ben de o seferin aksine ona sarılmak yerine boşluğuna, acıma sarıldım.

Hesap sorduğumda sanki cevabını verecekmiş gibi konuşması sinirlerimi bozduğu kadar bir yanıma umut da vermişti. Beni son zamanlarda o kadar üzmüştü ki gidişinin ardındaki sebebi ona sormak yerine kalması için yalvarabilmiştim sadece. Beni o kadar itmişti ki eskiden utanmadan sorduğum her sorudan şimdi korkar olmuştum. Kendi başıma sorup bu soruların cevabını yine kendi başıma aramam beni o kadar büyütmüştü ki karşısında bir daha asla aradığı o eski, küçük çocuk olamayacaktım. Bu da gözlerimdeki yaşlara yenisini ekledi. Öyle bir yoldaydık ki şimdi geri dönmeyi nasıl başaracağımızı hiç bilmiyordum.

"Jungkook."

Birkaç dakika yanımda sessiz sessiz ağladıktan sonra adımı seslenince istemeyerek dönüp yüzüne baktım. Üçüncü defa daha "Kimdi o çocuk?" diye sordu. Gücüm olsaydı gözlerimi devirirdim belki ama çıkıp gelmesi, üstüne karşımda utanmadan ağlaması zaten yorgun olan sinirlerimi iyice yormuştu. Tepki vermeden yüzünü izlerken "Erkek arkadaşım." diye yalan söyledim. Yalan söylediğimi anlamadı bile, az önce sorduğum sorunun altındaki anlamları aramadı. Hızlı hızlı kafasını sallayıp yaşlı gözlerini orada burada gezdirdi durdu. O an kim olduğunu bile hatırlamadığım eski Jungkook'u tedirgin ellerinde buldum. Cevabını duymaktan hoşlanmayacağı bir soruyu bu kadar ısrarla sorması, karşılığında verdiği tepki, gözlerindeki yaşlar, bu şeffaflığı... Kendimi Jimin'de buldum. Midem bulandı. Kimsenin ona benzemediği bedenlerde onu arıyorken kendimi de kaybetmiştim ve sonunda ikimizi de onda buldum.

Hayatımdaki yerini, ona karşı hislerimi inkar etmeyi bırakalı çok olmuştu ama bu o kadar fazlaydı ki boğazım kurudu. Ellerim yine alakasız yere titremeye başladı, karnım çirkin çirkin ağrıdı. Ona o kadar aşıktım ki sürekli farklı bir yönünü keşfediyordum bu aşkın. Hepsi de canımı yakıyordu. Gözlerim buğulandı.

Ağlamamak için bu defa gücüm kalmayınca kaçmak istedim ondan. Bir şey söylemesini beklemeden hızlıca ayaklanıp parkın çıkışına doğru yürümeye başladığım an "O da dizlerine başını yaslıyor mu?" diye sorarak beni durdurdu. Sanki yine bisikletten düşmüşüm gibi o cümlesini kurarken bir sızı sözünü ettiği dizlerime kuruldu.

Daha çok küçüktük. Bizimle yaşamaya başlaması için mahkemeden sonuç çıkmasını bekliyorduk. Her şey kesinleşince, haberi alır almaz bisikletimi Jimin'in kaldığı eve, teyzesinin evine sürmüş, yolda da bi taşa takılıp düşmüştüm. Dizim yaralanmıştı, pijamam yarama yapışmıştı ama o kadar umurumda değildi ki bu Jimin'i görene kadar pedal çevirmeye devam etmiştim. Eve geldiğimizde annem beni ağlata ağlata pansuman yapmıştı dizime, canım çok acımıştı. Jimin de yanımda durmuş o minicik elleriyle ellerimi tutmuştu. O zamanlar hem onunla aynı odada kalmak istediğimden hem de evde Jimin için hazırlanmış özel bir oda olmadığından benimle yatıyordu. Uyurken ayağı dizime değmesin diye başını dizlerime yaslıyordu, yaramın yerini de yara olmayan derimi de ezberlemişti. 13 yaşındaydı daha. Bir gün bile yarama değip canımı yakmamıştı. En mutlu yaşlarımdı.

Aklımda oynayan anılar içimdeki sürekli takılıp düştüğüm o ateşi harlamıştı. Gövdem o ateşin harıyla kavruldu. Geriye sadece anılarımızın külleri kalmış gibi hissediyordum. Onları yaşayan iki küçük çocuk biz değilmişiz de parkta rastgele karşılaşmış iki yabancıymışız gibi. Ona daha önce hiç bu kadar uzak hissettiğim olmamıştı. Kaygılarım boğazıma kadar tırmandı, ona bir daha hiç o zamanlarki kadar yakın hissedememekten delicesine korktum.

Yüzüne baktığımda onu, hissetiklerimden bihaber yaşlarını silmediği gözleriyle birleştirdiği elini izlemeye devam ederken buldum. Sanki soruyu başkası sormuş gibiydi. Sanki karşımda yeniden 13'ündeydi. Gerçekten küçücük kalmıştı. Omuzları öyle düşmüştü ki tişörtünün kolu dirseğine kadar uzanmıştı neredeyse. Böyle mahçupken daha da küçülüyordu, canım acıdı.

"Niye soruyorsun?" dedim, sanki gerçekten 13 yaşındaymış da dünya üzerindeki tüm merhamete ihtiyacı varmış gibi sesim yumuşamıştı. Karşımda bu kadar içten olmasına alışık değildim, canı yansın diye verdiğim cevapların, canını bu kadar yakmasına alışık değildim, benden hislerini gizlememesine alışık değildim. Nasıl karşılık vereceğimi bilmediğimden rahatsız hissetmiştim ama sesime bulanan merhameti de silememiştim.

"Biliyor mu başını nereye yaslayacağını?" diye sordu bu defa. "O da benim gibi ezberledi mi yaralarını?"

O zamanlar annesini yeni kaybetmişti, sevgiye açtı. Şimdiyse tam tersi benim ona, onun tarafından sevilmeye ihtiyacım vardı. Ona en çok ihtiyacım olduğu zaman çekip gitmişti, hem de babası için muhtemelen. Bunları yeniden hatırlamak canımı yaktığı kadar sinirlerimi de oynattı. "Siktir oradan." diye mırıldandım, kendimi tutamayarak. Hayatımın en büyük yarasını aldığımda yoktu. Gerçekten yaralarımdan bahsetmeye nasıl cüret ediyordu? Sinirlendiğimi anlasın diye soğukça "Kendini onunla bir tutma." dedim. Bir zamanlar Taehyung'u kıskandığında da tıpkı böyle söylemiştim. Kendini kimseyle bir tutma. Ama şimdi öyle farklı tonlamıştım ki iç geçirdi.

"Haklısın." diye mırıldandı. Bir saniye sonra o kayıtsızlık yeniden suratındaydı. Yine de duygularını silemediği gözleriyle dizlerimi izlerken sessiz sessiz ağlamaya devam etti.

Birazdan elinin tersiyle yüzünü sildikten sonra cebine uzanıp bir kağıdı çıkararak "Bu gece bu adrese gel lütfen." dedi, öyle cansız bir fısıltıyla konuşmuştu ki uyduruyorum sandım. Ellerime tutuşturduğu kağıt olmasa buraya gelişini de yaptığımız konuşmayı da beni çağırmasını da uydurduğumu sanırdım. Ama kağıt vardı işte, hala elinin sıcaklığını üzerinde misafir ederek avucuma kurulmuştu. Bir şeyler söylememi bekledi. İrademle savaşarak kağıdı buruşturup attım.

"Boşuna gelmişsin." diye mırıldandım. Kendimi yine çok güçsüz hissettiğim için ayakta dikilmeyi bırakıp yeniden yanına oturdum. Sesim titremişti konuşurken. "Akşam planlarımız var."

"Biliyorum," dedi. Şimdi az öncekinden daha kısık sesle konuşuyordu. Sanki söylemeyi istemiyormuş, sanki sorsam inkar etmek için fırsat kolluyormuş gibi varla yok arasında mırıldanıyordu. "Doğum gününü sevgilinle geçirmek istersin."

"Evet." dedim, içimdeki sesle birlikte. Ben sustum, içimdeki ses seninle geçirmek istiyorum, diye devam etti. Güç almak için ellerimi birleştirip gözlerimi yumdum.

"Jungkook." dedi, yeniden. Buruşturup attığım kağıdı yerden alıp karşıma geçmişti ama ayakta değildi. Dizlerinin üzerine çökmüştü, seslendiği halde yüzüne taşımadığım bakışlarımı, çenemi tutarak başımı kendine çevirince yakaladı. Gözleri hala dolu doluydu ama ağlamıyordu. Ne yaptığını bilmiyormuş gibi dudağımın kenarını okşadı. Hareketi canımı beklemediğim kadar acıttığında kafamı sallayıp dokunuşundan kaçtım.

"Lütfen gel." dedi ondan kaçtığımı görmüyormuş gibi ve başını dizlerime, eskiden uzandığı yere bıraktı. Hareketiyle birlikte hayatım boyunca atamadığım kadar çok çığlık boğazıma, korkunç bir ağrı da karnıma saplandığında ondan gizlemeye çalıştığım yaşlarım haftalar sonra yanaklarımdan akmaya başladı. Bana bunu yapma, diye bağırmak istedikçe ağladım. Ellerim öyle bankta kalçalarımın iki yanında bekledim. Saçlarını okşamak istedim. Yüzünü kaldırıp ağlaması geçene kadar onu öpmek istedim. Geçen gün ettiği teklifi kabul etmek, onunla ardıma bile bakmadan başka yerlere gitmek istedim. Tüm bunları istedikçe yumruklarımı sıktım ve orada, o dizlerime sarılmışken sessiz sedasız ağlayarak ona eşlik ettim.

Birazdan diz kapaklarıma bir öpücük kondurdu, alttan alttan bana bakıp yüzümü gördüğünde gözleri biraz ışıldadı ve "Lütfen." diye tekrarladı. Bakışlarımı kaçırıp omuzlarımı salladım.

Yalvarmasına gerek yoktu, ona gideceğimi adı gibi biliyordu ya da artık o kadar başka biri olmuştum ki gitmememden gerçekten korkuyordu. Biraz da o korksun istedim. Gideceksin, dediğimde gideceğim cevabını aldığım her seferde hissettiğimi hissetsin. Bu yüzden sesimi çıkarmadım.

Birkaç saniye yüzümü izlerken bekledi. Sonra kağıdı bankta yanıma bırakıp ayaklandı.

O, iki üç adımında bir arkasına, bana baka baka çıkarken parktan, banka bıraktığı kağıdı düzeltip cebime koydum.


***

önceki bölümle birlikte 210 oy olduğunda yeni bölümü yazmaya başlayacağım, baya uzun ve bilemiyorum kavuşmalı bir şey olacak... önümüzde en fazla on bölümlük bir yolculuğumuz kaldı, umarım bu süreçte bolca yorum bırakır, oy verirsiniz bu çocukların hikayesine ve sene sonu gelmeden tamamlanmış oluruz. sonrasında iki jikook fici getiricem size... öpüyorum bolca, iyi geceler 💜

Continue Reading

You'll Also Like

460K 53.7K 33
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.
377K 34.6K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
52.6K 4K 29
jungkook kendisine takıntılı eski kız arkadaşından kurtulmanın tek yolunu eşcinsel olduğunu ileri sürmekte görüyordu ve bunun için taehyung'tan yardı...
140K 15K 52
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...