Conteur fille | Jungkook

By mitsurine

15.2K 1.8K 2.7K

"Eğer ağlıyorsan ağacın üzerine çık ve onlara yukarıda yağmur yağdığını söyle." More

Conteur fille
Child garden¹
Angel Rosé²
Wings Trap³
Conqueror⁴
Tiny Parrots⁵
Simple deal⁶
Tea party⁷
Little talks⁸
Drunk rabbit⁹
That's amore¹⁰
Red note¹¹
Old giant¹²
Mighty oath¹³
Song of the sea¹⁵
I love you my friend¹⁶
Heart waves¹⁷
Paper birds¹⁸
Rose-colored boy¹⁹
Delayed firsts²⁰
Broken roots²¹
Hey losers²²
Therapist eric²³

Boring Rosé¹⁴

405 61 75
By mitsurine

"Sevgili dinleyicilerim bu akşam saat dokuz civarında şehir merkezinin kuzeyinde fırtına çıkmasının beklendiğini duydum. Evlerine dönen herkesin dikkatli olmasını rica ediyorum. Kendinize iyi bakın ve oyalanmadan hızlıca evlerinize dönün. Ve şimdi bu soğuk ve fırtınalı geceye güzel bir şarkıyla giriş yapıyoruz. Bir arkadaşımın önerisi ile keşfettiğim parçayı sizinle paylaşmak istiyorum. Tom odell - Sparrow sizlerle. Mutlu akşamlar sevgili dinleyicilerim. Evlerinize mutlulukla gidin..."

Kapıyı açmaya çalıştığım esnada kulaklığın biri sağ kulağımdan çıkıp düştü. Kollarım dolu olduğu için anahtarı anca ikinci denememde deliğe sokabilmiştim. Eve dönüş yolunda sürekli dinlediğim bir radyo programı vardı ve kapıyı açıp içeri girene kadar dinlemeyi bırakamıyordum.

Aslında kadın oldukça samimiyetsizdi hatta söylediği ılık kelimelere zıt kalan ses tonu, konuşmaktan nefret ediyormuş gibi bitkin çıkıyordu. Ya da ensesine silah dayalıymış gibi. Ama çaldığı şarkılar mükemmeldi ve yeni birçok şarkı keşfetmemi sağlamıştı.

Kapıyı açtıktan sonra içeri girdim ve kilitledim. Yorgunlukla iç çekerken bir yandan da ayakkabılarımı çıkarıyordum. Bir salata yapacak ve yanında geçen aldığımız tuzlu krakerlerden yiyecektim. Soğuk bir akşamı güzel geçirmenin iyi ve en kalorisiz yolu buydu. Televizyonun karşısında, battaniyenin içinde bir şeyler atıştırmak.

Boynumdaki atkımı çıkarıp askıya astım. Kulaklığımdan biri hâlâ kulağımdaydı. Güzel müzik beni keyiflendiriyordu. Evin tüm ışıkları kapalı olduğu halde oturma odasından cılız bir ışık geliyordu. Kulaklığımı çıkarıp yavaşça oraya adımladım. Kapının eşiğinde durup bekledim.
"Evde miydin?"

Yağmur sesi hafiften içeriye gelmeye başlamıştı. Camlarda yağmur damlalarını görebiliyordum.

"Zavallı kız, arkadaşı bildiği kızın ihanetinin verdiği acı hisle kendini içkiye vermişti. İçiyor, içiyor... fakat bir türlü ihanetin tadı damağından gitmiyordu."

Jinsoul elinde tuttuğu, içinde kırmızı bir sıvı olan bardağı hafifçe yukarı kaldırdı.
"Bu ihanet onu içmek gibi bir günaha sürüklemişti. Şimdi zavallı kız günahkar ve bir o kadar da mutsuzdu."

Üzerimdeki montun düğmelerini açarken kafamı iki yana salladım.
"Zavallı kız sen mi oluyorsun?"

Bacak bacak üstüne atarken rolünü sürdürmekte kararlı görünüyordu. İçeceğinden bana bakarak bir yudum daha aldı.
"Böyle bir gerçeği can dostundan saklaması ve hâlâ utanmadan rahatça konuşabilmesi ne kadar da küstahçaydı."

"Aç mısın? Kendime salata yapacağım. Bu sıralar hastanede abur cuburdan başka bir şey yemiyorum."

"Ben bana olan ihanetinden şiirsel bir dille bahsederken beni nasıl görmezdem gelebiliyorsun?"

Güldüm. Jinsoul bazen gerçekten benimle uğraşmayı oyun haline getirebilecek enerjiye sahip oluyordu.

"Ne istiyorsun? Ve ne ihanetinden bahsediyorsun? Yine bir garipsin."

"İhanet bardağımda, şarabımın içine karışmış."

Koltuğa çökerken derince iç çektim.
"Edebiyat bölümünde okumalıydın, ağzın iyi laf yapıyor."

Elindeki içeceğe şüpheyle baktım. "Elindeki vişne suyu değil mi?"

Jinsoul soruma karşılık olarak hafif sinirli bir yüz ifadesi takındı.
"Başka ne olabilir?"

İkimizde aynı anda refleks olarak televizyonun yanında duran kural kağıdına baktık. Onu geçen ay çerçeveletmiştik.

Rosé'nin ev kuralları
•Evde içki ve sigara içmek yasak
•Eve erkek arkadaş vb. şeyler getirmek yasak
•İki günde bir sırayla ev temizlenecek
•Gece 12'den sonra yüksek sesli hiçbir eylem gerçekleşmeyecek
•Çamaşır makinası haftada sadece dört gün çalışacak

Ardından Jinsoul bardağı gene imayla tuttu ve gözlerini üzerime dikti. O kağıdı sevdiği söylenemezdi. Fakat sevmesede tıpkı benim gibi harfiyen uyuyordu. Jinsoul eve yerleşmeden önce bu konuda çok ciddi bir anlaşma yapmıştık.

Aniden, "Ne zaman tanıştınız?" diyerek lafa girdi.

"Kiminle?"

"Soruya soruyla karşılık vermek yasak. Ben soracağım ve bir an bile gevelemeden yanıt vereceksin."

Neden bahsettiğini tam anlayamasamda kafa salladım. Söyledikleriyle kafa yoramayacak kadar yorgundum.

"Jeon Jungkook'la ne zamam tanıştınız?"

"Onu mu diyordun." Başımı elime yaslayıp ayaklarımı koltuğa kaldırdım.

"Tabii ki onu diyorum! Günlerden beri sormak için vakit arıyorum. Fakat bir türlü eve gelmek bilmiyorsun. Ya da ben geldiğimde uyumuş oluyorsun."

"Evet, bayadır görüşemiyoruz. Hastaneden geç dönüyorum."

Küçük parmağını ağzına götürüp bacağını sallamaya başladı.
"Kafetaryada karşına pat diye oturduğunda çenem aşağı düştü. Hayatımda hiç bu kadar şaşırdığımı ve heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Hâlâ aklıma geldikçe..." Eliyle yüzüne hava yaptı.

"Neden şaşırdın? Garip bir şey miydi ki?"

Jinsoul sorumla birlikte susmayacağı daha doğrusu susamayacağı bir konuşma döngüsüne girdiğinde gözlerimi kapatıp koltuğa iyice yerleştim.

"Garip falan değil. Muhteşem bir şey bu. Durdun durdun ve turnayı gözünden vurdun. Bu aklıma gelebilecek son eşleşmeydi. Akıl almaz... kafa karıştırıcı... şüpheli. Sen Jungkook'la tanışıyorsun... Nerede? Nereden tanışıyorsunuz? Ne zaman tanıştınız? Hiç söylememiştin. Ya da söyledin de ben mi duymadım. Gelip senin yanına oturdu seni tanıyormuş gibi. Yoksa siz çoktan..."

Onun enerjisine ters düşecek şekilde, sönük yüz ifademle cevap verdim.
"Hastaneden tanışıyoruz Jinsoul."

Jinsoul'un sesi kesildi heyecanlı nefes alışverişleri son bulmuştu. Beklediği cevap kesinlikle bu değildi.
"Ne yani... hastanede mi tanıştınız?"

"Evet, orada gönüllü çalışıyor. Beraber çocuklarla ilgileniyoruz o kadar. Yani lütfen bana acı ve başımı şişirme."

"Benim... benim uzun zamandır kafamda kurduğum şeyleri nasıl bu şekilde bertaraf edersin?"

"Jinsoul-"

"Lanet! Hayallerim suya düştü. Sonunda sevgili yaptığını düşünmüştüm."

"Ne zamana kadar yanımda gördüğün her erkeği sevgilim sanmaya devam edeceksin? Aklına gelen ilk şeye bak."

Onu kınarmışcasına kafamı salladım.
Jinsoul sabırla ayağa kalktı ve yavaşça yanıma oturdu. Ayaklarımı biraz kendime çektim. Sessizliği beni ürkütüyordu.

Yakamı tutup sıktı. "Bir sevgilin olmasını senden daha çok istiyorum tamam mı? Neredeyse iki yıldır tanışıyoruz. Bir sevgilin olmasını geçtim birini beğendiğinden bile bahsetmedin. Çıldırmak üzereyim, artık buna katlanamıyorum." Yakamı bırakıp yanımdan kalktı ve hışımla tekrar karşı koltuğu geçti. Sadece bunu söylemek için yanıma gelmişti.
"Umutsuz vakasın."

Her zaman kendimi savunurken kullandığım cümleleri sıralamaya başladım.
"Benim öyle şeylere fırsatım mı oluyor? Hastane ve okul gibi bir sürü iş var başımda, zaten yeterince yoğunum." Parlakça gülümsedim. "Ayrıca hayatımda yeterince tatlı erkek var. Biliyor musun Sejun'un dişleri düşüyor o kadar tatlı ki..."

Jinsoul yüzüne sıkılmış bir ifade kondurduktan sonra gözlerini odanın uzak bir yerine sabitledi. Ağlayacak gibi duruyordu.

"Hem söylesene neden bu kadar sevgilim olsun istiyorsun? Benden bile daha fazla."

Oturuşunu düzeltti. Böyle bir mesele hakkında hararetli bir tartışmaya giriştiğimize inanamıyordum.
"Bir sürü sebebim var."

"Yaa neymiş?"

Vişne suyunun içine attığı üzümü ağzına atarken omuz silkti.
"Şu televizyonun yanındaki kağıdı görüyor musun?"

Başımı salladım. "Evet hem de her gün."

"İşte o kağıt hayatımın siyah bir sayfası. Senin beni zincirleyen katı kuralların..." Ağlamaklı bir ifade takınıp yalandan burun çekti. "Eğer bir sevgilin olursa şu yasaklarını kaldırıp biraz gevşersin diye ümit ediyorum. Tek sebebim bu. Yoksa senin hayatının sonuna kadar ilk aşkını bekliyor oluşun umrumda değil."

"Sevgilim olsa dahi kurallarımız bozulmayacak." dedim ciddiyetle.

"Sen öyle san. Diyelim ki biriyle çıktın onu elbet buraya getireceksin." Üzümü çiğnerken imayla güldü. Bense dizlerimi dikip onlara sarıldım.

"Onunla içki içmek, sonra balkonda yavaş bir şarkıyla beraber dans etmek isteyeceksin. Ardından romantik bir akşam yemeği yiyecek ve sonrasında baş başa kalmak isteyeceksiniz."

Boğazımı temizledim. "Bunların hepsini dışarıda da yapabiliriz."

Sinsi bir cadı gibi kafasını eğip güldü. "İstediğin kadar diren. Her şeyin sonunda oda evine gelmek isteyecek, anlarsın ya."

"Jinsoul!"
Yanımdaki yastığa uzanıp ona attım. Bazı akşamlar böyle konular açıp beni kızartana kadar atıp tutuyordu.

"Hadi ama masum Rosé'yi bir kenara bırakalım. Aş artık kendini, farkındaysan biz üniversiteye gidiyoruz ve aşık olmak için geç bile kaldın."

Dalga geçer gibi kafamı oynattım. "Şimdi ne yapacağım, çok geç kaldım..."

Jinsoul beni duymayıp konuşmaya devam etti. Bir yere odaklanmıştı, bakışları resmini tutkuyla anlatan ressam gibiydi.
"Aşık olacaksın Rosé, elbet bir gün olacaksın ve içinde çoşkulu bir ateş yanmaya başlayacak. Ve kızım... o ateşi söndürmek o kadar zor ki."

"Eğer susmassan odama gideceğim."

"Sıkışınca hemen odana kaçıyorsun. Dinle beni tek yaptığım sana yardım etmek. Yalnızlığına son vermeliyiz. "

"Yardımını istediğim yok ki. Ben mutluyum."

Konu aşk işleri olduğunda sohbet karmaşıklaşıyor ve Jinsoul konuyu saptırıp arsız şeylerden bahsediyordu.

Bir sevgilim olma ihtimali, aşık olma fikri bile beni heyecanlandırsada bunun bir anda gerçekleşmesi imkansızdı. Sesli söyleyince bulunabilecek bir şey değildi. Ya da bir mağazadan alınabilecek bir şey. Tabii Jinsoul'a göre mağazadan da bulunabilirdi.

Yine televizyonun yanındaki kağıdı gösterdi. Aslında o kadar çok kuralımız bile yoktu.
"Şu sıkı denetimin eğer bir sevgilin olursa gevşeyeceğine canı gönülden inanıyorum."

Konuyu kapanmasını sağlamak için televizyonu açtım. Fakat o konuşmaya devam ediyordu.

"Bi salsan mı artık kendini. Ne dersin? Şöyle kız kıza sevgililerimizin dedikodusunu mu yapsak artık."

"Daha önemli işlerin yok mu Jinsoul? Eminim vardır yoksa bile bulmalısın," dedim kanalları hızlı hızlı geçerken. Ev dekarosyonu programlarından birini arıyordum.

"Sende istemez misin? Aşık olmak."

Ona bayıkça baktım. Gerçekten çok önemli bir mesele değildi benim için. Özellikle şu sıralar. Okul, hastane, ev, sorumluluklar... bunların arasında ek bir şeyle uğraşamazdım.

Ama son zamanlarda birisini sevmek istediğim olmuyor değildi. Böyle duygusal konularda sabit bir fikrim bile yoktu. Aşk hakkında fikirlerim sürekli değişiyordu. Elimi diğer yanağıma sürttüm.

Başka bir sevgi. Namjoon'u ya da çocukları sevdiğim gibi değil.
Başka bir his.
O hissi merak ediyordum. Hem de tahminimden daha fazla. Düşüncesi bile midemi karıncalandırmaya yetiyordu.
Aşık olmak güzel bir şey olmalıydı.
Tabi bunu asla sesli söylemezdim.

Bir parmak şıklatma sesinin ardından Jinsoul'a baktım.

"Hey öyle dalıp giderek paçayı kurtaramazsın."
Derin bir nefes aldı ve koltukta bana doğru eğildi.
"Bir düşünelim Jungkook'tan olmaz mı?"

"Olacak olan ne?"

"Sinirlerim yükleniyor..."

Tekrar televizyona döndüm. "Çok uzattın Jinsoul. Yorgunum dedim ya."

"Hadi söyle ondan etkilendin mi? Hoşlanmak gibi. Bir çekim, elektriklenme, kalp çarpıntısı. Biz tanışıyoruz, ayarlabilirim." Parmaklarını birbirine sürttü. "İkinizi."

"Ah hayır sakın öyle bir şey yapma. Biz yeni yeni arkadaş oluyoruz. Onun hakkında böyle şeylerde söyleme. Onu öyle görmüyorum."

Umutsuz vaka bakışı Jinsoul'un gözlerinden bir an bile gitmiyordu.

"O yüze, o fiziğe, o ses tonuna karşı hiç etkilenmedin mi Rosé?"

"Dedim ya biz sadece aynı hastanede gönüllü hizmet veren iş arkadaşlarıyız. Niye öyle şeyler düşüneyim? Hiç hoş değil."

Jinsoul kadehi sehpaya vurdu ve kendi kendine konuştu. "Hâlâ arkadaş diyor... Aptal mısın? Çocuğa yan gözle baksan bile hemen aşık olabilirsin. Beraber vakit geçiriyorsunuz birbirinizi tanımak ve yakınlaşmak için güzel vakitleriniz olacak. Bu bir fırsat. Değerlendirmeliyiz..."

Birine hemen tutulmamı nasıl bekliyordu.
"Aşık olmak. O kadar kolay değil."

"Evet kolay, sadece çok düşünen aptallar için zor. Ben metroda gördüğüm bir çocuğa bile saniyesinde aşık olabiliyorum."

Dizlerimdeki ellerimi kendime çekip başımı eğdim.
"Ben senin gibi değilim, her şeyin zamanı olduğunu düşünüyorum. Bazen ağırdan almak en iyisidir."

"Yine şu ilk görüşte aşk zırvalığını aklından geçirdiğini söyleme."

Kafamı salladım. "Söylemiyorum."

"Aklından geçirdiğini biliyorum."

Tepkisiz kaldığımı gördüğünde iç çekip geriye yaslandı. Jinsoul'la sık sık oturup konuşmazdık. Çoğunlukla ayrı fikirlere sahip olduğumuz için bir süre sonra sohbetimiz zıtlaşmaya dönüşüyordu.

Sadece ilişki ve aşk konuları açıldığında Jinsoul üstüme gelmeyi seviyordu. Kendisini aşk perisi falan sanıyordu. Bazen gece yarılarına kadar arabuluculuk yaptığı aşk hikayelerini dinlerdim.

"Bak sana bir tavsiye vereceğim."

Tek kaşımı kaldırdım.
"Göbeği açık kıyafetler almam gibi mi?"

"Onu unut. Şimdi ki tavsiye aşk hakkında. Evet birine ilk görüşte aşık olabilirsin, ama aşkın sadece birini ilk gördüğünde hissettiğin şeyle ilgili olduğunu düşünmüyorum."

Çok nadir yaptığı bir şey yaparak ciddileşti.
"Aşk sadece onu ilk gördüğün an hissettiğin şeyden ibaret değil ki..."

"Biliyorum Jinsoul biliyorum."

"Bildiğini fark etmedim." Gözlerini bayıltıp ayağa kalktı.
"Benden bu kadar, yine başımı ağrıttın senin bu aşk konusundaki beceriksizliğin beni hasta ediyor. Ben yatıyorum."

"İyi geceler," dedim. Genelde konu bir anda böyle kapanırdı. Ve bende rahatlardım. Bu mevzular açıldığında canım sıkılmıyor değildi. Birçok kez aşık olmuş biri benim hissettiklerimi kolaylıkla anlayamazdı. Nasıl bir his olduğunu bilmediğim için bunu gözümde büyütüyordum ve çok büyük bir mesele olduğunu düşünüyordum.

Jinsoul aklımı okumuş gibi salondan çıkmadan geri dönüp kollarını kafamın yanına yasladı.

"Bu arada aşık olduğunda etrafta havai fişekler patlamıyor ya da yıldızlar kör edici bir parlaklıkta gökyüzünde oynaşmıyor. Böyle olacağını düşündüğüne eminim."

"Dalga geçmeyi bırak artık."

Onu dikkatli dinlemem için elimdeki kumandayı aldı.
"Kalp krizi geçiriyormuş gibi hissttiğin an bil ki aşık olmuş olacaksın. Ölüm gibi bir şey derler ya. İşte öyle."

Göz kırptığında onu itip kumandayı geri aldım.
"Tamam aklımın bir köşesine yazdım."

"Ayrıca yarın Ashley'nin doğum günü var. Senide çağırdı. Mesajına dönmemişsin."

"Hastanede olacağım."

"Akşam saat onda seni hastane bekçisi. O saatte evdesin. Gelmeni çok istiyor hem eski ev arkadaşına hiç saygın yok mu? Seninle evini paylaştı o."

"Beni pek sevdiğini zannetmiyorum."

"Sevmese çağırmaz, geliyorsun ve sana oradan bir sevgili buluyoruz."

"Cidden çöpçatanlıkla sevgili bulacak yaşları geçtik Jinsoul. Beni düşündüğün için teşekkür ederim ama ben böyle iyiyim. Gerçekten. Hem ilgilenmem gereken bir çok şey var dedim ya. Başta Namjoon olmak üzere."

"Bunu birazda onu ve kendini rahat bırakman için yapıyorum. Gidiyoruz ve sende geliyorsun."

"Hı hı," diyerek onu geçiştirdim. Canım gitmek istemiyordu. İçki ve sigara kullanmadığım için öyle yerlere gitmek beni açmıyordu. Hem yanımdakilerde bundan hoşlanmıyordu. Ne uzatsalar elimi kaldırıp kullanmıyorum demek zorunda kalıyordum.

"Çoğu kız olacak zaten, en sonda bütün kızlar kafayı bulup eğleneceğiz."

"Tamam, Namjoon'a sorarım."

Asla sormayacaktım bunu o da biliyordu.
Jinsoul odasına doğru yönelmeden önce tuş sesini sonuna kadar açıp bir numara tuşladı ve, "Alo Namjoon," diyerek odasına girdi.

Beni topluma, kalbimi bir çocuğa kaptırabilecek fırsatlar oluşturmak için canını bile verebilirdi.

Akşam saatlerinde sık sık dışarıya çıkan bir kız değildim. Ya evde ya da hastanede olduğum için pek aktivitelere katılmazdım. Benim suçum değildi yoğun bir tempoya ayak uyduruyordum. Açıkçası gezip tozmayı pek sevdiğimi söyleyemezdim. Bütün bunlar benim için büyük bir zahmetten ve zaman kaybından farksızdı. Bütün vakitlerimi, gündüzlerimi ve gecelerimi Namjoon'la ve hastaneki çocuklarla birlikte geçirmek istiyordum.
Bu saatte elbise giymek ve Jinsoul'la makyaj ve diğer bütün süslü konular hakkında tartışmaya girmek zorunda kalmıştım.

İlk tanıştığımızda Jinsoul hayatıma bu kadar karışmıyordu. Sonuçta aynı evi paylaşan iki yabancıydık. Ama o zamanla, üçüncü ayımızda benimle ilgili her şeyi biliyordu. Kesinlikle herkesle anında sıkı fıkı olabilecek insan canlısı bir kızdı.
Kuralları sevmiyordu ve hiçbir konuda çizgileri yoktu.

"Saçımın tüy yumağına benzediğini söyledi. İnanabiliyor musun? Sanki bir kediyim."

"Belki de iltifat etmiştir."

"Hayır, bir kızın saçına böyle bir şey söyleyemezsin. Bu saçını taramamışsın bakımsız ve pasaklısın demektir."

"Katılıyorum."

"Ama bir yandan tatlı çocuktu ve birazda aptal. Aptal çocuklar her zaman daha fazla sever."

"Ben zeki çocuklardan hoşlanıyorum."

"Ah bu arada ojen yeni mi tatlı bir rengi var."

"Evet, yeni aldım."

"Ah nereden?"

"Yeni açılan kozmetik mağazasından."

Kollarım bağlı kapanmış bir mağazanın yanından daha geçtik. Jinsoul ve iki arkadaşı hayatlarında saçma ne yaşadılarsa birbirlerine anlatmaya devam ediyorlardı.

İçinden biri dakikalar sonra onlarla olduğumu hatırladığında, "Rosé sen Ashley'le nereden tanışıyorsun?" dedi.

"Ev arkadaşıydık, Jinsoul'dan önce."

"Neden ayrıldınız?"

"O sevgilisinin yanına taşındı."

Hepsi birden,"Vay canına süper bir şey bu. Ballı bir kız, hayatının aşkını bulmuş." diye mırıldandılar.

Jinsoul düz bir ses tonuyla, "Ayrıldılar," dedi ardından kısa bir sessizlik oldu.

Gülmemin tek sebeni iki kızın hayatlarının en kötü şeyini duymuş gibi açılan büyük gözleriydi.

Gittiğimiz doğum günü normal bir kafede olacaktı. Jinsoul bar ve benzeri yerlerden nefret ettiğimi biliyordu. Bugünkü yer merkezde içki içilebilen işlek bir kafeydi. Ashley'nin yeni erkek arkadaşı kafenin yarısını onun için kapattırmıştı.

Kafenin kapısındayken Jinsoul bana dönüp saçımı düzeltti. Annesi tarafından sürekli saçı ve giysisi düzeltilen bir çocuk gibi hissediyordum. Evde sessizce itişmemizin ardından sadece saçımı biraz dalgalandırabilmişti. Pek başarılı olmamıştı ama yinede idare ederdi.

Ve son olarak elbisemin yakasını silkti.
"Tamam, idare edersin güzel bir yüzün var zaten."

"Hayırdır beni kime pazarlayacaksın?"

Etrafına dehşetle baktı.
"Ne diyorsun sen yanlış anlaşılacağız. Kadın mı satıyorum ben?"

İç çekip kafamı eğdim. "Sakın içeridede böyle saçmalama."

Omuz silktikten sonra bana son bir defa daha dikkatle baktı ve içeriye girdi. Ardından bizimle gelen iki arkadaşıda. En son isteksizce kapıyı tutup ben girdim. Burası tam anlamıyla gürültü ve dumandan oluşan bir kafeydi. Yerdeki masalarda minderlerde oturmuş içen gruplar vardı.

Doğum günü için rezerve edilen yere geçmeden etrafı inceledim. İnsanlar sigara kokusundan neden hiç rahatsız olmuyorlardı. Birazdan kusabilirdim. Şu saatte lobide nöbetçi hemşirelerle dedikodu yapmak ve acı kahve içmek kesinlikle daha iyi bir fikirdi. Buraya gelmekten daha keyifli olacağını düşünmeden edemiyordum. Evet sosyal bir hayatım yoktu. Belki de hiç olmayacaktı.

Doğum günü için ayrılan odaya girdiğimizde Jinsoul geldiğini neredeyse herkese belli etti. Odadaki herkesi tanıdığına emindim.
"Ahh ha haa... merhaba ne kadar da kalabalık."

"Geç mi kaldık?"

Elimi dumanı dağıtmak için burnumun önünde salladım.
Ashley ayaktaydı ve bizi gördüğünde konuştuğu kişiden izin alıp hemen yanımıza adımladı. Ve şarkı söylermiş gibi konuştu. "Tam zamanında şimdi pastayı kesiyorduk."

Jinsoul ona kısaca sarıldıktan sonra minderlerde oturan diğer davetlilere güçlü bir neşeyle merhaba demeye başladı.

Ashley beni fark ettiğinde kapının orada dikilen bana sarılmak için yaklaştı. Pasta masada yerini almıştı bile. Bir çocuk dikkatle mumları yakıyordu.

"Rosé! Geleceğini düşünmemiştim. Çook mutlu oldum."

Elimdeki hediye kutusunu kenara çekip bana sarılmasına izin verdim. Ayakta sadece ikimiz kalmıştık. Jinsoul ve diğer iki kız anında kaybolmuş, boş yerlere oturmuşlardı bile.

"Neden beni görmeye gelmiyorsun? Yoksa seni yalnız bıraktığım için bana hâlâ kızgın mısın bana?"

"Hayır kızgın değilim, sadece vaktim olmuyor," diye geçiştirdim onu.

Ashley beni kolumdan tutup kendi yanındaki mindere doğru ilerletti. Yerdeki uzun masanın etrafı bayağı kalabalıktı. Oturacak boş minder bile göremiyordum. Ve Jinsoul'un dün gece dediği gibi sadece kızlar yoktu. Elini bana doğru uzatan tanımadığım birkaç kişiye selam verirken gülümsedim.

Sigara dumanı kafamın üzerinde silikçe duruyordu. Çok değildi fakat bu kadarı bile beni rahatsız ediyordu. Mimiklerime hakim olamadığım bir zamandaydım yüzüm ara sıra buruşuyordu.

Ashley beni yanına oturttuktan hemen sonra kısa bir doğum günü kızı konuşması yaptıktan sonra alkışlar ve tebrikler içinde pastayı kesti.

Hayatımda gördüğüm en hızlı mum üfleyişti. Her şey apar topar gerçekleşmişti. Dilek bile tutmadan mumu üflemiş ve ardından tebrikler eşliğinde eski gürültü devam etmişti. Pastayı kesmeleri için garsona verdikten sonra etrafım Ashley'ye hediye vermek isteyen insanlarla çevrildi. Kendi kutumu hızlıca kucağıma çektim.

Jinsoul masanın uzak bir tarafından adımı seslendi.
"Rosé buraya gel."

Onun aklına yeni geldiğime inanamıyordum. Girdiğimiz gibi beni yalnız bırakmıştı.
Ashley'nin yanına gelen arkadaşları sayesinde etrafım bunaltıcı bir hal almıştı. Jinsoul'un bana seslendiği tarafa doğru baktım. Ve ayağa kalkıp o tarafa yürüdüm. Listeme ekleyeceğim bir parti kuralı daha...
Doğum günü kızının yanına asla oturma.

Jinsoul'un olduğu tarafa gidip karşısına oturdum.
"Aklına geldiğime sevindim."

Jinsoul çatık kaşlarımı düzeltmem için işaret yaptı. Hediyemi arkama boş bir yere bıraktıktan sonra yanımızdakilere selam vermek için gülümsedim ve onlara baktım.
Sonrasında ise hareketsiz bir heykel gibi donakaldım. Jinsoul'un hemen yanında tanıdık biri oturuyordu. Ayarlamaya çalışsak bile denk gelemeyecek biri.

Jungkook başta benimle göz göze gelmedi. Jinsoul'un söylediği bir şeyi duymak için kafasını ona doğru eymişti. Ardından benim onu fark ettiğimi hissettiğinde bana baktı.

Gülümsemek ve gülümsememek arasında gidip gelirken onunda aynı şeyleri düşündüğüne emindim. Evet, tanışıyorduk fakat samimi değildik.  Ama yinede arkadaş olma yolundaydık ayrıca iş arkadaşı sayılırdık. Selam vermem gerektiğinin farkındaydım. Gülümsedim.
"Merhaba."

Jungkook'ta benim gibi gülümser gibi oldu beni gördüğüne benden daha fazla şaşırmıştı.
"Selam."

Jinsoul, Jungkook'u görmemişim gibi gözleriyle yanında oturan çocuğu işaret etti. Göz hareketleri oldukça seriydi. Bunu yaparkende kısa bir an gülümsemişti.

Yanımda geçenlerde Jungkook'un  yanında gördüğüm sarı saçlı çocuk oturuyordu. Çocuk beni hatırladığını belli eden bir sesle anında selam verdi. "Ah merhaba."

Gürültüden onu zor duysamda gülümseyerek karşılık verdim.
Daha sonra sarı saçlı çocuk yanında ona bir şey söylemeye çalışan çocuğa döndü. Masanın etrafında okulda birkaç defa gördüğüm tanıdık kızlar ve oğlanlar vardı.
Çoğu kişi okuldandı. Bazılarını ise hiç görmemiştim. Ashley masanın başında oturuyor kafasında renkli bir parti şapkasıyla herkesle konuşmaya uğraşıyordu.

Jungkook'ta tıpkı sarı saçlı çocuk gibi yanındaki çocuklarla koyu bir sohbetin içine dahil oldu. Ara sıra gülüyor bu tarafla pek ilgilenmiyordu. Jinsoul onun dibine oturmak zorunda mıydı? Sessiz olmaya özen göstererek Jinsoul'a baktım. Ve gülümsedim.
"Bilerek mi buraya oturdun?"

Alakasızca numaradan güldü. "Bilerek derken."

Bende ona uyup güldüm. "Sakın," diyerek nefes aldım.
Bu bir uyarıydı. Jinsoul'u az çok tanıyordum. Ve yerine göre saatli bir bomba olduğunu biliyordum.

Jungkook elindeki bardaktan bir yudum içti.
Aslında benimle biraz olsun konuşur diye düşünmüştüm fakat hastanedeki kadar konuşkan değildi. Hatta tanışmıyoruz gibi davranıyordu.
Yinede ilk hamleyi ondan bekleyecektim.

Jinsoul parmağını ikimizin arasında gezdirdi. Ve onun ilgisini buraya çekti.
"Jungkook siz hastaneden tanışıyordunuz değil mi?"

Jungkook ona atılan lafla başını bize çevirdi ve yavaşça salladı.
"Evet."

"Ne güzel tesadüf, aynı çocuklarla mı ilgileniyorsunuz?"

Jungkook bana baktı. Aklından maalesef kelimesinin geçtiğine emindim ama kanıtlayamazdım.
Onun yerine lafa atlayıp ben cevap verdim. Zaten Jinsoul sorunun cevabını biliyordu.
"Evet, aynı bölümle ilgileniyoruz. Sana bahsetmiştim ya..."

Önümde sarı bir kafa belirdi.
"Daha önce okulda karşılaşmıştık. Ben Jimin."

Elini uzattığında kısaca tutup gülümsedim. "Rosé."

"Rosé..." Düşünüp kaşlarını çattı
"Jungkook senden hiç bahsetmemişti. Yani üstüne alınma hastaneyle ilgili hiçbir şeyden bahsetmiyor."

Jungkook'la göz göze geldik. "Ah öyle mi?"

Nedense duyduğum şeye hiç şaşırmamıştım.
Bizden bahsetmemesi çok normaldi. Sonuçta istemeyerek içine düştüğü ve oldukça mutsuz olduğu bir mevzu hakkında arkadaşlarıyla konuşmak istememiş olmalıydı.

"Size hastanede yaptığım şaklabanlıkları mı anlatayım? İstediğin bu mu?"

Jimin güldü. "Neden olmasın."

Boş bir bardak alıp doldurmak için etrafına bakındı. Gürültüden onu biraz kopuk duyuyordum.
"Ne içersin Rosé?"

İçmeyeceğimle ilgili bir şeyler zırvalayacağım sırada Jungkook benim yerime, "Alkol hariç her şeyi,"dedi.

Konuşmak için açtığım ağzımı geri kapattım ve baş parmağımla onu onayladım. "Aynen.."

Jinsoul gülerek şakıdı.
"Bu çok iyiydi. Rosé'nin içkiye düşman olduğunu öğrenmişsin."

"Düşman olduğu çok şey var."

"Bunu da öğrenmişsin... çok komik. Evimizde çerçeveli bir kural listesi var."

Jungkook kaşlarını çatıp inanamıyormuş gibi güldü.

"Jinsoul.."

Jimin havada asılı kalan şişeyi ve bardağı indirdi.
"Şuralarda bir meyve suyu kutusu olacaktı."

"Rosé bir bardak iç bari. Herkes ortama uyuyor mızıkçılık yapma."

"Yok, kalsın."

Jungkook bardağına bakarken hâlâ gülüyordu. Fırsattan istifade prensiplerimle alay ediyor gibiydi.

"Bence sizde içmemelisiniz. Fazla kaçırınca işler yolundan çıkıyor çünkü."

Jungkook diğerlerine belli etmeden bana göz devirdi. Jimin'in uzattığı bardağı aldım. Ananaslı kokuyordu.

"Hem alkolun zararları hakkında birçok makale okudum ben. Kalpte ritim bozukluğuna, damar kireçlenmesine ve kalp yetersizliğine sebep oluyor. Çesitli mide rahatsızlıklarından ve sindirim sistemini bozduğundan bahsetmiyorum bile. Her organa ayrı bir zararı var. Okuduğunuz zaman ne kadar faydasız ve pis bir şey olduğunu anlayabilirsiniz. Hasta olmaktan korkmuyor gibisiniz. Oldukça zararlı..."

Kimse bir şey söylemedi Jinsoul ona daha yakın hangi arkadaşı var diye etrafa bakındı. Beni bırakıp kaçarsa onu mahvederdim.

Jungkook derin bir iç çekti ve bunu yaparken gülümsüyordu.
"Zararlı olan daha birçok halt varken alkole bu kadar yüklenmesen mi."

Hastanede kullandığı tınısına geri dönüyor gibiydi. Samimi aynı zamanda ukala bir ses tınısı. Aradada alaycı bir çocuk.

"Diğer zararlı şeyler hakkındada söyleceklerim var tabii, ama doğum günü partisinde bunu mu tartışacağız?" dedim dostça.

Jinsoul boğazını temizledi. "Ee Jungkook nasıl gidiyor bu aralar hiç rastlaşmıyoruz."

Ananas suyumdan büyük bir yudum içerken Jinsoul'a baktım.

Jungkook güldü. "Bu aralar o kadar yoğunum ki bende kimseyle rastlaşmıyorum."

"Hastaneden dolayı mı?"

Bu büyük bir külfetmiş gibi kafasını dizine vurdu. "Beni öldürüyor."

"O kadar da değil." dedim bir anda.
İkiside bana baktı. "Yani çok yorucu geçmiyor."

Sızlanırmış gibi yüzünü düşürdü. "Ben yoruluyorum."

Jinsoul yüzünü onun gibi yaptı. "Çok zor bir yer. Rosé'ye yardım etmek için bir gün gitmiştim. İki gece uyanmadan uyudum."

"Değil mi? Yalnızca bir saat olmasına rağmen eve gidince kendime gelemiyorum."

"O kadar gürültülü ki..."

"Ve de baş belası bir sürü çocuk."

"Kabul ediyorum çok sevimliler ama çok koşuyorlar ve insanın saçını bozuyorlar."

"Geçen gün bir tanesi uyurken sırtıma bindi ve-"

Zordan güldüm.
"Başka bir şey mi konuşsak."

Yanımda konuşmalarıda ayrı bir saçmalıktı.
Jungkook cümlesini tamamlamadı omuzlarımı daha da dikleştirip bir yudum daha içtim.

"Rosé'nin sana epey yardımı dokunuyordur ama. Uzun zamandır orada ve çocuklarla arası çok iyi. O melek gibi bir şey değil mi?"

Jungkook bana bakıp düz bir şekilde, "Evet, yardımları için minnettarım, " dedi.

Ciddi mi söylemişti yoksa Jinsoul'u geçiştirmek için mi? Yüzünden anlayamamıştım.

"Yani çok yardımcı olduğumu söyleyemem işin büyük kısmı Jungkook'ta. Bu sıralar çocukların odak noktası hep o."

Jinsoul evdeki gibi sataşırcasına konuştu.
"Kesin kıskanıyorsundur."

Jungkook'a bakıp şakayla karışık gözlerimi kaydırdım.
"Biraz..."

Jungkook önündeki kanepelerden ağzına bir tane attı. "Hepsi senin olabilir."

Jimin onun uzandığı diğer bir kanepeyi hızlıca kaptı. "Bende bir gün gelmek istiyorum. Jungkook eğlenceli olduğunu söyledi."

Kaşlarını olabildiğince çattı
"Öyle bir şey söylemedim."

"Ben öyle hissettim. Orayla ilgili hiçbir şey anlatmıyor. Nasıl geçti Jungkook?"
Onun taklidini yapıp yüzünü abartıyla astı. "Kötü. Dediğini tek şey bu. Çok memnuniyetsiz bir çocuk. Oysa senin gibi tatlı kızlarla birlikte çalışıyor."

Bana şirince göz kırptığında güldüm. Mimikleri çocuk gibiydi.

Jungkook bardağı masaya sertçe koyup,
"Seni öldürmemi mi istiyorsun?" dedi.

Jimin sert tehdide pek aldırış etmeyip bana döndü. "Bir gün bende gelebilir miyim? Gelirken şekerde getiririm."

Hafifçe ona döndüm. "Tabii eğer istiyorsan ziyaretçi olabilirsin. Sana bir ziyaretçi kartı ayarlayabilirim. Çocuklar çok sevinirler."

"Jungkook'tan daha iyi iş çıkarırım."

Güldüm bu belki doğruydu ama bunu onaylamak Jungkook'a hakaret gibi gelebilirdi.

"Gelemezsin."

Jimin'le aynı anda ona döndük. Bardağı öylece salladı. "Orası senlik değil."

"Püff sanki senlikte. Masal bile bilmiyorsun."

"Orada ne yaptığımı zannediyorsun. Orada yatıp keyif yapmıyoruz."

Aslında bir nevi onu yapıyordu. Bir saatin çoğunu çimlerde uyuyarak geçiriyordu.

"Niye kızıyorsun sadece gelip çocukları ziyaret edeceğim."

Jungkook ona gözlerini dikti. Üzerine atılmak isteyen bir kurt gibiydi. Asabiyetinin sadece hastaneye özel olmadığını anlamıştım. Bir şey söyleyecekken kendini susturdu ve ağzına bir şey tıktı. Bunun karşısında Jimin gülmüştü.

Dirseğini masaya yaslayıp baş parmağıyla onu işaret etti
"Cidden zor bir çocuk. Ne istediği ve ne düşündüğü hep muamma."

Jungkook elindeki boş bardağı ona atıp başka bir bardak aldı ve doldurmaya başladı. "Sus artık Jimin başkalarının başını şişiriyorsun."

"Sohbet etmek ne zamandır kafa şişirmek oldu."

Jinsoul dirseklerini masaya yaslayıp yine konuyu değiştirdi. Konu sürekli değişiyordu.

"İkinizde çok komiksiniz..." Aniden bana döndü. "Rosé, Jungkook'un çello çaldığını biliyor muydun?"

Hemen ona baktım. Jungkook yüzünü buruşturup aceleyle kafasını salladı. "Ah bu konuşmaya değmeyecek bir şey. Bu konuyu açmayın."

"Niye..."

" O kadar da iyi değilim."

Jimin güldü.
"Güzel çalıyorsun işte daha ne kadar iyi olabilirsin."

"Konuşulacak bir şey değil dedim ya."

Konunun üstünde çok durmak istemiyor gibiydi. Sahi ona daha önce ne bölümü okuduğunu bile soramamıştım. Şimdi içime bir merak yerleşmişti. Çello çaldığına göre konservatuvar okuyor olmalıydı.
Onu bir müzik  aleti çalarken hayal etmek zordu. Aynı zamanda hayal edince kulağa oldukça çekici ve havalı geliyordu. Küçüklüğümden beri en havalı bulduğum şey bir enstrüman çalan insanlardı.

"Çello çaldığını bilmiyordum." dedikten sonra içtenlikle gülümsedim. "Oldukça meraklandım görmeyi çok isterim."

Jungkook bana baktı bardağı havada asılı kalmıştı.
Gülümsemeyi sürdürdüm.
"Eminim çok iyisindir. Utandığına göre."

Kendini toparladı. "Utanmadım, neden utanayım?"

Jungkook'un biraz övüldüğünde utanacak biri olduğunu düşünmemiştim hiç. Belli etmiyordu. Ama utanmıştı kesinlikle görmüştüm.

"O yetenekli." Jimin ona bakarak güldü. "Her şeyde."

"Durduk yere beni niye övüyorsun? Bunu sadece sana söylediğim zamanlarda yapmalısın."

"Seni pazarlamaya çalışıyorum. Malum bu sıralar yalnızsın."

Pazarlama kısmında Jinsoul'la göz göze geldik. Jinsoul tek kaşını kaldırıp yamukça güldü. Bu sırada o ikisi arkadaşça bir atışmaya girmişlerdi.

Jinsoul atışmalarını bölüp yine araya atıldı.
"Rosé'de mutfakta oldukça beceriklidir. Onun yüzünden kilo bile aldım. Mükemmel ötesi kurabiyeler yapıyor. İçleri dolgulu minik kalpli kurabiyeleri bile yapabiliyor."

Jimin heyecanla, "Öyle mi?" diye sordu.

Gülümsemeye çalıştım. "Evet biraz yapabiliyorum işte.. olduğu kadar."

Önümdeki peçeteyi Jinsoul'un yüzüne atmak istiyordum.
Kurabiye yapmak övünülecek bir şey, bir yetenek bile değildi ki. Rezil oluyordum. Susması için Jinsoul'un gözlerinin en derinlerine baktım.

"Ayrıca çok şevkatlidir. Bir kere hasta olduğumda sabaha kadar başımda bekledi düşünebiliyor musunuz?"

Ağız ucuyla zordan. "Sende aynısını yapardın," dedim.

"Yoo, benim uykum geliyor çok ayakta duramıyorum. Yani yapmazdım. Sendeki yumuşacık kalbe sahip değilim ben."

"Abartmasan mı?" diyerek kıkırdadım. Jinsoul gülümsemeyi bıraksada devam etti.

İçeceğinden büyük bir yudum aldı. "Ah daha neler var Rosé kesinlikle anlatarak bitirilemeyecek bir kız... oldukça da komik. Bilerek yapmıyor ama, bildiğin doğal komik yani. Beni çok güldürür. Onun gibi bir kız arkadaşı-"

Elimle gözlerini işaret ettim.
"Jinsoul rimelin akıyor."

"Ne, neden ah bir dakika..." Kimse görmesin diye elini gözlerine siper etti.

Ve aceleyle minderden kalktı. Sıcaklık boynuma kadar gelmişti. Elbisemin yakasını hafifçe çektim.

Jungkook elinde bardakla beni izliyordu. Umarım Jinsoul'un hakkımda söylediği saçma şeyleri ve yapmaya çalıştığı şeyi anlamamıştır. Ona kısa bir an gülümseyip hızlıca önüme baktım. Jinsoul'un gidişiyle sobetimiz üç kişilik olarak devam etmek zorunda kalmıştı. Ve haliyle bir müddet sessizlik oldu.

Sessizliği bozmak için basit bir konu açan Jimin olmuştu.
"Bu sıralar böyle ortamlar beni sıkıyor ne diyorsunuz? Birazdan pasta yiyip hediyelerimizi vereceğiz ve sonra eve döneceğiz. Küçüklüğümüzdeki doğum günü partileri gibi..." Komik bir ses çıkardı. "Dıııt. Sıkıcı."

Jungkook kaşlarını çatıp omuz silkti. "Buraya gelmek isteyen sendin şimdi niye sızlanıyorsun?"

"Bu kadar sıkıcı olacağını düşünmemiştim."

"Sana söyledim. Kapıdan çıktığımız an geri dönmeliydik."

Jungkook ona söylenirken bakışlarını bana çevirdi. Daha çok onun hakkında bana yakınıyor gibiydi.
"Beni peşinden çeşitli yerlere sürüklüyor sonra da onu getiren benmişim gibi bana söyleniyor." Elindeki bardağı bana doğrulttu. "Sen olsan sinirlenmez miydin? Mesela şu an etrafta kimse yokmuş gibi üzerine atlamak istiyorum."

Jimin göz ucuyla bana bakıp kafasını salladı. Jimin'in tarafında olmak yerine dürüst olmayı seçtim ve fikrimi soran Jungkook'u gururla onayladım.
"Sinirlenirdim."

Jungkook dudağı kıvrılırken yavaşça Jimin'e baktı.
Ne yapacağını kestiremeyeceğim için gözlerimi büyüttüm.
"Ama üstüne atlama tabii ki. Yani o da haklı çabuk sıkılıyordur belki de."

Jungkook tepkime güldü. Gülerken gözlerinin kısılmasına engel olamıyordu ayrıca tavşan dişlerinin gözükmesine. Hastanede asla göremeyeceğim bir gülüşü bir kafede bu şekilde görmüş oldum.

"Tabii ki de üzerine atlamayacağım. Kavgalarımızı eve saklarız. Burada ona saldırsam çok çocukça görünmez miyiz?"

Jimin'de gülerken Jungkook'a eşlik etti.
"Yapmayacağı şey değil ama burada kızlar var bunu yapamayız değil mi?"

Jimin yumruğunu vurması için ona uzattığında Jungkook gösterişli bir şekilde karşılık verdi ve yumruklarını tokuşturdular. Oysa daha az önce çocuk gibi görünmemekten bahsediyorlardı. İkiside gülmeye devam ederken kardeş gibiler diye düşünmeden edemedim.

İç çekip onlara uydum ve bende gülümsedim. Bu akşam düşündüğüm gibi kötü gitmiyordu. Hatta onlar sayesinde eğlenceli bile diyebilirdim.

Masaya birkaç şişe soju ve pasta takviyesi yapılırken, sojuları görenler alkışlamaya ve heyecan nidaları atmaya başladı.

Ashley bonkörlüğünün getirdiği iltifatlarla gözlerini kapatıp, prenses gibi herkese teşekkür ediyor eğilip duruyordu. Gördüğüm kadarıyla yeni sevgilisi uzun boylu, kollarında sayamayacağım kadar dövme olan bir çocuktu. Ashley'yi yanağından öptükten sonra ikiside masa başına geri oturdular.

Jimin bardağını alıp ayaklandı ve bize, "Hemen geliyorum," dedikten sonra yanımızdan ayrılıp başka bir yere oturdu.

Etrafımız kalabalıkta olsa masada sadece ikimiz kalmış gibiydik. Jinsoul'u Jungkook'tan nasıl uzak bir yere oturtabilirim diye düşünüyordum. İşleri batırmaya meyilliydi ve şimdi çöpçatanlık uğruna her türlü şeyi yapabilirdi.

En iyisi bir süre sonra Jinsoul'u da alıp başka bir yere oturmaktı.

"Doğru, güzel kurabiye yapıyorsun."

Ona doğru döndüm. Jungkook bunun üzerinde düşünmüş gibi başını salladı. "Mermelatlı olanlar güzel, çocuklarda ondan bahsediyordu."

İşte şimdi hastanedeyiz gibi hissettirmişti. Ve konuşmak için başlangıcı onun yapmasına sevinmiş, rahatlamıştım.

"Basit bir tarif. O kadar basit ki denese Jinsoul bile yapar. O bile..."

Güldü.
"Ben yapamam, mutfağa sadece su içmek için giriyorum."

"Bende öyleydim, yalnız başıma yaşamaya başlayana dek." Bardağın kenarıyla oynarken güldüm. "Kendi kendime açlıktan ölmeden yemek yapmayı öğrenmelisin Rosé dedim."

Masaya dalgınca baktıktan sonra dudakları hafif bir gülümseyle kıvrıldı.
"Ailen?"

"Onlar avusturalyada. Ayda en az iki kere geliyorlar. Namjoon'un burada kalışı uzayınca iş için dönmek zorunda kaldılar."

Jungkook sadece başını salladı. Aramızdaki kısa konuşma şimdilik sonlanmıştı. Bu sırada içeceğimi yudumladım. Oturduğumuz yerde başka konuşacak kadar yakından tanıdığım biri yoktu. Jungkook'ta yanındakilerle kısa sohbetler ediyordu. Bardağı bittikçe sessizce içki dolduruyordu sadece.

Geçen dakikalarda sürekli, sürekli bu kadar yeter daha fazla içmemelisin demek istemiştim. Ama ona karışmanın çok yersiz olduğunun farkındaydım. Kimse bir çocuk gibi uyarılmak istemezdi.

Sık sık göz göze gelsekte birbirimize bir şey söylemiyorduk. Jinsoul gelmek bilmedi sonra onu bir öbek kızla gülüşürken gördüm. Evet, asla geri dönmeyecekti. Çünkü beni çoktan unutmuştu.
Beni ekmesi alışılmadık bir şey değildi.
Göz ucuyla Jimin'i aradıktan sonra onuda birileriyle derin bir sohbet halinde gördüm.

Sıkılmaya başladığımda başka çarem olmadığı için yana kaydım ve Jimin'in yerine Jungkook'un tam karşısına geçtim.

"Yarın oda gezilerine başlayalım mı?"

Jungkook yanında onu muhabbete çekmeye çalışan çocuktan izin isteyip bana döndü. Duyabilmek için biraz eğilmiştide.
"O nasıl bir şey?"

Kollarım masaya yasladım.
"Hmm şey gibi düşün hasta ziyareti. Havalar soğuduğu için dışarı çıkmak yasak bu yüzden tek tek odaları gezer onlarla vakit geçiririz."

"Kulağa gürültüsüz bir şey gibi geliyor. Bir çocuk on çocuktan daha iyidir."

Gözümü bir yere dikip gülümsedim. "Evet öyle, ve eğlencelide. Onlarla tek ilgilenince hepsinin ne kadar farklı ve özel olduğunu daha iyi anlıyorsun. Onları tanıyorsun. İlgiye aç yavru kedi gibiler. Zaten sonra her kağıda resmini çizmeye başlıyorlar..."

"İyi."

Jungkook bardağın altını masaya sürttü.

"Yani sen istersen hepsini oyun odasınada toplayabiliriz. Diğeri seni sıkacaksa."

Dudağının kenarını kaldırarak başını salladı.
"Fark etmez."

"Sana eşlik ederim. İstersen beraber duvara resim çizeriz. Bay Kang'tan izin alalı çok oluyor. Başta duvarları karalamamıza izin vermesede sonra hemen kabul etti. Ama itiraf edelim ki iyi gidiyor."

Jungkook bardağı izlerken yine güldü. "Konu hastane olunca çok heyecanlı görünüyorsun ve çok konuşuyorsun."

"Öyle mi..."
Omuzlarımı indirip meyve suyumu susmak için dudaklarıma götürdüm.

"Bütün gece oradan mı konuşacaksın?"

Ona bakıp kaldım.
"Hastane ve çocuklardan mı?" Güler gibi oldum.
"Başka neyden konuşabilirim ki?"

Bilmediğini belli etmek için dudağını büzüp yukarı kaldırdı. "Bilmem, belki kendinden. Genelde herkes öyle yapar. Ya da günlük meselelerden. Hava durumu, yeni çıkan albümler, iyi oynadığın bir oyun... hastane harici her şey olabilir."

Bu sefer ciddi güldüm.
"Emin ol kendimden bahsetsem bu çocuklardan ve hastaneden bile daha sıkıcı olur. Patlarsın. Daha doğrusu ikimizde patlarız."

Sonunda bardağı izlemekten bıkmış gibi bana baktı. Gözlerine uyuşukluk yavaş yavaş yerleşiyor gibiydi. "Neden? dinlemek isterim."

Elimi yanağıma koydum. Onunla konuşmak bir şekilde eğlenceliydi.
"Anladım seninde canın sıkılıyor. Tamam o zaman biraz kendimden bahsedeyim. Aslına bakarsan çok tahmin edilesi biriyim, anlatacak pek bir şey yok. Çocukları seviyorum, pembe renginide, Namjoon hayatımın büyük bir parçası. Jinsoul çok tutucu ve..." parmaklarımı kaldırıp tırnak içinde işareti yaptım. "Sıkıcı biri olduğumu söylüyor."

Jungkook güldü. "Evet pembe sevdiğini fark etmiştim. Sıkıcı olduğunu da."

Sıkıcı kısmına hiç takılmadım çünkü aynı kelimeyi günde on defa Namjoon'dan da duyuyordum.
"Kendimi başka bir renk sevmek çok zorladım ama bir şekilde her seyi pembe alıyorum. Ve o kadar da sıkıcı değilim..."
Gözlerimi kıstım. "Öyle miyim?"

Yine güldü artık sadece gülecek gibiydi.
"Emin değilim."

"Ya sen? Sıkıcı beni bırakabiliriz sen biraz kendinden bahset, bahset ki bu gece biraz olsun sıkılmamış hissedeyim. Hakkında öğrendiğim tek şey çello çalabildiğin. Onuda birkaç dakika önce öğrendim."

Jungkook parmaklarıyla yanağına iki kere vurdu. "Ben... çello çalabiliyorum."

"Sahiden mi?" dedim alayla.

"Bu kadar, bende oldukça düz biriyim."

"Hiç zannetmiyorum. Mutlaka bir şeyler olmalı."

Gözlerini üzerime dikti.
"Hakkımda önemli bir şey daha biliyorsun zaten. Sarhoşken söylediğim aptal bir şey."

Sonra bardağı kafasına sertçe dikti. Bu kadar hızlı sadece o içiyordu. Diğer herkes oldukça tutarlıydı.

Anladığım halde anlamamazlıktan geldim.
"Neyi biliyorum. Hatırlayamadım."

Sarhoşken hastane odasında söylediği şeyden bahsediyor olmalıydı. Açıkçası bu hassas konuda ona ne cevap vereceğimi tıpkı o zaman ki gibi bilmiyordum. Şimdiye kadar onu üzmek ve öfkelendirmekten korktuğum için hep kendimi geri çekmiştim. Şimdi ise o, alelade bu konuyu açıyordu.

"Neden bu konu hakkında bir şey sormuyorsun? Bildiğin halde," dedi bardağıyla oynarken. "Mutlaka sorarsın diye düşünmüştüm. Her şeyle çok ilgilisin ya..."

Beni afallatıp sıkıştırmıştı. "Ben..."

Gözünü kırpmadan bana bakıyordu. Bir ara sarhoş olmaya başladığını düşünmüştüm ama hayır. Jungkook sarhoş değildi.

"Sana söylediğimi hatırlıyorum."

Dünyanın en zayıf açıklamasını yaptım.
"Ben konuşmak istemezsin diye düşündüm."

Aptaldım.
Tabii ki de konuşmak isterdi. Belki de istiyordu. Duyduklarımı kenara itip görmezden gelmek yerine hemen ertesi gün sormalıydım ona. İçini dökmesini beklemeli, yetersiz kalacağını bildiğim kelimelerle ona destek olmalıydım. Kızması kimin umrundaydı. Yapmam gereken buydu.

Jungkook anladığını belli etmek adına başını salladı ve sonunda beni göz hapsinden çıkardı. Ne bu konuyla ilgili başka bir şey söyledi ne de benden konuşmamı bekledi. Konuyu kapatıp sustuğu için ben de bir şey söyleyemedim. Ama sıkıntıyla bir müddet ellerimle oynadım.

Ben bununla ilgili kendime sinirlenmeye başlarken Jungkook konuyu geçiştirmek için oturuşunu düzeltip sessizleşti.

Normale dönemiyordum. Onun hakkında yapmam gereken ve yapmadığım şeyler yüzüme vuruyordu. Jungkook bana bakıp derin bir iç çekti ne düşündüğümü bilmesede bu konuyu açtığı için pişman gibiydi.

Bir bardak daha içki dolduracağı sırada anlık gelen bir güçle elimi bardağının üstüne kapadım. Birbirimize baktık. Şişe ve eli havada kalmıştı. Ve elimi çekmem için bana baktı.

"Bence partinin sonunu getirmelisin," dedim sevecence.

"Elini çeker misin?"

Uyarıcı ses tonu bu defa ürkütmedi. Yavaş yavaş ses tonlamalarına ve Jungkook'un agresifliğine alışıyordum.
O böyleydi ve ben kabullenmiştim.

"Başın ağrıyacak, eğer tuvalete yetişemezsen birinin üzerine kusacaksın ve sonra da herkesin içinde şarkı söylemeye başlayacaksın. Tamam sesin güzel olabilir ama yinede daha sonradan utanabilirsin. Hem birkaç sene içinde alkolikte olabilirsin..."

Pes edip ekşi bir yüz ifadesi takındı.
"Tamam. Sadece sus içmeyeceğim."

Yalancı.
Başka bir yerden boş bir bardak çıkardı. Ve arkasını dönüp onu hemencecik doldurdu. Elimi yenilgiyle geri çektim.
Şişenin kapağını kapatırken bayıkça baktı.
"Tadını bilseydin ondan bu kadar geri durmazdın."

"Hiç zannetmiyorum. Ben gayet memnunum."

"Tadına bakmak ister misin?"

Jungkook içtiği bardağı uzattı. Üstüne para verse dahi o şeyden tatmazdım. Asla ve asla. İçecekmiş gibi bana uzattığı bardağı aldım ve arkama ondan uzak bir yere koydum.

Jungkook nefes alıp yeni bir bardak aradı. Bunu yaparkende söyleniyordu.
"Oyun mu oynuyoruz?"

Elimi çeneme yaslayıp ananas suyumdan içtim. Bir yandan da hediyelerini açan Ashley'ye bakıyordum. Jungkook boş bardak bulamadığından şişenin ağzını kapatıp sertçe masaya koydu. Sinirini görmezden geldim.

"Ashley'ye ne aldın?"

Jungkook cevap vermedi ona bakmadan bile bana sinir olduğunu anlayabiliyordum.

Gömleğinin kollarını yukarı kıvırıp kollarını geriye yasladı. Yüzü beş karış olmuştu. Tıpkı Eric gibi surat asıyordu. Belli etmeden güldüm. Ashley son paketleri açarken kutumu alıp ayaklandım. Ve kalkmadan önce Jungkook'un çaldığım bardağını önüne koydum

"Al içeceğini geri veriyorum, şimdi Eric gibi surat asmayı bırak."

Jungkook bardağa dokunmadan, "Nereye?" dedi.

Sesi telaşlı çıkmıştı. Kolumun altına sıkıştırdığım kutuyu gösterip,"Ashley'ye hediyesini vereceğim," dedim.

Yüz ifadesini hemen toparlayıp ilgilenmiyormuş gibi kafasını salladı. Hediye verme seromonisinden sonra eve dönsek çok iyi olurdu. Çünkü sabah erken kalkacaktım ve saat şimdiden birdi. Uyku saatim fazlasıyla geçmişti. Ashley'nin gönlünü aldığıma ve Jinsoul'un dediği gibi azda olsa insan arasına karıştığıma göre artık gidebilirdim.

Belki de bu geceyi hastanede geçirirdim. Namjoon'un yanına gitmek ona bu akşamdan bahsetmek istiyordum.

Kalabalığın arasından geçip Ashley'e ulaştım ve gülümsedim.
"Tekrardan doğum günün kutlu olsun."

"Rosééé... ne gerek vardı kendin gelmen yeterliydi."

Klişe cümleyi söyledikten sonra kutuyu alıp bana sarıldı.
Yanımda açmasını istemesemde kutuyu hızlıca açtı. Çok fazla paket açtığı için eli çabuklaşmıştı sanki.

"En sevdiğim parfüm... seninkinden. Unutmamışsın."

"Sürekli sana vermem için yalvardığın parfümü nasıl unutabilirim."

"Tabii ki yalvaracaktım burada satılmıyordu bile."

Tekrar sarıldığı esnada erkek arkadaşını benimle tanıştırdı.
"Joseph bu Rosé, Rosé Joseph."

"Memnun oldum."

Joseph'in uzun siyah saçları vardı. Ve burnunda bir piercing. O tam anlamıyla Ashley'nin tipiydi. Dalgalı siyah saçları omzuna kadardı. İki koluda dövmelerle kaplıydı. Beraber yaşarken Ashley'nin bana böyle bir çocuk tarif ettiğini hatırlıyordum. Aradığını kesinlikle bulmuştu. İkisi o kadar uyumluydu ki, sanki çocuk Ashley için yaratılmıştı.

"Tatlı Rosé'yle beraber aynı evde kalıyorduk. Sert kuralları var ama kalbi tam bir pamuk şeker."

Joseph ona belinden sarılırken güldü. "Ashley'nin biri hakkında ilk defa güzel şeyler söylediğini duyuyorum."

Ashley onu hafifçe itti. "Hey ben kötü biri miyim?"

"Tabii ki değilsin."

Güldüm.

"Ee Rosé senin hayatında biri var mı?"

Arkadan bir ses geldi.
"Happy Birthday partinin odak noktası ve bizi kör eden ışığıyla boğan kız."

Jungkook üçlü sohbetimizi pat diye bölmüştü. Tam zamanında diye düşündüm. Neşeli ve yaramaz bir çocuk gibi görünüyordu. Benimle konuşurken ki sıkılmış halleri buhar olmuştu sanki.

Ashley kaşlarını çattı.
"Jungkook partime gelip beni sönük bıraktığına inanamıyorum. Herkesin gözü üstünde."

Jungkook gülerek, "Daha neler.." dedi.

Ashley'ye küçük kutuyu verdikten sonra geri çekilip arkamda durdu. Ashley kutuyu sallayıp, "Ne bu? Yoksa..." dedi.

"Sana bir kuru kafa aldım."

İkiside bu aralarında bir espriymiş gibi güldü. Joseph ve ben ortama ayak uydurmak istercesine sadece gülümsedik.

Jungkook kafasını omzumun üstünden uzatıp, "Rosé ne almış?" diye sordu.

Benimle ilgili bir şey sorarken yine ses tonu düzleşmişti. Bunu fark ettiğimin farkında mıydı? Pek gizliyor gibi de görünmüyordu.

Hafifçe ona dönüp sessizce, "Sanane," dedim.

Jungkook aniden çenesini omzuma koyup bekledi. "Kesin parfüm..."

Ashley ona ardından bana bakıp güldü. "Siz tanışıyor musunuz?"

"Evet, şeyden-"

"Tabii ki tanışıyoruz yakın arkadaşlarız."

Jungkook'a bakmak istesemde omzumdaki çenesi buna pek müsaade etmiyordu.

Ashley yine güldü. "Ne hoş tanıştığınızı bilmiyordum."

Joseph aniden, "Yakışıyorsunuz," dedi ve ikimizde aynı anda buz kestik.

Yersiz, imkansız, tüyler ürpertici, bizi gerecek bir şeyi birisi sesli söylemişti. Jinsoul'un ağzını kapatmaya çalışırken ters taraftan vurgun yemiştim.

Jungkook hızla kafasını omzumdan çekti ve ellerini cebinden çıkardı. Ona bakamadan gülümsemek için çabaladım.
Ortam ikimiz için çok ama çok soğuktu.

Ashley, Joseph'in kolunu sıkıp güldü. "Neden böyle bir şey söyledin şimdi? Hiç hoş değildi. Suratlarına bak onları rahatsız ettin."

"Sorun değil," dedim şakaya vurarak.

Jungkook'ta bunu normalleştirmek adına isteksizce güldü. "Ben bekarlıktan gayet mutluyum. Sanada tavsiye ederim Joseph."

Ashley, uzanıp Jungkook'un omzuna vurdu.
"Sevgilimi ayartma."

Jungkook omzuna dokunup güldü.
Sonra bana bakıp başıyla gidelim işareti yaptı nedense onu dinleyip hafifçe kafa salladım.

"Tekrardan iyi ki doğdun mutlu yıllar dilerim."

"Görüşürüz Ash. Ve Joseph ayrılınca beni bul sana bekarlığın tadını göstereceğim."

Sonunda Jungkook sayesinde Ashley bizi kovduğunda oturduğumuz yere geri döndük. Eteğimi tutup oturacağım esnada gözüm duvardaki saate takıldı. Jinsoul'la çok durmayacağımız konusunda anlaşmıştık. Ama görünüşe göre o anlaşmaya uymayı pek düşünmüyordu.
Onu beklemeden kendim dönsem daha iyi olacaktı.

Oturmaktan vazgeçtim ve yerdeki cekete ve çantama uzandım. Jungkook yeni yeni oturduğu yere yerleşiyordu. Jimin hâlâ yanına dönmemişti.

Çantamı koluma attırıp gittiğimi fark etmesi için boğazımı temizledim. Arkadaşlar birbirine hoşça kal demeliydi.

"Jungkook ben çıkıyorum."

Gözlerini bana dikip kaşını çattı. "Gidiyor musun? Şimdiden."

"Evet, geç oldu. Zaten daha fazla duramayacağım. Sigara dumanı ve gürültü boğuyor beni."

Jungkook bozulmuş hatta memnun olmamış bir çocuk gibi gözünü birkaç saniye kaçırdı. Ardından normale dönüp elindeki bardağı gösterdi.
"Tamam, sen bilirsin. Bende tek başıma rahatla içeceğim."

Annelik içgüdüsüyle gözlerimi kısıp plastik bardağı işaret ettim.
"Peki, tek başına çok kaçırma o zaman."

"Peki, tek başıma çok kaçırmam."

Gülüp elimle hoşça kal diyerek bir iki adım attım. Koluma attığım hırkamı kendime çekip gözlerimi kapadım ve tekrar ona döndüm.
Ben ona döndüğümde Jungkook elindekini içmekle meşguldü.

"Eğer sıkıldıysan istersen beraber gidelim. Öksürmeyede başladın.."

Oturduğumuzdan beri sık sık öksürüyordu. Dumandan tıkanıyor olmalıydı.

Ağzına götürdüğü bardak havada kaldı.
"Böyle bir yerde neden sıkılayım? Beni düşünme ben parti adamıyım."

"Ama çok öksürüyorsun. Astı-"

Beni böldü. "İyiyim, sonra görüşürüz."

Bunu sadece onu öylece yalnız başına bırakmak kötü hissettirdiği için söylemiştim. Böyle bir yerde yalnız kalsam sıkıntıdan patlar nefessiz bir şekilde yere yığılırdım. Jungkook neredeyse herkesi tanıyor olsada elindeki plastik bardakla önüne bakarken ve sık sık gizlice öksürürken sıkılmış görünüyordu.

"Sadece sormak istemiştim, gelmek istersin diye."

Benimle gözlerini birleştirip," Ama daha yeni geldik anne," dedi.

Yüz ifadesinden ciddi bir şey söyleyeceğini ümit eden ben, istemeden seslice güldüm. Hatta yerde oturan birkaç kişi bana baktı.
"Kibar olmaya çalışıyorum."

Jungkook hafifçe gülümsedi. "Böyle iyiyim. Teşekkürler."

Sağdan yüzüne doğru üflenilen sigara dumanı Jungkook'un gözlerini kapattı.

"Gidiyorum o zaman... sana iyi eğlenceler."

Bu defa arkamı dönüp birkaç kişiyle vedalaşıp odadan çıktım. Etrafta Jinsoul'u görmemiştim. Her zaman yaptığı gibi beni ekmişti. Kafeden çıkmadan vitrinde gördüğüm keklerden Namjoon'a almak istedim. Bu gece buraya eğlenmeye gelmiştim. Ve Namjoon'un dediği gibi o kadar da eğlenmemiştim. Onun yanında buradakinden çok daha fazla eğleniyordum.

Şimdi bu tatlılarla yanına gidecek ve bunu ona söyleyecektim. Evet ben sabah akşam orada takılmak için can atan tek eğlence anlayışı abisinin yanında pineklemek olan bir deliydim. Parayı uzatıp kutuyu aldım ve kafeden sonunda çıktım. Bu havasız yerden çıktığım için o kadar mutluydum ki. İçerisi şehrin bütün pisliğini barındırıyormuş gibi havasızdı.

Ben hırkamı giymeye uğraşırken kafenin kapısı arkamdan hemen açıldı. Jungkook bir yandan ceketini giyerken kafasını yana çevirip öksürdü ve silkelendi.
"Dışarıya çıkınca içerisinin bok gibi koktuğunu daha iyi anlıyorsun."

Şaşkınca ona baktım.
"Fikrini değiştirmişsin."

"Hastane arkadaşım gidince dayanamadım. Hem içerken biri engel olup durmayınca çokta keyifli olmuyor."

Gülümsedim.
"İyi şeyler söylüyorsun. Hastane arkadaşım da dedin. Şımaracağım."

"Arkadaş olalım dememiş miydin?" Gözlerini bir yere sabitledi. "Ben mi yanlış hatırlıyorum."

Hemen müdahale edip onu doğruladım. İyi anlaşabileceğimiz hiçbir fırsatı kaçırmamalıydım.
"Öyle dedim."

Çantamı ve montumu birleştirip önümde tuttum. "Eee nereye gidiyorsun?"

"Önce seni eve bırakalım ben sonra ne yapacağıma karar vereceğim. Belki de içmeye daha sakin bir yere giderim."

"Niye illa içmek zorundasın. En azından yanımda söyleme."

"Kaşlarını çatıp durma, şakaydı. Sadece alkolle ilgili beni uyarıp durman hoşuma gidiyor." Eliyle kendi yüzünü işaret etti.
"Yüz ifaden komik oluyor. Eve gideceğim. Sigara dumanı ciğerlerime sıçtı."

Başımı dikleştirip göz bayılttım.

"Ee evin nerede oraya kadar yürüyerek gitsek sorun olur mu? Temiz havaya ihtiyacım var."

"Sorun değil. Ama eve gitmiyorum."

Jungkook karşı kaldırıma geçmek için hazırlanmışken durdu. "Nereye o zaman?"

Mahcupça güldüm. Bu ona söylemek istediğim bir şey değildi. Vereceği tepkiyi hayal edebiliyordum. "Şey hastaneye."

Jungkook'un omuzları düştü ve gözleri bir perde gibi yavaşça kapandı.
"Bu bir sınav mı? Ona göre tepki vereceğim."

Masumca devam ettim.
"Namjoon'u görmek istiyorum sadece. Sorun değil bir taksiye binecektim zaten."

"Gündüz yetmiyormuş gibi gecelerinide mi orada geçirmek istiyorsun?"

Hevesle, "Evet." dedim.

Jungkook mumya gibi dikilmeyi bırakıp gerindi. Oraya gitmeyi gerçekten istemiyor gibiydi.
"Tamam hadi seni hastanene bırakalım."

"Teşekküer," diye zordan güldüm. "Ama istemiyorsan beni bırakmak zorunda değilsin dediğim gibi ben gidebilirim."

Jungkook hastane tarafına adımlamaya başlamıştı bile. "Yola koyuyalım mı? Zaten ayaklarım geri geri gidiyor."

Ona yetişmeye uğraşırken konuştum.
"Aldığım tatlıdan yemek ister misin? Fazladan aldım."

"Yok, saol."

Yanına yetiştiğimde elimdeki kutudan bir kek çıkarıp ona verdim. Jungkook keke ardından bana baktı.

"Cevizli mi istersin? Kakaolu mu?"

Kaşını çattı. "Aslında hiçbirini iste-"

Bir tane seçip eline sıkıştırdım.
"Afiyet olsun!"

Görev tamamlandığında önüme döndüm. Yinede gizlice ona bakmayı ihmal etmiyordum. Jungkook önce keke baktı ardından onu kokladı. Acaba oda Chan gibi yemek ayıran tipte bir çocuk muydu? Belki de fındık sevmiyordu. Ah hayır...
O bir çocuk değildi. Böyle düşündüğüm için kafamı iki yana salladım.

"Daha eğlenceli şeyler yapmaktan hoşlanmaz mısın?"

"Mesela?"

"Bilmem, hastaneye gitmekten daha eğlenceli."

"Ama zaten eğlendiğim için oraya gidiyorum. Namjoon orada sonra Seokjin de var. Birkaç arkadaşım, çocuklar." Aklıma geç geldiği için parmağımı şıklattım. "Tatlı hemşireler."

"Tatlı hemşirelerin içinde Bayan Jeeun'da var mı?"

Güldüm ama bir yandan da onu azarlarmış gibi kaşlarımı çattım. "Tabii ki var."

Jungkook'ta benimle birlikte güldü.
Ardından kekinden küçücük bir yudum ısırdı hâlâ onu yemek istemiyor gibiydi.
"Canın daha farklı şeyler yapmak istemiyor mu? Gezmek, dans etmek, bütün gece dışarıda olmak... yeni insanlarla tanışmak, sahilde boş boş oturmak... daha birçok seçenek var."

Kafamı salladım. "Ben böyle de gayet eğleniyorum. Hayatımda tek bir gereksiz insan bile yok. Etrafımdaki herkesi çok seviyorum. Ayrıca her zaman mutlu olduğum şeyi yapıyorum bunlar eğlenmekten daha önemli değil mi?"

Bana bakmadan omzunu silkti. "Belki de nasıl eğleneceğini bilmiyorsun. Sana birgün göstereceğim."

Merakla ona baktım. "Nasıl göstereksin?"

"Çok sadesin. Seni güzel yerlere götüreceğim. Hastanenin sıkıcı olduğunu kabul edene kadar."

Hevesli kafamı geri çektim. Bu eğlence konuları Jungkook söylemeden önce hiç ilgimi çekmiyordu. İstemiyordum ama yan cebim yavaşça açılıyordu.
"Sen ciddisin. Nereye gideceğiz mesela. Meraktan soruyorum."

Kekinden aldığı diğer küçük yudumdan sonra yavaşladı. Ve," Yaklaş," dedi.

Kulağımı dudaklarına yaklaştırdım. "Hiç esrar aldın mı? Kaçak partilerde onları bedavaya bulabiliyorsun. Bir kereliğine..."

Kulağımı hızlıca çektim. Bunun bir alay olduğunu bilsemde gözlerim kocaman açılmıştı. Ondan iki adım uzaklaştım. Şakası bile hoş değildi.

Jungkook kekini ısırıyormuş gibi görünsede gizliden gülüyordu. Gülme sesini bile duyabiliyordum.

"Böyle şakalar komik olmuyor yalnız."

"Yüzün gayet komik oluyor. Fazla komik... İlk defa senin gibi bir arkadaşım oluyor. Bazen şaka yaptığı düşünüyorum."

"Esrar içmeye gidelim deyince bunu normal karşılayan arkadaşların mı var?"

"Kimseye öyle bir şeyler söylemiyorum. Beni ne sanıyorsun?"

"Eğer yapıyorsan seni kliniklerden birine kapatırız. F bölümünde sana eşlik ederim."

"Ölmeyi tercih ederim."

Önüme baktım.
"Hişt.. öyle şeyler söyleme çok tatsız."

Jungkook bana kısa bir an gözlerini değdirip önüne döndü.
"Neyse, şakaydı. Göründüğüm gibi serseri değilim. Yani tüm kötü alışkanlıklar bende yok. Sil bunu aklından."

"Öyle şeyler düşünmüyorum zaten."

Jungkook bana bakarak kekin son yudumunu ağzına attı.
"Aynen öyle, lordunla düzgün konuş."

Kaşımı çatıp gülümsedim. "Lord mu?"

"Evet, ben oyum ya."

"O benim uydurmam."

Jungkook parmaklarındaki kırıkları temizlemek için ellerini birbirine vurdu ve aramızdaki boşluğu adımlarıyla biraz kapadı. "Anlat bana. Rosé'nin lordu nasıl olmalı. Rolüme iyi bürünmeliyim."

Büyük bir adım atıp kaldırım taşlarıyla oyun oynamaya başladım. Konunun ne ara buraya geldiğini aklım almıyordu.
"Utanç verici. Sana bundan bahsetmek."

"Lord ideal tipin mi yoksa?"

"Hayır, hayır."
Elimle alnımı kaşıyıp diğer bir taşa zıpladım. "Öyle bir şey değil. Evet biraz öyle ama..."

"Tamam tarif et öyle davranayım." Aceleyle ekledi. "Çocuklar için."

"İlla kendini rezil edip utan diyorsun yani."

"Bana sürekli lord diyorlar, sadece merak ediyorum. Şu lanet lordu ve tam olarak nesinin bana benzediğini."

"Tamam.." diyerek kabul ettim.

Ellerini cebine koydu. "Dinliyorum."

Ellerimde büyük bir yuvarlak çizdim.
"İlk önce tamamen sevgiden oluşmuş kocaman kalbi olan birisi."

Jungkook daha ilk cümlede beklediğim gibi güldü.
"O kadar ben değil ki... Ayrıca dünyada öyle biri var mı?"

Onu duymazdan geldim.
"Siyah giyinmeyi seviyor." Kafamı diğer tarafa çevirip utanarak dişlerimi sıktım. "Küpe takıyor."

"Anlıyorum..."

O eğleniyor olmasına rağmen ben günlüğümü sesli okuyormuş gibi hissediyordum.

"Cesur biri ve güçlü, ayrıca kılıç kullanıyor."

"Kılıç mı? Bayada detaycıyız. Kılıç beni biraz aşar ama.."
Seslice güldü.

Odaklanmıştım ciddiyetle tarif etmeye devam ettim.
"Saçları hafif uzun, böyle biraz karışık ve dalgalı gibi..."

Jungkook önündeki saçları gözünün önüne çekeledi. Kucağımdaki tatlı kutumu sıktım. Sahiden kulağa görünüş olarak onu tarif ediyormuşum gibi geliyordu. Lordu tarif etmenin bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim.

Aslında Jungkook hayalimdeki lord değildi. Ama tarif ettiğim çoğu şey ona uyuyordu. Nasıl oluyordu bilmiyordum.
Kafam karışmıştı.

"Ee başka."

"Sarılmayı seviyor."

Yüzünü buruşturdu. "Pas."

"Bu madde sana garip gelebilir... Sarılmanın yanında sihirli öpücüğüde seviyor."

"Öpücük?" Anladığında bana baktı.
Onlara gerçekten böyle bir şey mi söyledin?"

Yüzümü kaşıyormuş gibi yapıp gizledim. "Ben değil bunu onlar söylediler, ben de evet dedim. Öpmek ve sarılmak onların sevgisini gösterme şekli. Ayrıca hastanedeki ilk aylarımdı her konuda mantıklı düşünemiyordum."

"Rezillik. Bunada pas."

Utancımın üstünü kapamak için imayla ona baktım.
"Pas mı? Öpmeyi seviyorsun diye düşünüyordum. Yoksa illa çatı katı mı olmalı."

Jungkook gözlerini kısıp bu defa seslice,
"Pas," dedi.

Derin nefes alıp gülümseyerek başımı dik tuttum.
"Son olarak Rosé'yi çok seviyor. Çok çok çok fazla."

Bunu söylerken ben de gülmüştüm. Cidden hayal dünyasının içinde yuvarlanıyordum.

Jungkook güldü. "Çok çok fazla olmak zorunda mı? Hem sencede fazla hızlı gitmiyor muyuz?"

"Bunun senle ilgisi yok niye gülüyorsun?"

"Tamam, tamam. Tipim lorda uyuyor. Bunun için uğraşmayacağım. Ama diğer maddeler büyük sıkıntı olacak gibi. Oyunculuğumu bile konuşturamayacağım kadar."

"Kimse lorda tam anlamıyla benze demedi."

"Ama çocuklar istiyor."

Bana masumca bakmaya çalıştı. Ki baksada Jungkook şu an masum bir ifadeye sahip değildi.

"Her neyse. Onlara masal oku ve sana lord demelerine izin ver. Bu kadar."

"Yalnız dünyada lorda benzer çok tip yok. Acilen ideal tipini değiştirmelisin."

"İdeal tipim değil dedim..."

"Sen yinede üzülme, kılıç kullanma maddesini elersen bu tarife yakın birini bulabilirsin."

O kadar eğleniyordu ki yine önüne bakıp güldü.

"Bana teselli mi veriyorsun?" Yüzümü ekşitip ona baktım.

"Evet, lordu unutmanı ama ümidini kesmemeni söylüyorum."

İç çekip önüme döndüm. "Bunların hepsi bir oyun zaten Lord gibi birini istediğim yok. Sadece bir şey istiyorum aslında. Sevdiğim kişide olmasını istediğim tek bir şey var."

Bunu sesli söylemeli miydim? Bu şey bir özellik miydi ki? Ya da böyle bir şey mümkün müydü?

Jungkook sordu.
"O şey ne?"

"Söyleyemem."

"Hadi..."

Hastanenin arka kısmının demirlerine geldiğimizde durdum. "Geldik."

Jungkook sorduğu soruyu istemeyerek geriye itti ve, "Kapı diğer tarafta," dedi.

Elimdeki kutuyu tutması için yavaşça kucağına bıraktım.

"Normal kapıdan girmeyeceğim. Ziyaretçi yasağı diye bir şey duymadın mı hiç? Öyle elini kolunu sallayarak istediğin her vakit buraya giremezsin. O yüzden gizlice girmelisin."

Taşa çıkan bana bakıp kafasını yana yatırdı.

Ellerimi birbirine vurup ona baktım. "En iyi yol bu. Kolayca içeri girebiliyorum. Başımı belayada sokmuyorum."

Jungkook kolları dolu olduğu halde hevessizce alkışlamaya çalıştı. "Vay hayatında yaptığın en çılgınca şeyin bu olduğuna inanamıyorum."

Demirler çok uzun değildi. Hatta taşın üstüne çıktığımda göğsüme geliyordu. Ayağımı atacağım esnada refleks olarak eteğimi tuttum.
"Jungkook."

Kafasını kaldırdı.
"Evet maalesef o benim."

"Arkanı dön."

Eteğime ve üzerinde sıkıca bastırdığım elime bakıp tepkisizce arkasını döndü. Hemen atlayıp diğer tarafa geçtim. İzin günlerini abarttığım için burada kalma haklarım çoktan bitmişti. O yüzden buraya gizlice girmem gerekiyordu. Geceleri buraya gelmeye devam edersem bay kang iyiliğim için bana ceza getireceğini söylemişti.
Bu ne felaket olurdu ama.

"Tatlımı uzat."

Jungkook önüne dönüp kolayca beton duvara çıktı ve kutuyu uzattı. Ardından geriye atladı. Kutuyu aldığım gibi bahçeye atladım.
Ve hemencecik gülümsedim. Jungkook yavaşça ellerini cebine kaydırıp bana baktı.

Sokak lambaları yüzünün bir kısmını aydınlatıyordu. Yoldan geçen araba farlarıda bedenini. İşte o an yeni arkadaşımın gösterişli ve yakışıklı göründüğünü düşündüm.

"Buradan yakışıklı görünüyorsun."

"Ne?"

"Yalnızca bu açıdan."

"Bunu yeni mi fark ediyorsun? Yakışıklı olduğumu.."

Hastaneye bakıp güldüm. Yüz ifadesi görmeye değerdi. Sanki ona hakaret etmişim gibi bir anda kaşları yukarı kalkmıştı.

Seslice nefes aldı.
"Ben gidiyorum, sana iyi eğlenceler."

Kafamı sallayıp elimle selam verdim.
"Teşekkürler ve iyi geceler dilerim."

İkimizde vedalaştığımız halde kıpırdamadık. Ben onun gitmesini bekliyordum. Onun neyi beklediği hakkında ise bir fikrim yoktu.

Birbirimize bakmaya devam ettik. Jungkook gitmedi.
Demirlere yaklaşıp yüzümü yasladım.

"Jungkook."

"Hı."

"Benimle gelmek ister misin?"

Dudakları oynamadı ya da bana bir hayır yapıştırmadı. Gecenin gizlediği yüzümü boş bir ifadeyle izledi.

Bana o gece kardeşinin öldüğünü söylediğinde senin için bir şey yapamadım.
Sana sarılmadım, acını paylaşmaktan çekindim.
Duymamış gibi davrandım.
Özür dilerim, hatalıydım.
Şimdi bu gece hatamı telafi etmeme izin ver Jungkook.
İzin ver ve benimle gel.

Yüzümü demirlerden çekmeden elimi ona doğru uzattım ve kocaman gülümsedim.














Hi and good night.
Çerezlik bölümler yazmaya karar verip bu kadar uzun bir şeyi neden yazdım bilmiyorum.
Bir dahaki bölümler daha kısa ve daha az sıkıcı olacak.(başaramadı.)
Umarım keyif almışsınızdır.

-sevgilerle

Continue Reading

You'll Also Like

787K 64.6K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
387K 31.8K 26
Melez Kaplan Taehyung, Melez Tavşan Jungkook ile sevgili olmak istiyordu Ha birde onu altında inletmeyi... [texting+düz yazı] #3 - taekook [13.08.202...
305K 28.5K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
143K 12.9K 22
taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. there is no other universe then, stay with me texting + instagram 03.02.24 This fiction is dedic...