-16-

74.4K 2.6K 86
                                    

Bir şeyleri itiraf edebilmek cesaret örneği olarak gösterilebilir mi her zaman? Yaşadığım bütün korku, endişe ve gerçeklerden uzaklaşmış, nefesi alnıma çarpan kişinin gerçekliğine sıkışıp kalmıştım. Hiçbir şey söylemiyordu. Dudaklarını aralaması bile ödümün kopması için yeterliydi. Bana inanmaya da bilirdi çünkü birine bu kadar kısa sürede duyulan sevgi inandırıcılıktan uzak görünürdü her zaman.

Bir adım geri çekildiğinde burnuma dolan kokusu da yok olmuştu. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Az önce gösterdiğim cesaretin arkasında durmam gerekiyordu fakat korkumu yenemediğimin de farkındaydım aynı zamanda. "Yanlış kişiye duyulan sevgi çabuk unutulur, geçeceğinden emin olabilirsin." Dediğinde kalbimin üzerine bıraktığı yükün farkında bile değildi.

Araya çöken huzursuzluk verici sessizliği tiz bir korna sesi bölmüştü. Bakışlarım istemsizce dışarı yöneldiğinde orada babamı görmüştüm. Mert'e geri bakmadan koşar adımlarla dışarı çıktım. Babamın kollarına sığındığımda korkumun sebebi evde yaşadıklarım değil de az önce duygularımı itiraf etmem olduğunu bilmiyordu. Gözlerimi sıkıca kapattım olduğum yerden ve zamandan koşarcasına kaçmak için.

"Sizi uyarmıştık bu davadan uzak durmanız için. Sarp Korkmaz'ı da babasını da tanıdığınız halde geri adım atmadınız."

Kollarımı babamdan çözerek hemen arkamda babama kızan Mert'e döndüm. "O kızın hayatını önemsediğinizi biliyorum ama sizin de bir kızınız olduğu gerçeğini unutmasanız iyi olur." Tepkisini ölçmek için babama baktığımda yaptığı yanlışın getirdiği pişmanlığı görmüştüm gözlerinde. Yanımdan geçip giderek Mert'in tam karşısında durdu.

"Onlardan bir farkın olmadığı halde gelmiş bana akıl vermene inanamıyorum. O kızı canilerin eline bırakmaya niyetli değilim. Haklısın, kızımı tehlikeye atmış oluyorum bu yolla ama Melek de aynısını yapmamı isterdi. Bu yüzden tehditlerini de öğütlerini de kendine sakla."

Babamın söyledikleri üzerine Mert tek bir kelime bile etmemişti. Her ne kadar babam onu cani adlandırdığı kişilerle aynı kefeye koysa. "Beni evden Mert çıkardı baba. Uyarı amaçlı sokakta sıkıştırıldığımda da oradaydı." Söylediklerim üzerine babam geri döndüğünde cümlemi tamamlayamamıştım bile. Neden onu savunmaya kalkmıştım ki bir anda? Sokak lambaları babamın cam gözlüklerinde yankı yaparak parlarken gözlerindeki şaşkınlık beni korkutmak için yeterliydi. Belki de duygularımdan haberdar bile olmuştu.

"Benim de şaşırdığım nokta burası; ne zaman kızımın hayatı tehlikeye girecek olsa orada oluyorsun. Bunun için sana teşekkür ederdim ama ortadaki sebebi düşündükçe bundan vazgeçiyorum."

Kalbimin üzerindeki ağırlık daha da artmaya başlamıştı. Babamın bilmediği şey; benim ona duyduğum hislerdi. Onun bana olan değil. "Levent bey eğer bu davaya devam etmeye niyetliyseniz kızınızı daha iyi korumanız gerekiyor. Çünkü ben her zaman onun yanında olamayacağım." Yutkundum yanımızdan sessizce geçip gitmesinin ardından. Babamla baş başa kaldığımızda ikimiz de söyleyecek tek bir kelime bile bulamıyorduk. O kendisini suçluyordu beni tehlikeye attığı için. Benim de kendimce sebeplerim vardı suçlama konusunda. Az önce yaptığım itiraf gibi mesela.

"Polisler eve gelse de Sarp'ı bulamadılar. Muhtemelen Mert'in babası aldı onu seni evden aldıktan sonra."

Neyin içinde olduğumu çözemediğim için yorum yapmak için de acele etmiyordum. Yaşadığım korkunun limitleri aşıldığından seyirci kalmayı seçmiştim sadece. Arabaya geçip yol boyunca sokakları izlerken de sessizdim, babam bana iyi olup olmadığımı sorarken de. Aklım hala yaptığım itirafın zaman aralığına takılıp kalmıştı. Ona duyduğum hislerin geçici olmasından o kadar emindi ki bunu dile getirirken de en ufak bir şüphe kırıntısı bulundurmamıştı ses tonunda. Eğer söylediği şey gerçekse göğsümün üzerindeki acı neden bu kadar acıtıyordu? Yanlış kişiye duyulan sevgi kolay unutulmuyordu bence, hepsinden daha fazla acıtıyordu işte.

--

Omuzumdaki çanta ağırlık yapmaya başlayınca diğer omuzuma takmayı istesem de mecalim olmadığı için boş vermiştim. Ağır ağır okulun çıkışına doğru yürürken babasının arabasına binen Polat son kez el salladı. Kendimi gülümsemeye zorlarken karşılık verdim. İlk dersten itibaren neyim olduğunu sorup dursa da cevap alamamıştı. Konuşmaya ne halim ne de isteğim vardı. Şimdi evimizin etrafında nöbet çeken polislerin olduğu yere gitmek zorunda olduğum için moralim biraz daha bozulmuştu.

"Okulda ruhunuzu falan mı teslim ediyorsunuz siz?"

Duyduğum tanıdık sesle birlikte bütün vücuduma elektrik dalgası yayılmıştı aynı zamanda. Kafamı ses gelen yöne çevirdiğimde Mert'i görmeyi aklımın ucundan bile geçirmemiştim. Yanaklarımda hissettiğim sıcaklıkla utanç dalgasını en yüksek seviyesine ulaşmıştım. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak zorundaydım ne yazık ki.

"Geometri ve trigonometri sorularını çözmen için ruhunu şeytana satman gerekiyor. Okulda öğretmediler mi size bunu?"

Alayla sorduğu soruya aynı şekilde karşılık verdiğimde yüzünde garip bir ifade yakalamıştım. Ben de gülecek gibi olsam da en son yaptığımız konuşmayı hatırladım ve yüzüm yer çekiminin azizliğine uğradı. "Neden buradasın? Yoksa başım yine mi dertte?" Sorduğum soru üzerine ellerini ceketinin cebinden çıkarmadan aradaki mesafeyi kapattı yanıma yaklaşırken. Boğazıma dizilen nefesim başımın dönmesini sağlamıştı.

"Hayır, İrem en son yaşadıklarından sonra seni merak etti. Onun yanına götürmeye geldim."

Kaşlarım havaya kaldırdım yüzüme çarpan gerçeklikle birlikte. Sonuçta kendi adına gelmediğini açık açık belli ediyordu. "O zaman İrem'e iyi olduğumu iletirsin. Uygun bir zamanda kendisiyle buluşurum ben." Arkamı dönüp giderken adımı tekrar ağzından duyduğumda duraksamıştım.

"İrem için burada olmadığımı biliyorsun."

Tekrardan kalp ritmim anormal bir şekilde çarpıntıya uğradı. Arkamı dönüp yüzüne bakarken içimde anlam veremediğim bir his vardı. Tarif etmeye kalksam uygun sözcükleri asla bulamazdım. "Neden geldin o halde?" Sorduğum soru üzerine biraz daha yaklaştı ve böylece aramızdaki mesafe de tamamen kapanmış oldu.

"Bana duyduğun hislerin geçip geçmediğini öğrenmeye geldim."

Her ne kadar yüzündeki ciddiyeti koruyup saklasa da orada duygularımı saklamamı istediğini net bir şekilde görebiliyordum. Alnım çenesine denk geliyordu ve dışarıdan bakıldığında aramızdaki boy uyumsuzluğu komik görünüyor olmalıydı. Gözlerine takılıp kalmıştım ve elimde imkân olsa sonsuza kadar onları seyredebilirdim. "Kendin öğrenmeye ne dersin?" Onunla oyun oynamamam gerektiğini bilsem de kendime engel olamıyordum.

"Peki." Oyunumu kabul ettiğini ilan ettiğinde artık kalbimin ne denli attığını bile fark etmiyordum. Yüzünü bana yaklaştırdığında sıcak nefesini de hissedebilmiştim. Gözlerimi kapatarak kokusunu içime çektim anın ölümsüzlüğünü koruyup saklamak için. Dudakları yanağımda rota çizerek kulağıma doğru ilerlerken az önce omuzlarımı ağrıtan çantamın ağırlığını bile unutmuş dünyanın bütün gerçeklerinden uzağa fırlatılmıştım. Tekrardan dudaklarını aralayarak kelimeleri kulağıma fısıldadığında bir kez daha oynadığım oyunun mağlubu olmuştum.

"Bence hala geçmemişler."

Örümcek Ağı |1Where stories live. Discover now