-22-

76.1K 2.3K 174
                                    

***

"Mesele sensin ve sürekli aklımdan çıkaramadığım yüzün."

Nefesimi tutmuş onun söylediği kelimeleri sindirmeye çalışıyordum. Bu mümkün olabilir miydi? Her ne kadar zihnimi zorlasam da ona hissettiğim şeylerin aynısını bana hissetmesi imkânsız gibi geliyordu. Elimde tuttuğum fotoğrafla Mert'in yüzü arasında mekik dokurken henüz konuşma yetimi kazanmış değildim. Normalde onun yanında ağzımda atan kalbim de atmasını durdurmuştu çünkü Mert'in söylediklerini hayal bile edemezdim. Mert sabrının taştığını gösterircesine sesli bir şekilde nefesini dışarı vererek fotoğrafı elimden çekip aldı hızlı bir şekilde.

"Bundan bahsediyorum işte."

Ne olduğunu henüz anlamış sayılmazdım bu yüzden şaşkın bir ifadeyle "neden bahsediyorsun?" diye soru yönelttim elimde olmadan. Konuşmamız gereken daha önemli konular vardı; mesela ikimiz de aynı duyguları besliyorduk birbirimize karşı. Mert her zamanki ciddi ifadesini yüzüme çevirdiğinde nefesimi tutarak konuşmasını bekledim. Her ne kadar onu izlemeyi sevsem de heyecandan yüzündeki detaylarını ezberleme gibi bir fırsat geçmemişti elime. Nihayet Mert'in hafif sinirli çıkan sesiyle hayal dünyamdan hızlı bir şekilde sıyrılıp gerçekliğe dönüverdim.

"Ne istediğinden o kadar emin değilsin ki bunca zamandır söylemem gerekenleri şimdi söyleyebiliyorum sana."

Duyduğum şeyle gözlerim yerinden çıkacakmış gibi büyüdü. "Daha önceden söylemen gereken şey ha? Ben mi belirsizlik gösteriyorum? Bunca süredir benimle yaptığın konuşmalarda takındığın tavrı inceleme gereği duydun mu acaba? Eğer yapsaydın neden geriden geldiğimi de anlardın." Sesim aynı onunki gibi sert çıkmıştı. Beni ne istediği belli olmayan birisi olarak görmesi sinirimi bozmuştu.

"Takındığım tavır sana özel değildi bu arada. Eğer beni azıcık tanıma gibi zahmete girseydin herkese karşı tahammülsüz davrandığımı da görmüş olurdun."

Gözlerimi kıstım söylediği şeyler üzerine. "Peki kendimden emin olarak ne yapmamı bekliyordun benden? Elinden tutup nikah dairesine mi götürmem gerekiyordu anlamadım ki. Sana karşı bir şeyler hissediyordum ve bunu sana itiraf ederek atmam gereken adımı da atmış oldum." Yüzümdeki sıcaklığı umursamadan içimde kalan her şeyi dökmeye niyetliydim. Madem ona karşı açık olmamı istiyordu, rezil olma terimini rafa kaldırarak her şeyi ortaya dökmeye karar verdim ben de.

Bir an gülecek gibi olsa da son anda kendisini frenledi. Komik bir şey de söylemedim ki? Birkaç saniye düşüncelerini toplayarak konuşmasını sürdürdü. "İrem olayından sonra ufak bir şüpheye kapılmış olabilirdim ama bu seni suçladığım anlamına gelmiyordu."

"Aksini de iddia etmedin ama."

Konuşma neden buraya gelmişti ki bir anda? "Söylemek istediğim bu değil. Kendini bizden, benden uzaklaştırman. Tamamen senin tarafında durmamı istedin ama emin olamazdım ki o süreç boyunca." Ona kızgın olmamı istemiyordu anlaşılan, bu yüzden eski defterleri açarak yaptığı davranışların altında yatan sebepleri sayıyordu birer birer. Açıkçası yaptığı bu şey hoşuma gitmişti çünkü aramızda en ufak bir şüphenin kalmasını istemiyordu.

"Az önce de söylediğim gibi, benim tek isteğim en azından benimle konuşman gerçeğiydi. O zaman bunların hiçbirisini yaşamış olmazdık."

"Şu anda bu dediğini yapmaya çalışmıyor muyum geç kalmış da olsam?"

Duraksadım. Haklıydı söylediklerinde ama bu konuşmayı bitirmemiz gerekiyordu yoksa uzadıkça uzayacaktı. Tam da ağzımı açıp bir şeyler söylemeye hazırlanıyordum ki etrafımızda ani bir frenle duran arabaları görünce geri kapattım. İçimde beliren korkuyu dışa vuracak zaman bulamadan Mert arabadan inmişti bile. Gitmeden önce "arabada kal," diyerek uyarıda bulunmayı da unutmamıştı. Bütün vücudum buz tutmuş siyah arabalardan çıkan birkaç kişinin Mert'in önüne dikilişini seyrediyordum. Aralarından sadece birisi öne çıkarak Mert'e bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.

Ne yapmam gerekiyordu? Bilmiyordum. Seslerini güçlükle duysam da aralarında korkunç bir husumetin olduğunu hissedebiliyordum. Mert'in yüzüne inen yumruk darbesiyle irkilerek yerimden sıçradım ve arabanın kapısını açtım. Kendimi ne zaman ve nasıl dışarı attığımı hatırlamıyordum. Fakat ona yaklaşmama izin vermemişlerdi. Aralarından birisi kolumdan tutarak beni geri çekti. "Mert!" Kendi çığlıklarım kendi kulaklarımı tırmalarken Mert'in yüzüne peş peşe inen darbelere seyirci kalıyordum. Artık direnmeyi de bırakmıştı. Bir süre sonra bilincini kaybedince darbeler de son bulmuştu. Ona vuran kişi kafasıyla beni tutan adama işaret edince kollarımdan yapışan ellerini geri çekti.

Kendimi onun yanına attığımda kana bulaşmış yüzünü seçememiştim. "Mert!" Cevap gelmemişti. Boynunu kavrayarak hafif yukarı kaldırdım. Gözlerimden akan yaşlar onun kanlı yüzüne nüfuz ediyordu fakat onları temizlemek için yeterli değildiler. "Mert!" Bu sefer sesim cılızlaşmıştı. Kafasını yavaşça yere bıraktım ve ayağa kalkarak arabaya doğru koştum. Siyah arabalar çoktan çekip gitmiştiler bile. Arabadan telefonumu bularak ambulansı aradım. Titreyen ellerim arasında durmakta güçlük çeken telefonuma bulaştırdığım kanı fark edince boğazıma düğümlenen nefesim daha çok boğmaya başlamıştı beni.

Hatta yankılanan kadına olduğum yerin adresini vermek için telaşla etrafıma bakındım. Bir an içinde nerede olduğumuzu bile unutmuştum. Ambulansa haber verdikten sonra korkuyla Mert'in yanına geri döndüm. Bu sefer tuşladığım numara farklıydı.

"Melek?"

"İrem..."

Sesimdeki korku ve çaresizlik o kadar kendini belli ediyordu ki İrem'in bunu fark etmemesi imkânsız olurdu. "Melek ne oldu anlatsana!" Hıçkırıklarımın arasında konuşmak kolay olmuyordu. Bir taraftan Mert'in uyanması için yakarışlarda bulunurken bir taraftan da İrem'e açıklama yapmaya çalışıyordum.

"Mert... Mert'e saldırdılar.... Ambulans çağırdım.... Bilinci yerinde değil!"

"Neredesiniz şu anda?"

Kafamı yukarı kaldırarak olduğum yerin konumunu söyledim İrem'e, ardından telefon kapandı. Asırlar gibi uzun gelen dakikaların ardından ambulansın sesi kulaklarımı doldurmuştu. Bir kenarda sağlık görevlilerin hareketlerini izliyordum dinmeyen gözyaşlarım eşliğinde. O sırada kendini yetiştiren İrem, arabadan inerek hızla yanımıza koştu. "Durumu nasıl?" Korkuyla açılmış gözleriyle abisine bakıyordu. Sağlık görevlileri onu bilgilendirdikten sonra ambulansa geri binmiştiler. Kollarımı kendime sararak az önce onu bayıltana kadar vurdukları sahneyi silmeye çalışıyordum gözümün önünden. Ambulans uzaklaştığında İrem ellerini saçlarından geçirerek etrafına bakındı. Sonunda beni hatırlamıştı.

"Kimin yaptığını gördün mü?"

Kafamı 'evet' anlamında sallasam da bunun bir yararı olmayacaktı, o da bunun bilincindeydi. "Tanımazsın ki görsen bile!" Fakat gözleri bir yere daldığında aklına bir şey gelmiş gibi duraksadı. "Ama ben kimin yaptığını biliyorum." Gözyaşlarım yerini hıçkırıklara bırakırken ona doğru yaklaştım. Ona bunu kimin yaptığını öğrenmek istiyordum her ne kadar karşılık verecek gücüm olmasa da. "Yavuz." İrem'in dudağından dökülen kelimelere yabancı kalmıştım.

"Kimden bahsediyorsun?"

Gözleri beni bulduğunda bu sefer yabancı olmayan birinin ismini söylemişti; "Kuzenim Sarp'ın abisi." Taşlar yavaş yavaş yerine oturduğunda durumun korkunçluğunu yeni yeni kavrıyordum. Babam hala Sarp'ın kayıp olduğunu söylemişti; onu da kimin tuttuğunu biliyorduk. Kardeşini bulmaya çalışan abisinin hedefi de kesinlikle Mert'ten başkası olamazdı. Gerçeklerin içinden çıkıp uzaklaştığımda orada yatan karışık olay örgüsünü de netlikle görebiliyordum. Beni korkutan şey sadece bu korkunç gerçekler değildi. Beni korkutan şeyin herkesin bu bataklıkta elinin çamura bulaşmış oluşuydu ve en nihayetinde suçlanacak 'kötü insanı' bulamıyor oluşumdu. Çünkü bu hikayedeki herkes bir miktar kötüydü; kalp ritmimin hızlanmasına neden olan Mert Yılmaz bile.

***

Örümcek Ağı |1Where stories live. Discover now