XLIV

51 4 0
                                    


46

Irmak kıyısında gemi ve gemi donatım tezgâhlarının bulunduğu mahalleye vardığımda saat sekizi vurmuştu. Havada insanın hoşuna giden bir talaş kokusu vardı. Köprünün berisindeki bu yöre, koyun yukarı ve aşağı bölümleri benim için yabancıydı. Irmak boyuna indiğimde aradığım adresin sandığım yerde olmadığını gördüm, kolay kolay da bulunamayacağını anladım. Mahallenin adı, Chinks's Basin, Mill Pond Bank'ti. Chinks's Basin'e çıkmak için de Old Green Copper Rope-Walk denilen sokaktan başka yol bilmiyordum.

Rıhtımda onarılmakta olan kaç türlü geminin, parçalanmak üzere kıyıya çekilmiş hangi hurdaların arasında yolumu şaşırdım; suların getirip bıraktığı çamurlar, yosunlar arasında, gemi onarma ve gemi parçalama tezgâhlarının avlularında nasıl dönüp dolaşarak, yıllar önce emekliye çıkarılıp toprağa saplanmış kaç demir, kaç fıçı yığını, kereste destesi gördüm, kaç yanlış sokağa girip çıktım... önemi yok. Sayısız kereler istikametimin ya berisine ya gerisine düşerek işe yeniden başladıktan sonra, birden bir köşeyi dönerek kendimi, hiç beklemediğim bir sırada Mill Pond Bank'in kıyısında buldum.

O çevreye göre temiz, ferah bir yer sayılırdı. Rüzgârın dönüp dolaşmasına elverişli bir alanı, üç-beş ağacı vardı, bir de bir yel değirmeni kalıntısının yıkık gövdesi göze çarpıyordu. Old Green Copper Rope-Walk da buradaydı; ay ışığında şöyle böyle seçebildiğim iki sıra kazık, yolun yerini belli ediyordu. Kazıklar çok eskilerden kalma, kocamış, dişleri dökülmüş tırmıkları andırıyorlardı.

Koy kıyısındaki tuhaf görünümlü evlerin arasından ahşap cepheli, üç katı da cumbalı olan evi seçerek kapının üstündeki levhada Mrs. Whimple adını okudum. Benim de aradığım ad bu olduğuna göre kapıyı vurdum. Yaşını başını almış güleç, gürbüz, temiz pak bir hanım bana kapıyı açtı. Ne var ki Herbert hemen ortaya çıkarak kadının yerine geçti, beni hiç ses çıkarmadan bir oturma odasına alıp kapıyı örttü.

Bu tanıdık yüzü bu hiç tanımadığım yerde görmek, onun bu yabancı yerde kendi evindeymiş gibi rahat olması öyle tuhafıma gitti ki! Ona da, odadaki tanıdık olmayan eşyalara, köşedeki camlı dolabın içindeki kristallerle porselenlere, şöminenin üstündeki deniz kabuklarına, duvardaki renkli gravürlere bakar gibi yadırgayarak baktım. Bu resimler Kaptan Cook'un ölümünü, bir geminin suya indirilişini, Majeste Kral III. George'un Windsor Sarayı'nın terasında duruşunu gösteriyordu. Kralın başında araba sürücülerinin kullandığına benzeyen bir takma saç, ayağında ise deriden külot pantolon ve çizmeler vardı.

Herbert, "İşler yolunda, Handel," dedi. "Konuğumuz seni görmek için sabırsızlanmakla birlikte durumundan hoşnut. Sevgili Clara'm babasının yanında. Aşağı ininceye dek beklersen sizleri tanıştırırım, sonra da yukarı çıkarız... İşte Clara'nın babası!"

Bu arada yukarıdan ürkütücü homurtular işitmeye başlamış olduğumdan belli ki duyduğum kaygı yüzüme de vurmuştu.

Herbert, "Zavallı, huysuz ihtiyarın biri," dedi. "Ama onu şimdiye kadar hiç görmüş değilim. Rom kokusunu alabiliyor musun? Elinden hiç eksik etmez."

"Rom mu?"

"Rom ya! Onun gut hastalığını nasıl hafiflettiğini tahmin edersin. Sonra yiyecek içecekleri de kendi odasında, raflarda saklayıp ölçüyle, tartıyla veriyor. Oda değil, bakkal dükkânı gibi bir yer olsa gerek."

O böyle konuşurken yukarıdaki homurtular uzun bir kükreyişe dönüşmüş, sonra kesilmişti.

Herbert bunun açıklamasını yaparak, "Peynir tekerini kendi kesmekte direnirse böyle olur elbet," diye belirtti. "Başka yerlerinin yanı sıra sağ eli de gutlu olan bir adam, kapkalın Glouchester peynirini kesmekte diretirse elbet kendi elini de kesecektir."

Büyük UmutlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin