XI

76 8 0
                                    

12
Solgun benizli küçükbeyin düşüncesi adamakıllı rahatımı kaçırır olmuştu. Ne zaman kavgamızı düşünsem, onun yüzü gözü şişip kanlanmış, sırtüstü yattığını görür gibi olsam, içimden, "Bu yaptıklarımı elbette yanıma bırakmazlar," diyordum. Bana öyle geliyordu ki elim, solgun benizli çocuğun kanına bulanmıştı; kanun da hiç kuşkusuz, bunun hesabını benden soracaktı. Çarpılacağım cezaları kesinlikle kestiremiyorsam da, köy çocuklarının ortalarda dolaşarak yüksek kişilerin evlerine girip çıkmalarının, seçkin, çalışkan İngiliz öğrencilerini pataklamalarının karşılıksız kalmayacağını biliyordum.

Birkaç gün evden pek ayrılmadım. Sokağa çıkmam gerektiğinde, kasaba cezaevinin jandarmaları gelip beni yakalayacak diye korkumdan yüreğim atarak dikkatle dışarısını gözetliyordum. Solgun benizli küçükbeyin burnundan akan kan pantolonuma bulaşmıştı; suçumun bu lekesini gecenin gizliliği içinde yıkamaya çalıştım. Yumruğum solgun benizli küçükbeyin dişlerine çarpınca aşık kemiklerimin üstündeki etler kanamıştı. Yargıçların önüne çıkarılıp sorguya çekildiğim zaman bu kesin kanıtı örtbas etmeme yarayacak bir bahane bulabilmek için hayal gücümü arapsaçına çeviriyordum.

Şiddet eylemini işlediğim yere dönmenin zamanı geldiğinde, korkularım doruğa ulaştı. Ya Londra'dan özel olarak gönderilmiş "yasa görevlileri" bahçe kapısının ardında pusu kurmuşlarsa? Ya Miss Havisham kendi evinde işlenen bu çirkin saygısızlığın öcünü kendi eliyle almayı seçerek, o mezar giysilerinin içinde karşıma dikilip tabancasını çektiği gibi beni öldürüverirse? Ya bu iş için toplanmış, paralı asker niyetine tutulmuş bir çocuk çetesi beni fabrikada kıstırır da dayaktan gebertirse?

Bu misilleme eylemlerinden bir tekinin bile o soluk benizli küçükbeyin başının altından çıkabileceğini hiç düşünmedim, ki bu da onun erkekliğine, yiğitliğine olan güvenimin en birinci kanıtıdır. Onun çarpılmış yüzünü görünce aile güzelliği bozuldu diye ayranı kabaran akrabaların hışmına uğrayacağıma inanmıştım.

Gelgelelim Miss Havisham'lara ille gidilecekti, ben de gittim. Şaşılacak şey! Geçen haftaki dövüş hiç yapılmamıştı sanki! Köşkte ne bu olaya değinen vardı, ne de solgun benizli bir küçükbey. Geçen günkü gibi bahçe kapısını gene açık bulup bahçeyi dolaştım, karşıki evin penceresinden içeri bile baktım. Ne var ki içerdeki panjurlar gözümün önüne bir perde çekti. Görünürde hiçbir canlı, hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Yalnızca çarpışmamızın geçtiği yerde küçükbeyin varlığının bir imgesine rastlayabildim. Yerde, ondan akmış olan kanın lekeleri vardı. Bunları yosunlu toprakla örterek insan gözlerinden gizledim.

Miss Havisham'ın kendi odasıyla o uzun masalı odanın arasındaki geniş sahanlıkta bir hasır koltuk gördüm; hafif, arkadan itilebilen, tekerlekli bir sandalyeydi bu. Oraya yeni konulmuştu. Ben de o günden sonra Miss Havisham'ı, omzuma tutunarak yürümekten yorulduğu zaman bu sandalyeye oturtup dolaştırmak görevine başladım. Kendi odasında, sahanlıkta, öbür odada gezdiriyordum onu. Üst üste, kim bilir kaç kez dönüp dolaşıyorduk. Bu gezilerin üç saat sürdüğü oluyordu. Bunlardan çoğul olarak söz etmeye başladım, çünkü bu amaç için günaşırı gelmem daha o günden kararlaştırılmıştı; bir de şimdi size en aşağı sekiz-on aylık bir süreyi özetlemek üzereyim.

Birbirimize alıştıkça Miss Havisham benimle daha çok konuşmaya, okulda neler okuduğumuzu, büyüyünce ne olmak istediğimi sormaya başlamıştı. Ben de ona Joe' nun yanına çırak gireceğimi anlatmıştım. Ne derece bilgisiz olduğumu, oysa nasıl her şeyi öğrenmeye can attığımı uzun uzun anlatıyordum. Belki Miss Havisham benim bu isteğimin gerçekleşmesine yardımcı olur, diye düşünüyordum. Gelgelelim onun hiç böyle bir niyeti yoktu. Tersine, benim bilgisiz kalmamı yeğ tutar gibiydi. Bana yemekten başka hiçbir şey vermiyor, gördüğüm hizmetlerin karşılığında para ödemenin lafını bile etmiyordu.

Büyük UmutlarWhere stories live. Discover now