XXI

127 3 0
                                    


23

Mr. Pocket beni gördüğüne sevindiğini söyledi. "Umarım siz benimle tanıştığınıza üzülmemişsinizdir," dedi, sonra tıpkı oğlununkine benzeyen bir gülüşle, "İnanın, hiç de ürkütücü bir insan değilimdir," diye ekledi. Şaşkın, dalgın tutumuna, saçlarının çok kırlaşmış olmasına karşın genç görünüşlü bir adamdı; davranışları da çok rahattı. "Rahat" derken yapmacıktan uzak oluşunu belirtmek istiyorum. Yoksa o şaşkın, ne yapacağını bilemez hallerinde insanı gülümseten bir şey vardı; onu düpedüz gülünç olmaktan, bu gülünçlüğü kendisinin de algılaması kurtarıyordu.

Benimle bir süre konuştuktan sonra kara, biçimli kaşlarını hafifçe, biraz da kaygıyla çatarak, "Mr. Pip'e hoş geldin dedin ya, Belinda'cığım?" diye sordu.

Mrs. Pocket bakışlarını kitabından ayırarak, "Evet," dedi, sonra bana bakıp dalgın dalgın gülümseyerek, portakal çiçeği şerbetinden hoşlanıp hoşlanmadığımı sordu.

Bundan önceki konuşma ve konularımızla, uzak yakın hiçbir ilişkisi bulunmadığından, bu sorunun da ötekiler gibi salt konuşmuş olmak ya da konuşmamış olmamak amacıyla ortaya atıldığına karar verdim.

Orada, birkaç saat içinde öğrendiğimi hemen anlatmamda bir sakınca yoktur sanıyorum. Mrs. Pocket bir rastlantı sonucunda Sir unvanını alan, sonra da ölen bir "soylu"nun kızıymış. Bu soylu babanın çok kesin bir inancı varmış: Ona sorarsanız kendi babası gerçekte Baronet unvanı alacakken birilerinin salt kişisel nedenlere dayanan inatçı muhalefeti yüzünden alamamış. Bu "birileri"nin kim olduğunu o zaman anladımsa bile çoktan unuttum. Kralın kendisi miymiş, Başbakan mı, Maliye Bakanı mı, Canterbury Başpiskoposu mu, öyle birileri, işte. Böylece Mrs. Pocket'in babası da, baştan sona kendi sanrılarının ürünü olan inancının kendine verdiği hakla, yeryüzünün soyluları arasına katılmış. Kendisinin şövalyeliğe yükselmesi de, sanıyorum, parşömen kâğıdı üzerinde yürütülen kıran kırana bir bildiri çatışmasında, kaleminin ucuyla İngiliz gramerine yönelttiği hızlı bir saldırı sayesinde gerçekleşmiş. Bir de bilmem hangi büyük yapının temeli atılırken ilk taşı yerleştiren bilmem hangi Saraylı'ya, kireçli harcı ya da malayı uzatmasından ötürü! Her ne ise, bu baba, kız çocuğunun büyüyünce unvan sahibi bir soyluya varması gerektiğini pek doğal saydığı için, ev yönetimi gibi avam tabakasına özgü, bayağı işleri öğrenmekten kesinlikle uzak, habersiz tutarak el bebek gül bebek büyütmüş.

Bu akıllı baba, kızını bu yönlerden göz hapsinde tutmayı öyle güzel başarmış, çevresine öyle dikkatli gözcü ve bekçiler dikmiş ki kız hiçbir işten anlamayıp hiçbir işe yaramayan, katıksız bir süs eşyası olup çıkmış. Kişiliği böylesi mutlu ve başarılı bir biçimde gelişen kız çocuğu, genç kız olur olmaz Mr. Pocket'le tanışmış. Kendisi de çiçeği burnunda bir delikanlı olan Mr. Pocket, Lordlar Kamarası'na mı girsin ya da Piskoposluk tacına mı aday olsun, henüz karar veremez bir durumdaymış. Ne var ki bunlardan birini seçmek yalnızca bir zaman sorunu olduğundan, genç adam sevdiği kızla Zaman'ı perçeminden tutup kendilerinden yana çekmeye karar vermişler (ki görünüşe bakılırsa perçem enikonu uzunmuş) ve sağduyulu babaya haber vermeksizin evlenmişler. Kızına verecek ya da kızından esirgeyecek iyi dileğinden başka bir şeyi zaten olmayan baba kısa bir çatışmadan sonra yola gelmiş, bu çeyizi de yüce gönüllülükle genç evlilere bağışlamış! Mr. Pocket'e, aldığı kızın, "prenslere layık bir hazine" olduğunu bildirmiş.

Mr. Pocket o günden bu yana hazinesini dünya işlerine yatırır dururmuş da, eline geçen kazancın pek aman aman bir şey olmadığı sanılıyormuş! Bununla birlikte her nedense çevresi Mrs. Pocket'e saygıyla karışık bir acımayla bakıyordu, bir unvan sahibiyle evlenmedi diye. Beri yandan Mr. Pocket'e karşı da herkes hoşgörüyle karışık tuhaf bir kınama içindeydi, hiçbir zaman bir unvan edinemedi diye!

Büyük UmutlarWhere stories live. Discover now