XV

75 6 0
                                    

17
Çıraklık yaşamının tekdüze akışına kendimi iyice kaptırmıştım artık. Köyde bataklığın sınırı ötesinde, bu tekdüzeliği bozan tek şey, yaş günüm gelince gene gidip Miss Havisham'ı görmemdi. Miss Sarah Pocket'i gene kapıyı bekler buldum; Miss Havisham gene bıraktığım gibi duruyordu; Estella'dan da aynı biçimde, belki de sözcüğü sözcüğüne geçen seferki gibi konuştu. Bunun her yıl yinelenen bir gelenek olup çıktığını hemen şimdiden söyleyeyim. Bu gidişimde Miss Havisham'ın verdiği parayı almak istemedimse de bunun etkisi onu kızdırmak oldu. "Ne o, az mı geldi yoksa?" diye sorunca (ve ondan sonraki yıllarda) parayı aldım.

Bu durgun yaşlı ev, pencereleri kapalı odalardaki sarı mum aydınlığı, tuvalet masasının başında oturan solgun hayalet öylesine aynıydı ki, saatlerin durmasıyla birlikte bu gizemli yerde zaman da durmuş gibi geliyordu bana. Ben, dışarıdaki herkes, her şey büyüyüp yaş alıyorduk; yalnızca burası olduğu yerde sayıyordu. Eve tek bir güneş ışığı sızmadığı gibi benim bu eve ilişkin anı ve düşüncelerim de doğal gün aydınlığından yoksundu. Aklım ister istemez karışıyordu ve bunun etkisiyle her geçen gün zanaatımdan biraz daha soğuyor, evimden barkımdan biraz daha utanıyordum...

Beri yandan Biddy'de bir değişiklik olduğunu usul usul algılamaya başlamıştım. Biddy'nin ayakkabılarının topukları sanki aşınmaz olmuş, saçları pırıl pırıl düzgünleşmişti, elleri de her zaman tertemizdi. Güzel değildi gerçi, köy kızıydı ne de olsa, Estella gibi olabilir miydi? Gene de ev ekmeği gibi sağlıklı, tatlı, uysal, cici bir kız olup çıkıvermişti. Yanımıza geleli bir yılı biraz geçtiği bir sırada (büyük teyze için tuttuğu yastan yeni çıktığı sıralardaydı) bir akşam gözlerinin güzel, iyilik dolu olduğunu gördüğüm gibi bu gözlerin bir garip, derin dalgınlıkla, yoğun bir ilgiyle baktığı da dikkatimi çekti.

Bir ara elimdeki işten başımı kaldırmıştım. Bilgimi ilerletmek yolunda bir taşla iki kuş vurmak için okuduğum kitaptan kimi bölümleri defterime çekiyordum ki gözlerimi sayfadan ayırınca Biddy'nin de benim yaptığım işi izlemekte olduğunu gördüm. Kalemi elimden bıraktım. Biddy de dikişine ara verdi, ama iğnesini elinden bırakmadı.

"Biddy," dedim. "Nasıl oluyor bu iş, anlat bana. Ya ben pek budalayım, ya da sen olağanüstü akıllısın."

"Hangi işi diyorsun, bilmiyorum ki," diye Biddy gülümseyerek yanıt verdi.

Bütün ev işlerini çekip çeviriyordu hem de kusursuzcasına. Ama uğradığım şaşkınlıkta katkısı çok olmakla birlikte, benim demek istediğim şey bu değildi.

"Benim bütün öğrendiklerimi öğrenip bilgi konusunda hep başabaş gitmeyi nasıl beceriyorsun, Biddy?"

Okumuşluğum az buçuk başıma vurmaya başlamıştı, çünkü yaş günümde aldığım paraları kitaba yatırdığım gibi son zamanlarda harçlığımın önemli bölümünü de bu amaç için harcamayı huy edinmiştim. Gerçi şimdi düşünüyorum da bu yoldan edindiğim bir lokma bilgi bana çok pahalıya oturmuş gibime geliyor.

Biddy, "Asıl ben sana sorayım," dedi. "Sen nasıl başarıyorsun bu işi?"

"Yok, yok. Akşamları dükkândan döndüğüm zaman hemen kitaplarımın başına geçiyorum; sen de görüyorsun, Biddy. Oysa ben senin kitap okuduğunu hiç görmüyorum."

Biddy usulca, "Senden geçiyor olmalı, nezle filan gibi," diyerek gene dikişine koyuldu.

Kafam bu düşüncelerle dopdolu, tahta koltuğumun arkasına yaslandım, Biddy'nin başını yana eğmiş, dikiş dikmesini seyre daldım. Gerçekten şaşılacak bir kızdı şu Biddy. Öyle ya şimdi düşünüyorum da, bizim mesleğin yöntemlerini de iyice öğrenmişti bu yıl içinde; yaptığımız türlü işlerin, kullandığımız türlü araçların adlarını ezbere biliyordu. Kısacası, benim her bildiğimi Biddy de biliyordu. Pratik yönden olmasa bile teorik yönden Biddy demircilik zanaatında benimle boy ölçüşebilir, belki beni geride bile bırakabilirdi.

Büyük UmutlarWhere stories live. Discover now