XIII

102 6 0
                                    


14

İnsanın kendi evinden utanması ne acıdır. Kim bilir, ortada kapkara bir nankörlük söz konusudur belki de. O zaman bu acı duygular, nankörlüğün hak ettiği ceza sayılabilir. Gene de utanç duygusunun zehir gibi apacı olduğunu ben çok iyi bilirim.

Ablamın huysuzluğu yüzünden hiçbir zaman evimde yüzde yüz rahat edememiştim. Gene de, Joe'nun varlığıyla kutsandığı için bu eve kendi yuvam gözüyle bakmış, üstünlüğüne inanagelmiştim. Konuk odasının dünyanın en şık salonu olduğuna inanırdım; ön kapının ise Tantana Tapınağı'nın, açılışında horozlar kurban edilen gizemli yüce kapısı... Mutfağımızın göz kamaştırıcı bir yer değilse bile bizi, en yakınlarımızı barındıran sıcak bir köşe, dükkândaki örs ateşininse insanı erkekliğe, bağımsızlığa götüren ışıklı bir yol olduğuna inanırdım.

Oysa şimdi bunların hepsi gözüme kaba saba görünüyordu. Miss Havisham'la Estella'nın bu evi görmelerine ölürdüm de razı gelmezdim.

İçimi zehirleyen bu nankörlüğün kaçta kaçı kendi suçumdu, kaçta kaçı Miss Havisham'la ablamın? Ne benim için, ne de başkaları için önemi yok artık. İyi, kötü, doğru, yanlış... ne çıkar? Olan olmuştu bir kez!

Bir zamanlar, kollarımı sıvayıp da Joe'nun çırağı sıfatıyla demirci dükkânına girdiğim zaman anlı şanlı, mutlu bir insan olacağıma inanırdım. Şimdi düş gerçekleşmişti ya, ben yalnızca, ocakta yaktığımız ufak kömür parçalarının tozuyla kirlendiğimi düşünüyordum; bir de aklımdan bir gün bile çıkmayan anılar yükünün ağırlığı yanında örsün tüy gibi hafif kaldığını...

Daha sonraları da yaşantımın üstüne bütün renkleri, kıvançlarla mutlulukları bir süre için kapatan, ortada diş sıkıp dayanmanın donukluğu dışında hiçbir şey bırakmayan kara bulutlar indiği olmuştur. Hangimize olmaz ki? Gelgelelim ömrüm boyunca üzerime inen bulutların en karası, en ağırı, Joe'nun çırağı olarak önümde uzanan bomboş yola ilk adım attığım zaman günlerimi saran bulut oldu.

Çok daha sonraları, pazar akşamlarında ortalık kararırken kilise mezarlığına gidip kendi yaşantımla o esintili bataklığın görünümünü karşılaştırdığımı anımsıyorum. İkisinin de nasıl dümdüz, ıpıssız uzandıklarını, ikisinin de gölgeli bir bilinmezliğin, sonra da dalgaların arasında eriyip gittiklerini düşünerek aralarında bir benzerlik bulurdum. İşe ilk girdiğim gün de içim tıpkı böyle, bu sonraki zamanlarda olduğu gibi bir karamsarlıkla, umarsızlıkla doluydu.

Ne var ki, çıraklığım süresince bundan Joe'ya hiç söz etmediğimi bilmek beni sevindiriyor. Bu konuda beni sevindiren, kendi kendimden utandırmayan tek şey de budur zaten.

Bu konu bundan sonra yazacaklarımı da kapsıyor gerçi, gelgelelim bundan sonra yazacaklarım Joe'nun erdemini söyleyecektir. Evden kaçıp asker ya da denizci olmadıysam kendi vefamdan ötürüdür sanmayın; Joe' nun vefalı olmasından ötürüdür. İsteksizliğimi yenerek örs başında canla başla çalıştımsa alınterine kendim değer verdiğim için değildir; alınterinin değerine Joe'nun beslediği inanç yüzündendir. İnsancıl, temiz yürekli, çalışkan bir kişinin dünya üzerindeki etkisinin kapsamı ne denli geniş olur, bunu kestirebilmek olanaksızdır. Gelgelelim böyle bir kişinin kendi üzerimizdeki etkisinin nasıl güçlü olabileceğini çok iyi biliriz. Nasıl ki ben çıraklık dönemimde iyi bir şey yaptımsa, bunun kaynağında gösterişsiz, kendi halinde, dünyayla barışık Joe vardır; benim, elindekiyle yetinmeyen, gözü hep yükseklerde olan dirliksiz kişiliğim değil...

İstediğim neydi, kim bilebilir? Kendim bile bilmiyordum ki ne istediğimi! En büyük korkumsa en pis, en kaba saba kılığımla çalıştığım bir uğursuz saatte başımı kaldırınca, dükkânın tahta pervazlı penceresinden bakan Estella ile göz göze gelmekti. Onun beni er geç, en kire pasa batarak çalıştığım bir sırada, elim yüzüm kapkara is içinde yakalayacağını, küçümseyip dudak bükerek güleceğini düşünmenin kâbusu, yakamı bir dakika bile bırakmıyor, hiç içimden çıkmıyordu.

Büyük UmutlarWhere stories live. Discover now