XVII

115 5 2
                                    


19

Sabah olunca duygularımla görüşlerimde de bir değişim oldu. Yaşam, dünya, gözüme öylesine günlük güneşlik görünüyordu ki dün gecenin dünyası gitmiş yerine başkası gelmiş sanırdınız. Kafamı kurcalayan en büyük tasa ayrılık gününe daha altı gün olmasıydı. Çünkü bu arada Londra'nın başına bir hal gelecek diye kaygılanıyordum; gittiğimde orasını ya çok bozulmuş bulacak ya da tümüyle havaya uçup gitmiş olduğundan, hiç bulamayacaktım.

Ayrılacağımız günün yaklaştığından söz açtığım zaman Joe ile Biddy çok anlayışlı davranıyor, bana çok yakınlık gösteriyorlardı. Ne var ki ancak ben adını andığım zaman değiniyorlardı bu konuya. Kahvaltıdan sonra Joe konuk odasındaki dolapta duran sözleşme kâğıdımı getirmişti. Ocağa atıp yakmıştık bu anlaşmayı; ben de bir özgürlük duygusuna kapılmıştım. Bu yepyeni özgürlük duygusu ve coşkusu içinde Joe ile birlikte kiliseye gitmiştim. Papazın, "Dünya yoksullara miras kalacaktır," konulu vaazını dinlerken, "Durumu bilse bu konuyu seçmezdi," diye içimden geçirdim.

Her zamanki gibi erken yediğimiz akşam yemeğinden sonra tek başıma dışarı çıktım. Niyetim önce bataklıkla vedalaşıp onları aradan çıkarmaktı. Kilisenin önünden geçerken ömür boyu her pazar bu kiliseye gidecek, en sonunda da avludaki o alçak tümseklerin arasına gömülecek olan, bu yazgıdan kurtulma olanakları bulunmayan zavallılara karşı (tıpkı o sabah vaaz sırasında duyduğum gibi) asil bir acıma duygusu yüreğimi doldurdu. Bugünlerden bir gün onlara bir iyilikte bulunmayı içimden kesinlikle kararlaştırdım: Bütün köylülere, rozbifle meyveli puding, bol bira ve alçakgönüllü iltifatlar dağıtacaktım.

Bu mezarların arasında aksayarak saklanan o kaçağı, onunla olan ilişkimi, eskiden beri hep utanca benzer duygularla anımsardım. Hele böyle bir günde buraya gelip de onu gene paçavraları arasında titreyerek, perişan bir durumda görür gibi olduğum zaman neler duyduğumu varın siz düşünün! Tek avuntum olayın üzerinden çok zaman geçmiş olmasıydı. Herif çoktan uzak yerlere sürgün edilmiş olmalıydı; benim için ölmüş sayılırdı artık, belki de gerçekten ölüp gitmişti.

Bu alçak, batak yerlerden uzaklaşıyordum artık, bu hendeklerle setlerden, tümseklerde otlayan şu sığırlardan. Gene de sığırların üzerine bir saygı gelmiş gibiydi bugün. Geleceği bunca büyük umutlarla ışıyan bu gence doya doya bakabilmek için benden yana dönüyorlardı sanki... Sağlıcakla kalın, çocukluğumun siz değişmeyen arkadaşları! Demirci dükkânlarıyla sizin çayırlarınız değil bundan böyle benim yerim; Londra'ya, yükselmeye gidiyorum ben!

Bu coşkuyla yürüyerek eski cephaneliğe gittim, yere uzandım: "Acaba Miss Havisham beni Estella ile evlendirmeyi mi tasarlıyor?" diye düşünürken uyuyakalmışım.

Uyandığım zaman Joe'nun yanı başımda oturmuş pipo tüttürdüğünü görünce pek şaşırdım. Gözlerimi açtığımı görünce Joe beni neşeli bir gülüşle karşıladı.

"Son pazarımız olduğundan keri, Pip, düşündüm ki ben de geleyim bari."

"Ah, Joe, ne iyi ettin de geldin."

"Sağ olasın, Pip."

Tokalaştık, sonra ben, "Sevgili Joe, inan bana seni hiç unutmayacağım," diye ekledim.

Joe güven dolu, rahat bir sesle yanıtladı: "Aman sen de, Pip, elbet inanıyorum, iki gözüm. Tanrı senin iyiliğini versin, çocuk, sorun inanıp inanmamakta değildi ki. Bütün olup bitenlere biraz alışmak, biraz akıl yatırmak gerekiyordu. Durum da öyle damdan düşercesine başımıza geldi ki kendimizi alıştırmak, aklımızı yatırmak biraz zaman aldı, değil mi, cancağızım?"

Joe'nun benim vefama böyle sımsıkı güvenmesi pek hoşuma gitmedi nedense. Bu konuda biraz heyecana gelmesini, "Çok alçakgönüllülük gösteriyorsun, Pip!" gibilerden bir şeyler söylemesini isterdim. Bu yüzden Joe' nun sözlerinin ilk bölümüne hiç değinmeyerek yalnızca son söylediklerine karşılık verip evet, haberin gerçekten gökten düşmüşçesine geldiğini, gene de bir beyefendi olmayı eskiden beri istediğimden, böyle bir durumda neler yaparım diye çok zaman kafamda planlar kurmuş olduğumu söyledim.

Büyük Umutlarحيث تعيش القصص. اكتشف الآن