XXLIII

47 4 0
                                    


45

Bu uyarıyı okur okumaz Temple Kapısı'ndan gerisin geriye dönerek palas pandıras Fleet Sokağı'na vardım, orada saatin geçliğine karşın kiralık bir araba bularak Covent Gardens'deki Hummums'a gittim. O günlerde burada, gecenin her saatinde boş oda bulabilirdiniz. Kâtip beni hemen içeri alarak rafta hazır duran şamdanı yaktı, sonra listesinde sıra bekleyen yatak odasına gittik. İlk katın arkasında, mahzen gibi bir yerdi, burası. Koskocaman, dört direkli, canavar gibi bir karyola odayı avucunun içine alarak bacaklarını keyfince germiş, ayaklarının birini şöminenin içine, bir başkasını da kapı eşiğine uzatarak zavallı, sefil lavaboyu kutsal bir hak kullanıyormuş gibi köşeye kıstırıp çile doldurmaya bırakmıştı.

Beni getiren kâhya odadan çıkmadan önce bir gece kandili istediğim için, eski günlerden kalma uydurma bir yağ kandili getirdi – el değdiği anda kırılıveren bir baston hayaletine benzeyen bu nesne, kenarlarındaki yuvarlak deliklerden duvara faltaşı misali açılmış gözler gibi ışık yansıtan bir teneke kabın dibine oturtulmuş hiçbir şeyi aydınlatmayan bir kandildi. Ayaklarım sızlayarak yorgun ve bitkin bir halde yatağa girdiğimde ne bu gülünç Argos'un20 gözlerini kapatabildim, ne de kendi gözlerimi. Böylece gecenin karanlığında ve kasvetinde birbirimize bakıp durduk.

Nasıl da üzüntü dolu bir geceydi! Öyle kaygı dolu, karamsar, sıkıntılı, öylesine de uzun. Odada soğuk kurumla sıcak toz kokusundan oluşmuş hiç de konuksever olmayan bir hava vardı. Tepedeki tentenin köşelerine baktıkça, kasaptan uçup gelen kocaman karasineklerle pazaryerinden göç eden kulağakaçanların ve taşradan gelen kurtçukların yuvalanmış, gelecek yazı beklemekte olduklarını düşünmekten kendimi alamadım. Derken, "Acaba bunların içinden aşağı yuvarlananlar oluyor mudur?" diye bir kuşkuya kapıldım. O zaman yüzümde hafif kıpırtılar duyar gibi oldum. Hiç de hoş olmayan bir düşünceydi bu, çünkü arkamdan da daha başka, sevimsiz şeylerin çıkıp gelebileceğini aklıma getiriyordu. Bir süre uyanık yattım. O zaman sessizliği dolduran o sayısız, tuhaf sesler kendilerini bana duyurmaya başladılar: Dolap fısıldıyor, ocak iç geçiriyor, küçük lavabo tıkırdıyor, dolabın içindeyse arada bir gitarın telleri vınlıyordu. Aynı zamanda, yuvarlak delikli lambadan duvara vuran ışıktan gözlere bambaşka bir bakış gelir gibi oluyordu ve ben bu donuk bakışların her birinde "Eve gitmeyin" diye yazdığını görüyordum.

Üzerime üşüşen gece kuruntularının, gece seslerinin hiçbiri bu, "Eve gitmeyin" sözlerini silip savamıyordu. Bu sözler bedensel bir sancı gibi, tüm düşüncelerime sızıyordu. Daha şu yakınlarda, bir gece Hummums'a gelen bir beyin yatakta kendi canına kıydığını, sabahleyin kanlar içinde bulunduğunu gazetelerde okumuştum. Durup dururken, bu olayın mutlaka benim kaldığım şu izbede geçmiş olduğunu aklıma taktım; kalkıp ötede beride kan lekesi aradım. Sonra koridorlara çıkan kapıyı açarak başucunda kâtibin uyukladığı uzak ışığın can yoldaşlığıyla avunmaya çalıştım.

Öte yandan da, "Eve neden gitmeyecekmişim? Evde ne olmuş olabilir? Ne zaman dönebilirim oraya? Provis'in başına bir şey mi geldi acaba?" sorularıyla kafam öylesine dopdoluydu ki içinde başka düşünceye yer bulunamayacağını sanırdınız. Estella'yı ve o gün nasıl bir daha kavuşmamacasına ayrıldığımızı düşündüğüm zaman, ayrılık sahnemizin tüm ayrıntılarını, Estella'nın bakışlarıyla sesini, örgü ören parmaklarının kıpırtısını anımsadığım zaman bile kafamın bir yönü şurda burda, köşe bucaklarda, her yerde, "Eve gitmeyin" uyarısını izleyip duruyordu.

Sonunda, kafamın ve bedenimin yorgunluğuna dayanamayarak tedirgin bir uykuya daldığım zaman bile bu uyarı, ele alıp çekimlerini yapmam gereken koskocaman, heyula bir fiile dönüştü: Şimdiki zaman-emir kipi: Sen eve gitme, o eve gitmesin, biz eve gitmeyelim, siz ya da sizler eve gitmeyin. Sonra da bu kökten yola çıkarak: Eve gidemem, eve gitmemeliyim; eve gidemeyeceğim, eve gitmeyeceğim, eve gitmemem gerekiyor... öyle ki sonunda aklımı kaçıracağımı sanarak gene sırtüstü döndüm, gözlerimi duvarlardaki o donuk bakışlı ışık yuvarlaklarına diktim.

Büyük UmutlarWhere stories live. Discover now