26- GİTTİ

74.6K 4.2K 1.4K
                                    

Dışarıda ki kulak ağırtan rüzgarın sesi kulağıma dolarken yatağımda yatıyordum ve önümde ki ranzanın demirine bakıyordum. Gözlerim artık boş boş bakıyordu. Kimse gelip ne olduğunu bile sormuyordu konuşmadığım için.

Yaşadıklarım zaten ağırdı, kendime saygım kalmamıştı. Bir erkeğe aşık olmuştum, tüm saygımı yerle bir etmiştim. Yaşadığım hayatın alt üst olduğunu hissediyorum. İki gündür yüzünü bile görmemiştim. Görmek istemiyordum, onun da önüme çıkmaya niyeti yoktu sanırım. Eğitimlere bile gelmemişti.

Hızla koğuşa koşan kişinin sadece ayak seslerini duymuştum ve bir şeyler anlattığını. Ama dinlemedim, ta ki o korktuğum isimi duyana kadar.

"Tarık komutan gidiyormuş..." dedi nefes nefese. Boş gözlerim sonunda can bulmuş gibi ranzadan sarkıp şok içinde bakan arkadaşlarıma döndü. Beynim bu sözleri süzgecinden geçirdikten sonra hızla doğruldum.

"Nasıl gidiyormuş?" dedim, uzun süredir konuşamadığım için çatallaşmış sesimle. Çocuk nefes nefese bana döndü. Yüzü kıpkırmızı olmuştu soğuktan.

"Sanırım istifasını vermiş, askeriye ile bağlantısını tamamen kesmiş..." nefesim kesilirken gözümün dolduğunu hissediyordum. "Ve şimdi de gidiyor..." dedi pencereden dışarı bakarken.

Nasıl ve ne ara ayağa kalktım bilmiyordum ama tipi denecek kadar çok kar yağarken, kendimi dışarı attım sadece tişörtle. Benimle beraber herkes dışarı çıkmıştı.

Gözlerim dışarda birkaç grup askere ve önünde duran komutana çevrilmişti. Üzerinde üniforması yoktu, siyah bir kot ve mont vardı. Ayaklarında ise halen postalları vardı. Kendilerine saygıyla selam veren askerlere ve çavuşlara başıyla selam verdi. Onlarla birkaç kelime sohbet edip giderken, bizim koğuş tüm bahçeye dağılmıştı, hatta neredeyse tüm koğuşlar dışarıdaydı.

Herkes merakla bakıyordu, ben ise soğuktan olmadığını düşündüğüm titreyen bir bedenimle nizamiyeye doğru yürüyen adama bakıyordum. Bir kere bile dönüp bakmamıştı. Arabasına binerken, bahçeye karşı döndü ama bakış bile atmadı. Sanki burada kimsesi olmamış, misafirliğe gelip şimdi evine gidiyormuş gibi bakıyordu. Arabasının çığlık atan motoru çalışıp, nizamiyenin önünden hızla ayrılırken gözlerimden bir damla yaş akmasına engel olamamıştım.

"Kuzey, hadi içeri girelim. Dondun." dedi Fırat sanki içimde ki tüm hisleri bilerek yumuşak bir tonda. Kafamı olumsuz bir şekilde salladım ve cebimden çıkardığım bir sigarayı yakıp bahçenin içinde ki boş olan köşeye gittim. Herkes içeri girerken ben dışarda kalmıştım.

Dönüp bir kere bile bakmamıştı, bu kadar mı değerim yoktu. Gitmişti... Nereye gittiğini bile bilmiyordum. Numarası bile yoktu. Gülmeye başladım, kahkaha arıyordum.

Numarası bile yoktu..

Sahi Kuzey, sen onun adı dışında neyi biliyorsun ki?

Ağlamaya başlayınca derin bir iç çektim. O kadar derindi ki, vücudum titremişti. Ben neye üzülüyordum?

Sigaramdan bir duman çekip gözyaşlarımı sildim. Yeniden akınca, yeniden sildim. Ben... Allah kahretsin ki onu çok sevmiştim. Yıllar sonra kendimi bir yerde güvende ve o yere ait hissetmiştim. Boynumda ki yüzük soğuk bir şekilde bedenime deyince dişlerimi sıktım. Sigaramı bitirince yere atıp titreyen bedenime inatla yeni bir sigara daha yaktım.

Onu bir daha göremeyecektim. O beni göremeyeceğini bildiği halde dönüp bakmadan gitmişti. Neden dönüp bakmasına bu kadar takıldım? Bir kere dönüp baksa daha mı az acıyacaktı canım?

Birkaç dakika sonra Fırat elinde bir montla geliyordu. Sigaramı içerken onun yüzüne bile bakmadım, montu sırtıma koyup yanımda öylece durdu.

"Ne olduğunu bilmiyorum..." dedi uzun bir sessizlikten sonra. Sesi ifadesiz çıkıyordu. Halen ona bakmıyordum. Elimde ki sigaradan bir duman daha aldım.

"Ama senin yanındayım..." dedi, o da benim gibi önüne bakıyordu.

KOMUTAN Where stories live. Discover now