11- ÜZÜNTÜ

102K 5.3K 1.1K
                                    

Yağmur damlaları yüzümü yıkarken ağladığım belli olmuyordu. Hava kararmıştı ve bende bahçenin en arkasına geçtim. Soğuk hava vururken diğer yandan da bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Bacaklarımı kendime çektim. Derin bir nefes aldım ama iç çekişe dönüştü bu. Hissettiğim duygu ile burnumun direği sızladı ve yüzümü buruşturdum acıyla.

Ben uzun süredir bu duyguları yaşamamak için savaş vermişken, en küçük darbede yeniden kendimi bu ruh halinde bulmaktan nefret ediyordum. Bütün sinirim bu hislerimeydi. O siktiğimin komutanı yıllar önce gömdüğüm duygularımı ortaya çıkardı.

Annem, bir kazada kardeşimle beraber öldükten sonra babama beni terk etmemesi için yalvarırken en son ağlıyordum. 10 yıl önce o evden çıkarken beni bırakmaması için bacağına yapıştığım babamın beni bacağıyla iterek aldığım acımasız cevaptan sonra ağlamak benim için dünyanın en kötü şeyi gibi geliyordu.

O zamandan beri hep gülümsedim, kimsem kalmamıştı. Ama benim bu hayata tutunmaktan başka bir şansım yoktu. Acımı gömdüm, üzerine çiçekler diktim. Bu yaşıma kadar her zorlukta gülümsedim. Hayata tutundum, yanlış işlerle ya da kötü işlerle. Ama tutunmuştum.

O gün kalabalığın içinde, o sokakta kendime bir yemin etmiştim. Bundan sonra asla üzülmek ağlamak yoktu. Her duyguyu yaşamak ve pişman olmamak kanımda vardı. Birini öldürsem bile pişman olmayacağımı düşünüyordum. Ama ilk defa eğlencesine yaptığım bir şeyden pişman olmuştum.

Üşüyünce kollarımı bedenime sardım. Ağlamam durmuştu, duygusuzca önüme bakıyordum. Sakinleştiğimi anladığım da yerimden beton zeminden destek alarak kalktım. İçeri doğru giderken üzerimden sular damlıyordu. Umursamadan yatağıma geldim ve sadece üstümü çıkarıp yatağıma uzandım. Titriyordum ama neyden olduğunu bilmiyordum. Aklımda olan tek düşünce, bir daha asla böyle üzülmemekti. Gözlerimi kapattım ve uykuya teslim oldum.

"Yanıyor lan bu çocuk!" alnımdan çekilen baskıdan sonra telaşlı sesi işittim.

"Hassiktir..." alnımda yeniden bir baskı hissedince bizimkilerin olduğunu anladım ama gözlerimi açamadım. Göz kapaklarım yanıyordu.

"Çavuşa haber verin..." dedi Alptuğ. Sesini tanımıştım. Dişlerim tıkırdıyordu. Ne çabuk sabah olmuştu böyle. Biraz daha uyumak istiyordum. Yorgan üstümden çekilince daha çok üşüdüğümü hissettim.

"Gerizekalı çocuk, bu yaş haliyle mi uyumuş!" bana edilen birkaç küfür duydum. Bir şeyler sayıklıyordum ama ben bile ne dediğimi anlamıyordum.

Biraz zaman sonra taşındığımı hissettim. Hemşire'nin narin elini hissedince revire geldiğimi anladım. Çavuş başımda bir şeyler konuşuyordu ama tam olarak ne dediğini anlamıyordum.

Bir şeyler içirip sürekli beni kıpırdatıyorlardı. Yanımda kimsenin kalmadığını anlayınca, eğitime gittiklerini anladım. Hemşirenin gürültüsünden başka bir şey duymuyordum. Bir postal sesi ve ardından komutanın sesini işittim.

"Nesi var?" sesi otoriter çıkıyordu.

"Ateşi vardı, düşürdük şuan iyi." dedi hemşire de saygılı ve kibar bir şekilde. Bana baktığını anladığımda nefes bile almadım.

"İçerisi sıcak, nasıl soğuk kapmış?" neden bu kadar sorguluyordu? Acımasızlığını kapının arkasında çıkarıp mı içeri girmişti.

"Dün akşam yağmura yakalanmış sanırım"

Bir sessizlik daha olduktan sonra birkaç dakika sonra kapı açılıp kapandı. O gidince derin bir nefes vermiştim hemşireye belli etmeden. Onu görmek bile istemiyordum. Onu hiç tanımamış olmayı diledim içimden. Beni ben olmaktan bir anlık çıkaran bu adamdan nefret ediyordum.

KOMUTAN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin