25- BİTTİ

79K 4.1K 2.3K
                                    

"Kuzey, nizamiyenin önünde biri var ve acil olarak seninle görüşmek istiyor." yattığım yerden bir çırpıda kalkıp, haberi getiren İsmail'e baktım.

"Kim gelmiş ki lan? Benim burada tanıdığım yok. Adını falan söyledi mi?" diye sordum şüpheyle. Çarşı izninde bile öyle çok kişiyle konuşmuyordum. İsmail yüzüme bakıp dudağını bilmiyorum anlamında sarkıttı ve geldiği gibi hızlı bir şekilde çıktı.

Üzerime askeri ceketi giyip, postallarımın ipini bağladım. Bahçeye çıktığımda soğuk tüm bedenime hücum etmişti. İki elimi birleştirip sıcak nefesimi avuç içlerime ve parmaklarıma vererek nizamiyeye doğru büyük adımlarla yürüdüm.

"Bak yemin ederim ben pop yıldızıyım, adım Berkant" büyük bir ciddiyetle nizamiyede ki askerle konuşan bu soğuğa rağmen deri ceket giymiş, dövmeli çocuğa bakıp kahkaha attım.

"Lan... Müco!!" dişlerimi sergileyecek kadar kocaman gülümseyip yanına koşarken, nizamiyede ki asker burnunu büküp tiksintiyle bakıyordu. Sanırım sıktığı yalana inanmıştı. Ben olsam bende inanırdım çünkü acayip havalı ve yakışıklıydı.

Müco da sırıtırken üzerine atıldım ve tabiri caizse öküz gibi sarıldım. O da aynı şekilde bana sarılıyordu. Bir şeyler diyordu ama şuan mutluluktan duyamıyordum. Biraz daha sarılıp, kolundan tutarken sırıtarak ondan ayrıldım.

"Nereden çıktın sen? Nasıl geldin buraya kadar oğlum." sesim acayip mutlu çıkıyordu ve bu onu da sevindiriyordu.

"Çok özlemiştim seni, askerliğinin bitmesine de az kaldı. Dedim bitmeden bir bakayım nasıl asker olmuş benim kardeşim." deyip sırıtarak beni süzdü. Sırıtıp ensesinden tutup yeniden sarıldım.

"Çok iyi yaptın, çok..." dedim ensesinden elimi çekerken. "Ama keşke çarşı izini gününde gelseydin be oğlum." dedim biraz sitem ederek. Şimdi onu içeri sokabilir miyim bilmiyordum ki.

"O zamana otobüs bileti ayarlayamadım, iki gün öncesinde vardı bir tek. Ama neyse buraları gezerim. Zaten hemen bir pansiyona gittim." dedi elini ensesine koyup.

"Nasılsın, iyi misin? Baya iyi gördüm seni." dedim yüzüne doya doya bakarak. Sanırım şu hayatta ki en güzel tek dostumdu. Benim için buralara kadar bile gelmişti!

"Seni gördüm çok iyi oldum kardeşim." dedi ellerini açarak. Gülümseyip bir daha sarıldım, ama o sırada bir nizamiyenin önüne hızla gelip, birden frene basınca gözüm oraya kaydı.

Arabanın içine komutan ilk birkaç saniye şok içinde önünde ki manzaraya bakarken daha sonra yüzünde daha önce hiç görmediğim bir öfke oluştu. Kapısını açıp heybetli bir şekilde arabadan indiğinde, Mücodan ayrılmıştım. Yüzümde dehşet ifadesi olduğuna emindim ki Müco ilk yüzüme bakıp daha sonra da arkasına döndü. Üstümüze gelen sinirli adamı görünce bir adım yana çekildi.

"Ne oluyor burada?" diye bağırdı.

"Ziyaret için arkadaşım gelm-" kafasını çevirip nöbetçi askere öfkeli gözlerle döndü.

"Burası aile parkımı? İzinsiz, zamansız nasıl içeri alırsınız." öfkeden gözü dönmüştü. Ben ağzımı açıp tek kelime edemiyordum. Yeniden bana döndü.

"Asker, içeri geç!" sesi beni burada öldür ama işkence etme diye yalvaracağım kadar korkutucuydu.

"Bakın komutanım onun bir suçu y-" komutan hızla Mücoya dönüp bir adım atınca ortalarına girdim. Ne yapıyordu bu adam?

"Komutanım, tamam içeri giriyorum." dedim sakin olmasını umduğum, en naif sesimle. Gözleri halen arkamda ki bedenin üzerindeydi. Saatler gibi gelen uzun saniyeler sonra hızla arkasına döndü ve arabasına bindi. Korkudan eli titreyen asker kapıyı açtığında komutan hızla içeri sürdü arabasını. Mücoya döndüm, o da komutana bakıyordu çatık kaşları ile.

"Hadi git sen, ben sana haber vereceğim." dedim hızla. İçeri girmezsem daha büyük bir problem olacaktı çünkü. Başını salladı.

"Dikkat et." dedi dişlerini sıkıp, hızla kafamı sallayınca yakalarını ensesine siper edip hızla uzaklaştı.

İçeri geçtiğimde direkt olarak komutanın odasına yönlendirdim adımlarımı. Soğuktan uyuşmuş ellerim ile kapıyı tıklatıp içeri girdim. Yüzü pencereye dönüktü ve halen öfkeli olduğunu hissediyordum. Kapıyı kapatıp ona baktım. Gözlerimi kapattım.

"Yanlış anladın, o benim kardeş-" hızla arkasını dönüp boğazıma yapıştı. Elleri boğazımı öyle sıkıyordu ki. Eğer elleri beni öldürmezse gözlerinde ki öfke beni öldürecekti.

"Sus!" dedi, sesi tiksiniyormuş gibi çıkıyordu. Ellerimi can havliyle elinin üzerine koydum ve geri çekmeye çalıştım. Ağzım aralık bir şekilde gözlerinin içine bakıyordum. Birkaç saniye sonra yüzünü sinirle buruşturdu ve boğazımı bıraktı. Yere yığılırken öksürük krizine girmiştim. O ise arkasını dönüp elini saçlarının arasından geçiriyordu.

Yere bakıp nefesimi düzene sokmaya çalışırken, yakamdan tutup beni ayağa kaldırdı ve ardından yüzüme bir tokat attı.

"Ben hiç kimseye arkamı dönüp, rahat bir şekilde gidemeyecek miyim?" dedi öfkeli sesi gözlerimi dolmasını sağlamıştı. Tokat attığı yanağımı tuttum.

"O benim karde... kardeşim." hıçkırıklarımın arasından konuştum.

"Kendi kendimi zindana sokmuş, her yere duvar örmüşken mucizevi bir şekilde o duvardan ışık sızdı. Ne ben o ışık için uğraştım, ne de ışık duvarları zorladı. Ama geldi işte. Görüyorum ki o da yalanmış." acı dolu sesini sinirle örtüyordu. Gözlerinin içine bakarken, o tanıdığım adam gibi durmuyordu.

"Seni bir daha gözüm görmesin." dedi yeniden tiksinen bir ses tonuyla. Gözünde acıyı, siniri, öfkeyi aynı anda görüyordum. Gözlerinin içine bakmaya devam ettiğimde arkasını dönüp kendisini sakinleştirmek için masasına oturdu.

Ona hiç birşey demeden yavaş adımlarla odadan çıktım. Yer ayağımın altından kayarken kendimi bu katın tuvaletine attım. Tuvalete girdiğimde bir kişi vardı ama o da yüzüme birkaç saniye baktıktan sonra dışarı çıktı. Ellerimi lavabonun üzerine koyup, gider kısmına gözlerimi diktim.

Ağlamak istiyordum ama kalp kırgınlığımdan. Kendime olan kızgınlığımdan. Ağzımdan bir hıçkırık kaçtığında nasıl kısa sürede bu kadar çok çöktüğümü düşündüm. Beni bırakmıştı. Hem de beni hiç dinlemeden, dinlemek istemeden. Demek ki beni istemiyordu.

Normalde olsa sürekli böyle acı çekmekten kurtuldu diye sevinirdi insan, ama ben onsuz ne yapacaktım?

KOMUTAN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin