XXX

Zeynep, duşunu yapıp üstünü değiştirdikten sonra kahvaltı için aşağı indi. Evde kimse yokken kedi köpek gibi didiştikleri için Muhif’e karşı çoktan gardını almıştı. Kerem yokken kahvaltı için yemek salonunu kullanmayı reddetmiş ve büyük kavgadan sonra mutfaktaki geniş tezgâhta yemeye Muhif’i ikna etmişti. Mutfağa girdiğinde yumurta, sıcak poğaça, peynir ve reçellerden oluşan kahvaltının kendisini beklediğini gördü. Muhif ortalıkta yoktu. 

Keyifle poğaçalardan birini ayakta ağzına tıkarken kahve almak için fincan aramaya koyuldu. Arkasından ters bir ses “Oturarak ye, şunu! Boğazında kalacak, bir de seninle uğraşacağım!”

“Hah, iti an çomağı hazırla! Bu lanet fincanlar nerede?”

“Sana ne?”

“Ne demek sana ne, be? Bir fincan kahve içmek için sana dilekçe mi vereceğim?”

“Otur oturduğun yerde. Geliyor kahven!”

Gerçekten de Zeynep, sandalyesine oturduğunda önüne bir fincan kahveyi sürmüştü Muhif. Ağzı hâlâ doluyken “Bana bir araba hazırlat ama normal bir araba. Trafiğe çıkınca herkesin aç gözlerle bana bakmayacağı bir şey, anladın mı?”

“Kahvaltını yap adam gibi! Ağzın doluyken de konuşma!”

“Ben şimdi senin…”

“Ne? Şimdi benim ne? Bitirmeyeceğin söze başlama, komiser! Zıkkımlan şunları ayarlarız arabanı.”

Adamın kahvaltısını bitirip ilaçlarını içtiğini gözüyle görene kadar tepesinde dikileceğini bilen Zeynep, önüne konanları aceleyle yuttu. İlaçlarını içtikten sonra Muhif’in getirdiği ikinci kahveyle sigarasını yaktı. Fincanını alıp kendi çalışma odasına geçti. Laptopunu açarak günün gazetelerine bir göz gezdirdi. 

Yıllardır sabah kahve keyfi yaparak gazete okumayı unutmuştu. Merkezde bir poğaçayı atıştırırken gözünün ucuyla orada bulduğu bir gazeteye birkaç dakika bakar ve alelacele iş için dışarı fırlardı. Son bir haftadır günün en keyifli zamanlarını sabah kahvesiyle gazete okuyarak geçiriyordu bir de gece yatmadan önce denize karşı oturup kendisiyle kaldığı o muhteşem anlar vardı elbette.

Efsun; sevimli, canlı ve çok renkli bir kadındı ama çoğu kez yoruyordu Zeynep’i. Kerem için ne kadar önemli olduğunu fark ettiğinden beri onu kırmamak için Efsun’la vakit geçiriyor ve arkadaş olmaya çabalıyordu ama yıllardır attığı her adımı ondan iyi bilen dostlarıyla kıyaslanınca Efsun’la geçirdiği saatler onun için zaman kaybıydı. Bugün en çok kendi kendisiyle kalacağı için mutluydu. Kendi dostlarıyla, kendi keyfiyle ve kendi işleriyle…

Telefonunun çalmasıyla başını laptoptan kaldırdı. Arayan Esra’ydı. İsmi okuyunca hafifçe kaşları çatıldı. Verilecek bir haberi olmasa Esra onu aramazdı. 

“Aloo!”

“Günaydın Komiser’im.”

“Günaydın Esra! Ne oldu?”

“Amirim, ne zaman görüşebiliriz? Sizinle konuşmak istediğim bir şey var!”

Tahmini doğruydu. Telefonda konuşmadığına göre ondan istediği işle ilgili bir gelişme var demekti.

“Bugün merkeze uğrayacağım Esra!”

“Amirim sizin için uygunsa Sami Baba’nın orada buluşsak?”

“ Olur! Zaten Zeliha’ya da uğramayı düşünüyordum iki saat sonra diyelim mi? Ben de oradan Zeliha’nın yanına geçerim.”

“Tamam, amirim!”

ARAFTA İKİ KİŞİWhere stories live. Discover now