『Final ~ 25』

448 24 33
                                    

» Hoseok'un gözünden «

"Hey, geliyor musun?"

Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki beklemekte olduğum Jimin'i ancak birkaç adım ileriden bana seslenince fark edebilmiştim. Ya çok çabuk hazırlanmıştı ya da ben zannettiğimden daha uzun süredir burada duruyordum. Cebime sokmak yerine dışarda bıraktığım için soğuktan artık hissedemediğim ellerime bakılırsa sanırım doğru olan ikincisiydi.

Gideceğimiz yer çok uzakta değildi, bu yüzden de yürümeye koyulduk. Saat sabahın erken saatleri olduğundan normalde iğne atsan yere düşmeyecek sokakta birkaç başıboş köpek dışında hiçbir yaşam belirtisine rastlanmıyordu.

"Ağladın mı sen?"
Aramıza ayakkabıların tıkırtılarından farklı bir ses ekleyen kişi pek de soru edasıyla tonlamadığı cümlesiyle Jimin olmuştu.

Köşeyi dönüp karanlık dar sokaklara daldığımızda anlamaz zannediyordum ancak ne havanın serin olması bahanesiyle boynuma doladığım atkı ne de ışığın azlığı bu durumdan beni kurtarabilmişti.

"Hayır."
Donuk ve yanlışlığını gayet belli eden bir cevaptı. İnanılır bir cevap versem bile artık buna kanmayacağından emin olduğum için denemeye zahmet etmemiştim.

"Onu tanıyordun, değil mi?"
Sadece küçük bir konuşmadan bunu çıkardığına daha fazla sevinmem gerektiğini biliyordum ama belli belirsiz gülümsedim. Böyle detayları hızlıca yakalayan Jimin gibi bir kişinin falcılığı hobi, hatta bundan daha çok evde hem çalışıyorum hem de üniversitemi okuyorum diyebilmek için bir bahane olarak görmesi yazıktı.

Gülümsememi göremese de sessizliğimi koruyuşumun 'Evet.' anlamına geldiğini tahmin edebilmesini umuyordum.

Vermek istediğim mesajı almıştı sanırım çünkü sokağın sonuna kadar tek bir kelime dahi etmemişti. Önümü zar zor görebildiğim sokaktan yalancı güneşin ışıldadığı ara yollardan birine çıkınca istemsizce gözlerimi kapatıp ovuşturma gereği duydum. Jimin benim ışığa alışmamı sabırla beklerken bir yandan da kafasındaki soruları ağzından kaçırmamak için büyük bir çaba sarf ediyor gibi gözüküyordu.

Evlerin yavaş yavaş azalıp kaybolduğu yolun sonuna kadar yine hiçbir ses çıkarmadan yürüdük. Eski taş duvarları fazla yüksek olmayan mezarlığın içine girdiğimizde Jimin'in endişeli bakışlarını üzerimde hissediyordum. Daha önceden hiçbir olaya böyle bir tepki verişimi görmediği için sahip olduğu bu endişesinde haklı da sayılırdı aslında.

Bizim dışımızda birkaç kişinin daha bulunduğu alanda eğer ilerideki Taehyung, Jin, Eon ve Namjoon'u başka birileriyle karıştırmadıysam gideceğimiz yere en geç gelen biziz gibi gözüküyorduk. Bunun bilincinde adımlarımızı biraz daha hızlandırdık ve en sonunda Yoongi'nin mezarının başına vardık.

Küçük bir merhabalaşma faslının sonrasında biz gelmeden önce tartışılan konuya geri dönülmüştü. Yoongi'nin mezarında bir tane mor gökyüzü petunyası çıkmıştı ancak mezara bakmayan insanlardan dolayı gelen yeni kanunla eğer mezarlığın sorumluluğunda değilse mezarda herhangi bir çiçek ya da bitki türevi olması yasaklanmıştı.

"Nadir bir çiçekmiş sanırım. Eve aldıktan birkaç hafta sonra solmasından korkuyoruz."
Falcılıkta çok kullanıldığı için çoğu çiçek türüyle aramın iyi olduğunu biliyorlardı, görünüşe göre herkes bu yüzden fikir belirtmem için beni beklemişti.

Kafamı aşağı yukarı sallayarak Namjoon'u onayladım. Son zamanlarda Yoongi'nin yaptıklarını gözetmeye pek yanaşmamış olsam da bu mor gökyüzü petunyasını son zamanlarda bir yerde gördüğüne bahse girebilirdim.
"Öyledir. Hatta ilk başta burada kendiliğinden çıkabilmesi bile büyük bir mucize."

Synesthesia ➸ taegiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin