『3』

694 68 15
                                    

"Hadi kış kış."
Namjoon, benle konuşurken yine başını hiç projesinden kaldırmıyordu. Artık şu projeden dolayı onun yerine ben stres olmaya başlamıştım.

"Kış kış ne Namjoon? Evden kedi mi kovuyorsun sen?"

"Evet."

"Çok komiksin. Cidden. Hayır kendi evimden kovuluyorum yani. Yok böyle bir şey."
Beni böyle her istediğinde evden çıkartamayacağını ona birkaç kez anlatmaya çalışmıştım ama beni hiç anlamıyordu.

"Git sen de Taehyung'la falan takıl. Asosyal oldun zaten evden çıkmıyorsun."
Bunu başkası söylese kabul edebilirdim ama iki aydır bitkisel hayata geçmiş ve sandalyesiyle bütünleşmiş bir insan bunu bana söyleyemezdi.

"Bana diyene bak."

"Hala burada mısın sen?"
Namjoon arkasını döndü. Ben de ona bakarak cebime vurdum. Benden o kadar kolay kurtulamayacaktı. Gitmemi istiyorsa karşılığını da vermesi gerekirdi.

"Paragöz seni."
Evrendeki her şeyin bulunduğu masasının üstünden birkaç kitapla kalemliği çekip cüzdanını buldu ve bana fırlattı. İçini açtığımda gördüğüm para bana yaklaşık bir yıl kadar yetebilirdi.

Ona gülümseyerek karşılık verdim. Sonrasında da savaş alanına dönmüş odamdan hırkamla çantamı buldum ve dışarı fırladım. Taehyung'un evi çok uzakta olmadığından yürüyerek gidecektim fakat yine de bir haber vermek için aramaya karar verdim.

"Tae, size geliyorum evden kovuldum da. Yine."

"Restorandayım ben. Hemen bizim evin karşısında olan. Oraya gel."
Namjoon, Jin'le buluşmalarında beni hep evden kovduğu için ve benim gideceğim başka hiçbir yerim olmadığı için hep Taehyung'un yanına giderdim.

"Tamamdır. Görüşürüz."

Kulaklığımı taktım ve sokakta etrafıma bakınarak yavaşça yürümeye başladım; zaten çok acelem yoktu. İçimden müziğin sesini sona getirmek geliyordu ama sinezteziden dolayı bunu yapamıyordum. Her müzik notasını farklı bir renk olarak görüyordum. Bunu duyanlar genelde bir şey hissettiğimde gördüğümle aynı şey olduğunu zannediyorlardı ama bu ikisi çok farklı şeyler. Bir şey hissettiğimde sadece renk tonu değişimi ve saydam noktalar olurken, müzik notalarını duyduğumda küçük renkli opak daireler görüyordum. Bu dairelerin büyüklüğü müziğin sesi yükseldikçe arttığı için yüksek sesle müzik dinleyemiyordum.

Birkaç sokak geçtikten sonra gördüğüm eczane, beni insanların koşuşturmalarını izlerken daldığım düşüncelerden uyandırdı. Nöbetlerimin şiddetini geçirecek bir ilaç alıyordum ve bitmek üzereydi. Şimdi gidip yenisini alsam bayağı iyi olacaktı.

Yaya geçidinden karşıya geçip eczanenin içine girdim. Eczanenin sahibi Jin'in tanıdığı olduğundan bana çok sıra beklettirmiyorlardı.

Bir sandalyeye yerleşip etrafı gözden geçirdiğimde etrafta koşturup duran zavallı çırak, ve eczanenin sahibinin oğlu olan Jungkook'u gördüm. Eczane çok olmasa da biraz kalabalıktı ve içeride çalışan sadece o vardı. Jungkook'un babası, sırf çocukları daha hızlı çalışsın diye bazen böyle onları tek başına bir gün bırakıyordu. Bana sorarsanız bu çok acımasızcaydı ama en azından benim anne babam gibi bir anda çocuklarını öylece bırakıp gitmemişti.

Anne babamı düşününce kırmızı renk tonları kendilerini direk belli etti. Onlara kızgınlığım hiçbir zaman geçmeyecekti. Garip olan şey ise ne babam alkolikti ne de başka herhangi bir sorunumuz vardı. Tam hatırlamasam da galiba Namjoon ortaokul üç ben de ilkokul dörttüm. Sabah annem her zamanki gibi bizi öpüp çok normal bir şekilde kendinize iyi bakın demişti. Bir daha dönmediler. Namjoon onları kötü hatırlamak istemediği için bir araba kazasında falan öldüklerine inanıyor ama benim içimde öylece bırakılıp terk edildiğimize dahil bir his var. Bu yüzden onları hatırlayınca bile çok sinir oluyorum.

Synesthesia ➸ taegiWhere stories live. Discover now