『19』

208 24 7
                                    

“Yüz elli yedi.”
Mermer lavaboya düşüp küçük bir ses çıkartan yüz elli yedinci damlanın ardından tekrar düşünmeye koyulmuştum. Düşünecek o kadar çok şeyim vardı ki…

Ezekiel’den duyduklarım kafamı yoran düşüncelerin en başında geliyordu. Bunun yanında çok önemli bilgiler de edinmiştim tabii fakat o öğrendiğimin üzerinde durmadan diğerlerinin hiçbir anlamı kalmayacaktı.

Ezekiel benimki gibi hayatlara sahip olan insanların hikâyelerini çevirirken ikimiz de bir şey fark etmiştik. Görünüşe göre ilk başlarda insanlar ölmeye başlıyor, sonra da tam anlamıyla silinip gidiyorlardı. Ezekiel kitabı okumadan önce yapılan etkilerin geri döndürülemeyen bir noktaya gelebileceğini ancak bunun ne zaman olduğunu bilmediğini aktarmıştı, bu bilgiyi öğrendiğimizde ise insanların yok olmaya başlamasının ardından o noktaya gelindiğinden emin olduğunu söyledi.

En kötüsü de ne biliyor musunuz? Kitapta yazan neredeyse hiç kimse ölümden yok olma aşamasına ne zaman geçildiğini anlayamıyor, çünkü iki durumda da kişilerin üstleri çocukken bir şekilde öldükleriyle kapatılıyor. Tabii aradan bir iki tane bunun farkına varan var ama… onlar da bu insanların mezarlarını açıp kontrol ederek öğrenenlerden.

Sayısız gündür bunlar kafamda yankılanıyordu. Birinin mezarını kazabilirdim. Kitap hep eskilerden öyküler barındırdığından çoğu kişi bu bilgiye ulaşmayı başaramamıştı ancak bunu yapmak şu anki zamanda fazlasıyla kolaydı. Hoseok’un dediklerinden de cesaret almıştım, kimi kast ettiğini anlamasam da birilerinin ikimizin peşinden gelebileceğini dedikten hemen sonra artık sana ne yapabilirler bilmiyorum diye de eklemeyi unutmamıştı. İstesem kesinlikle yakalanmazdım, yakalansam da büyük ihtimalle bir nöbet geçirip başka bir yerde uyanırdım. Bunca şeye değecek miydi peki? Zaten orası da günlerdir takılmış olduğum yerdi.

Tam kapanacakken engel olduğum gözlerim artık dinlenmek için yalvarsalar da bunun olmasına izin vermeyecektim. Düşüncelerimi temizleyerek beynimi arındırmalıydım, bunun için de zamana ihtiyacım vardı. Sadece biraz daha zamana…

“Yüz elli sekiz.”
Ben sanki oyacakmış gibi ellerimi gözlerime bastırıp ovuştururken düşen bir su tanesi dikkatimden kaçtı, neyse ki sesini duyup son anda onu da sayabilmiştim. Görünüşe göre iki üç dakikada bir damlıyorlardı? En azından bana öyle geliyordu, yanımda zamanı algılamamı sağlayacak herhangi bir şey bulunmuyordu. İçerisi hoş kokulu mumlar sayesinde aydınlatıldığından banyonun kapısını da kapatmıştım. Bundan dolayı saat gece yarısı mı yoksa gün doğmaya mı başlıyor inanın bana hiç bilmiyordum.

Biraz zor bir süreç olsa da gözlerim sonunda kapanma dürtüsüne kulak vermeyi bırakmıştı. Musluğa yaklaştım, olabildiğince yavaştım bunu yaparken. Az sonra mermerle buluşacak küçük su damlasını kesinlikle etkilemek istemiyordum. Sadece içimden bu olayı daha yakından gözlemlemek gelmişti.

“Yoongi?! Tanrı aşkına bu saatte burada ne arıyorsun?!”
Aniden açılan kapı duvara çarparak loş olsa da bana aşırı parlak gelen bir ışığı içeriye getirmişti. Ellerimi yüzüme kapatırken gerekenden daha önce düşen bir su damlasının sesi de maalesef kulaklarıma ulaşmıştı. Yüz elli dokuzuncunun yüz altmış olmasına bu kadar yaklaşmışken düşüp tüm düzeni altüst etmesi çok yazıktı. Abim benim hakkımda endişelenmek için birkaç dakika daha beklemiş olsaydı keşke.

“Yoongi!”
Arkamı dönmesem de kızgın bir yüz ifadesi ile tepemde dikilen Namjoon’u aynadan görebiliyordum. Komik bir tabloydu, onun görüntüsü ve benim vampiri andıran soluk tenim ile göz altı morluklarım birleşince birlikte sanki her espriden sonra gülme efekti konan kalitesiz bir diziye benzemiştik.

Synesthesia ➸ taegiWhere stories live. Discover now