52.BÖLÜM

95.9K 4.4K 791
                                    

52. BÖLÜM

Krizin üstünden bir hafta geçti. O gün, Altın Vuruş'ta her şey açığa çıktıktan sonra bizim için mutluluk da umut gibi bitti. Ayaz'ın belki de en çok korktuğu şey olan benim de bu zehrin kurbanı olmam gerçeği onu tamamen tüketti.

Ben ise rol yapmam gerekmeyen her saniye ağlıyor ve içimdeki umudu, yaşama sevincini ve insanlarla olan iletişim isteğimi yok ediyordum. Ruh gibi uyanıyor, kahvaltı yapıyor ve okula gidiyordum. Yoksunluk krizleri artık daha çok geliyor ve giderken benden bir parçayı da beraberinde götürüyordu.

Okul formalarımı giymek için pijamalarımı çıkardım ve bir an odamdaki boy aynasındaki yansımama takıldı gözlerim. Zayıflamış bedenime ve çökmüş yüzüme bakarken ürktüm. Elmacık kemiklerim iyice belirginleşmiş, yeşil gözlerim yüzümde kocaman olmuştu. Bu kadar kısa sürede bu kadar kilo kaybetmem ve çökmem ailemi de endişelendiriyordu.

Hiçbir şey yiyemiyordum. Doğru düzgün uyuyamıyordum. Çok fazla konuşmuyordum konuştuğumda da agresif cevaplar veriyordum istemsizce.

Yanağıma inen iri bir damlayı elimin tersi ile silip gözlerimi kendi çökmüş görüntümden kaçırdım.

Okul formamı giyerken bilerek eteğimin altına kalın çoraplar ve üstüme de kaba kazaklar giyiyordum; etkili oluyor muydu bilmiyorum ama zayıflığımı böyle gizlemeye çalışıyordum.

"Gamze bugün de kahvaltı yapmazsan seni artık bir hastaneye götüreceğiz," dedi Merve Abla beni mutfak kapısında görür görmez. İştah kaybımın üniversite sınav stresi olduğunu düşünüyorlardı, bu yüzden fazla üstüme gelmemeye çalışıyorlardı.

Yine de gerçekleri anlamalarından korktuğum için mecburen oturdum masaya. "Okulda yiyordum ben," diye lafı ağzımın içinde geveledim.

"Gözlerin niye kızarık senin? Ağladın mı?" Babam gözlerini yüzüme dikmiş biraz meraklı bolca endişeli bakışlarla beni incelemeye başladı. Hemen gözlerimi kaçırıp tabağımdakileri çatalımla didiklemeye başladım.

"Grip olmuşum," diye mırıldandım yine zorla ağzıma bir parça peynir atarken. "Bir şeyim yok."

Söylediğim yalanlara inanıyorlar mıydı yoksa bende bir tuhaflık olduğunun farkındalar mıydı bilmiyorum ama fazla kafa yormak istemedim. Elimden geldiği kadar acı gerçeği onlardan gizlemeye çalışıyordum ama artık kendim için bir son göremediğim için nereye kadar gidecekti umursamıyordum sanırım biraz da.

Ayaz her gün olduğu gibi beni yine sokağın başında bekliyordu. Sessizce bindim arabaya, o da bir şey söylemedi. Son bir haftadır olduğu gibi...

Nasıl bu işe bulaştığımı sorduğunda Doruk'u anlatmamıştım çünkü cinnet geçirip Doruk'a zarar vermesinden korkmuştum. Aslında beni sorgularken fazla sakindi... çok fazla sakin. Ürpertici derecede sakin. Ona annem ile sorunlarımız olduğu günlerde Altın Vuruş'tan gizlice aldığımı söylemiştim. Ayaz'dan beklediğim tepki en ince ayrıntısına kadar sorgulamasıydı ama öyle yapmadı.

Kızmamıştı. Bağırmamıştı. Yorgun bir ifadeyle kabullenip susmuştu. Sanki o gün bir şoka girmişti ve bir daha çıkamamıştı.

Ben soru sormazsam hiç konuşmuyordu. Yüzünde hep donuk ve bir yere takılı kalmış bir ifade vardı. Yüzündeki bu ifadenin değiştiği ve ızdırapla çarpıldığı tek anlar benim hap aldığım anlardı.

Aramızda bazı hislerin zedelendiğini hissetmek beni korkutuyordu. Beni neden sevdiğini bilmiyordum. Belki beni sevmesinin tek nedeni benim ona umut olan ışığımdı.

O uçurumun kenarındaydı ve onu kurtaracak birine ihtiyacı vardı, onunla atlayacak birine değil.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordum arabadaki sessizliği bozarak. Acı çektiği başka bir dünyadan sıyrılıp gelmiş gibi yorgun gözlerini bana çevirdi.

ZEHİR (1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin