Park Jimin, tüm bu kalabalığın arasında umursamazca dans ederken öyle güzel görünüyordu ki. Gözlerini kapatmıştı, biraz yavaşladığı zaman Jeon'dan aldığı sigarayı içine çekiyor ve dans etmeye devam ediyordu dumanı her yanını sarmalarken.

Ne zaman kafası kötü olsa, dans etmenin ona iyi geldiğini biliyordu Jeon. Çok kez kendisini bu şekilde dizginlediğini, bu şekilde rahatlattığını görmüştü de.

Kalçası ritme eş zamanlı sallanıyor, bedeni oldukça hoş biçimde kıvrılıyordu. Mayhoş bir hava vardı üzerinde. İstediği tek şey kusana kadar içmek, sınırlarını zorlayıp son birkaç günü, birkaç saati, beyninden silmekti.

Gözlerinin önünden bir türlü gitmiyordu o kız çocuğunu hali, kesik olmayan bir yanı kalmamıştı. Kim bilir nasıl dayanmıştı o acıya... Dünya, leş yiyen acımasız bir bataklıktı. Ve üstünde ne zaman savaş çıksa hep çocuklar ölüyordu.

Jungkook, en az onun kadar kafa dağıtmaya ihtiyaç duysa da sırtını bar tezgahına yaslamış, oturdu taburede iyice yayılarak uzaktan izliyordu. Gözleri bir atmaca kadar keskindi kıvrak bedende ve kanlı yüzünde süzülürken. Ne kadar da güzeldi onun Jimin'i...

Kollarını önünde bağlamış, dağınık saçlarını hafifçe arkaya savurmuştu. İnce tutamlar yeniden yüzüne döküldüğünde, Jackson bir şişe daha uzatmıştı yanına. Ardından usulca ikiliyi izledi.

Dağılmış gözüküyorlardı, en çok da Jimin. Çünkü loş ışıkta, gözleri ona oyun oynamıyor ise çocuğun hafif kanlı yanakları ıslaktı,

"O iyi mi?"

Jungkook, bir an için omzunun üzerinden ona baksa da tek kelime etmeden önüne döndü ve Jimin'i izlemeye devam etti. Ne halde olduklarını o da kestiremiyordu ama iyi olmadıklarını biliyordu. Bir yandan beynini kemiren düşünceler yüzünden odaklanamıyor, bir yandan da her şeyi siktir edip sadece onunla sevişmek istiyordu.

Şişeye uzandı, büyük bir iştahla tepesine dikip neredeyse yarıya indirdi. Saçları tekrar dağılmıştı, umursamadan bir tane de sigara çıkardı ve dudakları arasına yerleştirdi, parmak boğumları yara doluydu,

"Çakmak ver."

Boğuk çıkan sesine rağmen Jackson anlamış ve cebinden çıkardığı çakmağı ona uzatmıştı. Jeon, usulca sigarasını yaktı ve derin mi derin bir nefes çekti.

Gözleri açlıkla parlarken, Jimin'i izlemeyi bir saniye olsun bırakmadan Jackson'a hitaben konuştu, sesi karamsar ayrıca da bıkkın çıkmıştı,

"Hala tarafsız mısın, Wang?"

Genç adam, saçlarını sıkıntıyla karıştırdı ve tezgaha kollarını yasladı. Ellerini sımsıkı birleştirip bir süre onları izledi, doğrusu ne yapacağını bildiği söylenemezdi,

"Bilmiyorum, Jeon. Büyük bir şeyin geldiğini herkes biliyor."

Doğruydu, zaten sessizliğe gömülen koca ülke, artık neredeyse terk edilmiş gibi bir hal almıştı. Resmen fırtına öncesi sessizlikti bu. Jungkook başını salladı ve gözleri sevgilisinin boynundan uzanan dövmede gezindi,

"Tarafsız kalmamalısın. Çünkü artık hepimiz ölümüne oynuyoruz."

Jackson, bunu zaten biliyordu. Anlamamak için bir sebep yoktu. Vindicta'yı az çok tanımıştı son birkaç gün yüzünden. Neler olacağını biliyordu, Park Jimin bile bir taraf seçmişti üstelik...

Jungkook, ondan herhangi bir cevap beklemedi. Sigarasından nefes alır gibi soluklar alırken kalabalığı yardı ve sevgilisine ilerledi. Jimin'in baygın bakışları yüzünü bulduğunda, elinde ki şişeyi öylece zemine bıraktı.

Devil May LoveWhere stories live. Discover now