• Twenty Two

17.4K 1.4K 892
                                    

22 |Hades|

İki şiddetli yangın karşılaşıp birleşince, onları kızdıran şeyi de yakıp tüketirler

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


İki şiddetli yangın karşılaşıp birleşince, onları kızdıran şeyi de yakıp tüketirler. 

Shakespeare'in belki de en sevdiğim sözü olabilirdi. Ve şimdilerde oldukça mana eden bu söz, canlı kanlı gözlerimin önüne seriliyordu. Jungkook da, Namjoon da yangındı, fazla hiddetli alevleri vardı. İkisi de yakmak arzusuyla öyle tutuşuyordu ki, uğruna neleri feda ettiklerini görmüyorlardı bile. En çok da kendilerinden ödün veriyorlardı. Namjoon, şu anda olduğu kişi değildi. Hala boka batmış, günahın ana yuvası olmuş bu şehri iyi bir yer yapabileceğini düşünüyordu. Lakin hırsı öyle büyümüştü ki, sonunda yaktığı tek şey ancak kendisi olmuştu. Pişman olduğuna emindim. 

Fakat yüreği kor alevde pişmiş Jungkook, cehennemin bizzat kendisiydi. Parmak uçları zehir dolu, dilinden kül damlayan bir adamdı. Kemikten kanatlarında ölümden başka bir şey asılı değildi. Belki de bu yüzden, zihninin içinde dönüp duran yeraltı dünyasına kendisini Hades diye koymuştu. Ellerim usulca boynuma ilişti. Bana verdiği, Persephone kolyesine.. O korkunç günden beri ne zaman aklıma düşse lav göz bebekleri, elim bu kolyeye ilişiyordu usulca. Bir hafta olmuştu. Jungkook, o gün ağlamamıştı. Her şeye rağmen, tek bir ses bile çıkarmamıştı. Öylece yere çökerek alevleri izlemişti. Bittiğinde ise, Kyungsoo'nun son kez veda edeceği bir beden bile kalmamıştı ortada.

Jungkook yine hareket etmemişti. Yüzü, korkunç derecede mimiksiz ve soluktu. Gözlerini bile kırpmıyor hatta yutkunmaktan kaçınıyordu. Kyungsoo hastaneye kaldırılıp, Chanyeol ortalığı yıktığında bile sessizliğini bozmamıştı. Sadece bir et yığını gibi orada usulca oturmuştu. Kolları altına ölümü sığdırmış adamın, bu denli sessiz olması normal değildi. Sadece arkasını dönüp gitmiş, bir haftadır da çıkmamıştı. Dudaklarından tek kelime duymak istemiştim. Herhangi bir sözcük, herhangi bir şey. Yeter ki, yaşadığına dair bir belirti versin istemiştim. Ancak öylesine kırılmıştı ki, omuzlarından görmüştüm nasıl çöktüğünü. O an, tüm tabularım yıkılıvermişti. Şimdiye kadar koruduğum tüm duvarlar başıma yıkılmıştı.

Ve o, hala yoktu. Hiç olmadığı kadar durgun, sessiz günler geçiyordu. Baek çeteye geri dönmüş, Yoongi ise Hoseok'un yanındaydı. Yoongi şaşırtılacak kadar fazla alışmıştı çeteye. Uyum da sağlamıştı doğrusu. Taehyung kayıplara karışmıştı. Baekhyun'un dediğine göre oralarda da değildi. Üstelik Jungkook birkaç kişi dışında kesinlikle konuşmayı reddediyordu. Ona zaten aşıktım, fakat son zamanlarda yaptığı dengesizlik akan çapkın hareketlerine oldukça alışmıştım. Onu özlüyordum. Onu çok özlüyor, ürkütücü sessizliğinin iç yönünde beyninde neler dönüyor bilmek istiyordum. Dayanıklılığımı sarsıyordu son yaşananlar. 

Jin, elinde iki filtre kahveyle yanıma gelirken zar zor olduğum yerde doğruldum. Gözlerimin şişliğini görmeden bile algılıyor olduğumdan onları bir ovuşturdum. Birkaç gecedir kabuslar görür olmuştum. Sürekli gözlerimin önünde patlayan araba ve Jongin'in son bakışıyla ağlayarak uyanıyordum. Bir insanı, ölmeden önce görmek tuhaf bir histi. İliklerime kadar ürperdim yeninden onun yüzünü hatırlayınca. Tanrım.. 

Devil May LoveHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin